30. Bölüm

1.

Gökçe Eren
gokce59

1524 –

 

Mahidevran Sultan, iki oğlunu da yanına alarak Hatice Sultan ve İbrahim Paşa’nın sarayına gelmişti. İlk göz ağrısı Şehzade Mahmud’un ölümünü hâlâ atlatamamıştı. Aslında Mahmud’un gidişiyle birlikte hayatının dengesi de bozulmuş, her şey tepe taklak olmuştu. Onun ölümünden kısa bir süre sonra Hürrem doğurmuş, sarayda yeni bir sevinç yaşanmıştı ama Mahidevran için o günden sonra ne sevincin bir anlamı vardı ne de sarayın gülüşlerinin…

 

En acısı da Mahmud’un sadece halkın değil, babasının da zihninden silinmesiydi. Sanki hiç yaşamamış gibi…

 

Hatice Sultan, kardeşçe bir sevgiyle bakarak sordu:

“Mahidevran, daldın gittin…”

 

Mahidevran başını eğdi, sesi uzaklardan gelir gibiydi:

“Mahmud’umu düşünüyordum, Sultanım.”

 

Hatice biraz yaklaştı, iç çekerek ismini yineledi:

“Mahidevran…”

 

“Yeni şehzade gelince herkesin acısı dindi. Hoş…” diye devam etti Mahidevran, sesi biraz daha sertleşmişti. “Benim yavrum zaten hep ötekilendi.”

 

Hatice’nin yüzünde bir kırgınlık belirdi.

“O senin olduğu kadar abimin de oğluydu,” dedi usulca.

 

Mahidevran başını kaldırdı, gözlerinde biriken yaşlar öfkeyle karışıktı:

“Bunu çok iyi gördüm Sultanım. Bir kez bile bana gelip, ‘Nasıl oldun Mahidevran?’ demedi. ‘Bu kadın evlat kaybetti, öfkesi bundandır’ demedi. Unuttu… evladımı unuttu!”

 

Hatice Sultan iç çekti.

“O seni Hürrem’i kıskanıyorsun sandı. Malum… Senin onun sofrasına zehir koyduğun söylendi.”

 

Mahidevran gözlerini kaçırmadı.

“Cezamı evladımı kaybederek çektim ben Sultanım. Hem de en ağır şekilde ödedim o bedeli.”

 

Bir an sessizlik çöktü. Sonra Mahidevran, artık yorgun ama dimdik bir kadın gibi konuştu:

“Ben artık sadece bir anneyim Sultanım. Evlatlarım için yaşayan bir anneyim.”

 

Tam o sırada kapı aralandı. Nigar Hatun içeri girip eğilerek konuştu:

“Sultanım, Gülsüm Hatun geldiler.”

 

Payitaht’ın meşhur falcısı Gülsüm Hatun içeriye adım attığında, gözleri doğrudan Mahidevran Sultan’a kilitlendi. O bakış, öylesine keskin, öylesine derindi ki Mahidevran dayanamayıp sordu:

 

“Neden öyle bakıyorsun?”

 

Gülsüm, gülümser gibi yaparak yanıtladı:

“Siz baharda doğuracaksınız Sultanım.”

 

Mahidevran’ın gözleri büyüdü.

“Ne dedin?”

 

“Bir kızınız olacak… Öyle güzel bir kız olacak ki. Cihan onun adını duyacak. Yalnız güzelliğiyle değil… Zekâsı, sezgileriyle… Yüzyıllar sonra bile ondan söz edilecek.”

 

Mahidevran yutkundu. Aklında bir soru dönüp durdu:

“Şeh…?”

 

Gülsüm başını yavaşça salladı:

“Şehzade değil. Bir sultan… Hem güzel, hem akıllı, hem sezgileriyle yol gösteren biri. Herkesin kaderini değiştirecek.”

 

Hatice Sultan da şaşkındı.

“Emin misin?” diye sordu.

 

Gülsüm Hatun tereddütsüz konuştu:

“Eminim Sultanım.”

 

Bu sözler Mahidevran’ı derinden sarsmıştı. Hünkârın gözünden düşeli çok olmuştu.

 

Dört Gün Sonra –

 

Mahidevran Sultan, o günden beri Gülsüm Hatun’un söylediklerini aklından atmaya çalışıyordu. Ne de olsa insan umut edince daha çok acı çekiyordu. Bu sözlerin asılsız olduğuna kendini ikna etmişti. Zaten bugün perşembeydi. Elbette Hünkar, Hürrem’i çağıracaktı. Sarayda herkesin bildiği bir düzendi bu.

 

Tam bu düşüncelerin içinde kaybolmuşken, içeri sadık kalfası Nigar girdi. Yıllardır yanındaydı. Manisa’dan beri…

 

Nigar usulca eğildi, sesi mahzundu ama aynı zamanda heyecanlıydı:

“Sultanım.”

 

Mahidevran başını hafifçe çevirdi.

“Söyle Nigar.”

 

“Hünkarımız bu akşam sizi huzurlarına bekliyorlar.”

 

O an zaman sanki durdu. Mahidevran Sultan bir an donakaldı. Yıllardır o kapı açılmamıştı ona. Ama hemen toparlandı. Gözlerini Nigar’a dikerek sordu:

“Nigar… Bugün perşembe.”

 

Hatırlatır gibiydi. Ama Nigar bunu elbette biliyordu. Başını eğdi, daha da yaklaştı:

“Bizzat sizi istediler Sultanım.”

 

Bu söz, her şeyden daha çok şey anlatıyordu. Nigar, Mahidevran’a kalpten bağlıydı. Onun her gözyaşına tanık olmuştu. Şimdi ise bu akşam, bir şeyler değişecekti.

 

Mahidevran, daha fazla beklemeden harekete geçti. En zarif kaftanını, en güzel tacını taktı. Saçları özenle toplandı. Yılların yorgunluğu omuzlarındaydı ama bu gece içinde hafif bir kıpırtı vardı.

 

Has Oda’ya adım attığında eğildi.

“Hünkarım.”

Sesi saygılı, ama içinde özlem dolu bir sesti.

 

Süleyman’a bakmasa da hissediyordu. O eski bakışlar… Sanki bir an için geçmiş geri dönmüştü.

Ve o an, Sultan Süleyman yavaş adımlarla yaklaştı, eğildi…

Ve dudakları Mahidevran’ın dudaklarına değdi.

 

Gecenin sessizliğinde, kırık bir kalbin yeniden atışına tanıklık etti saray duvarları.

 

Birkaç Hafta Sonra –

 

Mahidevran Sultan birkaç kez daha Hünkar’ın huzuruna çağrıldı. Her biri, eskisi gibi olmasa da içini ısıtan anlardı. Ancak Hürrem’in etkisi hâlâ sarayın her köşesindeydi.

 

Bir süredir hissettiği rahatsızlıklar yüzünden Ebe Kadın çağrıldı. Baş dönmeleri, halsizlik… Önce önemsememişti ama Nigar’ın ısrarı üzerine razı oldu.

 

Odasında, solgun bir pencere ışığı altında oturuyordu Mahidevran. Ebe Kadın elini karnına koyup nabzı dinledikten sonra doğruldu. Gözlerinde bir ışıltı vardı.

 

“Gözünüz aydın Sultanım… Gebesiniz.”

 

Mahidevran duyduklarına inanamadı. Gözleri istemsizce doldu. Eli karnına gitti. O an, içinde yeniden bir hayat filizlenmişti.

Yıllardır taş gibi duran kalbi birden yumuşadı. Sessizce “Şükürler olsun” dedi.

 

Ve haber… Saraya yıldırım gibi yayıldı.

 

Ama bu haberin ulaştığı bir başka odada, biri duvarlara öfkesini kusuyordu.

 

Hürrem Sultan.

 

Aynaya bakarken dişlerini sıktı:

“Allah kahretsin.”

 

Gül Ağa hemen yetişti:

“Sakin olun Sultanım.”

 

Ama Hürrem sakin değildi. Gözleri öfkeyle parladı.

“Ya şehzade doğarsa?”

 

Bu, onun en büyük korkusuydu. Mahidevran’dan bir şehzade daha… Taht mücadelesinde yeni bir tehdit demekti.

 

O sırada, Şehzadeler Ahmed ve Mustafa ise bambaşka duygular içindeydi. Saray bahçesinde yürürken Ahmed heyecanla sordu:

 

“Abi, kardeşimiz kız mı olacak, erkek mi?”

 

Mustafa hafifçe gülümsedi.

“Bilmem… Allah’ın takdiri.”

 

İkisinin gözlerinde de umut vardı. Çünkü artık yalnız değillerdi. Kendi annelerinden, kendi kanlarından bir kardeşleri daha gelecekti dünyaya.

 

1525 –

 

Mahidevran Sultan’ın hamileliği artık son günlerindeydi. Karnı iyice büyümüş, yürüyüşü yavaşlamıştı. Baharın ortasında, sarayın koridorlarında onun ağır adımları yankılanırken gözleri hâlâ gururla parlıyordu. Uzun yıllar sonra yeniden anne olacaktı. Bu, onun için sadece bir çocuk değil, aynı zamanda ikinci bir başlangıçtı.

 

Oğulları Şehzade Mustafa ve Şehzade Ahmed, heyecanla etrafında pervane oluyordu. Ahmed neredeyse her gün aynı soruyu soruyordu:

 

“Kardeşimiz ne zaman doğacak?”

Mustafa da bir gün annesinin dizine yaslanarak şöyle dedi:

 

“Anne… Kardeşimiz acaba kız mı olacak erkek mi?”

 

Mahidevran Sultan gülümsedi o an. Sanki içindeki korkuyu kısa bir anlığına unutmuş gibiydi.

 

“Siz ne olsun istersiniz?” diye sordu.

İkisi de aynı anda “Kız” diye karşılık verdi.

 

Mustafa’nın cevabı içini titretmişti Mahidevran’ın.

“Mihrimah var, evet… Ama ben senin doğurduğun bir kız kardeş istiyorum,” demişti Mustafa.

Ve işte o anda Mahidevran, oğullarının sevgisiyle sarmalanmıştı. Falcının sözleri kulağında çınlıyordu:

“Bir kızınız olacak… Hem çok güzel, hem çok akıllı…”

 

Ama ne yalan söylemeli, kalbinin bir köşesinde hâlâ bir şehzade arzusu vardı. Çünkü Hürrem de hamileydi. Ve bu yarış, hâlâ bitmemişti.

 

10 Gün Sonra –

 

Her şey sıradan bir sabah gibi başlamıştı. Mahidevran Sultan, odasında oturmuş nakış işliyordu. Ellerinde kasnak, gözlerinde belli belirsiz bir yorgunluk vardı.

 

Ama birden, gözleri irileşti. Elindeki kasnak yere düştü. Karnını tuttu. Sancı öyle şiddetliydi ki, konuşmak bile zorlaştı.

 

“Geliyor… Galiba geliyor…” diyebildi sadece.

 

Hacı Ağa ve Nigar Kalfa, telaşla yanına koştular. Ardından hekim kadın çağırıldı. Saray o gün Mahidevran’ın çığlıklarıyla inledi.

 

Ebe Kadın elinden gelenin en iyisini yapıyordu. Son bir çaba, son bir ıkınma… Ve sonra, odada yankılanan bir bebek ağlaması.

 

“Gözünüz aydın sultanım… Çok güzel bir kızınız oldu,” dedi ebe kadın.

 

İşte o an… Yüzüne bir gölge düştü Mahidevran’ın. Bir anlığına sadece bir anlığına, yine Hürrem’e yenildiğini düşündü. Ama sonra bebeği kollarına aldı. Onun o mis gibi kokusunu duyduğunda… Her şey sustu. Her düşünce, her acı… sadece o bebek kaldı.

 

“Seni çok seveceğim güzel kızım… Ben senin hep yanında olacağım,” dedi.

 

Daye Hatun, bu anın güzelliğini görünce hemen Valide Sultan’a koştu.

“Gözümüz aydın Validem… Mahidevran Sultan’ımız dünyalar güzeli bir kız doğurdu,” dedi.

 

Sarayda sevinç büyüktü. Ama en çok sevinen iki kişi vardı: Mustafa ve Ahmed.

 

“Biz kardeşimizi görmeye gidebilir miyiz?” diye sordu Mustafa.

 

Valide Sultan, gözleri dolu dolu, başını salladı.

“Tabii… Gidin,” dedi.

 

Çocuklar heyecanla çıkarken, Valide Sultan Daye’ye döndü ve anlamlı bir şekilde sordu:

 

“Bir durum var mı?”

 

Soru uzundu ama cümle kısaydı. Daye anladı. Hürrem gibi davranıp davranmadığını soruyordu… Ama cevap çok netti bu kez.

 

Harika ilerliyorsun, yine dış ses anlatımıyla ve senin üslubuna sadık kalarak devam ediyorum:

 

 

Daye Hatun, Valide Sultan’a dönüp içtenlikle konuşmuştu:

“İlk bir yüzü düşer gibi oldu… ama bebeği kucağına aldığında yüzünde güller açtı, Validem.”

Bu sözler sarayda yankılanan duyguların en sade ifadesiydi.

 

O sırada Mahidevran Sultan’ın dairesi dolup taşıyordu. Herkes, yeni doğan sultana bakıyordu…

Ama bir çift göz vardı ki; bakışlarında kıskançlık ve öfke okunuyordu.

Hürrem Sultan.

O, Mahidevran’ı yıkılmış görmek için gelmişti. Gözleri kararmış, sesi susmuş, gururu kırılmış bir kadın…

Ama şimdi karşısında dimdik duran, gözlerinde ışık, kucağında zafer taşıyan bir Mahidevran vardı.

 

Tam o anda kapıdan yükselen ses tüm dikkatleri başka yöne çekti:

 

“Destur! Sultan Süleyman Han Hazretleri!”

 

Oda bir anda sessizleşti. Sultan Süleyman içeri girdiğinde gözleri Mahidevran’da değil, doğrudan beşikteydi.

Adımları ağır, ama bir o kadar kararlıydı.

Bebeği kucağına aldı, başını eğdi, dualar fısıldandı…

Ve sonra, üç kez aynı kelimeler döküldü dudaklarından:

 

“Senin adın Raziye… senin adın Raziye… senin adın Raziye…”

 

Bu isim, odadaki herkesi şaşırtmıştı.

Özellikle Valide Sultan.

Mihrimah’a anlamlı, görkemli bir isim verirken, Mahidevran’ın kızı için neden bu sade ismi seçmişti Sultan Süleyman?

Ama bir anda göz göze geldiklerinde Valide Sultan ne düşündüğünü anlamış gibiydi. Hafifçe başını sallayarak şöyle dedi:

 

“Işığıyla karanlığımızı aydınlatsın.”

 

“Âmin, Validem.” dedi Sultan Süleyman.

Bu sözlerde gizli bir anlam vardı. Belki de Süleyman bile farkında değildi ama o isim, gelecekteki fırtınaları dindirecek bir ışığın habercisiydi.

 

Sonra küçük Mustafa heyecanla seslendi:

“Kucağımıza alabilir miyiz?”

 

Valide Sultan gülümsedi, ama nazikçe uyardı:

“Kardeşiniz daha çok küçük, Mustafa’m… Canını yakarsınız istemeden.”

 

Ancak Mahidevran oğullarının gözlerindeki hevesi görünce dayanamadı.

Yüzüne şefkatli bir tebessüm yerleşti:

“Abileri canını yakmaz, Validem. Gelin bakalım şöyle.”

 

Minik Raziye, dikkatlice Mustafa’nın kucağına bırakıldı. Ahmet de yanına oturdu, birlikte tuttular kardeşlerini.

Ve o sırada bebek hafifçe gülümsedi.

İki kardeşin gözleri parladı.

 

“Aaa güldü!” dedi Ahmed.

Hatice Sultan, o tatlı tabloyu izlerken içten bir yorum yaptı:

“Abileri olduğunuzu hissetti demek ki…”

 

 

Akşam olduğunda, küçük şehzadeler annelerinin yanından ayrılmak istemedi.

O gece, Raziye’nin beşiği çevresine örülmüş sevgiden bir duvar vardı.

 

Yatmadan önce Ahmet, annesinin yanına kıvrılmış, gözlerini kardeşine dikmişti:

“Çok küçük…”

 

Mahidevran gülümseyerek saçlarını okşadı:

“Sen de en az onun kadar küçüktün Ahmed’im… Ama şimdi bak, abi oldun.”

 

Mustafa ise elini kardeşinin beşiğine uzatarak konuştu:

“Biz hiç ayrılmayacağız kardeşimizin yanından anne. Onun da, senin de hep yanınızda olacağız.”

 

Ahmed hemen onayladı:

“Hep.”

 

Mahidevran Sultan, gözlerini iki oğluna ve beşiğin içinde mışıl mışıl uyuyan kızına dikti.

Kalbindeki sızı, geçmişin yaraları hâlâ oradaydı.

Ama artık bir sebebi vardı.

Yaşamak için, direnmek için, dik durmak için bir değil… üç sebebi.

Süleyman’ın kalbinde yerini kaybetmişti belki…

Ama gözlerinin önünde duran üç parça can, onun tüm dünyasıydı.

 

Yine aynı anlatım diliyle, başkası anlatıyor gibi, dış ses tarzında devam ediyorum:

 

 

Aradan 3-4 ay geçmişti.

 

Sarayda yine bir doğum sevinci yaşanmış, Hürrem Sultan, üçüncü şehzadesi Şehzade Beyazıd’ıdünyaya getirmişti.

Göğsünü gere gere geziyordu sarayda, yüzünde “bir kez daha ben kazandım” bakışı…

Ama Mahidevran Sultan’ın artık bu bakışlara karnı toktu.

Kızını Gülşah’a emanet edip Hürrem’in doğumunu tebrik etmeye gitmişti.

 

Tam o sırada…

Şehzadeler, Hacı Ağa eşliğinde dersten dönüyorlardı ki…

Koridordan yükselen bir ağlama sesiyle irkildiler.

 

Mustafa hemen sesi tanıdı.

“Raziye!”

 

Koşarak odaya girdiğinde kardeşini yerde buldu. Minik bedenini kucakladığında bebek hâlâ ağlıyordu.

Öyle bir ağlamaydı ki… hem acı hem de korku yüklüydü.

 

Hacı Ağa hemen etrafına bakındı, sesi yükseldi:

“Aman ya rabbi… GÜLŞAH!”

 

Ama ne gelen vardı ne de giden.

Ahmed telaşla abisine döndü:

“Abi hemen hekime götürelim!”

 

Kardeşlerini kucaklarına alıp hızla şifahaneye yöneldiler.

Tam o sırada karşılarına Nigar Kalfa çıktı.

Mahidevran Sultan, Raziye’nin acıkmış olabileceğini düşünerek onu yollamıştı.

 

Nigar Kalfa endişeyle sordu:

“Ne oluyor ağam?”

 

Hacı Ağa ise nefes nefese yanıtladı:

“Hemen git Sultanımıza haber ver. Şifaneye gidiyoruz!”

 

“Ne oldu, hasta mı Sultanımız?” diye sordu Nigar şaşkınlıkla.

“Yahu o Gülşah, yalnız bırakmış Sultanımızı! Geldiğimizde yerdeydi! Koş hadi, koş!”

 

 

Valide Sultan’ın dairesine nefes nefese giren Nigar, Mahidevran Sultan’ın yüzüne bile bakmadan, sadece gözleriyle her şeyi anlatmıştı.

Mahidevran kalbinin hızlandığını hissetti.

“Ne olmuş Nigar? Ne olmuş kızıma?”

 

“Bilmiyorum Sultanım… ama yerde bulmuşlar. Şehzadeler şifaneye götürüyor.”

 

Kalbindeki korkuyla ayağa fırladı Mahidevran.

Birlikte şifahaneye vardıklarında…

Ahmed, küçük kız kardeşinin minik eline parmağını koymuş, adeta ona güç veriyordu:

 

“Korkma Raziye, biz buradayız.”

 

Mustafa ise güçlü durmaya çalışıyordu.

Sakin, ama gözleri doluydu.

“İyi olacak Ahmed… merak etme.”

 

Raziye’nin gözleri annesini arıyordu.

Kesik kesik ağlıyor, minicik elleri havaya uzanıyordu.

Tam o sırada içeri Mahidevran, Valide Sultan ve Hatice Sultan girdiler.

 

“Raziyem!”

Mahidevran, bebeğini kollarına aldığında yüzü bembeyazdı.

 

Valide Sultan:

“Torunum iyi mi hekim kadın?”

 

Hekim Kadın:

“Çok şükür ciddi bir şey yok, Sultanım. Ama epey acıkmış küçük sultanımız.”

 

Mahidevran derin bir nefes alırken gözleri öfkeyle dolmuştu.

“Nerede o Gülşah! Neden kızımın yanında değildi?”

 

Hacı Ağa:

“Sultanım, şehzadeleri dersten getirmiştim…”

 

Ahmed:

“Geldiğimizde yerdeydi, anne…”

 

Mahidevran:

“Beşiğinde değildi mi?”

 

Mustafa:

“Hayır, anne. Gülşah da yoktu dairede.”

 

Tam o sırada kapı açıldı.

Telaşla içeriye Gülşah girdi.

Yüzünden suçluluk akıyordu.

Minik sultan uyurken taşlığa çıkmış, hatunlarla sohbet etmeye gitmişti.

Ve unutmuştu… bir bebeği.

 

Valide Sultan bir anda alev aldı.

“Hacı, Nigar… şehzadelerimi dairelerine götür!”

 

Ahmed:

“Ama Raziye…”

 

Hatice Sultan:

“Halacım, Raziye iyi. Bak, o da annenle kalacak şimdi.”

 

Şehzadeler annelerine bakıp çıkarken, odadaki hava donmuştu.

Valide Sultan bir aslan gibi Gülşah’ın üzerine yürüdü.

 

Valide Sultan:

“Sen nasıl torunumu yalnız bırakırsın!”

 

Gülşah:

“Validem, ben–”

 

Valide Sultan:

“Kes sesini! Sende gereğini yap, Mahidevran!”

 

Ardından öfkeyle odadan çıktı.

Mahidevran Sultan ise bebeğini usulca beşiğe yatırdı.

Ve o an… gözleri ateşle doldu.

 

Yavaşça yürüdü Gülşah’ın yanına.

Ve aniden, sert bir tokat patladı.

 

“Seni bir daha evlatlarımın yanında görürsem… derini yüzerim!”

 

Gülşah:

“Affedin Sultanım… bir daha olmaz…”

 

“Bir dahası falan yok!”

“Defol! Gözüm görmesin!”

 

Gülşah korku içinde odadan çıkarken…

Mahidevran tekrar döndü, beşiğe eğildi.

Minik kızının yüzüne baktı, alnına usulca bir öpücük kondurdu.

 

“Kimsenin size zarar vermesine izin vermeyeceğim.”

 

Çünkü o…

Bir kere evlat acısı tatmıştı.

İkinciye asla izin vermeyecekti.

 

 

Bölüm : 13.04.2025 13:49 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Gökçe Eren / Zümrüdü Anka / 1.
Gökçe Eren
Zümrüdü Anka

77 Okunma

10 Oy

0 Takip
5
Bölümlü Kitap
Hikayeyi Paylaş
Loading...