2. Bölüm

1.

Gökçe Eren
gokce59

Osman Bey ile Malhun Hatun’un biricik kızıydı Fatma Hatun. Obanın göz bebeği, anasının, atasının, ağabeylerinin kıymetlisi… Gençti lakin yüreği büyük, bileği kuvvetliydi. Pusat tutmayı bilirdi; hem de en az bir Alp kadar… Cesareti, anası Malhun’dan miras, aklı da babasına benzerdi.

 

Günün birinde, güneş henüz dağların arkasından yeni doğmuşken, otağın içinden çıkan ince bir ses işitildi.

 

“Hayrola Fatma’m, bu vakitte nereye gidersin?” diye sordu Malhun Hatun.

 

Fatma, belinde pusat, elinde üzengiyle gülümsedi.

“Azıcık at bineyim dedim ana,” dedi.

 

Malhun Hatun, kızının bu haline alışkındı ama gönlü yine de rahat etmezdi.

“Eyi, o vakit Pazarlı da seninle gelsin,” dedi.

 

Fatma kaşlarını azıcık çattı,

“Ana, peşime birini takmana gerek yok. Ben kendimi korurum.”

 

Malhun Hatun bir adım yaklaşıp kızının gözlerine baktı,

“Korursun elbet. Amma benim içim rahat etmez.”

 

O sırada otağa yaklaşan Pazarlı Bey, ablasının yanına vardı. Fatma’dan yalnızca bir yaş küçüktü ama aralarından su sızmazdı. Beraber büyümüş, beraber cenk oyunları oynamışlardı. Beraberce atlara binip obadan uzaklaştılar. Güneş gökyüzünde yükselirken, ormanın derinliklerine doğru ilerlediler.

 

Tam o sırada, sessizliği delen bir at iniltisi geldi kulaklarına. Fatma dizginleri çekti, Pazarlı da hemen durdu. Birbirlerine kısa bir bakış atıp, sesin geldiği tarafa yöneldiler. Çok geçmeden birkaç Alp’in düşmanla cenk ettiğini gördüler. Gözlerini kırpmadan oklarına sarıldılar. Kısa ama çetin bir çatışmanın ardından düşmanlar yere serildi.

 

O an, içlerinden biri atını zor bela doğrultup yaklaştı. Üstü başı kan içindeydi ama dimdik duruyordu.

 

“Keçilişahlar Obası beyi… Yusuf,” dedi.

 

Pazarlı öne atıldı.

“Osman Bey oğlu Pazarlı Bey ve kız kardeşim Fatma Hatun,” dedi.

 

Yusuf’un bakışları hemen Fatma’ya kaydı. Kalbinde taşıdığı çocukluk aşkı, yılların ardından yeniden karşısındaydı. Göz ucuyla ona bakarken, yüreği bir kez daha titredi. Bir zamanlar yalnızca bir kere görüp unutmamıştı onu. Gönlü başkasına dönmemiş, kalbi hep onun adını fısıldamıştı.

 

Pazarlı, Yusuf’a dönüp,

“Haydi o vakit beraber obaya gidelim,” dedi.

 

Atlara binip Kayı Obası’na vardıklarında, Yusuf’un gözleri hemen otağın önünde dikilen Osman Bey’i aradı. Onu görünce yüzünde sıcacık bir tebessüm belirdi.

 

“Keçilişah Obası beyi, Yusuf Bey,” diye seslendi.

 

Osman Bey, bir an durup Yusuf’a baktı. Sonra yüzünde yılların özlemiyle harmanlanmış bir gülümseme belirdi.

“Yakup Bey oğlu Yusuf Bey ha…” dedi.

 

Yakup Bey, Osman Bey’in cenk yoldaşıydı. Nice seferde omuz omuza dövüşmüş, bir gazada şehit düşmüştü. Yusuf’un babasıydı.

 

“Sizi tekrar gördüğüme sevindim, Osman Bey,” dedi Yusuf, gözlerinde hürmetle.

 

Fatma Hatun bu sözleri duyduğunda şaşırmıştı. Bu adamı daha önce görmüş müydü? Hatırlamıyordu. Ya da kalbinde bir iz bıraktığını bilmiyordu.

 

Osman Bey, Yusuf’un sözlerinden sonra gözlerini Fatma ile Pazarlı’ya çevirdi.

“Demek benim evlatlar tam zamanında yetişti ha,” dedi gururla.

 

Yusuf başını eğip tebessüm etti.

“Öyle oldu. Fena yakaladılar.”

 

Osman, bir adım atıp elini Yusuf’un omzuna koydu.

“Bunca vakitten sonra tekrar bir aradayız. Sen gayrı yalnız değilsin, bunu bilesin.”

 

Yusuf da aynı sıcaklıkla,

“Var olasın Osman Bey,” dedi.

 

O esnada Pazarlı, başını yana çevirip biraz da şaka yollu,

“Bir tanesini daha bıraksaydık iyi olurdu ama,” dedi.

 

Orhan Gazi o an söze karıştı,

“Dur tahmin edeyim kardeşim… Fatma’nın gazabına uğradı, değil mi?”

 

Pazarlı gülerek başını salladı.

“Öyle oldu ağabey.”

 

Fatma ise kollarını bağlamış, gülümseyerek,

“Hem pusat tutmayı bilmezler, hem de pusu kurarlar. Suç benim mi yani?” dedi.

 

Fatma Hatun, tıpkı anası Malhun gibi dimdik bir kadındı. Hatta kimi zaman Malhun Hatun bile onun dirayetinden etkilenirdi. Lakin o günden beri, Yusuf Bey’in yüreğinde bir başka ateş yanıyordu. Onu tekrar gördüğü andan itibaren… Kalbindeki eski sevda, alev alev yanmaya başlamıştı yeniden.

 

Tabii, yine senin tarzına ve kurduğun hikâyeye sadık kalarak, dış ses anlatımıyla devam ediyorum:

 

 

Keçilişah Obası - Yusuf’un Otağı

 

Kayı Obası’ndan döndüğünde, Yusuf doğruca otağına gitti. İçeri girer girmez, otağın köşesindeki eski sandığı açtı. Eliyle kumaşların arasından usulca çıkardı onu. Yıllardır sakladığı, toz bile kondurmadığı o kolyeyi…

 

Avcunun içine alıp uzun uzun baktı. Sanki içindeki yılların özlemi o küçük kolyede toplanmıştı. Kayı Obası’nda Fatma’yı yeniden görmüştü. Çocukluk hatırasını… İlk sevdasını…

 

1290 - Kayı Obası

 

O yıllarda, Osman Bey tüm civar obaların beylerini Kayı’ya davet ettiğinde, Keçilişah Obası da o davete icabet etmişti. Yakup Bey, iki oğlunu da yanına almıştı; Hasan ve Yusuf.

 

Yusuf, oba meydanında etrafı seyrederken birden gözleri bir kıza takıldı. Uzakta durmuş, saçları rüzgârla savruluyordu. Yaşı Yusuf’tan birkaç küçük görünse de… Yusuf’un gözünde bir düş kadar güzeldi. Kimdi bu kız?

 

Yanındaki ağabeyi Hasan, Yusuf’un bakışlarını fark edip hafifçe gülümsedi.

“Osman Bey’in kızı, Fatma Hatun,” dedi.

 

O an Yusuf’un kalbi bir başka attı. Gözlerini alamadı. Ama Fatma çoktan gözden kaybolmuştu. Gerideyse yalnızca düşürdüğü bir kolye kalmıştı. Yusuf, kolyeyi yerden aldı. Geri vermek istedi ama bir daha göremedi onu. Belki bir daha hiç göremeyeceğini sanmıştı. Ta ki bugüne kadar…

 

Şimdi

 

O günden sonra, Fatma bir daha çıkmamıştı karşısına. Önce babası şehit düşmüş, sonra Yusuf’un omuzlarına obasının yükü binmişti. Öyle gençti ki o zaman… Lakin o yükü büyük bir vakar ile taşımıştı.

 

Yıllar geçip gitmişti, ama o kolye… Ve o yüz… Hiç gitmemişti Yusuf’un aklından.

 

O sırada dışardan bir ses geldi.

“Oğlum!” diye seslendi annesi Selvi Hatun.

 

Yusuf sesin geldiği yöne döndü.

“Gel ana,” dedi.

 

Selvi Hatun içeri girdi.

“Pek merak ettim seni. Nerelerdeydin?”

 

Yusuf yüzüne düşen yorgun tebessümle cevapladı:

“Kayı Obası’ndaydım, ana.”

 

Selvi Hatun bir adım geri çekildi.

“Kayı Obası mı?” dedi hayretle. Yıllar geçmişti… Eşi şehit düştükten sonra ne Osman Bey’i ne de onun ailesini görmüştü. Şimdi o yılların hasreti gözlerinde birikirken, kalbinde ince bir sızı beliriyordu.

 

Ertesi Gün - Kayı Obası

 

Tekfur Andrenin emriyle, Türk kervanlarına saldırılar artmış, mallar gasp edilmişti. Bunu haber alan Osman Bey, obasındaki beylerini toplamıştı.

 

“Alâeddin, sen yanına bir Alp al, Karadin Kalesi’ne gideceksin.” dedi Osman Bey.

 

Alâeddin öne çıktı,

“Buyruğundur, beyim.”

 

Pazarlı ise bir adım öne atıldı,

“Beyim, ben de gideyim ağabeyimle.”

 

Osman başını iki yana salladı.

“Siz benimle geleceksiniz. Karesi Bey’in yanına.”

 

Hepsi bir ağızdan:

“Buyruğundur, beyim.”

 

Alâeddin yola düştü. Yanında güvendiği Alp’i ile birlikte Karadin Kalesi’ne vardı. Aynı saatlerde Osman Bey ve diğer evlatları, Karesi Bey’in otağındaydı.

 

Karesi Bey’in Otağı

 

“Kendine biat toplarsın bilirim Osman Bey,” dedi Karesi.

“Ama yine de acelecisin. Vezir Ömer Hazretlerinin karşısına öyle kolay çıkamazsın.”

 

Osman Bey bir adım öne çıktı, gözleri hiddetle doluydu:

“Sen ne dersin ha? Bizi toy erlerden mi sandın? Çaşıtlarını sezmedik mi sanırsın? Devletim der, biat toplarsın ha? Gör bakalım kim devlettir.”

 

Karesi Bey bir tebessümle başını sallar gibi oldu.

“Kudretlisin Osman Bey… Amma beylikte değil, erlikte senin gibi yiğitlere hep yer vardır. Gel, buyruğuma gir. Cihanı titretelim birlikte.”

 

Osman Bey, gözlerini kıstı, sesi bir cihanı sarsacak kudretteydi.

“Buyruk ha? Sen benim karşıma geçip ayağımın altında durduğun sürece, titreyen yalnızca yüreğin olacak. Karesi Bey.”

 

Karesi bir adım geriye çekilir gibi oldu.

“İmdi biraz da senin yüreğin titresin Osman Bey… Zira evladın, Alâeddin Bey… Karadin zindanında tutsaktır.”

 

Tam o sırada, Kayı Obası’na bir atlar gelmişti ama tek başlarına yolcuları yoktu. Malhun Hatun ve Bala Hatun korku ile birbilerine bakarlar

Bölüm : 16.04.2025 20:39 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Gökçe Eren / Ben Seni Bilirim / 1.
Gökçe Eren
Ben Seni Bilirim

16 Okunma

2 Oy

0 Takip
2
Bölümlü Kitap
Hikayeyi Paylaş
Loading...