
Aslan şok olmuş vaziyette bana bakıyordu. Oğlununda kendisi gibi fıstığa alerjisi olabileceği aklının ucundan bile geçmiyordu muhtemelen.
Toparlandığında ise hemen Alparslan' ın elindeki ekmeği aldı ve bana döndü.
" Isırmadı hiç ama ellerini de yıkayalım bulaşmış olmasın" diyerek beni Alparslan ile birlikte lavaboya sürükledi.
" Bilemezdik" diye bir ses duyduğumda yatışan tüm sinirim tekrar alev almıştı.
" O yüzden karışmayacaksın" dedim.
Tüm sinirim tepemdeyken biri daha konuşursa buraların yanıp kül olacağını hissediyordum ki tüm öfkemi olduğu gibi üstüne çeken kişi Aslan oldu.
" Ece bilmiyorduk gerçekten"
İçimde kaynayan yanardağı artık tutacak hiç bir güç yok gibiydi.
" Sen neyi biliyorsun ya" diye üzerine yürüdüm. O sırada içeri giren kişilerin kim olduğunu bile göremeyecek kadar gözüm dönmüştü.
Bir anda yanımda beliren Gökçe sakince Alparslan' ı kucağına alırken bana suçluluk duygusu ile bakıyordu. Oğlumun okul saatinin gelmiş olması bu hengameden kaçmak için bulunmaz fırsattı. Benim içinse artık susmak gibi bir durum söz konusu bile değildi.
" Sen benim oğlumla ilgili ne biliyorsun Aslan. Hadi başkalarına sorarak doğum gününü öğrendin başka ne biliyorsun" derken ellerimin bile titremesine engel olamıyordum.
" İlk dişi ne zaman çıktı? İlk adımını ne zaman attı? İlk kelimesi neydi? Sen bunların hiç birini bilmiyorsun çünkü yanımızda yoktun"
Konuşurken yaşadığım tüm olaylar gözümün önünden geçiyordu ve bu beni daha çok sinirlendiriyordu.
" Oğlunu nefessiz bırakacak şeyi bile bilmiyorsun. Sen neyi biliyorsun Aslan."
Aslan' da artık göz yaşlarını tutmaya uğraşmıyordu. Bende bunu gördükçe daha da çok sinirleniyordum. Tam da bu sırada onun dizlerinin bağını çözen soruyu sormuştum.
Kanepenin üzerindeki çantamı alarak hızlıca cüzdanımı çıkardım. İçinden Alparslan' ın kimliğini çıkararak hırsla onun göğsüne yapıştırdım.
" Sen benim oğlumun soyadını bile bilmiyorsun Aslan"
BİR BUÇUK YIL ÖNCE
" Allah'ım bu nasıl bir şey yaaaa" diye gözlerinden kalpler çıkararak seviyordu Alp bebeğimi. Gerçekten çok tatlı bir bebekti. Biraz yüreğimize indirmiş olsada gelişi ile baharı getirmiş gibiydi.
O sırada içeri giren hemşire bize çıkış işlemlerini yapabileceğimizi söylemişti. Türk olduğunu odaya çıktığımızda öğrendiğimiz Asiye hemşire sanki başka bir şey daha söyleyecek gibi duruyordu.
" Bir şey mi oldu?" diye sordum.
" Aslında bir sorun gibi değilde bir prosedür" derken nasıl söyleyeceğini bilemiyor gibiydi.
" Bebeğin çıkışı için babanın imzası lazım."
Odadaki herkes buz tutmuş gibi kaldı. Alp kucağındaki bebeğimi beşiğine yatırırken çok dikkatli hareket ediyordu. Tuğrul ise neler olabileceğini düşünmeyi bırakıp çoktan çözüm üretmeye başlamıştı.
" Ben imza atabilirim"
"Ama bildiğim kadarı ile evli değilsiniz" dedi Asiye hemşire.
" Nasıl olacak yani " diye sordu Alp.
" Eğer mümkünse bugün içinde nikah işlemlerini tamamlayıp çıkışı yapabilirsiniz" derken oldukça ciddi görünüyordu.
"Başka yolu yok mu?" diye sordum.
" Diğer türlü biraz uzun sürer çıkışınız" dedi omzunu kaldırıp indirirken.
" Ben hallediyorum" diyerek odadan çıkan Tuğrul iki saat sonra yanında nikah memuru ile gelmiş ve imzalar hızlıca atılmıştı.
Ülkeye giriş yaptığımızda ise bu evliliğin iptali için hemen başvurmuş ve henüz 24 saat dolmadan iptal ettirmiştik.
Hastane çıkış belgelerinde Tuğrul' un imzası olduğu için Alparslan 'ın kimliği çıkarken soy adı Keskin olarak kalmıştı.
GÜNÜMÜZ
Aslan elindeki kimliğe bakarken yer ayaklarının altından kayıyormuş gibi hissediyordu. Buraya gelirken her şeyin olabileceğini hatta Ece'nin onu çekip vurabileceğini bile hesaba katmıştı ama oğlunun başka bir soyadı olabileceği milyonlarca yıl geçse de aklına gelmeyecek bir şeydi.
Oğlu olduğunu öğrendiğinde yoğun bakımdaydı. Ece'nin hamile olduğundan bile haberi yokken yaşama tutunmak için başka bir sebebi daha olmuştu.
Daha çabuk toparlandı ama ailesinin yanına dönebilmesi için önce içine düştüğü çeteyi çökertmesi gerekiyordu. Şifreli şekilde başkana ulaştığında bunu Araf' a söylemenin onu da teklikeye atmak olacağını düşündüklerini için hızlıca şehit kararı çıkartılmış ve Aslan' ı aramasına engel olmaya çalışılmıştı.
Bunların hepsi Aslan'ın aklından film şeridi geçerken oluşan koca sessizliği o kadının çığlığı bozdu.
Kapının hemen önünde elleri karnını sarmış vaziyette dururken sık sık ayaklarına bakıyordu. Bunun nedeni de ilk anlamak canımı sıksa da doğumun başladığını söylemeye bile mecali yok gibiydi. Herkes onun konuşmasını beklerken ben sinirle Aslan' a dönerek konuştum.
" Benim oğlum senin hiç bir şeyin, şimdi git babası olmaya heveslendiğin bebeğin doğumundan bari yanında ol. "
Bunları söylerken içimde kaynayan volkanı durduramıyordum. O kadını her gördüğümde gözümün önüne gelen görüntü sinir sistemimi alt üst ediyordu.
Kahraman ve Selim, Lina' nın koluna girerek onu aşağı indirmeye başlamıştı. Aslan olduğu yerden hiç kımıldamadan bana bakıyordu.
Gözlerimin içine içine bakarken yaşadığım tüm duyguları bastıran özlem bir anlığına tüm benliğimi ele geçirirken kendime sinirlenmiş ve arkamı dönmüştüm.
" Beni bir kez dinlemedin. Şimdi de olmayan bir şey için ikimizide cezalandırıyorsun" dedi Aslan.
Sesindeki kırgınlık gözle görülecek kadar somuttu ama vazgeçmeye de niyeti yoktu.
" Güvenini kırdım. Bana sakın yapma dediğin şeyi yaptım ama inan bende öldüm her seferinde."
Kendini arkasındaki koltuğa bıraktığında bir enkazdan farkı yoktu. Ona bakmayı kendime yasaklamıştım ama her seferinde ona bakmaktan da alıkoyamıyordu kendimi. Göz ucuyla baktığımda sağ yanağında şakağından başlayarak kulağının hemen önünde biten belli belirsiz bir izle karşılaştım. İçimdeki duvarların kırılma anında aynı yanağını Lina' nın öptüğü görüntü geldi gözlerimin önüne. O sinirle hızlıca odadan çıktım ve eve doğru ilerledim.
Bundan hiç kurtulamayacağımı düşündüm. Ece olan yanım onun haklı olduğunu düşünerek ona özleminden ölürken Araf olan yanım güveninin kırıklığının hiç bir şey toplayamaz diye düşünüyordu.
Bundan kurtulmam lazımdı. Benim biraz nefes almam lazımdı. Eve girdiğimde Alparslan' ın okuldan gelmesine daha zaman olduğunu gördüm. Ne yapacağımı düşünürken telefonuma gelen bildirim ile yatak odasına koşarak kendine minik bir sırt çantası hazırladım. Bir kat aşağı indiğimde kapı ziline basarak açılmasını bekledim.
Kapı açıldığında elindeki kaşığı ve üstündeki önlükle Elif bana bakıyordu.
" Ablasının gülü, sadece bu akşamlık Alparslan' ı idare edebilir misin, gün doğmadan gelmiş olurum."
" Seve seve ablaların en güzeli, bende zaten minik pandama pankek yapıyordum" dedi. Elif'in odasında Alparslan için lazım olan herşey vardı.
" Görüşürüz fıstığım " diyerek kapıya ilerledim.
Arabama vardığımda Selahattin' i arabamın başında beklerken buldum.
" Ne oluyor, hastahaneye gitmek için benim arabamı mı alacaktın?" diye sordum kinaye ile.
" Yeme beni Araf aynı mesaj bana da geliyor hatırlarsan, hadi binde yetişelim" dedi.
Kafamı dağıtmakla, kafamı dağıtmak arasında bir yerdeyken bana en iyi gelen şeye doğru gidiyordum.
" Kahraman Lina' yı hastahaneye bırakıp dönmüş" dedi Selahattin.
" Sordum mu?" dedim sinirle.
" Burdan uzaklaşmak için gidiyorum kafa açma " dedim.
" Bizden kimse yok başında haber vereyim dedim" derken aslında Aslan ' ın da gitmediğini belirtiyordu.
" Atarım seni arabadan " dedim. Sonrası büyük bir sessizlik içinde geçmişti.
TARSUS
Toplanan herkes başlama düdüğünü bekliyordu. Adana- Mersin arası D400 otobanın Tarsus mevkiindeydim. Buradaki yarışlar için bir çok kişi çevre illerden geliyordu.
Burada almıştı şampiyon lakabını Aslan. O gittikten sonra bir ara kafayı sıyırma evresine gelmiştim. Onun olduğu, varlığını hissettiğim yerlere gitmek istedim. O yüzden çok fazla vakit geçirdiği Adana' nın yolunu tutmuştum o zamanlar 3 aylık ,yumuk yumuk elleri olan bir bebekle.
Önce büyüdüğü yurdu gezmiş,uzun uzun oğluma anlatmıştım onun bana anlattıklarını. Beni bir tek o anlıyormuş gibiydi. Zaten onun yüzünden açılan yarayı bir tek onun parçası kapatabilirdi.
Bütün Adana'yı gezmiş, akşamında ise onun " Şampiyon" olduğu yere gitmiştim Alpaslan'ı Elif'e bırakıp.
Bu macera ise o gün başlamıştı. Kapsamlı bir yarış hazırlığı vardı o gün.
Selahattin' in bir kaç tanıdığı görmesi ile biz bile neler olduğunu anlamadan yarışa girmiştik. Toplam 10 motor vardı. Bizim motorlar onların deyimi ile biraz büyük olduğu için ayrı bir yarış açılmıştı.
Önce orjinalinde 150' lik olup onların modifiyesi ile kaça çıktığını bile kestiremediğimiz motorların yarışı vardı. Ortam gerçekten onun anlattığı kadar iyiydi.
Başlama ve bitiş çizgileri arasında bir çok kişi polis baskınına karşı bekliyordu.
İlk yarışın bitimi ile bizim yarışın başlaması arasında kalan bir saatlik sürede yarış güzergahı üzerinde bir tur atmıştım. Anlattığı her şey aynıydı. Virajlar bile tam anlattığı gibiydi. Sanki buralarda bir yerde saklanıyordu.
Yarış alanına döndüğümde motorlar daha da çoğalmıştı. Biz Selahattin' yarış çizgisine doğru giderken çizgideki 4 motorun yarıştan çekildiğini gördüm.
Çizginin önüne geldiğimde yarışı ayarlayan kişi ile bir kişi arasında hararetli bir tartışma vardı. Sesler yükseldiğinde duyduklarım yarıştan çekilme nedenlerini anlatıyordu.
" Ne demek lan çekilmek. İki dakikaya yarış başlayacak" diye bağırırken yarışçı adamın yakasına yapıştı.
" Ulan mal, sen yarışa katılan motorlara baktı mı?" dediğinde gözler bize dönmüştü.
Selahattin' in altında Kawasaki H2 vardı. Önce ona bakıp gözlerini bana çevirmişti.
" Bu motordan dünyada sadece 54 tane var ikisini de satmıyorlar" diyordu benim motoruma.
BMW M1000 RR.
Öyleydi. Bunu alabilmek için çok uğraşmıştım ama ben o gün yarışı motorum değil de onun sayesinde kazanmıştım.
Bugünde o yarışlardan biri vardı. İlk yarıştan sonra bütün büyük yarışlara katılmıştım. Hepsini ben kazanmıştım. Şimdi ise onu aramak yerine ondan kaçmak için buraya gelmiştim çünkü bir tek yarış sırasında sıfırlanıyordu kafam.
Bizim yarışın başlama düdüğü çalmak üzereyken yarış alanına iki motor daha giriş yaptı. Kafamı arkaya atıp gökyüzüne baktım. Kask görüş açımı kısıtlasa da gördüğüm üç parlak yıldıza takılmıştı gözüm.
Buraya geldiğimi Selahattin' den başka kimse bilmiyordu. Ona baktığımda ellerini iki yana açarak gelenlerden haberi olmadığını belirtiyordu.
Onlar bizi tanımasa da, çünkü motorumu Adana' da bırakıyordum, ben gelenleri çok yakından tanıyordum. Alana önce giriş yapan motor Aslan'ındı. Yarışlara katılmasam da o motoru da çok kez kullanmıştım.
Arkasında ise Kahraman vardı. Onların kaskı yoktu. Görenler coşku ile ona koşarken Mahmut, yarışı düzenleyen kişi, bugün burada dönecek paranın büyüklüğünü düşünerek gözlerinin parlamasına engel olamıyordu ama önce Şampiyon' u yarışa sokması gerekiyordu.
Bizden oldum olası pek haz etmiyordu Mahmut. Yabancılar pek sevilmiyordu burda. Beni yenebilecek tek kişinin geldiğini düşünerek yanımızdan geçerken bize bakarak gülüyordu.
" Ooooooo Şampiyon" diyerek büyük bir sevgi gösterisi başlatmıştı.
" Bak işte yarışın asıl sahibi geldi" derken benim duymam için sesini yükseltmişti. Aslan onun baktığı tarafta baktığında ben kaskımın vizörünü indirmiştim. Benimle aynı anda Selahattin de kapatmıştı vizörünü. Konuşmama gerek yoktu, ona görünmek istemediğimi anlamak pek de güç değildi. Sonrasında ise herkes kalabalığa karışmıştı.
5 dakika sonra yarışın başlama noktasındaydık. Ben çizgiye ilk gelendim. Selahattin hemen yanıma gelmişti. Araya 3 motor daha girdiğinde çizgiye en son Aslan gelmişti. Kahraman yarışa girmemişti.
İşaret beklerken kafasını eğerek bana bakmıştı. Kim olduğumu hala bilmiyordu. Ayağımdaki tabanlı botlar boynumu daha uzun gösteriyordu. Kask ve koruyucu ekipmanlar fenotipimi belirlemekte pek de yardımcı olmuyordu.
Beklenen işaret geldiğinde en hızlı çıkışı Aslan ve ben yapmıştık. Diğer üç motor çok uzaklarda kalırken bizim hemen arkamızda Selahattin vardı. Elimi kaldırıp kaska dokunduğumda Selahattin ile konuştuğum mikrofonum aktif hale gelmişti.
" Diğerleri çoktan iptal Araf, Şampiyon lakabının hakkını veriyor, ensende" dedi Selahattin. Benim motorum daha iyiydi ama bu bana bir yere kadar avantaj sağlardı. Önemli olanın motor değil sürücü olduğunu kendisi de çokça belirtmişti. Bunu kanıtlamak ister gibi çıkış sonrası atağından sonra beni yakalaması uzun sürmemişti.
Yan yana geldiğimizde ona doğru bakmıştım. Tüm dikkati yoldaydı. İlk viraja ben burun farkı ile önde girmiş olsamda bana yetişmesi kolay olmuştu. Kalan son viraja ikimiz aynı anda girmiştik. Son 400 metre kalmıştı. Altımdaki motor şimdi ise yaramak zorundaydı. Ona bir kez daha yenilemezdim.
Yan yana giderken son düzlükte benim onu geçeceğimi anlamıştı. Buralar onun yeri olsa da son 1 buçuk yıldır benim elim daha sıcaktı bu yollara. O ise uzun süredir gelmemişti. İkinci virajda beni geçmek için tek şansı vardı ama önüne çıkan küçük taş parçasını benimle aynı anda görmüştü. O taş parçası ona bir saniyeye mal olmuş, bana ise yarışı getirmişti.
Çizgiye 300 metre kala daha da hızlanmak için gaza basarken gözlerim bi an ona kaymıştı. Onun gözleri ise benim eldivenlerime.
Onun eldiveniydi ve ona ulaşabilecek tek kişi vardı. Ne olduğunu anladığında ayağını gazdan çekmişti. Sonrasında hemen toparlasa da ben yarışı bitirmek üzereydim. Aynaya son baktığımda ayağını gazdan çektiğini görmüştüm.
Bitiş çizgisine yakın frene bastığımda o da bastı. 10 santim kala durmuştum. Yarışı bitirmeden durduğum için herkes bana bakıyordu. Motoru yanımda durduğunda hızla motorumdam inip kaskımı çıkararak şarampole doğru fırlattım. Motorun yarı parası olan özel yaptırdığım kaskın kırılması o an umurumda bile değildi.
" AYAĞINI GAZDAN ÇEKTİN" diye bağırıyordum. Etrafımız kalabalık olduğunda herkes ne olduğunu anlamaya çalışıyordu.
" Zaten kazanacaktın" dedi Aslan sakin sakin. Gözlerinde hala benim burda ne işim olduğunu sorguluyor gibiydi. İki adımda yanıma geldiginde gözlerimdeki ateşi görmüş olsa gerek, gözlerini çekmişti. Selahattin' in motorunun sesini duyduğumuzda ikimizde o yöne bakmıştık. O ise ani bir hareketle benim motorumun üstündeki anahtarı çevirip motoru ileri atmıştı. Yarışı ben kazanmıştım. Bitiş çizgisine ilk benim motorum değmişti. Damalı bayrak indiğinde artık etraf daha kalabalık olmaya başlamıştı.
Ben ise şoku atlattığımda öne atılarak motoruma doğru ilerledim. Selahattin benim yanıma geldiğinde kaskını çıkarıp benim kaskımı almak için ilerledi. Getirip motorun üstüne koyduğunda alıp takmıştım.Bana seslendindiğini duyuyordum ama eğer ağzımı açarsam burdaki herkes tehlikede demekti.
Motora atlayıp otoban yolundan çıkıp şehir içi yoluna girdim. Nefes almam gerekiyordu. Benim acilen nefes almaya ihtiyacim vardı. O yüzden gideceğim güzergah belliydi.
Eshab-ı Keyf. Onun için dua etmeye gitmiştim ilk. Onu sağ salim bulabilmek için yapabileceğim her şeyi yapmıştım ama bulamadıkça soluğu burda alıyordum. İnsana huzur veren bir tarafı vardı. Caminin yanındaki merdivenlerden çıkarak en üste ulaştığında insan kendini bulutların üzerinde gibi hissediyordu.
Yolu ezbere bildiğim için ne kadar hızlı gittiğimi bilmiyordum. Bu saatlerde yolların boş olması da en büyük avantajımdı. Yol ayrımına geldiğimde dönmek yerine düz devam etmeyi seçmiştim.
Arkamdan gelen Aslan beni yakalama fırsatı olmasına rağmen nefes payı bırakıyor gibiydi. Biraz daha gaza bastığımda kulaklıktan Selahattin' in sesini duydum.
" Araf yavaş" dediğinde ise daha da hızlanmıştım. Herkesten her şeyden bıkmıştım. Niye ben diye düşünmekten sıkılmıştım. İnsanların beni güçlü gördüğü için sanki kalbim yokmuş gibi davranmalarından yorulmuştum.
" Bende insanım ya " diye bağırmak geliyordu içimden. "Bu kadar kırmayın bende etten kemikten bir varlığım" diye boğazım yırtılana kadar çığlık atmak istiyordum. Bunun yerine daha çok gaza bastım.
Artık kulaklık herkese açıktı çünkü Selahattin beni durduramayacağını anlamış olsa gerek endişeli bir şekilde Tuğrul'un sesini duydum
" Araf durdur motoru" dediğinde artık son damla dolmuş bardak taşmıştı.
" Bıktım. Duydun mu Tuğrul, bıktım. Ben ondan kaçıyorum o arkamdan geliyor" diyerek hızla ilerlerken yol kenarında gördüğüm saliselik bir görüntü ile ne yapacağıma karar vermiştim.
Sığınakta ise herkes panik içinde neler olacağını bekliyordu. Araf bugün Aslan' la yüzleşecekti. Sakinleştiğinde onunla konuşması için takip ediyordu Aslan.
Herkes kask kamerasından olan biteni takip ederken tehlikenin farkına varan tek kişi Selim' di. O saliselik görüntüyü gördüğünde koşarak odadan çıkmış lojmana doğru koşmaya başlamıştı. Bu hayatı boyunca en hızlı koşusu olabilirdi ama bir türlü varamıyordu. B bloğa ulaştığında koşarak ikinci kata çıktı.
Kapıyı alacaklı gibi çalıyordu. Elif kapıyı açtığında ayakkabılarını bile çıkarmadan çocuk odasına koştu.
Alparslan uyuyordu. Hemen yanına gidip alnını öperek adını seslendi. Annesi gibiydi, çok çabuk uyanıyordu.
" Seyim abiii " derken ne kadar tatlı olduğunu daha sonra düşünecekti. Apartmana girmeden aradığı Gökçe telefonu açmıştı.
" Telefonu Araf' ın kaskına bağla Gökçe çok acil "derken Alpaslan'ı kolunun altına aldı. Neler olduğunu anlamayan Gökçe yine de denileni yapmış telefonu bağlamıştı. O sırada Selim, Alparslan'a annesi ile konuşacağını söylemişti.
Alparslan heyecanla " Anne " dediğinde kulaklıktan çıkan ses ile ayağını gazdan çekmek zorunda kalmıştı Araf. Aslan ona yetiştiğinde ise Ece' nin baktığı yere baktığında ne yapmak istediğini anlamıştı. Beyninden vurulmuş gibiydi.
"TIRA MI GİRECEKTİN" diye bağırıyordu.
" Ben hemen geleceğim annem tamam mı çok özledim seni. Sen uyu hadi" dediğinde ise " Tamam annem" cevabını almış ve telefon kapanmıştı.
Yol kenarında gördüğü "Sucular Mezarlığı" yazısı ile yapmak istediği şey gerçekten buydu.
Selim bunu görmüş ve onu durduracak tek kişinin oğlu olduğunu düşünmüştü. Haklıydı.
" SANANE LAN SANANE" diyerek tekrar motoru çalıştırmak için harekete geçmişti Araf.
" Beni affetmeyeceksin" dedi çaresizce Aslan. Kırgınlığı dağları aşarak ulaşmıştı kulaklarına Ece' nin.
" Biliyor musun öldükten sonra beyin 7 dakika da aktif oluyormuş. Hayatım film şeritleri gibi geçti gözümün önünden denir ya hani, doğruymuş yani. Seni ne zaman affederim biliyor musun? Ölürüm. O 7 dakikanın 2. dakikasında affederim seni. Ama dua et kalan bütün dakikalarda Alpaslan olsun" dedi ve motoru çalıştırdı Araf.
" Beni bile degil ama oğlunu seviyorsan benden uzak dur Aslan" .
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 18.39k Okunma |
4.41k Oy |
0 Takip |
55 Bölümlü Kitap |