
Dünyanın durduğunu hissettiğimiz zamanlar oldu mu? O anın hiç bitmediği, sizin bir an içinde milyonlarca senaryo düşündüğünüz zamanlar mesela?Tam da o anlardan birindeydim. Karşımda 6 ay önce kocamı öpen kadın vardı. Kollarını bugün yarın doğum yapacak gibi duran karnına sarmış, acı dolu bir yüz ifadesi ile bana bakıyordu.
Bir şeyler ters gidiyor olmalıydı. Benim nefes almayı bile unuttuğum bir anda kadının çığlıkları tüm odayı doldurdu.
" Aslan çok sancım var" diye duyulan mırıltının içerisinde saklı minik yalan tınısı benim aklımın bir oyunu da olabilirdi. Kendisini yere bırakacağı sırada yanımdan geçen Kahraman onu tutmuştu. Sonrasında herkes onun başına toplandığında bana olan bakışını da dudağının kenarındaki minik kıvrılmayı da kimse görmemişti.
Herkes onunla ilgilenirken geri geri giderek balkon kapısına ilerledim. Kıskanmışmıydım? Belki.
Duyduğum iki adım sesini biri kapının eşiğinde kalmıştı. Sonraki adım seslerinin sahibi kadar gelerek elini omzuma attı.
" Abisinin gülü?" Ne kadar dağıldığımı kontrol sorusu gibiydi. Eğer sorunun cevabını bilseydim ona söylerdim.
Kaburgalarım arasında oluşan ve gittikçe büyüyen bir kara delik var gibiydi. Acıtmıyordu ama varlığı kâbusa dönüyordu. Beni yuttuğunu hissettiğim zamanlar oluyordu.
" İyi mi?" diye aklımdaki soruyu ona yönelttim. Acı çekiyor olmasını gerçekten istemezdim.
" Bilmiyorum" dedi. Çünkü ilk andan itibaren dikkat ettiği tek kişi bendim.
" Hala sana abi demeyişime kızgın mısın?" Aklımdaki milyonlarca sorudan biriydi.
" Yalan yok, önceleri zoruma gitmişti ama sonra, yani ,nasıl büyüdüğünü, biz olmadan nasıl bu kadar güçlü olduğunu ve hayata karşı verdiğin savaşın büyüklüğünü öğrendiğimde geriye sadece Tuğrul' a karşı olan kıskançlığım kaldı" dedi gülerek.
" Hâlâ mı?" diye sorarken benim dudaklarımdaki minik gülümsemeyi görmemişti.
" Hâlâ". Başka bir şey söylemedi. Söylemesine de gerek yoktu. Hâlâ Tuğrul' a olan bakışları aynıydı.
Orman manzarasını izlerken aramızdaki uzun süren sessizliği o bozdu.
" Tuğrul' u sadece sen onu seviyorsun diye kıskanmıyorum. Büyürken senin yanında olduğu için, seni benden daha iyi tanıdığı için, ama en çok da bana karşı gösterdiği anlayış için kıskanıyorum" dedi.
Nasıl yani der gibi ona bakarken açıklamaya devam etti.
" Kardeş olmanın sadece kan bağıyla ilgili olmadığını biliyor elbette ama onun da kanından bir kardeşi var. Elif'in ne kadar Tuğrul' a ihtiyacı varsa senin de bana o kadar ihtiyacın olduğunu biliyor" dedi ve devam etti.
" Beni kimseye ihtiyacım yok gibi bir durum değil bu dediğim. Bensiz tabi ki bu yaşına kadar en mükemmel şekilde gelmişsin ama bazen ben yanında olsaydım belki bu kadar güçlü olmak zorunda kalmazdın diye düşünüyorum."
" Belki" dedim.
Daha önceleri düşünürdüm. Bir ailem olsaydı nasıl olurdu. Annem ve babam beni koşulsuz severdi, onu oğlumda gördüm ama kardeşlik duygusu biraz arafta kalmış bir duyguydu benim için. Tuğrul' un beni Elif'ten ayrılmadığını adım gibi bilirdim tıpkı beni de onu Alp' ten ayrılmadığım gibi.
Etrafına baktığımda gördüğüm kardeşleri çok fazla analiz etme fırsatım olurdu. Ablalar kardeşlerinin ikinci annesi gibi olduklarının bile farkına varmazlardı çoğu zaman çünkü bunu o kadar gönülden yaparlardı ki yük gibi görmezlerdi.
Abiler ise bambaşka bir koruma duygusu ile korurlardı kardeşlerini. Küçük kardeş bilirdi ki bu dünya yansa,yanında abisi olduğu sürece onun burnu bile kanamaz.
Ben öyle değildim. Hep tek olmak zorunda kalmıştım. Bundan sonra bunu değiştirmek de zor olmuştu tabi ki.
" Gelmeye cesaret edemedi" dedi fısıltısı ile Alp. Aslan' dan bahsediyordu. Onun adımları dışındaki ikinci adım sesi ona aitti. Nereden bildiğimi bile sorgularken o yanıma gelememişti. Belki gözlerimdeki hayal kırıklığını kaldırmayacağını kendisi de biliyordu.
Hiç bir şey söylemeden orada ne kadar durduk bilmiyorum. Rüzgar esmeye başladığında tenimdeki ürperti ile içeri geçtim. Alparslan' ın kreş saati bitmek üzereydi. Kendimi toparlamak için fazlasıyla yeterli yarım saatim vardı.
Sığınakta ki odama geçerek Benjamin'in bana getirdiği ve incelemesini bitirdiğim dosyayı aldım. Üzerinde durulması gereken çok bir durum yoktu. İstedikleri şey bizim sınırlarımız içerisinde olduğu sürece ne bulursa bizimle paylaşmak zorundaydı. Eğer bulduğumuz şeyler bizi başka ülkelere yönlendirirse de yinede peşini bırakacak değildim. Yana yakıla arıyor ve bize kadar geliyorlarsa önemli olmalıydı.
Toplantı odasına geçerek, masanın üstündeki telefonu kaldırdırıp kulağıma yaklaştırdım. Çevirdiğim numara ilk çalışta açmıştı.
" Benjamin" dedim hafif aksanlı bir şekilde.
Aynı sekilde karşılık vereceğine de emindim.
" Araf". Baştaki " a" sesini kırarak inceltmişti.
" Bugün görüşebilir miyiz?"
" Tabi ki"
" Saat dörtte meydanda olur musun?"
" Kalabalık" dedi sadece.
" Evet bu da bizim işimize gelir" diye cevap verdim.
" Ne için ?"
" Aradığın adam saat üçte meydanda takasa girecek elindekilerle" diye net bir bilgi geçtim.
" O zaman daha önce gitsek" diye bir öneride bulundu.
" Sen dörtte orada olacaksın Benjamin, ben o zaman kadar tüm işleri halletmiş olacağım"
" Bana güvenmiyorsun". Yerinde bir tespitte bulunmuştu.
Aynı netlikte cevap verdim " Sende bana güvenmiyorsun".
" Saat dörtte görüşürüz "
Hiç bir şey demeden telefonu kapattım.
Meydan oldukça kalabalıktı her zamanki gibi. İki seyyar simitçinin arasındaki banka oturmuştum. Etrafı gözlemlemek için oldukça güzel bir zamandı. Tuğrul iki bina ötedeki çatı katında hem beni hemde ekip minibüsünü izliyordu. Aynı şekilde Melek de tam karşımdaki binanın dördüncü katından daha aşağıdaki insanları izliyordu. Havadaki gözümüz ise Alp' di. Selahattin' in yeni dronlarını denemek için de harika bir fırsattı.
" Gelen giden yok" diye sıkıldığını belirtir gibi konuştu Melek.
Herkesin sıkılmaya başladığı anda kulaklıklar da yankılanan ses benimdi.
" Bingo"
Karışmadaki banka oturan adam şapkasını çıkardığında aradığımız kişi olarak tam ortamıza düşmüştü.
Sessizce yerinden kalkarak karşı banka geçtim. Beklediği kişi ben olmadığım için önce irkilse de onunla ilgilenmediğimi anladığında elindeki çantayı aramıza bırakmıştı.
Ona soru sormamı da beklemiyor olsa gerek sesimi duyduğunda kendisi ile konuştuğumu anlaması bir kaç saniye sürmüştü.
" Pardon, otobüs durakları ne tarafta?"
" Karşıdaki sarı binanın hemen arkasında" dedi manidar bir sesle.
Ona bakarken gülümsemem de dikkatini çekmiş olsa gerek cevap verirken flörtöz bir şekilde dudağının kenarı kıvrılmıştı.
Yüzümdeki gülümsemeyi daha da büyüyerek devam ettim.
" Ben ilk defa geliyorum Ankara'ya karıştırdım her yeri, aslında her yeri bilen biri ile gezmek daha iyi olabilirdi" dedim onun flörtöz tavırlarını devam ettirerek.
" İki dakikan varsa eğer, arkadaşım gelip bendeki emanetini aldığında seninle birlikte turunu tamamlayabiliriz" derken kulaklığımdan gelen küfür seslerini duyuyordum.
Aslan,ekip minibüsünde olan biten her şeyi naklen izliyordu. Tam bu sırada Kahraman olaylarla hiç ilgisi olmayan bir soru sordu, ben karşımdaki adama tabi ki beklerim cevabını verirken.
" Selahattin sende yanık kokusunu alıyor musun?" Ama asıl şaşırdığım şeyse Aslan' ın ona cevabı olmuştu.
" Götüm yanıyor Kahraman onun kokusudur" derken oldukça ciddi gibiydi.
" Benden başka herkese gülüyor" diye devam etti.
Ekip, Aslan' ın ağzındaki tüm küfürleri sansürsüz dinlerken yanımdaki adam birden ayağa kalkarak koşmaya başladı. Tam karşıma baktığımda ise gördüğüm yüz tam bir hayal kırıklığıydı. Ona benim halledeceğimi söylememe rağmen buraya gelmişti.
Bende koşarak kalabalığı yararken bir yandan da Alp'in beni yönlendirmesi ile ilerliyordum.
Önde adam, arkasında ben, benim hemen arkamda Benjamin ve onun da arkasında bizim ekiple koşuyorduk.
" Hemen yanındaki sokaktan girdi" dedi Alp.
" Yeşil evin yanındaki inşaata çıkıyor"
" Kulaklık kanalına Benjamin'i alın" diye bağırdım.
Bir iki tuş sesinden sonra "Araf" diye şüpheyle soran Benjamin'in sesini duydum.
" Allah'ın cezası, ben sana bekle demedim mi" diye bağırırken bir yandan da ilk katın merdivenlerini çıkıyordum.
" Göremiyorum" dedim hırsla.
" Yanımdan geçen minik dronla irkilsem de kulağındaki Alp' in sesi ile ilerliyordum.
" İki kat yukarıda" derken duraksadı. Sonrasında ise daha telaşlı bir ses tonuyla devam etti.
" Birileri daha var,Araf tek başına çıkma ,çapraz ateşte kalırsın derken ilk kurşun çok yakınımdan geçerek yanımdaki duvara saplandı.
Bana yetisen ilk kişi Benjamin'in de önüne geçmiş olan Selim'di. Yanıma geldiğinde önce gözleri ile bende bir şey olup olmadığını kontrol etti.
" Yer arıyorum". Hem Tuğrul hem Melek aynı anda konuşmuştu.
Benjamin'i gördüğüm anda yatışmaya başlayan sinirim tekrar ayaklandı.
" Seni tanıyordu ve sen buhu bana söylemedin mi" diye bağırırken kimin duyduğu ile ilgilenmiyordum.
" Bilmiyordum, bizden ne kadar haberi var bilmiyorduk" dedi sakin bir sesle.
Biz Selim ile ikinci kata çıkarken birbirimizi kolluyorduk. Dört katlı olan inşaatın son katındaydı adamlar.
" Alp bana görüş lazım"
" 4 kişiler. Hepsi silahlı. Kaçan adam üçüncü katta ama diğerleri dördüncü katta. Çanta adamın elinde hala. Kat planı aynı" diye olanları anlatırken gözüm, balkon olması gereken ama hala inşaat halinde olduğu için yarım kalan yere takıldı. Biraz ileride gördüğüm merdiven ile hızla harekete geçtim. Merdivenden geleceğimizi biliyorlardı ama onları şaşırtırsam Selim daha hızlı hareket edebilirdi. Ona gördüklerimi gösterdiğinde merdivene gitmek için adım attı ama onu tuttum. Yukarıya çıkacak kişinin hızlı olması gerekiyordu ve bizim ekibin en hızlısı şu an yanımdaydı. Merdiveni alarak duvara yasladım.
Kısa kalan merdivenden zıplayarak kendimi üst kata attım. Merdiven kayıp düşmüştü ama benim zaten onunla işim kalmamamıştı. Çıkan ses onları da ürkütmüş olsa gerek doğruca benim olduğum yere geliyordu.
Kendimi yanımdaki kolonun arkasına attığımda ,beni bile saklayamayan kolonu yapanlara sövmekle meşgulüm.
" Bina taşıyacak bu direk pezevenkler, insan biraz dirençli yapar şunları"
" Senin ağzın iyice bozuldu" dedi Tuğrul.
" Bozduranlar utansın " dedim hayıflanma ile.
O sırada çok yakından gelen bir çığlıktan sonra Selim' in sesini duyduk. " Buradaki tamam, çanta bende"
" Hepsi görüş alanımda" dedi Melek.
" Bitir işlerini" derken Alp' in sesini duydum. Birisi aşağı geliyor." Arkasından duyduğumuz silah sesleri ile Melek saymaya başladı.
" Bir tamam." Hiç geçmeden tekrar sesini duyduk. " İki tamam"
" Araf senin yanına geliyor sakın çıkma " dedi Alp. Selim diğer tarafta kalmıştı. Gelen kişinin adım sesleri yavaşladı. Benim burada olduğumu biliyordu.
Aramızda bir tek duvar kalmıştı. Beni arıyordu.
" Araf eğil" cümlesini henüz algılayamadan duvarın diğer tarafındaki tetik sesini duymuş ve eğilmiştim.
" Senin yerini biliyor. Birileri de onları yönlendiriyor" dedi Alp. "Selahattin yardıma gel ,iki dron daha kaldırıyorum"
Ben kendimi yere atarken silah sesleri arasında duyduğum ses Aslan'dı ve sonrası da silah sesleri sustu.
" Hepinizin köküne kibrit suyu dökeceğim ama senden başlayacağım" diye bağırıyordu.
Neler olduğunu anlamaya çalışırken duvarın diğer tarafına geçtiğimde Aslan' ı ,Benjamin'in yakasına yapışmış vaziyette buldum.
" Bırak " dediğimde beni duymuyor gibiydi.
" Bırak onu " diye tekrar çıkıştığımda, bu sefer onu yere savurarak bırakmıştı.
" Bizi tuzağa çektiniz" diyordu.
" Hayır yapmadı" dediğimde bana bakarken gözlerindeki ateş herkesi yakabilirdi. Benim dışımda.
" Ona gelmemesini söyledin"
" Aynı durumda ben olsam bende giderdim"
" Bana onu savunma, hepimizi tuzağa çektiler"
" Ben sana tuzak kurmadılar demiyorum. Bunu yapanın Benjamin olmadığını söylüyorum" dedim.
Şaşırma sırası Benjamin'e geçmişti.
" Senin ayağını kaydırmaya çalışıyorlar ve seninle birlikte kaç kuş avlayabileceklerini düşündükleri için seni bana gönderdiler. "
" Benimle daha önce iş birliği yaptığını kaç kişi biliyor Benjamin" diye sordum ciddiyetle.
" Tek bir kişi" dedi boynu bükülürken. Muhtemelen ona ihanet edeceğini asla düşünmediği birisiydi.
Elindeki çanta ile yanımıza gelen Selim çantayı bana uzattı. Şifreli olan çantanın içindeki her ne ise çok ağırdı.
" Gidiyoruz" dedim.
" Temizlik ekibini yollayın" dedi Selahattin.
Herkes sus pus şekilde çantanın içinde ne olduğunu düşünürken benim sinirim hala binayı yapan müteahhitteydi.
" Buraya belediye ekiplerini gönderin kolonları kontrol etsinler" dedim.
" Anlamadım" dedi Gökçe.
" Bu binanın kolonları çok ince, bir kontrol edilsin , deprem kuşağındayız biz" diye söyleniyordum hala.
Minibüse bindiğimde çok uykum olduğunu farkettim. Alparslan gece huzursuz uyumuştu. Tekrar hastalanmasından çok korktuğum için tüm gece başında beklemiştim.
Elimdeki çantayı Aslan' a teslim etmiş ve arka koltuğa geçip başımı geriye yaslamıştım. Sığınağa vardığımızda odama çıkmıştım. Üstüm başım toz toprak halindeydi. Alparslan gelmeden kendime çeki düzen verip eve geçmiştim.
Akşam sakin geçmiş ve Alparslan kreşte yorulmuş olsa gerek erkenden uykuya dalmıştı. Sığınakta rapor işlerim vardı ama artık Elif ve Gökçe dışında kimseye güvenemediğim için onu da pusetine yatırarak yanıma almıştım. Sığınakta ki odama geldiğimizde onu beşiğine yatırarak masamın başına geçmiştim. Sık sık burada sabahladığım için Alparslan için buraya da beşik koymuştum.
Sabah ezanını duyduğumda zamanın nasıl geçtiğini anlamamıştım. Biraz uyumam gerekiyordu. İki saatlik uykudan sonra kapının sessizce açıldığını duydum. Gökçe'nin adımlarını biliyordum. Yanımda yeni yeni uyanmaya başlayan Alparslan' la göz göze gelmiş ve onunla konuşmaya başlamıştı.
" Sen uyandın mı? Sen anneni rahatsız etmemek için sessiz sessiz ellerinle mi oynuyorsun, benim akıllı paşam. Afferin sana. Anne yorulmuştur, sabaha karşı söndü masa ışığı. Hadi gel biz seninle hala yeğen mis gibi bir kahvaltı yapalım"
O cümlelerini arka arkaya sıralarken Alparslan çoktan ellerini ona uzatarak kendisini almasını istemişti.
" Ama önce anneye haber verelim uyanınca seni merak etmesin" diyerek bana yaklaşmaya başladı.
" Gidebilirsiniz" dediğimde ise Gökçe yerinden sıçramıştı.
" Allah seni ne yapamasın ya"diyerek baş parmağını damağına koyarak üç kez kaldırmıştı.
" Valla her seferinde senin Araf olduğunu unutuyorum" dedi Alparslan' ı kucaklarken.
Aradan bir saat geçmiş ve ben uyandıktan sonra tekrar uykuya dalamamıştım. Yatağımdam kalkarak banyoya geçtim. İşlerimi halledip ortak alana geçerken mutfaktan duyduğum sesler hiç hoşuma gitmemişti.
Alparslan ile birlikte Aslan' da mutfak masasında kahvaltı yapıyordu. Bu kadarında bir sorun olmamakla beraber biraz daha ilerlediğimde Alparslan' ın tam karşısında o kadını gördüm.
Tam yanlarına giderek neler olduğunu soracağım sırada Alparslan' ın elindeki ekmeği gördüm. Yanlış görmüş olmayı dileyerek yanina koştum.
Alparslan' ı hemen kucaklayacak elimi ağzına attım. " Annecim yemedin değil mi. Yemedim de lütfen Alparslan. Bakayım aç bakalım ağzını bebeğim lütfen yememiş ol" derken kadın sinirle ayağa kalktı.
" O kadar da değil, zehirlemedik çocuğunu herhalde değil mi" dedi.
" Sus" diye bağırdım.
"Aslan yedi mi hiç " dedim çünkü oğlum ağzını açmamakta ısrar ediyordu.
" Bende burdayım Ece ona hiç kimsenin zarar vermesine izin vermem sakın olur musun, o benim de oğlum" dedi.
"Evet Aslan o senin oğlun o yüzden elindekini yememiş olması gerekiyor Alparslan' ın fıstığa alerjisi var ve o elindeki ekmeğe sürdüğün çikolatada fıstık ezmesi var" diye bağırdım.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 18.39k Okunma |
4.41k Oy |
0 Takip |
55 Bölümlü Kitap |