
Bazı zamanların durması gerektiğine inanırdım. İlerleme kaydedersek çok farklı anlamlara maruz kalabilirdik. Bu yüzden bazı kısımları dondurmak hepimizin işine gelirdi. Benim de şu an işime geleceği gibi. Cihangir 'in gözlerindeki öfke görülmeyecek gibi değildi. Şu an kaçla gittiğini bilmiyordum ama bildiğim tek şey normal bir hızla gitmediğiydi. Ve asıl mesela bizim şehir merkezinde olmamızdı. Bu kadar hızla kaza yapma ihtimalimizin yüksek olduğunu kendi fark edemiyor muydu?
Emniyet kemerim takılı olmasına rağmen parmaklarım oturduğum koltuğun kenarlarına sıkıca tutunmuştu. Cihangir telefonunu açarak direksiyonu bıraktığında çığlık atmak üzereydim. " Direksiyon..." diyebildiğimde bana bakmadı bile. Şu an tek yapması gereken arkasındaki araçtan uzaklaşmak gibi davranıyordu.
Arkamızdakiler kimdi hiçbir fikrim yoktu. Benim yüzümden mi takılmıştı biri diye sormak istiyordum ama bu neredeyse imkansızdı. Sonuçta Tibet 'ten başka takıntılı biri yoktu hayatımda. Telefonu birkaç çalmadan sonra açıldığında Cihangir karşı tarafın konuşmasına izin vermeden konuşmaya başladı. " Bu mu bana olan güvenin? " diye sordu sanki karşı taraf neyden bahsettiğini anlayacakmış gibi konunun ortasından girerek.
" Cihangir..." diyen sesi tanıyordum. Bu büyük dayıydı. Az önce yanından ayrılmıştık ama sanki hiç ayrılmamış gibi hissediyordum.
" Pardon, güvensizliğin mi diye sormalıydım büyük dayı? " güler gibi bir ses çıkardığında telefonu vitesin olduğu yere fırlattı. " Tepkilerinden anlamalıydım böyle bir şey yapacağını. "
" Cihangir bunda kızacak bir şey yok, bu tamamen sizin güvenliğiniz için. " kendini açıklamak için büyük çaba sarf ediyordu.
" Güvenlik sağlamak değil bu " dedi Cihangir arkadaki araca dikiz aynasından bakarak. "Bu güvensizliğini fark ettirmek. "
Kaşlarım çatıldı. Birinin onu takip ediyor olması neden güvenle alakalıydı ki? " Yanlış anlıyorsun. "
" Peşime adam taktıran kişi mi söylüyor bunu? " diye sordu gaza biraz daha bastığında. Artık bir tık üstü var mıydı gerçekten bilmiyordum. Araba yolda gitmiyor adeta uçuyordu.
" Güvenlik için... "
" Hayır, " dedi tuhaf bir tınıyla. " Kendini güvence altına almak için. "
Onunla bu denli açık konuşabileceğini düşünmemiştim açıkçası ama Cihangir ağzına ne gelirse şu an söyleyebilecek gibi duruyordu. Yine olanlar benim yüzümden olmuştu. " Sana güvenim sonsuz Cihangir." dedi güven verici bir sesle. " Ama o..." duraksayan sesindeki o kişinin kendim olduğunu biliyordum. Ben bu hikayedeki yılan olarak anılan kişi gibiydim. Tabi ki de onların tarafından. Askerler kendi aralarına kolay kolay birini almıyorlardı. Ben sanırım istisnaydım. Kimin istisnasıydım? Cihangir 'in mi? " Ona güvenemeyiz. "
Cihangir duymuş olmamı önemsemedi. " Her şey benim kontrolüm altındaydı, sen şu an beni sakinleştirmek için sarf ediyorsun bu cümleleri. Kimseye güvenilmeyeceğini emin ol ben senden daha iyi biliyorum. Ama bu peşime adam takmanla açıklanamaz. Bunu kabul etmiyorum. "
" Cihangir konunun ağırlığının farkında olduğunu düşünüyorum. "
" Ben de benim bu adamları atlatacağımı bildiğini düşünüyorum. " diyerek vitesin olduğu yere attığı telefona kapatma tuşuna basmak için uzandı. Bununla eş zamanlı olarak da direksiyonu sola çevirip ani bir U dönüşü yaptığında arkamızdaki araçla aramızdaki mesafe açıldı. Döneceği yeri kaçırdığı için ilerlemeye devam etti. Kaşlarım havalanmış bir şekilde bu hızla nasıl bir dönüş yapabildiğini sorgulamaktan kendimi alamadım.
" Benim yüzümden değil mi bu peşimizdekiler? Tabi ki de benim yüzümden. " dedim bir şey demediğinde. " Ben gidince maruz kaldığın bütün durumlar da yok olacak. " Kalbim tekledi. Neden onunla konuşurken kelimelerimi toparlayamadığımı anlayamıyordum. " Söz veriyorum sana kısa bir süre sonra gideceğim ve ben gidince sanki hayatına hiç girmemişim gibi hissedeceksin. " sertçe yutkundum. " Arkamda hiçbir iz bırakmayacağım. "
Gözleri belki de ilk defa bana döndü. Arabanın hızına bakılacak olursa bence bana bakmaması gerekiyordu. Ama o başını çevirmiş öylece gözlerimin içine bakıyordu. " İnsanlar iz bırakmadan gidemezler. " dedi ciddi bir sesle. Gözleri önüne döndüğünde direksiyonu sağa kırarak hiç bilmediğim bir sokağa girdi. Amacı arkamızdaki araçtan kurtulmaktı bunu biliyordum. Ama bu ani hareketler hiç benlik değildi.
Sözleri zihnimde gezinen bir sivrisinek gibiydi. Sürekli beni içten içe rahatsız ediyordu. Ona bir şey söylemek istemedim. Konu burada kapansın istedim. İnsanlar iz bırakmadan gidemez miydi sahiden? Ben onda nasıl bir iz bırakabilirdim ki? Birbirimize çok alışmazsak bence hiçbir sorun olmadan buradan giderdim. Bir izim de kalmamış olurdu. Peki ya onun bende bırakacağı iz? Ben onda bırakıyorsam, ondan da bende bir iz kalması gerekmez miydi? Kaşlarımı çatarak sorguladığım konunun saçmalığına göz devirdim. Bana bakmadığı için şanslıydım. Kendi kendime konuştuğumu fark etsin istemiyordum.
Araba kısa bir süre sonra evin önünde durduğunda kaşlarım hafifçe havalandı. Evlerine gelmiştik. Arkamızdaki arabayı da atlatmıştık. Benim yüzümden büyük dayıyla arası bozulmuş muydu acaba diye düşünmeden de edemiyordum. Sonuçta bizi takip eden adamlar onun adamlarıydı ve Cihangir bu konuda oldukça sinirliydi. Emniyet kemerini çözerek arabadan indiğinde ben de çok beklemeden arkasından indim. Eve doğru yürümeye başladığında arkasından geleceğime o kadar emindi ki bana bakma gereği bile duymuyordu. Ben de annesini takip eden bir yavru ördek gibi onu takip ediyordum. Yapmam gereken de buydu. Bu evde yaşayacaksam, buradan başka gidecek bir yerim olmayacaktı sonuçta.
Kapıyı açtığında beni hatırlamış gibi arkasına doğru döndü. Geçmem için yer açtığında herhangi bir şey demeden öylece içeriye girdim. Ayakkabılarımı çıkardığımda salondan gelen sesleri duyabiliyordum. Eve bizden önce gelmişlerdi.
Salona girdiğimde ilk gördüğüm kişi Kubilay oldu. Elini kaldırarak beni selamladığında Cihangir önümden geçerek merdivenlere doğru yöneldi. Siniri hala geçmemişti, bunun farkındaydım. " Selam, merhaba, güle güle. " dedi Kubilay yüzünü tuhaf bir ifadeye büründürerek. " Neyi var bunun böyle? Selam bile vermeden gitti. Hayır, yani madem vermiyorsun, neden benimkini almıyorsun? " kaşları havalandı. " Acaba Hintçe selam verdim diye mi böyle yaptı ki? Resmen görünmez oldum, Cihangireytom için ya, olabilir mi böyle bir şey ya? "
" Cihangireytom mu? " diye sordu Mizgin göz devirerek. " Ay çok..."
" Ay çok ne? " dedi Kubilay ellerini göğsünde birleştirerek.
" Tikice. "
" Tikice ne kız? Öyle bir dil mi var oldu? "
" Kubi,Kubi,Kubi." dedi Mizgin cıkcıklayarak. " Bence çok konuşuyorsun, gereksizce. "
" Selamımı almadı ama." dedi mızmızlanan Kubilay. Bana doğru döndüğünde yanıma doğru yürümeğe başladı. " Bari sen al evimizin yeni üyesi ya." kolunu omzuma attığında bu yakınlığına ve ilgisine gerçekten şaşırmadan edemedim. " Bak şimdi ben selam, merhaba, güle güle diyeceğim sen de..."
Mizgin dayanamayarak koşar adımlarla diğer koluma girdi. Bu duruma afalladığımı oldukça belli ediyordum bence. Dudaklarımın bir o şeklini almasını gizleyebileceğimi sanmıyordum. " Hayır, ben aniyeseyo diyeceğim. " dedi kolumdan çekerek. " Bırak Umay'ı Kubi. "
" İlk ben kaptım. " dedi Kubilay itiraz ederek. " Benim selamımı alacak. Hint sever gibi duruyor. "
" Bence Kore sever gibi duruyor. " dedi Mizgin gözlerini pörtletecek derecede irice açarak. " Hiç şansın yok. Hem sen selam verirken bile sonunda uğurluyorsun. Bu nasıl Hinçtçe selam vermek? "
" Aşk olsun ya." dedi Kubilay kolumu bırakarak. " Senle beraber izledik ya bu diziyi. Kuşi vardı hani? Kuşi Gumarıgupta Sigrayzada. " dedi taklit yapar gibi. " Hiç mi hatırlamıyorsun ya ayıp yemin ederim ya.." kaşları çatıldığında Mizgin de kolumu bıraktı. Şimdi ikisinin arasında gidip gelecek bir voleybol topu gibi hissediyordum kendimi. " Ben senin Lee Min Ho 'nu hatırlıyorum ama gerçekten ayıp. Ben böyle bir ayıp görmedim. "
" Kore dizileri der susarım. " dedi Mizgin iç çekerek. " Bak sen de unutamamışsın adamın adı zihnine kazınmış zihnine. "
" Ay onlar ne öyle be, hepsi birbirinin aynısı. " diyerek ona sataşan tabi ki de Kubilay 'dı. " Hem sen unutkansın, ben hiçbir şeyi unutmam diye adamın hayranı olacak değilim ya. Unutmamak suç mu oldu? "
" Senin gözün kör galiba canım, ayırt etme yeteneğini kaybetmiş. " diyerek ona sataşmaya devam etti Mizgin.
" Hayır onlar aynı şeyler. "
" Hiç de bile. " Mizgin gerçekten bir Kore fanı gibi duruyordu. Bu tartışmanın nasıl biteceğini şimdiden merak ediyordum.
" Hem tüysüz cıbıldak insan bunlar kabul et. " dedi omuz silkerek.
" Dedi vücudundan tüy fışkıran biri. " dedi Mizgin yüzünü buruşturarak. " Senin de vücudun tüysüz, cıbıldak. " sonunu uzatarak söylediğinde burada olduğunu yeni fark ettiğim Barbaros gülmeye başladı.
" Nerden biliyorsun,belki bizim de vardır tüylü bir taraflarımız. "
" Nesin sen koyun mu kırpıldın da haberimiz mi yok? "
" Ne alaka? "
" Kel alaka. " dedi Mizgin kaşlarını çatarak. " Tüylü bir tarafı varmışmış ya sen direkt Korelileri kıskanıyorum desene. "
" Kıskanılacak bir tarafları yok."
" Çarpılırsın valla. " dedi Mizgin gözlerini irice açarak. " Ay biraz senden uzağa gideyim de çarpılırsan bana da gelmesin. Arada kaynamak istemiyorum. "
" Laflara bak laflara. Hem ben tüylüyüm tamam mı? Geliyorlar ben gelmesini istediğimde. "
" Vücudunda düğme mi var senin? Gel diyince geliyor git diyince gidiyor? " diye sordu yüzünü buruşturarak Mizgin. " Hem ayrıca bu konuyu kapatmamış mıydık? Ne diye açıp duruyorsun? "
" Tüy..."
" Başlayacağım tüyünüze ama he." diye soludu Leman. " Ay kapatın şu muhabbeti. Tüy diye diye olmayan tüylerim firar etti. "
" Espiriye gel."
" N'olur sen espiri yapma. " dedi Kubilay kusacakmış gibi öne doğru eğilerek. " Çünkü neden biliyor musun? Çünkü... kusarım. "
" Replik çalıyorsun. " dedi Mizgin gözlerini kısarak.
" Repliklerimizi çalmayın diye bir uyarı yazısı göremedim ben. Hem uyarladım kendimce çalmış da sayılmam bence. "
" Kubi kaşınıyorsun bence. "
" Ay gerçekten kaşınıyorum kız. " dedi elini sırtına doğru atarak. " Havalar çok sıcak da değil ama beni bir kaşıntı tutuyor anlatamam. Kaşısana hayrına. "
Mizgin göz devirdi. " Gerçekten mi? "
" Yalancıktan mı kaşınıyorum kızım ben? " diye sordu omuzlarını silkerek. " Gerçekten kaşınıyor. Hadi ya, şu an çok tatlı yerinde. "
" Bir de tatlı yerinde? "
" Mizgin ama şaşırma butonu. " dedi göz devirerek Kubilay. " Kızım kaşıyacak mısın yoksa ben başka çözümler mi bulayım? " diye sorduğunda Mizgin yanına doğru yürüdü.
İkisinin arasından çekilerek salonun içerisine doğru gideceğim sırada kolumda başka bir el hissettim. " Umaycım, biraz yukarı gidelim mi seninle? " Gece'nin sorusuyla gözlerimi ona doğru çevirdim. Başımı sallayarak onu onaylasam da neden beni buradan uzaklaştırmak istediğini anlayamamıştım. " Hem üzerini de değiştirmiş olursun. Bugün fazlasıyla yorulduk. "
" Olur. " dediğimde bana geçmem için yer açtı. Merdivenlere doğru ilerlediğimde içeride sadece Alparslan'ın olmadığını fark ettim.
" Akşam çayımızı koyuyorum ben. " diye bağırdı Mizgin sesini duyurabilmek adına. " Ona göre geri gelin, bahçeye. "
" Tamamdır. " diyerek merdivenlerden arkamdan gelmeye başladı.
Benim odamın önüne geldiğimizde beni sol taraftaki koridora yönlendirdi. " Benim odama gidelim mi? " diye sorduğunda omuz silmekle yetindim. Odasına girdiğimizde kapısını kapatarak arkasına yaslandı. " Seninle konuşmam gereken şeyler var. " dedi dudaklarını kemirerek. Bunu genelde gergin insanlar yapardı. Tırnaklarını yaslandığı kapıya tıklatarak ses yapıyordu. Sanırım konuya nasıl başlayacağını bilmiyordu.
" Tabi, konuşabiliriz. " dedim başımla onaylayarak. " Ama istersen önce bir sakinleş. " gözlerimle tırnaklarını işaret ettiğimde gergince gülümsedi.
" Sakinleşeyim ben. " dedi derin bir nefes alarak odasında turlamaya başladığında.
" Cihangir 'in neden sinirli olduğunu mu soracaksın? " diye sorduğumda onu büyük bir yükten kurtarmışım gibi bakıyordu bana.
" Aslında hem evet hem hayır." dediğinde ne demek istediğini anlayamadım. Başka bir konu daha mı vardı? " Sahiden neden sinirlendi ki o? "
Sertçe yutkunarak gözlerini kaçırdım. Benim yüzümdendi galiba. Sonuçta ben olmasam büyük dayı ona hala güveniyor olurdu ve peşine istemediği adamları takmazdı. " Büyük dayı. " dedim gözlerimi ona çevirerek. " Peşine adam takmış. "
Gece gözlerini irileştirerek bana baktı. Bu sanki duyduğu en kötü şeymiş gibi tepki vermişti. " Cihangir buna tepki göstermiştir. " dedi sertçe yutkunarak. " İnanmıyorum ya,araları bozulacak. "
" Büyük dayıyla konuştu. " dedim sözlerime devam ederek. " Ve yüzüne kapattı telefonu. "
" Hassiktir. " dedi kendini tutamayarak. Eliyle ensesini kaşırken " Pardon ya ağzımdan bir anda kaçıverdi. Aslında hiç kullanmam ama yani bu konuda öylesine bir konu değil. Cihangir neden bu kadar başına buyruk anlamıyorum ki."
" Yine onun başına bela oldum. " dedim gergince. " O bana yardım etti, Ben de ona yardım edeyim diye girdim bu işin içine ama baksana iyice berbat ettim her şeyi. Büyük dayının Cihangir 'e karşı güveni sarsıldı ve bunun tek sebebi de beni buraya, sizin olan yere getirmesi. Bana o gün yardım etmeyecekti. " dedim gözlerimi kapatarak. " Arkasına bakmadan gidecekti. "
" Ama gitmedi. " dedi Gece sakin bir sesle. " O kimseyi arkasında bırakıp gidebilecek biri değil ki, senin durumun da çok farklıydı. "
" Gitmeliydi. " dedim itiraz eder bir tonda. " Gitseydi, başına bunlar gelmezdi. Eski düzeninde devam ederdi. Kimsenin de güveni sarsılmamış olurdu. "
" Aslında... " dedi bana doğru yürüyerek. Artık tur atmayı bırakmıştı. " Büyük dayı çok da tepki vermedi. Bu uyguladığı da genelde herkesin durumu kurtarmak için yapacağı bir önlem. Yani eğer seni gözü tutmamış olsaydı bu evde durmana müsaade etmezdi. " dediğinde bana karşı davranışını düşündüm. Gerçekten de benim burada olduğum için büyük çaplı bir kızma olayı olmamıştı. Ama bu olmayacağı anlamına da gelmezdi.
" Yine de..." dediğimde devam etmeme izin vermedi.
" Seni bu işin içine ben ittim gibi oldu. " dedi mahcup bir sesle. " İnan olayların bu hale geleceğini bilseydim sana Cihangir 'in ceza alma ihtimalini söylemezdim. Seni bu yolu seçmeye ben sürükledim. Özür dilerim. " Gerçekten üzgün görünüyordu. Odanın ortasında bulunan çift kişilik yatağına oturduğunda sesli bir iç çekti. " Bu olanlarda en suçlu benim. "
" Benim bu eve gelmemi isteyen sen değildin. " dedim başımı iki yana sallayarak. " Hem sorun senin beni bilgilendirmiş olman da değil. Asıl sorun benim neden Cihangir ile birlikte buraya gelmeyi kabul ettiğim. Yani gerçekten aklımdan ne geçiyordu acaba buraya gelirken? Ne bekliyordum ki? "
" Aileni o şekilde görmek ne düşüneceğini unutmana sebep olmuştur. " dedi eliyle beni işaret ederek. " Öyle durumlarda zihnimiz durur, bunu sen benden daha iyi bilirsin. Psikolog olan sensin sonuçta, ben sadece bir doktorum. "
" Okuyorum. " dedim omuzlarımı kaldırıp indirerek. " Daha olmadım bile. "
" Son senen değil miydi? "
" Öyle. " dedim başımla onaylayarak. " Bu sene sanırım bırakmak zorunda kalacağım. " aklıma gelen şeyle gözlerim irileşti. Eğer ben kayda ölü olarak geçeceksem okul hayatım da ölmez miydi? Yani bütün emeklerim çöpe mi gidecekti?
" Ne oldu? " diye sordu oturduğu yatağın üst tarafına doğru yayılarak. " Yüzün düştü sanki, yine mi biraz önceki mevzu? "
Başımı iki yana salladım. " Hayır. " dedim kalbim duracak gibi kasıldığında. " Ben ölüyüm. " durakladım. " Öyleyse artık okulum da olmaz ki, her şeyim gider. Ölüler tekrar dirilip de dünyaya gelemez sonuçta. " dediğimde ne demek istediğimi anlamamış gibi bakıyordu bana ki anlayacağını da düşünmemiştim açıkçası.
" Ne demek istedin ben pek anlayamadım da. "
Gözlerimi usulca kapattım. Bu konuyu konuşmam gereken kişi Cihangir 'di. Ama şu an sinirli olduğu için onunla konuşabileceğimi sanmıyordum. " Herkes beni yangında öldü sanıyor. " dedim boğazım düğümlendiğinde. " Ölü birinin okula gitmesi saçma olmaz mı? Kayıtlarda yok olacağım sonuçta. "
Kafası karışmış bir şekilde bana baktı. " Bunu hallederler. " dedi pek de emin olamadığını belli ederek. " Yani sanırım bunun için bir şeyler düşünmüşlerdir. Merak etme sen, kendini de üzme. " dediğinde konuyu değiştirmek ister gibi ayağa kalkarak bana doğru yürümeye başladı. " Bu konuları düşünme, hem bence biraz okuldan uzak kalmak sana iyi gelir. Bir sürü badire atlattın. " dediğinde koluma dokunarak beni duvara doğru çevirdi. " Bak sana ne göstereceğim. " dediğinde karşımdaki duvarda bir sürü poster gördüm.
İnsanların koleksiyonları olurdu, bunu biliyordum. Filmlerden ya da dizilerden sevdikleri karakterleri odalarına asarlardı. Bunu yadırgamamıştım. Ama bu posterlerdeki kişilerin hepsinin beyaz önlüklü olmasını nedense yadırgamıştım. " Bunlar da kim? " diye sordum ona doğru bakarak.
Neşeyle önüme doğru geçti. " Bunlar benimkiler. " Otuz iki diş sırıttığına yemin edebilirdim. Bütün dişleri gözlerimin önündeydi. Posterlerin önüne geçerek " Bak bu Prof. Dr. M. Gazi Yaşargil; dünyada modern beyin ve sinir cerrahisinin kurucusu. " dedi bir sunum yapıyormuş gibi. " Amerikan Cerrahlar Birliği tarafından "Yüzyılın Beyin Cerrahı" olarak ilan ediliyor adam. Epilepsi ve beyin tümörü rahatsızlıklarının tedavisini bulmuş. Ben tüm hayatını A 'dan Z 'ye kadar ezberledim tabi ki ama sana çok da detaylı bilgi verip sıkmayacağım merak etme. " dediğinde yutkundum.
" Sıkmıyorsun ama... "
Devam etmeme izin vermedi. " Ama neden bu posterlerin odamda asılı olduğunu merak ediyorsun değil mi? " diye sordu tam on ikiden vurarak.
" Evet. "
" Bunlar benim idollerim diyebiliriz. Bak mesela bu adam da Dr. Murat Digiçaylıoğlu, Beyin kanaması geçiren bir kişinin beyin hücrelerinin ölmesini önleyen bir tedavi yöntemi bulmuş. " ezberinde bu kadar şeyi tutmasını açıkçası beklemiyordum ama dersine iyi çalışmış gibi her şeyi takır takır söylüyordu. Adamın kaç yılında doğduğunu sorsam onu bile bilecek gibi duruyordu. " Bak bu adam da dünya çapında "Altın Neşter" lakabı ile tanınan Prof. Dr. Tayfun Aybek, bu lakabı robot teknolojisi kullanarak yaptığı kalp ameliyatlarına borçlu aslında. Ay çok mükemmel değiller mi? Ama beni en derinden etkileyen, o olmak istediğim isim burada. " diyerek bir posterin önüne geçti.
" O kim? " diye sorduğumda işaret parmağını olumsuz anlamda salladı.
" Yanlış soru, o neler yaptı olmalıydı sorunun doğrusu. " dediğinde kaşlarımı hayretle havaya kaldırdım. " Şaka şaka, istediğini sorabilirsin tabi ki. "
" O neler yaptı? " diye sorduğumda güldü.
" Nakil alanında başarılarıyla hem Türkiye'de hem de yurtdışında adından bahsettiren Prof. Dr. Ömer Özkan, ilk yüz naklini yaptı ve aynı zamanda ülkenin ilk çift kol naklini de gerçekleştirdi. Ay Allah 'ım ya. " dedi yerinde zıplayarak. " Çok başarılı değil mi ? Adam nakilde uzman resmen. Büyüyünce ne olmak istiyorsun diye soranlara cevabım bu adam oluyor. " Kıkırdadığında ben de gülümsedim.
" Sen askeriye de çalışmıyor musun? " diye sordum merakımı gidermek adına.
" Evet ama nakille falan da uğraşıyorum aslında. Yani karışık biraz benim işler. İlgi alanım askerlik dışı ama..." gözlerini kaçırdığında elini boşver dercesine salladı. Sanki onun askeriye de kalmasına sebep olan biri var gibi davranıyordu. Bu durumu benimle paylaşmak istemediğini anlayarak pek üstünde durmadım. " Aman neyse canım, çalışıyorum işte. Lakin bu benim de nakil gerçekleştirmeyeceğim anlamına gelmez. "
" Posterleri asmak seni motive mi ediyor? " diye sorduğumda kaşları hayretle havalandı.
" Bu soruyu daha önce kimse bana sormamıştı. " dedi yutkunarak. " Şaşırdım da biraz. " gülümsedi. " Posterler beni motive ediyor evet ama daha çok şey için astım. Yani biz en gereksiz şeyleri bile biliyoruz ama ülkemize katkı sağlayan kişileri bilmiyoruz. Mesela ülkedeki bir Tik Tok'çuyu herkes tanırken, nakil alanında başarılı olan doktoru tanıyan insan sayısı bir elin parmağını geçmez. Ben bu durumun isyancısıyım. " dedi gülerek. " Gerçi bu biraz isyan değil teşvik gibi. Mesela sen de bu kişileri tanımıyordun ama burada görünce artık tanıdın. Bir yerde karşılaşsan tanırsın. Bizim ülkemizde asıl başarılı olan kişiler pek öne çıkmaz. Bu durum beni çok rahatsız ediyor. Ben de kendi alanımı öne çıkarmak için böyle bir şey yaptım. " bir sır verecek gibi bana doğru yaklaştı. " Eskiden sokakta gördüğüm yerlere posterleri yapıştırıyordum gizliden. " dedi eliyle dudaklarını kapatarak. " Ama tabi büyük dayıya yakalandım. Bırakmak zorunda kaldım. "
" Kızdı mı ki? " diye sordum kaşlarımı çatarak. Böyle bir şeye ne tepki vereceğini merak etmiştim açıkçası.
" Hayır, uyarıda bulundu sadece. "
" Ne gibi bir uyarı? "
" Böyle yaparak bir şey elde edemeyeceğim gibi bir uyarı. " sertçe yutkundu. " Dediğim gibi, bizim ülkemizde zor böyle şeyler. Biri hasta olmadığı sürece branşında iyi olan doktorları araştırmaz mesela yani aklına bile gelmez ki. İnsanlar eğlenceli şeyleri tercih ederler. " dedi bundan yakındığını belli edercesine. " Biz biraz garibiz galiba bu konuda ya..."
" Biz derken? "
Dişlerini göstereceği şekilde gülümsedi. " Mizgin ve ben. " ellerini çırptı. " Onun odasında Kore dizilerindeki avukat, savcı, hakim dizilerindeki karakterler var. Hatta repliklerini de ezberliyor. Bazıları çok havalıymış. " ağzını kapatarak güldü. Bunu neden yapıyordu bilmiyordum ama tebessüm ederken eli sürekli dudaklarına gidiyordu. " O benden de deli."
" Bence kötü bir şey değil. " dedim posterlere göz gezdirerek. Daha önce hiç böyle bir şey yapmamıştım, ilginç gelmişti ama bence kötü bir şey de değildi. " Senin odan sonuçta, nasıl rahat ediyorsan öyle olmalı. "
" Posterlerimle..." dedi kollarını iki yana açarak. " Senin var mı öyle hobilerin falan? " diye sorduğunda kendimden bahsetmeyi istemedim. Onların evinde kalıyor olmam kendim hakkında bilgi vereceğim anlamına gelmiyordu. Bunu istemiyordum.
" Bilmem. " dedim umursamazca omuz silkerek. " Pek yok galiba. "
" Okula gidip gelen sıradan bir öğrenci miydin yani? " diye sorduğunda gözlerinin içine baktım. Öyle miydim? Sadece derslerime odaklanırdım, evet ama Tibet hayatıma girdiğinde her şey tepetaklak olmuştu. İstemediğim akşam yemekleri, istenmeyen sosyete gösterileri olurdu. Bu ayrıntıları hatırlayınca yüzümü buruşturdum. " Değildi galiba ha? " diye sordu yüzümdeki tepkiye nazaran.
" Karışık. " dedim üstünkörü bir cevabı seçerek.
" Pek konuşmak istemiyor gibisin. " elini omzuma koydu. " Çekiniyor olabilirsin ama inan bizler kötü insanlar değiliz. Yani bazen korkutucu olabiliyor bizimkiler ama bize olmazlar öyle. Askerler sonuçta, biraz genlerden geliyor. Artık birlikte yaşayacağız, birbirimizden kaçmak yerine anlaşabiliriz. "
" Kalıcı değilim. " dedim sertçe yutkunarak. " Bugün kadın bana kartını verdi, ona en yakın zamanda ulaşacağım ve bu işi bitirip gideceğim. "
" Gitmek istemenin sebebi ailen mi? " diye sordu bana başka bir şeylerin varlığını hissettirerek.
" Başka ne olabilir ki? Beni buraya bağlayan bir şey yok sonuçta. " dediğimde zihnim nedense büyük konuşmamam gerektiği hakkında beni uyarıyordu. " Olmayacak da. "
Kaşları havalandı. Bir şey söylemek istiyor ama söylemeye de çekiniyor gibiydi. " Ben de senin gibiydim. " dediğinde dostça bir tebessüm belirdi yüzünde. Ama bu tebessüm içinde acılarını da beraberinde getirmiş gibi duruyordu. Buruktu. " Geldiğim gibi gitmek istedim ama..." gözlerini kaçırdı. " Ama bazen gidemiyorsun. Kalmak için çırpınıyorsun. "
" Kalmak için bir sebebim yok. " dedim omuz silkerek. " Ailem burada değil ve gideceğim bir okul da yok. "
" Tek bu nedenler mi olabilir? " diye sorduğunda kaşlarımı çatarak ona baktım.
" Benim başka nedenim olamaz. " dedim kesin konuşarak.
Yine o buruk tebessüm belirdi yüzünde. " Nedense tanıdık geliyor bu tepkilerin. " dudaklarını ısırdı. " Her neyse, aşağıya inelim mi? Çay olmuştur belki." dediğinde benimle konuşmak istediği şeyleri konuştuğunu anlamış oldum.
" Ben üzerimi değiştirsem iyi olacak. " dedim ona arkamı dönerek. Onlar geldiklerinde kıyafetlerini değişmiş olmalıydı. " Aşağıda görüşürüz. " kapıyı arkamdan kapattığımda bir şeyler mırıldandığını duydum ama tam olarak anlayamadım. Belki de anlamak istemedim.
Bana verdikleri ama sanırım benimseyemeyeceğim odaya girdiğimde ruhumun daraldığını hissettim. Burada uyumak bile istemiyordum. Yine balkonda uyursam Cihangir de gelir miydi? Belki yine bir şeyler içerdik.
Kaşlarımı çattım. Ben neden onunla bir şeyler yapmak için çırpınıyor gibi bir tavır sergiliyordum?
Kendime kızarak dolaba doğru ilerledim. Kıyafetlerimi çıkarıp yenilerini giydiğimde penceremim önüne geçerek yeni dinmiş yağmurun bıraktığı izlere baktım. Penceredeki damlalar çamuru da beraberinde getirmişti. Ellerimi bedenime sararak derin bir nefesi içine çektiğimde kapımın tıklatılmasını beklemiyordum.
Kaşlarımı çatacaktım ki gelen kişinin Gece olabileceğini düşünerek bunu yapmaktan vazgeçtim. " Gelebilirsin. " diyerek pencereden bakmaya devam ettim. Kapı açıldığında omzumun üzerinden gelen kişiye baktım. Bu sefer kaşlarımın çatılmasını engelleyemedim.
Gelen kişi Gece değildi, Cihangir'di.
Onun burada ne işi vardı?
Sinirlerine hakim olmuş muydu?
Üzerinde sporcu atleti vardı. Kaslarını bariz bir şekilde görebiliyordum. Ona baktığımı anlamaması için gözlerine bakmayı tercih ettim. " Burada ne işin var? " diye sorduğumda kafasını uzattı.
" Gelebilir miyim? " diye sorduğunda benim sorumu önemsememişti.
" Geldin bile. " dedim ayağının bir tanesinin içeri girdiğini belli etmek istercesine gözlerimle işaret ederek.
" Girmeyeyim mi? " diye sorduğunda neden bu kadar ısrar ettiğini anlamak için " Gelebilirsin. " diyerek ona doğru yürümeye başladım. " Aşağıya çağırmak için mi geldin yoksa? " dayanamadan sorduğum soru üzerine başını iki yana salladı.
" Aslında hem evet hem de hayır. "
" Anlamadım? "
" Aşağıya çağırmak için de geldim ama asıl gelme nedenim o değil. "
" Neymiş? " diye sorduğumda kollarımı göğsümde bağladım.
" Arabada..." dedi yüzünü buruşturarak. İfadelerini sık kullanan biri olmadığı için tepki verdikçe ona bakma isteğiyle doluyordu içim. " Sinirliydim. Sana değildi sinirim, yanlış anlamanı istemem. "
" Bence sinirinin yönü ben olmalıyım. " dedim sertçe yutkunarak. " Seni bu duruma sokan benim. "
" Böyle düşünme. "
" Başka nasıl düşünmemi bekleyebilirsin ki ? Sen beni kurtardın ve başına bunlar geldi. "
" Ben bir kadını kurtardım evet. " diyerek onayladı beni. " Yine olsa yine yaparım. Öncelikle bir kadına kalkan eli kırarım. Bir kadına kalkan silâhı, onu tutan adama sokarım. Ve bir kadına yapılan haksızlığa karşı her zaman kafa tutarım. " dedi başını dik tutarak. " Bunu yapmak benim hem görevim hem de insani belirtilerim. Buna engel olamazdın. "
" Hiç düşünmedin mi ya ben seni şikayet etseydim? O zaman yine de bana yardım eder miydin? " diye sorduğumda kaşları çatılacak gibi oldu ama bunu yapmaktan vazgeçti.
" Yardım düşünülerek yapılmaz. Bir insan karşılık beklenerek kurtarılmaz. " dedi düz bir sesle.
" Bu ülkede birini savunmak ya da savunmamak çok tehlikeli. " dedim aklıma gelen olaylar zihnimde yeşerdiğinde. " Suçsuzken suçlu durumuna düşebiliyor insan. "
Omuz silkti. " Bu yardım etmeyeceğim anlamına gelmez. " dedi zihnime bu durumu kazımak istercesine.
" Çok yardımseversin. "
" Pek sayılmam. " dedi gözlerini kaçırmadan. " Sadece haksızlığa susmam. "
" Bana haksızlık yapıldığı için mi yardım ettin? "
" Bunları tekrar tekrar sormak hoşuna mı gidiyor? " diye sorduğunda artık konuyu kapatmamı istediğini anlamıştım ama nedense sormak, sorgulamak istiyordum bu konuyu.
" Hoşuma gidecek konular değil bunlar. " yüzümü buruşturdum. " Sadece merak ediyorum. "
" Neyi? "
" Benim yerimde bir başkası olsaydı ona da yardım eder miydin? Beni evine getirdiğin gibi o kişiye de güvenip evine, arkadaşlarının arasına sokar mıydın? "
Kafası karışmış bir şekilde bana baktı. " Sana güvendiğimi mi düşünüyorsun? " diye sormasıyla kalbimin incindiğini hissettim. Bana güvensin mi istiyordum?
" Düşünmüyorum. " dedim lafı nasıl değiştirebileceğini düşünmek adına kendime fırsat yaratmaya çalışarak. " Sadece soruyorum işte. Yapar mıydın bunu? "
" Senin özel olup olmadığını mı merak ediyorsun? " diye sorduğunda yutkunmak istedim ama bunu yaparsam konunun yanlış anlaşılmalara gidebileceğini düşünerek kendime engel oldum.
" Hayır. " dedim ne diyeceğimi kestiremeyerek. " Sadece sorduğum soruya neden cevap vermiyorsun? Soru soru mu yapacağız böyle? İnsanlar birbirini anlamak için genelde soru cevap yaparlar. "
" Soru cevap mı yapmak istiyorsun benimle? "
Göz devirdim. " Sen böyle her dediğim cümleyi evirip çevirip soru eki ekleyerek bana mı yönelteceksin? "
" İstemezsen sormam. " dedi düz bariton bir sesle. Onu hiç anlayamıyordum. Sorularla karşısındakinin ne düşündüğünü mü anlamaya çalışıyordu?
" Şu kadını yarın arayayım diyorum. " dedim konuyu başka bir yere çekerek. " Bana güvendi, ismini söyledi. Kartını da verdi. Bu gece ona ulaşmak için bir neden bulacağım. " dedim ne bulacağımı dahi bilemeyerek. " Yarın da ararım, tekrar bir görüşme ayarlarım. Bu işi de kısa zamanda bitiririm. "
Cümlemi bitirene kadar yüzümü inceledi. Bu sessizliğinin ardından gelecek tepkiyi açıkçası merak etmiyorum desem yalan olurdu. " O kadın için başka planlarım var. " dedi tepkimi incelemek için gözleri yüzümde dolandığında.
" Ama..."
" Bu şekilde ararsan şüphelenir. " dedi kendinden emin bir sesle. " Onunla öyle bir oynayacağım ki, hiçbir şey anlayamayacak. "
" Nasıl olacakmış bu? "
" Tesadüflere inanır mısın? " diye sordu soruma karşılık olarak. Yine başa mı dönmüştük?
" Hayır. " dediğimde dudaklarının kıvrıldığını fark ettim ya da bu benim hayal ürünümdü. Mimikleri hiç yoktu neredeyse. Estetik falan mı olmuştu?
" Neden? " kafası karışmış gibi bana baktı. Dudaklarındaki o hayal değilse, tebessüme bakıyordum.
" Çünkü hiç kimse tesadüf eseri karşılaşmaz. İlla ki bir sebebi vardır. "
" Kadere inanıyorsun yani? " gözleri kısıldı.
" Evet. " dedim onaylayarak. " Peki ya sen? "
" Ben de. " dedi başını sallayarak. " Kaderciyim. "
" Planın ne peki? " diye sorduğumda tek kaşını havaya kaldırdı. Bu konuyu tekrar açmış olmam şaşırtıcı mıydı? Konu o değilse ne olabilirdi ki? Ne vardı bu denli şaşıracak? Hiçbir şeye tepki vermeyen adam buna mı tepki veriyordu?
" Tesadüflere inanan biri. " dedi omuz silkerek. " Ben de bu yönünü ona karşı kullanacağım. Plan bundan ibaret. "
" Çok açıklayıcı oldu. " dedim alkış tutmamak için kendimi sıkarak.
" Daha ne söylememi istiyorsun ki? "
" Mesela detayları? "
" Detay yok. " gözleri pencereye kaydığında " Yağmur yeniden başlamış. " diye mırıldandı.
"Konuyu saptırıyorsun. Anladım ne ima ettiğini. " dedim kendimi geriye çekerek. Onunla konuşmanın anlamı yoktu. Ne de olsa bana başka türlü bir bilgi vermeyecekti.
" İma derken? "
" Güvenmediğini yüzüme vuruyorsun işte. Bu da bir imadır. " dedim. Aşağıya inmek için kapıya doğru yürüdüğümde kolumu tutarak buna engel oldu.
Bedenlerimiz çok yakın olmasa da bir el girecek şekilde birbirine yakındı diyebilirdim. " Bunu da nereden çıkardın? " kaşları çatıldığında benden bir kafa boy uzun olduğu için ona bakmak için boynumu geriye doğru atmak zorunda kalıyordum. Bence bir kafadan daha uzundu ama neyse.
" Bir de soruyor musun gerçekten? "
" Soruyorum gerçekten. " dedi hâlâ kolumu bırakmadığını fark ettiğimde derin bir nefes aldım.
" Cevabını bildiğin soruları sormamalısın Cihangir. " dedim soyadını bilmediğim için herhangi bir ekleme yapmadan.
" Ya sahiden bilmiyorsam? "
" Yapma Allah aşkına. " dedim geriye çekilmek için adım atarak. Ama bunu engelleyen şey kolumu tutan eliydi. Öyle bir eldi ki, tuttuğunu cidden koparabilirdi. Kolum onun olma yolunda ilerliyordu. " Kolumu bırak bu arada. " dedim gözlerimle de işaret ederek.
" Önce bana neden böyle düşündüğünü söyle. " dediğinde gülümsedim.
" Emredersiniz komutanım. " göz devirerek ona doğru yaklaştım. " Bak ben emrindeki asker değilim tamam mı? Şu kolumu derhal bırak ve bana emir verme. Hiç hoşlanmam. "
" Emir almaktan da vermekten de hoşlanmam. " dedi kolumu bırakarak. " Sen de kelimelerine dikkat edersen iyi olur. "
" Ediyorum ben kelimelerime dikkat. Senin ihtiyacın var o dediğine. "
" Yine konuyu güvene çekiyorsun. " dediğinde şaşkınlıkla ona baktım.
" Ne alakası var şimdi konunun onunla? "
" Yok mu? "
" Yok tabi ki de. " dedim ondan uzaklaşarak. " Ya biz seninle yalnız kalınca neden kavga ediyoruz? Yani nasıl beceriyorsun bunu? Formülü falan var mı? "
" Matematikle pek aran yok gibi duruyorsun. " dediğinde kaşlarım çatıldı. " Formülü var desem çözebilecek misin? "
" O kadar cümlemin içinde seçtiğin tek konu bu mu sahiden? " dudaklarımı öne doğru büzdüm. " Senden de tam bu beklenirdi. Her neyse, matematiği severim. " dedim çenemi dikleştirerek. " Psikoloji okuyorum diye matematik sevgimden vazgeçmedim. Hem eşit ağırlıkta matematik diye bir ders de var, bilmiyorsun galiba? "
" Başka hangi konuyu seçecektim? " diye sorduğunda işine gelen konuları açtığını fark ettim. Diğer dediklerimi önemsemiyordu bile. Bu kadar umursamaz biri miydi?
" Neden sürekli bir tartışma çıkarıyorsun? "
" Çıkarmıyorum. "
" Ha ben mi çıkarıyorum yani? "
" Bu soruya nasıl bir cevap vermeliyim? " diye sorduğunda iç çektim.
" Dürüstlükle cevapla bu soruyu. " dedim. " Ne de olsa dürüstlük de güven kadar önemlidir insan ilişkilerinde. "
" Hep yüzüme vuracak mısın böyle? "
" Vurmuyorum. " desem bile öyle yaptığımın farkındaydım. Ama ona evet diyecek de değildim.
" Yüz ifaden tam aksini söylüyor ama onu ne yapacağız? "
" Yüz ifademi kendi istediğin şeye göre yorumluyor olmayasın? " sorum üzerine kaşları tek bir çizgi haline gelecek şekilde çatıldı.
" Cidden neden kavga ediyoruz? " diye sorduğunda omuz silktim.
" Bu bir kavga değil, tartışma. " sertçe yutkundum. " Ve ben gidiyorum, bu tartışma burada bitmiştir. " ona arkamı dönüp açık olan kapıdan çıktığımda arkamdan geldiğini biliyordum.
" Ne yani, açmayacak mısın şu güven konusunu bir daha? " diye sordu peşimden yürümeye devam ederek. Böyle bir şeye takılacak biri değildi aslında ama kafasına takılmıştı demek ki.
" Böyle bir şey söylemedim. " dedim ona bakmadan merdivenleri inerek. Odama bunu konuşmak için mi gelmişti? Hayır, arabada olanlar için gelmişti ama konu nerelere gelmişti.
" Bu kadar hızlı mı yürüyordun sen? " sorusuyla birlikte şaşırdığım için olduğum basamakta aniden durdum. Bununla birlikte o da hızını alamayıp bana çarptığında neredeyse merdivenleri birlikte yuvarlanmak üzereydik. Bağırmak için dudaklarımı aralamışken düşmediğimizi fark ettiğimde sırtımın sertçe bir yere yaslanmasıyla acı içinde yüzümü buruşturdum.
" Ah! " inlememi durduramadım.
" Neden haber vermeden duruyorsun? " diye sordu kızgın olduğunu belli eden bir sesle. Sırtımın acısını hissettikçe kafasına okkalısından bir tane geçirmek istiyordum.
" Bir dahakine haber verir öyle dururum. " dedim göz devirerek.
Onun kollarının arasında olduğunu fark ettiğimde kaşlarım tek bir çizgiyi andıracak şekilde çatıldı. Sırtımı merdivenlerin sol tarafındaki duvara yaslamıştı. Aşağıya inmemize birkaç basamak kalmıştı. Ama biz öyle bir pozisyonda duruyorduk ki biri görse tamamen farklı bir şekilde yorumlayabilirdi. Cihangir yüzünü bana doğru eğdiğinde gözlerimi irileştirerek ona baktım. Ne vardı da dibime kadar geliyordu ki şimdi?
" Dalga mı geçiyorsun benimle sen? " diye sorduğunda nefesinin yüzüme çarpmasını hissederek gerildim.
" Asıl sen benimle dalga geçiyorsun. " dedim kızgın görünmeye çalışarak. Kollarımı yukarı kaldırmış, beni resmen kendine hapsetmişti. Bunu neden yaptığını gerçekten anlayamamıştım. " Neden bu haldeyiz biz? " ellerimi bırakması için hareket ettirmek istedim ama öyle kuvvetliydi ki herhangi bir hareketlenme olmadı.
" Düşmemek için. " dediğinde sertçe yutkundu. Sanırım nasıl bir durumda olduğumuzun pek de farkında değildi.
" Artık düşmeyiz. " dediğimde gözleri dudaklarıma kaydı ama bu uzun sürmedi. Kendini toparladı. " Kolumu bırakabilirsin. "
Kolumu tutan ellerine baktığında kaşları havalandı. " Bırakayım. " dedi kendini dikkatle geriye çekerek. Birbirine yaklaşan bedenlerimiz şimdi tamamen birbirinden uzaklaşmıştı. " Merdivenden düşmedik ama başka bir şekilde düştük." dediğinde kaşlarım çatıldı. Gergin bir şekilde merdivenin diğer tarafına doğru çekildiğinde gözleri bana dokunmamak için elinden geleni yapıyordu. Ne yaptığının farkında değildi. " Ben..." dedi derin bir nefes alarak. " Benim reflekslerim çok kuvvetlidir. O yüzden, yani düşmeyelim diye tuttum o şekilde. Yanlış anla..."
" Anlamam. " dedim onun devam etmesine izin vermeden. Sırtımı duvardan çektiğimde sızlamasıyla birlikte yüzümü buruşturdum.
" Ne oldu? " yüzümü incelediğini bilseydim bu hareketi yapmazdım.
" Bir şey yok. " dedim neden gizlediğimi bilemeyerek. Hemen bir ayna bulup duvara sürtünen sırtımın ne halde olduğuna bakmalıydım.
" Bir şey var. " dedi ısrar ederek.
" Sırtım. " dedim düz bir sesle. " Acıyor. "
" Ben yaptım. " dedi bu yaptığının yanlış olduğunu bildiğini belli ederek. " Sertçe vurunca..."
" Tövbe tövbe. " diyen sesi duyduğumda irkilerek o yöne baktım. " Sertçe kim,neyi,nereye,ne için vurmuş? " diye sordu Kubilay gözlerini irileştirerek. Merdivenin başında duruyordu. " Siz ne yapıyorsunuz merdivende karşılıklı durarak? Neden inmiyorsunuz? " kafasındaki bütün soruları bize yönlendirdiğinde Cihangir 'in bana baktığını hissettim ama ona bakmadım. Sırtımın acısından başka bir şey düşünecek durumda da değildim açıkçası. Neden bu denli sert bir sekil de yaslamıştı ki beni? Düşsem daha az hasar alırdım sanırım.
" İniyoruz. " dedim merdivenleri inmeye başlayarak. Birkaç merdiven sonra Kubilay'ın yanına gelmiştim bile. " Yardım edilecek bir şey var mı? "
Sorum üzerine gülümsedi. " Misafirlere ilk zamanlar iş yaptırmıyoruz biz. " dedi göz kırparak. " Bir haftanı doldur sonra bütün yükü senin omuzlarına yükleyeceğim. "
" Çok korkutucu bir konuşma. " dedi onun arkasından gelen Mizgin konuya dahil olarak.
" Seni korkutmuş demek ki bu mevzu." dedi Kubilay da ondan aşağı kalmayarak. Birbirlerine laf atmadan duramıyorlardı.
Kubilay'ın gelmesi aslında iyi olmuştu. Cihangir 'in sorularından çabuk kurtulmuştum. Hem sertçe yaslıyor hem de bunu yaptığına şaşırıyordu. Kendini kontrol edemiyor muydu bu adam?
" Hadi bahçeye,hadi. " dedi Gece elindeki bardakları göstererek. " Çaylar geliyor. "
" Çocuklar duymasındaki çaycı Hüseyin bu da mübarek. " diye girdi araya Kubilay.
" Hani melektim ben, ne ara çaycı Hüseyin oldum? "
" Çaylaaar de tam olacaksın. "
" Demiyorum. " dedi omuz silkerek Gece.
" Hem sana melek olduğunu da kim söyledi? " diye sordu Kubilay bahçeye çıktığımızda. " Kandırmışlar seni, senden melek mi olur ya? Gerçi sen şeytandın. Bir zamanlar o da melekti. "
" Bak bana şeytan diyip durma. "
" Ne yaparsın, ne yaparsın? " diye sorduğunda gözleri etrafta gezindi. " Senin koruyucun nerede ya? "
" Kimmiş benim koruyucum? "
" Alparslan tabi ki. " dedi Kubilay gülerek. Cihangir sandalyelerden birine oturmuş kollarını göğsünde bağlamış bir şekilde ikisine bakıyordu. Bana bilerek mi bakmıyordu diye sorguluyorum içten içe kendimi. " Seni korurdu şimdi burada olsa. Meleğini yalnız mı bırakmış? Ayıp ya..."
" Meleği falan değilim ben kimsenin. " dedi Gece bu duruma karşı çıkarak.
" Alparslan seninkini kaçırıyorlar neredesin? " Kubilay Gece'yi önemsemeyerek ellerini mikrofon gibi yaparak dudaklarına koydu ve Alparslan diye bağırmaya başladı.
" Onunki değilim. " Gece neden bu kadar diretiyordu bir türlü neden bulamamıştım. Onu sevmiyor muydu? Bu hikaye tek taraflı bir aşk hikayesi miydi?
Platonik mi demeliydim yoksa?
Ama nedense öyle değil gibi geliyordu.
" Ne oldu? " diye sordu Alparslan elindeki telefondan gözlerini ayırmadan masaya oturarak. " Ne bağırıyorsun? "
Kubilay gözlerini kısarak ona baktı. " Ne araştırıyorsun sen Alparslan? " diye sordu Kubilay ciddi bir sesle. Onun telefonuna doğru eğildiğinde biraz önce dudaklarına aldığı çayı püskürtmek üzereydi. " Bu ney lan? "
" Kaslarla alakalı bir şey işte. " dedi geçiştirmek istercesine. Gözleri sürekli Gece'ye dokunuyor ama fazla kalmadan kaçıyordu.
" Neymiş o neymiş? " Mizgin merakla abisinin telefonunu ele geçirdiğinde kaşları çatıldı. " Bu ne cidden ya? "
" Ver bakayım ben anlarım. " diyerek Kubilay aldı bu sefer telefonu. Telefonu elden ele dolaşan Alparslan halinden hiç memnun görünmüyordu. " Kaslarımdan nasıl kurtulurum?" gözleri irileşti. " Ne, ne, ne? Sen ciddi ciddi bunu mu araştırıyorsun? "
" Ne yani olamaz mı? " diye sordu Alpaslan yandan yandan Gece'ye bakarak. " Kaslarımı beğenmiyorumdur belki, olamaz mı? "
" Olamaz. " dedi Kubilay ve Mizgin aynı anda.
" Aylarca çalıştın bunlar için. "
" Geri eski halime dönmek için de çalışırım aylarca. " dedi gözlerini Gece'ye çevirerek. " Yani belki aramızda kassız erkek seven vardır. "
" Derdin şimdi belli oldu. " dedi Kubilay gülerek. " Gece'ye yaranma modu açılmış yine senin. Allah kurtarsın kardeşim. "
" Yaranmak falan yok. " dedi irkilerek Alparslan. " Yani sadece biraz fazla kas yapmışım, baklava falan da var. Biraz gitseler fena olmaz. "
" Ver ben yiyeyim baklavaları. " dedi Kubilay ağzının suyu akacakmış gibi davranarak. " Ay canım nasıl da istedi ya."
" Yuh. " dedi Mizgin kötü bakışlarını Kubilay 'a çevirerek. " Baklava da çekmez yani canın. "
" Ne var kızım? Allah'ın baklavası. Tatlı da mı çekmeyecek canımız? "
" He, o tatlıdan mı bahsediyordun sen? "
" Başka canım ne tür baklava çekebilir acaba? " diye sordu gözlerini kısarak. " Senin de için ne fesat ya. Tövbe tövbe. Kardeşinin düşünce yapısını görüyor musun Alparslan ya..." dedi şikayet eder gibi.
" Düşünce yapımda bir şey yok benim. " diye kendini savundu Mizgin. " Senin anlayış tarzında bir sorun var. Üstüme çamur atma. "
" Çamur olsa da..."
" Yesek mi? Yuh cidden Kubi çamur mu yiyeceksin? "
" Kızım ben daha cümlemi tamamlamadım ki, ne yemesi? "
" Ama dedin ya..."
" Demedim. " dedi kaşlarını havaya kaldırarak. " Cümlemi tamamlamama izin verilmedi ki diyeyim. "
" Ne yani sen bana çok konuşuyorsun mu demek istiyorsun Kubi? "
" Yok canım ne münasebet, az konuşmuyorsun o kadar. "
" O ne demek o? "
" Çenen diyorum hiç kapanmıyor maşallah. "
" Maşallah? "
" Ne diyeyim Mizgin ha ne diyeyim? " dedi sıkıntılı bir nefes vererek. " Aklım zaten baklavada kaldı. " kolundaki saate baktı. " Saat çok geç değil ama açık mıdır ki baklavacı? "
" Bizimkini diyorsan bence daha kapatmamıştır. " dedi Gece başını sallayarak.
" Gitsek mi ya? " dedi insanların aklına girmeye çalışan Kubilay.
" Şöyle bakma bana. " dedi Mizgin gözlerini ondan çekerek.
" Neden etkileniyor musun yoksa küçüğüm? " diye sorduğunda Alparslan onun kafasına sert sayılmayacak şekilde geçirdi.
" O nasıl laf lan gece gece? "
" Alparslan.." dedi ona doğru dönen Kubilay. " Madem içinden Gece'nin adını söylemek geçiyor. Neden beni işine alet ederek söylüyorsun kardeşim? Beynim darbe aldı resmen ama şu an ya. Zonkladı bak bak, ölüyorum galiba. Hepsi de senin suçun. Gece, Gece diye seslenmek için vurdun resmen lan kafama. Ayıp yani. "
" Yok öyle bir şey. " dedi Alpaslan elini havaya kaldırarak. " Gece valla öyle bir şey şey etmek için şey etmedim. "
Kubilay göz devirdi. " Ben böyle kendisini ifşa eden insan görmedim ama ya..." alkış tuttuğunda " Bravo bravo." diyerek Cihangir 'e çevirdi gözlerini. " Cihangir..." dedi cilveli bir sesle. " Gitsek mi ha? Baklava çekmiştir senin de canın, gidelim değil mi? Gidelim, gidelim. "
" Art arda ısrar etmekten ne anlıyorsun? " diye sordu Mizgin. Kubilay ve o sanki birbirleriyle uğraşmak için varlardı. Durumları hep böyle miydi gerçekten merak ediyordum. Açıkçası tartışmaları çok tatlıydı. Sanki şey gibiydiler... birbirlerini sevdiğini söyleyemeyen ama didişmekle bunu belli etmeye çalışan ikili gibi. Tabi ki bu bir tespit değil sadece benim düşüncemdi.
" Sen benim her dediğime bir şey demekten ne anlıyorsun Mizgincim? "
" Gidelim bence de. " diyerek araya girdi Gece onların tartışmasına bir son vermek istercesine.
" Gidiyoruz o zaman. " diyerek ayağa kalkan ilk kişi Alparslan'dı. Gece ne derse anında yapacak gibi duruyordu. Onu bu kadar severken ve bunu belli ederken Gece'nin onu görmüyor olması nasıl açıklanabilirdi?
Görüyor da görmezden mi geliyordu yoksa?
Bu konuyu benimle konuşur muydu acaba Gece?
" Aman hemen de Gece ne derse yap, hiç şaşma. " dedi Kubilay sıkıntılı bir nefes vererek. " Barbaros ve Leman da gelmek ister mi ki? Gerçi onlar dışarıdaydılar. "
" Aynen. " dedi Gece onu onaylayarak. " Bizi aramayın dediler. "
" Artık ne yapacaklarsa. " Kubilay hınzırlık dolu bir tebessümü yüzüne geçirdiğinde aklıma gelen senaryoyu geriye itmek istedim. İnsanların yaptıkları şeyler beni ilgilendirmiyordu. Hele ki Leman'ın yaptıkları. Bana neydi ki?
" Ne yapabilirler ki en fazla sinema..." dedi Mizgin yüzünü buruşturarak.
" Ah küçüğüm. " Kubilay onun omzunu sıktı. " Tabi ki sevgilin olmadığı için pek anlamıyorsun bu tarz şeylerden. Anlıyorum seni, anlıyorum. Masum düşünceli küçüğüm benim."
" Dalga geçme benimle. " dedi Mizgin çemkirerek. " Hem kim dedi benim sevgilim olmadığını? "
Kubilay sertçe yutkundu. Böyle bir tepki beklemediğini ele veriyordu. " Var mıymış? " diye sordu şaşkınlığını gizleyemeyerek. " Kimmiş, kimlerdenmiş? Ayrıca niye var? " kaşları çatılmıştı.
" Aynen niye var? " diye sordu Alparslan da ona destek olmak istercesine.
" Olamaz mı? " Mizgin ellerini beline koyarak ayağa kalktı.
" Olamaz. " dedi Kubilay sertçe. " Yani olmamalı, değil mi Alparslan? " kaş göz işareti yaparak onu kışkırtmaya çalıştığında Alparslan'ın gözleri Gece'nin üzerindeydi.
" Neden olamazmış? " Gece'nin sorduğu soruyla Alparslan gerildi. Cihangir ve ben sessizce onları ve verdikleri tepkileri izliyorduk. Sanki başka yapacak hiçbir işimiz yokmuş gibi bunu yapıyor olmanız da ayrı bir ironiydi. " Hem küçük de değil ayrıca. "
" Küçük. " itirazda bulundu Kubilay. " Ben ona küçüğüm diye sesleniyorum. Daha büyümedi. "
" Sen öyle sesleniyorsun diye herkesin küçüğü olmuyor Kubi. " dedi Gece gülümseyerek. " Hep tek kalacak da değil ayrıca. Unutun bu aklınızdaki saçmalığı ve kalkın hadi gidelim de tatlı yiyelim. "
" Saçmalık mı? "
" Kubicim. " dedi Mizgin göz devirerek. " Yani bu konuya neden bu kadar taktın anlamıyorum. Kendin her gün yeni biriyle konuşuyorsun ben sana bir şey diyor muyum? "
" Büyüğüm ben. " dedi gözlerini kaçırarak. " Hem hangisiyle tam bir birliktelik yaşadım ki? " kendini açıklamaya çalışıyordu. Bu ayrıntıyı başka bir şeye yormak istemiyordum ama Kubilay kendini bence çok ele veriyordu. Ya da ben o türden anlamak istiyordum.
" Beni ilgilendirmez birlikteliklerin. " dedi Mizgin durgun bir sesle. " Bana karışmayın bu bana yeter. "
" Emredersiniz hanımefendi. " dedi asker selamı vererek.
" Aferin. " öpücük atarak bahçeden çıkan Mizgin " Ben üzerimi değişip iniyorum hemen. " dediğinde herkes kalkmak için hamle yapmaya başladı. Masanın üzerindeki bardakları tepsiye dizen Gece'ye yardım etmek istesem de başka herhangi bir şey kaldırılmayacağı için yardım edemedim.
Balkondan çıkarak koridora gittiğimizde dış kapının açılma sesiyle birlikte gözlerimi o tarafa doğru çevirdim. Gelen kişilerin kim olduğu aslında belliydi.
" Gel güzelim bana gel sen..." dedi Barbaros. " Gülüşün bana oksijen, göremezsem deliricem..." diyerek bağırdığında kaşlarım hayretle havaya kalktı. Kendini görmüyorduk ama sesini duyuyorduk. " Bebeğim gel bana sokul, sana aşktan bahsedicem..."
" Gülmemeliyim, gülmemeliyim." diye mırıldandı Gece kendini zor tuttuğunu belli eden bir sesle.
" Gül kız gül, şeytan emojileri gibi gül. " dediğinde Gece ona göz devirerek dil çıkardı.
" Melek." dedi Alparslan onu düzeltmek ister gibi koluna vurarak. " Dilin sürçtü galiba Kubi. Melek gibi gül diyecektin değil mi? "
" Beni kendinle karıştırma Alparslancım. " dedi Kubilay göz devirerek. " Bu evde Gece'ye Melek diyecek tek mahlukat sensin. "
" Melek gibi..." gözleri Gece 'ye dalmıştı. Onun bu sevgisini Gece'nin görmüyor olması imkansızdı. Gözlerimi Gece 'ye çevirdiğimde Alpaslan hariç her yere baktığını fark ettim.
" Başladık yine..." Kubilay kapıya doğru ilerlediğinde Leman'ın koluna girmiş bir sağa bir sola sendeleyen Barbaros görüş açımıza girdi. " Lan sana ne oldu? Leman mı çarptı? " diyerek gülmeye başladığında Leman sinirle tebessüm etti.
" Süslü cümleler kuracağına yardım etsene Kubilay. " dedi kafasını iki yana sallayarak. " Taşıyamıyorum hadi hadi. "
" Geçen gün gayet de taşıyordun. " dedi Kubilay imalı bir sesle. " Odanızın kapısını kapalı tutun kardeşim ya." Barbaros 'un diğer koluna girdiğinde cıkcıkladı. " Gözlerim kanadı ya, açık alanda da iş pişirilmez ki ama. Bu evde çocuk var çocuk. Aile var aile..." dediğinde bıyık altından gülüyordu.
Leman'ın yüzü kızardı ve elindeki poşeti Kubilay'ın kafasına geçirdi. " Sen bizim kapının önünde ne geziyorsun ya? Bir de utanmadan baktın mı? "
" Burada utanması gereken siz değil misiniz yani? " kafası karışmış gibi kaşları çatıldı Kubilay'ın. " Hayır yani yapan sanki benim. Canlı şey izlettiniz bana resmen ya bir de HD."
" Yuh ya."
" Asıl size yuh ya." Kubilay bir yandan gülüyor bir yandan da Leman'dan gelen poşet darbelerini savuşturuyordu. " Kız bunun içinde ne var? Ağzıma şerbet geldi sanki. Tövbe estağfurullah kız içine ne koydunuz bunun? "
" Ne koyacağız be tatlı var içinde. "
" Ne bileyim vıcık vıcık akıyor bu, dur vurma ya..." dediğinde Barbaros 'u onun kollarından alarak uzaklaştı. Barbaros kendinde değil gibi duruyordu.
" Hak ettin sen vurulmasını."
" Asıl siz linçlenmeyi hak ettiniz. Ey ev halkı, bu evde aile var desenize. Ya ben değil de Mizgin denk gelseydi bu görüntüye ha? O zaman ne yapacaktık? Küçüğüm benim ya..."
" Biri bana mı seslendi? " diyerek merdivenden inen Mizgin tam da zamanında gelmişti. Üzerini değiştirmiş kısa sayılacak bir etek giymişti. Üzerinde de tişört vardı.
" Nereye gidiyorsun? " diye sordu Leman ona bakarak.
" Tatlıcıya." dedi Mizgin usulca.
" Bence böyle partiye gideriz. " dedi kaşlarını çatan Kubilay. " Sen böyle gitmezdin, tatlıcı sonuçta. "
" Canım süslenmek istemiş olamaz mı ya? Ne abarttınız..." kollarını göğsünde bağladığında Alparslan konuşmaya başladı.
" Güzel olmuş bence Kubilay, ne karışıyorsun kardeşime? " diye sorduğunda Kubilay ağzı açık bir şekilde Alparslan'a baktı.
" Sorun da o zaten." diye mırıldandı ama bunu ona bakmayan biri anlayamazdı. Benden de oldukça uzaktaydı ama dudak okuyabildiğim için anlamıştım.
" Ne oldu Kubi? " diye sordu Mizgin nispet yapar gibi. " Sesin gitti, dur bir bakayım. Foton da gitmiş. " elini dudaklarına kapatarak güldüğünde gözlerimi Kubilay 'a çevirdim.
Omuz silkerek Leman 'a döndü. " Bunu ne yapacağız? Bu arada sen çocuğa ne yaptın ya? Bu hâli de ne? "
" Odaya çıkaralım onu. " dedi Leman. O sırada Barbaros tekrar konuştu.
" Odaya çıkar beni güzelim. " onun konuşmasıyla Kubilay güldü.
" Güzelin değilim ama çıkarayım seni yukarı Barbarcım." göz kırptı. " Sen de yalnız bırakma sevgilini ama bak bu sefer kapınızı kapatın. Her daim HD izlemek de heyecanlı olmuyor. Bırakın da ben gizli gizli halledeyim o izleme işini." dediğinde artık odadaki herkesin suratında tuhaf bir tebessüm hakimdi.
Leman bir kez daha ona vurmak için eğilmişti ki elindeki poşet ters döndü ve içindekiler tam düşeceği sırada son anda tutabildi. " Senin yüzünden gidiyordu baklavalar."
" Baklava mı? " diye sordu Gece koşar adımlarda onun yanına yaklaşarak. " Biz de dışarı çıkıyorduk bunun için. Hissettin mi Leman? "
" His demeyelim de, içimden geldi diyelim. " diyerek poşeti Gece'ye verdi. " Biz yukarı çıkıyoruz, siz yersiniz artık. "
" Siz de başka bir şeyler yersiniz artık. " diyerek merdivenlerden el salladı Kubilay.
" Kubi kaşınıyorsun bak yemin ederim, dilini keseceğim ya. "
" Sen önce seninkinin dilini kes. " dedi bağırarak. " Çok fena şeyler mırıldanıyor kulağıma. Beni sen sanıyor galiba. Bilinci mi kapalı bunun? "
Leman elini sertçe alnına vurdu. Yanaklarındaki kırmızılık görülmeyecek gibi değildi. " Uydurma Kubilay. " diye bağırdı ellerini yanaklarına koyarak. " Yediğimiz çikolatanın içinde alkol varmış. İkram ettiler Barbaros da kıramadı. Biliyorsunuz bünyesi kabul etmiyor böyle şeyleri. Nasıl eve geldiğimizi bilmiyorum valla. Ağzı da hiç durmuyor vır vır..."
" Belli belli." Kubilay onunla uğraşmadan durmayacaktı belliydi. " Bana geçen geceden bahsediyor. Çok güzelmiş. " dediğinde Leman'ın gözleri irileşti. " Ne yaptıysanız artık. "
" Kubilay! " diye bağırarak yukarıya çıkmaya başladı Leman. Bugün bir daha aşağıya ineceğini de sanmıyordum açıkçası. Yüzümde küçük de olsa bir tebessüm vardı. Yani bu diyalogların arasında tebessüm etmemek elde değildi.
" O zaman bahçede yiyoruz biz de baklavaları." dedi Gece elindeki poşeti sallayarak. " Tabaklara koyup geliyorum hemen. " yanımızdan ayrıldığında biz de tekrardan balkona geçtik.
Baklavaları yediğimizde herkes odasına çıktı. Ben de bana ayrılan odaya girdiğimde yatağın üzerine bir yılan gibi kıvrıldım. Uyuyabileceğimden pek emin değildim. Ama yine de uyumayı denedim. Galiba yarım saat gibi bir süre boyunca yatakta bir o yana bir bu yana dönüp durdum.
Gözlerimi açarak tavanı izlemeye başladım. Başıma gelen olaylar bir filmin fragmanı gibi gözümün önüne serildiğinde derin bir nefes alma ihtiyacı hissettim. Tibet 'in başıma açtığı işlerin sonucu olarak bu evdeydim. Her şey onun yüzünden olmuştu.
Cihangir ve arkadaşlarıyla tanışmama o sebep olmuştu.
Onlarla tanıştığım yetmiyormuş gibi bir de evlerine girmiş, çeşitli olaylara karışmıştım. Tavana bakmaktan vazgeçip sol tarafıma doğru döndüm. O kadını nasıl kandıracaktım ki? Daha önceden kimseyi kandırmamıştım. Yalan söylediğim günler bile sayılıydı. Bu işin altından kalkabilecek miydim?
Ya rol yaptığım açığa çıkarsa, o zaman ne olurdu?
Beni Tibet 'in elinden kurtardıkları gibi yine kurtarırlar mıydı?
Tekrar sırtımın üzerine yatarak gözlerimi tavana çevirdim. Sanırım duramayacaktım. Komodinin üzerindeki saate baktığımda saatin beş olduğunu görmemle birlikte kaşlarım çatıldı. Bu saate kadar yatakta mı dolanmıştım gerçekten? Kendime inanamıyordum. Bu eve alışana kadar sanırım bana uyku yoktu. Gerçi geçen gün Cihangir'le birlikte balkonda uyuyakalmıştım. Aklıma gelen üzerimize örtülen örtü detayıyla gözlerimi kapatıp açtım. Yataktan çıkarak birkaç kez bir ileri bir geri yürümeye başladım. Acaba bu saatte uyanan var mıydı? Askerler erken uyanır mıydı?
Uyanık olmasını istediğim kişi kimdi? Zihnim bu soruyu bana yönelttiğinde hiç düşünmeden odanın kapısını açarak aşağı kata indim. Mutfağa girerek kendime soğuk bir su doldurdum. Neden sürekli aklıma Cihangir geliyordu? Neden içimden şimdi keşke o da uyanık olsaydı diye mırıldanıyordum? İç sesimi yok etmek istiyordum.
Gerçekten neyim vardı benim?
Elimi boynuma koyarak ovaladığım sırada mutfağa giren kişiyle yutkunmak zorunda kaldım. Başka bir şey isteseydim o da gerçek olacaktı demek ki. İçimi bir mutluluk sardığında " Gün sana erken aymış. " diye mırıldandı Cihangir.
Biraz önce içtiğim bardağı alarak su doldurduğunda " Onunla ben içtim. " diye mırıldandım.
" Şimdi de ben içiyorum. " dediğinde suyu içmeye başladı. Gözümün içine bakması beni sinirlendirmeli miydi yoksa başka duyguların içine mi itmeliydi gerçekten bilemiyordum.
" İyi. " dedim omuz silkerek. Yanından geçip gitmek için yürümeye başladığımda su bardağını masanın üzerine sert sayılacak bir şekilde bıraktı. Çıkan tok sesle birlikte olduğum yerde durdum. Bunu neden yaptığımı bile bilmiyordum. Sanki bu sesi beni durdurmak için yapmıştı.
" Uyuyamadım. " diye mırıldandı gitmediğimi anlayarak. Arkası bana dönüktü. Üstünde sporcu atleti bulunsa da kaslarının gerildiğini hissedebiliyordum. " Sırtın...hala acıyor mu? " sorusuyla birlikte afalladım. Ne demeliydim?
" Çok değil. " dedim bir cevap vermek adına. O kadar sert bir hamle yapmaya ne gerek vardı diye bas bas bağırmak istesem de bunun yerine sakin kalmayı tercih ettim.
" Krem getirecektim. " dedi yutkunarak. Bedenini bana döndürdüğünde gözleri gözlerime odaklandı. " Seni yine balkonda bulurum diye bütün gece oradaydım. Odana gelemedim. " dedi gözlerini başka bir yöne çevirerek. " Yanlış anlamaman için. "
Kaşlarım benden bağımsız bir şekilde havalandı. Demek ki beni düşünmüştü. Ben de balkona gitmek istemiştim ama yine aynı sorunla karşılaşmamak için gitmemiştim. Demek ki gitseydim onunla daha erken karşılaşabilecektim. Kaşlarımı çattım. Ne saçmalıyordum ben?
Neden içimde susturamadığım ses onunla karşılaşmak için kanatlarını takıp uçmaya çalışıyordu?
" Anlamazdım. " dudaklarımın bana ihaneti olabilirdi bu cümle. " Yani gelebilirdin de..." dedim yanlış anlaşılmamak adına. " Gerek yoktu. " Sertçe yutkundum. " Kreme. "
Gözlerini kısarak bir süre tepkilerimi izledi. " Aldığın darbeye göre vardı. " dedi ısrar eder bir tonda. " Şu an acıyor ama bana söylemiyorsun değil mi? "
" Acımıyor. " dedim başımı iki yana sallayarak. Gerçekten de şu an acıyorsa bile hissetmiyordum.
" Kabuk bağlamış olmalı. "
" Her yara bir gün kabuk bağlamaz mı zaten? " diye sordum kendime engel olamadan. Onunla karşılaşınca nedense içimde konuşmak için çırpınan biri beliriyordu.
" Yanlış biriyle yazılan hikayeler kabuk bağlamaz. " dediğinde kaşlarımı çatarak ona baktım. Durup dururken bu da ne demekti? " Yaralara dönüşür o hikayeler, biri unutturmadıkça da kanar durur. "
" Ne demeye çalışıyorsun? " diye sorduğumda dudağını ıslatarak kollarını arkasındaki masaya koydu. Öne çıkan kaslarına bakmamak için gözlerimi gözlerine odakladım.
" Kabuk bağlamayacak yaraları örneklendirdim. Bir şey demeye çalışmıyorum. " omuz silktiğinde aslında neyden bahsettiğini anlamıştım. Tibet konusunu açmaya çalışıyordu ama isim vermiyordu.
" Tibet benim için bir yara değildi. " dedim düz bir sesle. Kollarımı göğsümde bağladım. " Onunla aramızda bir sevgi yoktu ki, beni neden yaralasın? Bunu örnek vermeye çalıştın farkındayım ama durum sandığın gibi bir aşk masalı değildi. Zorunluluktu. " gözlerimi kısarak ona baktım. " Benim kabuk bağlamayacak bir yaram yok ama senin var gibi..." diye mırıldandım. " Yanlış biriyle doğru olmayan bir hikayen mi oldu? "
Onu gafil avlamışım gibi irkildi. Bakışlarında bir değişiklik olmadı ama gerilen vücudunu fark edebilecek kadar iyi bir gözlemciydim. Belki de psikoloji okumak bana bu özellikleri de beraberinde getirmişti. " Olmadı. " dedi sertçe yutkunarak. Sesinde değişik bir tını vardı. " Benimle doğru ya da yanlış hikaye yazacak biri olmadı. " bana bir şeyler anlatmaya çalıştığını anlamamak için direndim. " Olmaz da. " gözleri başka yöne kaydı.
" Büyük konuşma. " dedim yutkunmama mani olamadan. " Bir gün öyle biri girer ki hayatına, sana tüm olmazlarını yaşatır. Engel de olamazsın. "
Gözleri tekrar beni buldu. " Hayatıma birinin girmesi için önce bir kalbimin olması gerek. " dediğinde dudağının kıvrıldığını fark ettim. Bu kıvrım mutluluktan oldukça uzaktı. Belki de alay doluydu. " O da bende yok maalesef. "
" Sen öyle sanıyorsun. " dedim sanki bu konuda uzmanmış gibi. Neden onunla bu konu hakkında konuşmaya devam ediyordum ki? Hayatına birini almak istemiyorsa almayabilirdi. Bu durum beni ilgilendirmemeliydi. Ama nedense en çok beni ilgilendiriyormuş gibi burada durmuş onunla konuşmaya devam ediyordum.
" Bu konulara çok hakimmiş gibi konuşuyorsun. " dedi tek kaşını havaya kaldırarak. " Yanlış kişiyle bir hikaye yazmaya çalıştın galiba ha? " Başka birinin var olup olmadığını mı soruyordu şu an? Cidden başka bir şey anlamamıştım. " Kalbinin attığını hissettirecek kişiler tanımış gibi konuşuyorsun. "
" Tanımadım. " dedim sertçe yutkunarak. " Ama bu tanımayacağım anlamına da gelmez. " gözleri gözlerimde duraksadı. Sessizlik ikimizin de gölgesinin üzerine yuva yapmıştı. Yanlış bir şeyden bahsetmişim gibi hissediyordum kendimi.
Hiçbir şey söylemedi. Belki de söylemek, konuşmak istemedi. Bana öylece baktı. Biz sustuk, bakışlarımız konuştu. Bunun daha fazla devam etmesine izin vermeyerek arkamı dönmüştüm ki mutfağa koşar adımlarla gelen Leman'ı görünce durmak zorunda kaldım. Bizi görünce önce kaşları çatıldı ama sonra söyleyecekleri daha önemliymiş gibi soluk soluğa konuşmaya başladı.
" Cihangir..." dedi tek solukta. " İki ay sonra göreve gidiyoruz. " gözleri bana çevrildiğinde içimi tarifsiz bir sıkıntı bastı. Kalbimin sıkıştığını hissettim. " Eğitime başlamamız gerek. Herkesi uyandırıp gidelim vakit kaybetmeden. " dediğinde onun arkasından gözünü kaşıyarak odaya giren Barbaros göründü.
" Tesise mi gidiyoruz? " diye sordu Cihangir duruşunu düzeltip dikleşerek.
" Hayır, " dedi başını iki yana sallayan Leman. " Çiftliğe." gözleri bana çevrildiğinde aklımda birden fazla soruyla mücadele etmeye çalıştığımı fark ettim.
Neden çiftliğe gideceklerdi ki?
Eğitim dedikleri şeyi orada mı yapacaklardı? Ve daha da önemli olan soru, bu göreve gidince hemen dönecekler miydi?
Gözlerimi Cihangir 'e çevirdiğimde onun da bana baktığını fark ettim. Onlar göreve gittiklerinde ben ne yapacaktım?
Uzun bir aradan sonra herkese yeniden merhaba Kuzgun ailesi. Bizi özlediğinizi aldığım mesajlardan biliyorum. Gelmem uzun sürdüğü için herkesten özür diliyorum. Bundan sonra herhangi bir sorun çıkmazsa haftalık bölüm atmayı planlıyorum. Bazılarınız beklemekten sıkıldı ve artık beklememe kararı aldı, biliyorum. Kalan sağlar bizimdir diyor yeni bölümde görüşelim diyerek kaçıyorum.
Bu arada hala bizimle olanlar kendini belli edebilir mi? Bu kızın bugün buna ihtiyacı varmış da...
:)
Insta: rumistrop
Tiktok: therumice
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 12.02k Okunma |
947 Oy |
0 Takip |
25 Bölümlü Kitap |