
Bölüm şarkısı
Anıl Emre Daldal- M.
Eskimiş Hatıralar
Beyza, sabah güneşin ilk ışınlarının yüzüne yansıması ile mavi gözlerini araladı. Birkaç saniye nerede olduğunu idrak etmeye çalışırken, dün başına gelenler ile derin bir nefes alarak yataktan kalktı. Yatağın önünde düran ev terliklerini giyip, ayaklarını yere sürerek odanın içindeki banyoya ilerledi ve her sabah yaptığı gibi rutinlerini yaparak banyodan çıktı.
Kış aylarının başındaydılar ama hava o kadar da soğuk değildi, bu nedenle Beyza, üzerine çokta kalın olmayan salaş kırmızı bir kazak ve siyah Jean pantolon giydi. Beyza, aşağıya indiğinde Eymen, bilgisayar ile birşeylere bakıyordu. Ayak seslerinden genç kızın geldiğini anlasa da kafasını kaldırıp bakmadı. Beyza, sesini çıkarmadan mutfağı aramaya koyuldu. Eymen, bunu anlamış olacak ki kafasını bilgisayardan kaldırıp "mutfak sol tarafta," dedi, gözleriyle o tarafa göstererek. Beyza, dediği yöne döndü ve içeriye girdi. enellikle siyah ve gri tonlarda kocaman italyan bir mutfaktan oluşuyordu. Çok güzel ve farklı bir havası vardı.
Beyza, etrafı incelemeyi bir kenara bırakıp kahvaltı hazırlamaya başladı. Daha doğrusu çalıştı, çünkü hiçbir şeyin yerini bilmiyordu. Mutfakta üç tane daha çalışan vardı ama hiç biri yardımda bulunmuyordu.
Kahvaltıyı zorda olsa hazırlayıp masaya yerleştirdi. Ve Eymen'e haber verdi.
Eymen masaya geçerek, kahvaltısını yapmaya başladı. Peki Beyza, ne yapıyordu diye sorarasanız: karşısına sikilmiş onu izliyordu. Aynı zamanda da hizmet ediyordu. Beyza, içinden: insan bı der sen de otur, ama nerdee dağ ayısı işte ne olacak?
Eymen, sessiz bir şekilde kahvaltısını bitirdikten sonra ayağa kalkarak "hadi işinin başına," dedi. Beyza, ağzını açıp "ama ben daha kahval-" sözü kesilerek, "önce iş, sonra kahvaltını yaparsın," dedi muzır bir şekilde. Beyza, karşısındaki adama birşey demedi sadece kafasını salladı. Daha doğrusu diyemedi çünkü Beyza, onun kölesiydi!
Beyza, sinirle masayı toplayıp kahvaltılıkları dolaba, kirlileri de makineye dizdi.
Mutfaktan çıkarak salona bırakılan temizlik malzemelerini alıp etrafı temizlemeye koyuldu...
Eymen, Beyza'nın başına bir komutan gibi dikilip emirler yağdırarak her yeri tekrar tekrar silip, süpürttü. Çatı katı ve dört tane oda kalmıştı. Kocaman mâlikaneyi tek başıma temizleyemezdi ya.
Kahvaltı yapmasına bile izin vermemişti pislik herif! Açlıktan karnına sancılar giriyordu. Alışıktı aslında ama dün yaptığı kahvaltının üzerineydi.
Yorgunluktan her an bayılabilirdi. Eymen, her yanından ayrıldığında fırsatı kaçırmadan dinleniyordu.
Elindeki sarı bezi bile zar zor tutuyordu. Kalbi sıkışıyor elleri ve ayakları titriyordu. Nefes almakta bile zorluk çekiyordu ara ara. Elindeki bezi bırakıp temizlik malzemelerini bir köşeye koyarak koltuğa oturdu ve dinlenmeye başladı. O mafya bozuntusu da dışarda telefonla hararetli, hararetli birşeyler konuşuyordu.
Bir süre sonra Eymen, gelip karşısındaki tekli koltuğa oturarak "işin bitti mi?" diye sordu. Beyza, kafasını olumlu anlamda sallayarak "evet gösterdiğiniz yerleri temizledim. Sadece çatı katı ve üst katta dört oda kaldı efendim," dedi ima ile.
Eymen, kafasını olumlu anlamda sallayarak geriye yaslandı ve "son bir işin kaldı," dedi. Beyza, kafasını ne dercesine salladı.
"Akşam yemeğini de yaptıktan sonra işin bitiyor. Umarım yemek yapmayı biliyorsundur," dedi alayvari bir şekilde. Komik şey!
Beyza, gözlerini devirerek duvarda asılı olan saat'e baktı. Saat 16.32 geçiyordu, ayağa kalkarak mutfağa girdi ve yemek hazırlıklarına başladı.
Yemek yapmayı annesinden öğrenmişti. Önceden annesi ile birlikte yaparlardı yemekleri, o yüzden çok seviyordu mutfak ile ilgili olan her şeyi. O kadar lezzetliydi ki annesinin güzel elleri, onu çok özlüyordu. Onunla geçirdiği zamanları. Çok çabuk ayrılmıştı onlardan, güzel gözlü kızından. Beyza'ya hep meleğim derdi ama kendisi melek olmuştu. Annesi bu dünyadan göçüp gittikten sonra, zalim babasının ellerine kalmıştı Beyza. O sadece kendini götürmedi Beyza'dan: mutluluğunu, huzurunu, gülüşlerini, hatta çocukluğunu da alıp gitmişti.Küçük bir çocukken içim çok sıcaktı. Ama şimdi buz gibi, sadece buzdan ibaret...
Annesinden ona kalan tek şey eski bir fotoğraf ve mavi kelebekli kolyeydi. Annesi öldüğünden beri boynundan hiç çıkarmamıştı.
İnsanlar gider, anılar kalır. Bazen bir kolye, bazense bir fotoğraf...
Beyza, malzemelerin yerini bulmakta zorluk çekse de, el çabukluğu ile yemeği hazırlayıp sofrayı kurmuştu. Eymen Bey de gelince ona bir servis açtı.
Beyza'nın sık sık kalbi sıkışıyor, gözlerinin önü kararıyordu. Eli kalbinin üzerine giderken derin bir nefes alarak kendine gelmeye çalıştı.
Eymen, kafasını kaldırarak ona bakınca Beyza, elini hemen kalbinin üzerinden çekerek dik dik yüzüne bakmaya başladı. Onun karşısında güçsüz biri olarak durmak istemiyordu. Aklında sadece bu adama olan borcunu ödeyip bu zindandan kurtularak kendine güzel bir sayfa açmak vardı.
Kurtulacaktı bunu ne pahasına olursa olsun yapacaktı. Ya burada onun söylediklerine boyun eğerek ölüp gidecek, ya da buradan kurtulup mutlu bir yaşam elde edecekti. Umarım bu savaşta Beyza, galip gelirdi.
Beyza, kendi düşüncelerinde boğuşurken "ne o davetiye mi bekliyorsun? Otur da yemeğini ye," diye bir ses gelince irkilerek zihninde ki düşüncelerden sıyrılıp, yavaş hareketlerle oturdu. Ve kendine küçük bir servis açarak yemeye başladı.
Daha doğrusu çalıştı. Çünkü yiyecek mecâli kalmamıştı, sadece birkaç lokma yiyerek ayağa kalktı.
Eymen, kaşlarını çatarak "nereye? Otur tabağını bitir," dedi."
Beyza, "ben doydum," diye cevapladı onu.
Eymen, sandalyede geriye yaslanarak "sabah öyle demiyordun ama, aç kalmak istemiyorsan o tabağını bitir," dedi rahat bir tavırla.
Beyza, kaşlarını çatarak, "yiyecek hal mi bıraktın," diye çıkıştı.
"Sende amma nazlı çıktın. Daha işin bitmedi yarın da kaldığın yerden devam edeceksin temizliğe" dedi Eymen, sırıtarak.
Beyza, ellerini yumruk yapıp ayağını da sertçe yere vurarak arkası dönüp merdivenlere ilerlemeye başladığında arkasından Eymen'in kahkaha sesleri geliyordu.
~
Sabah belinde ki yaraların sızlaması ile gözlerini aralamıştı, Beyza. Ne kadar tekrar uyumayı denese de olmadı. Yaraları canını çok acıtıyordu. Yataktan kalkarak banyoya ilerledi. Duş almak istiyordu. Dün iş yaptığı için terlemişti ve yorgunluktan duş alamamış kendini uykuya vermişti.
Suyu ayarlayarak duşa kabine girip suyun, üzerindeki yorgunluk ve zihnindeki karmaşalarla birlikte akıp gitmesini sağladı...
Üzerine beyaz bornozu geçirerek banyodan çıktı. Havanın bulutlu olduğunu görünce dolaptan krem rengi bir sweatshirt, siyah bir eşofman ve beyaz çorap çıkararak üzerine geçirdi.
Odadan ayrılarak mutfağa indiğinde Eymen, etrafta yoktu nerede olduğu da Beyza'yı ilgilendirmezdi. Mutfağa girdiğinde yirmili yaşlarda bir çalışan ile karşılaştı.
"Günaydın," dedi esmer kız.
Beyza da "günaydın," diye karşılık verdi kısık bir ses ile.
Küçük bir tanışma sonrası, Burcu'nun da az biraz yardımı ile kahvaltıyı hazırlamaya başladı.
Masayı kurduktan sonra salona geçip beklemeye başladı. Bir süre sonra kapı açıldı ve adım sesleri içeriyi doldurdu.
Her adım sesi sonrası Eymen Vural'ın kokusu daha da baskın bir şekilde ilmek ilmek işliyordu Beyza'nın ciğerlerine.
Eymen de salona giriş yaparak masaya oturdu ve Beyza'ya da oturmasını emir edince Beyza ayakta dikilmeyi bırakıp masaya oturdu. Acıkmıştı ama iştahı pek yoktu bir kaç lokma yedikten sonra daha fazla yiyemeyeceğinin kanaatine vararak tabağı ila oynamaya başladı...
Bir süre sonra tabağı ile oynamayı bırakarak yavaş bir şekilde ayağa kalktı, çünkü masaya baktıkça midesinde birşeyler harlanıyordu. Midesini küçülttüğü için birşey yiyemiyordu. Gerçi midesi küçülmeyip ne yapacaktı ki? O evde boğazından bir lokma birşey geçtiğine şükür ediyordu Beyza.
Eymen, kafasını kaldırarak gözlerini Beyza'nın gözlerine çevirerek "oturup yemeğini ye" dedi, otoriter bir ses ile.
"Ben doydum," diye cevapladı Beyza.
Eymen, kaşlarını çatarak, "tabağın hala olduğu gibi duruyor." Ve ekleyerek, "o tabak bitecek otur yemeğini ye" dedi, sabırsız ve hafif kızgın bir ifade ile.
Beyza da aynı şekilde kaşlarını çatarak "doydum diyorum, neden anlamıyorsun?!" dedi sinirle. Allah'ım, yarabbim birde takıntılı, şizofrenimiz eksikti tam oldu.
Eymen, elini masaya vurunca masanın üzerindeki bardaklar yere düşerek parçalandı. Bunu umursamayarak, "sana otur dedim!" diye kükredi. Beyza, daha fazla dikine gitmemek için masaya oturup kendini zorlayarak tabağındakikeri yemeye başladı.
Kahvaltılarını yaptıktan sonra Eymen, salona geçince Beyza da masayı toplamaya başladı. Hiç hali yoktu umarım Eymen, dün dediği şeyi unutmuştur, birde bu yorgunlukla temizlikle uğraşamak istemiyordu.
Mutfağı temizledikten sonra, salona geçip karşısında dikildi ve "başka bir isteğiniz varmı efebdim?" dedi gözlerini devirerek. Eymen, bilgisayardan kafasını kaldırmadan "kahve yap, şekersiz olsun!" dedi sert sesiyle. Beyza, düzgün söylesen anlamayacağız sanki! Odun işte ne olacak, diye mırıldanarak mutfağa ilerledi.
Kahve makinesini kullanmayı pek bilmediği için cezve'yi çıkararak bir miktar kahve ve bir ölçek su ekleyerek ocağa koydu. Birkaç dakikanın sonunda kahve pişince fincana boşaltıp tepsiye koyarak götürecekti ki aklına birşey geldi. Biraz aksiyon katmak istiyordu hem de küçük bir ders vermek için tepsiyi tekrar tezgaha bırakarak baharatlık'tan tuz ve karabiber alıp kahveye dökerek karıştırdı.
Çünkü bunu hak ettiğini düşünüyordu, geleli iki gün bile olmamıştı ama burnundan getirmişti. Sıra Beyza da idi, onu buraya getirdiğine bin pişman edecekti.
Mutlu bir şekilde salona giderek kahvesini önündeki yuvarlak cam sehpaya koydu ve izlemeye başladı.
Eymen, bilgisayarını kapatarak kahve fincanı'nı eline alıp koltukta geriye yaslandı.
Sırıtarak, kahvesinden keyifle bir yudum alırken, damağına yayılan tat ile geri püskürmesi bir oldu. Beyza, gülmemek için dudaklarını birbirine bastırmıştı fakat Eymen'in yüz biçimi çok komik bir hal aldığı için kendini tutamayıp gülmeye başladı.
Eymen, aniden ayağa kalkıp hiddetle Beyza'nın koluna yapıştı. O kadar korkunç görünüyordu ki, gözlerinden ateş fışkırıyordu sanki.
Beyza, korkuyla bir adım geriye giderek, titreyen bir ses ile " sadece, s-sadece şakaydı," dedi.
Eymen, daha fazla öfkelenerek " sen kimsun ulan? Kendinu kiz istemede mi sandun aptal?!" diyerek, Beyza'yı ileriye doğru savurunca Beyza, dengesini kaybederek yere kapaklandı.
Beyza, dizlerinin acısı ile gözleri sulanırken, hiç beklemeden ayağa kalkarak Eymen'i şaşırtacak bir hareket ile koşmaya başladı. Ondan kaçamayacağını biliyordu, bir diğer yandan da korkusuna yenik düşüyordu.
Bahçe kapısından fırlarken kapının hemen eşiğinde iki kaslı kol incecik beline sardı. Korkuyla çığlık attı.
Bütün korumalar onları izliyordu. Eymen, bunu fark edince, "ne bakaysiniz ulan? Eğin kafanizi yere, bakanın beyni patlar!" diye emretti. Beyza, korkuyla ondan kurtulmaya çalışırken kolu belindeki soğuk metale çarpınca, kanı çekilmiş gibi hissetti o an.
Aniden Beyza'yı görebileceği bir şekilde çevirip kendine çekince Beyza'nın yüzü sert göğsüne çarpmıştı. Elleriyle çenesini sıkarak, "kaçmak ha! Bunun cezasını ödeyeceksun küçük kız!" dedi dişlerinin arasından.
Beyza, onu tam olarak duyamamıştı. Yine gözlerinin önü kararıyordu kahretsin ki yine bayılmıştı. Hemde, Eymen Vural'ın kollarına. Son duyduğu şey kendi adı olmuştu. "Beyza," dedi Eymen, sesinde ki tını da korku mahsustu.
Endişelenmiş miydi? Eymen, Beyza düşmeden hemen atılıp onu kucağına almıştı, gerisini de hatırlamıyordu...
~
EYMEN VURAL
Beyza, birden kollarıma bayılınca ne yapacağımı bilemedim. Elim, ayağım birbirine dolanmıştı. Allah'tan hemen atılıp tutmuştum yoksa bir yerlerine zarar gele bilirdi. Beyza'yı kucağıma alarak odama çıkarak, yatağa uzatmıştım.
Vakit kaybetmeden cebimdeki telefonu çıkararak, eski yıllardan beri aile doktorumuz olan Şefik Ataman'ı aradım. İşinde iyiydi fakat fazla cıvık ve yılışığın teki idi. Telefon ikinci çalış'ta açılınca hızlıca, "alo şefik?"
"Buyrun, Eymen Bey," dedi. Ne kadar benden yaş olarak büyük olsa da korkudan ötürü saygı gösterisi yapıyordu.
Hızlı bir şekilde "çabuk gelmen lazım,"
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |
