Karaman’dan gelen haber, saraya ulaştığında herkes büyük bir heyecan içindeydi. Şehzade Ahmed’in cariyelerinden biri sağlıklı bir doğum yapmıştı. Bu mutlu haberi duyan Raziye Sultan, babasından izin almak için hemen huzura çıktı.
“Hünkarım,” diye seslendi Raziye, reverans yaparak.
Sultan Süleyman başını kaldırıp gülümsedi. “Gel, Raziye’m.”
Genç sultan, adımlarını dikkatlice atarak babasının karşısına geçti ve hafifçe eğildi.
“Hünkarım, Ahmed abimin cariyelerinden biri doğum yapmış. Müsaadeniz olursa Karaman’a gitmek istiyorum.”
Sultan Süleyman kısa bir sessizlikten sonra başını salladı. “Yalnız olmaz ama. Bali Bey de seninle gelsin.”
Raziye Sultan hafifçe kaşlarını çatsa da bunu belli etmedi. “Siz nasıl uygun görürseniz, Hünkarım,”dedi ve reverans yaparak huzurdan ayrıldı.
Ancak içten içe, Malkoçoğlu’nun da kendisiyle geleceğini öğrenmek hoşuna gitmemişti. Çerkesya’da kendini korumayı öğrenmişti. Buna ihtiyacı yoktu.
⸻
Şehzade Ahmed, yeni doğan evladını kucağına aldığında mutluluktan içi içine sığmıyordu. Fakat yüzü her zamanki gibi ciddi ve kararlıydı. Bebeğin narin yüzüne baktıktan sonra gözlerini Ömer Ağa’ya çevirdi.
“Evladımın ismini validem ve ağabeyim gelince koyacağım, Ömer Ağa.”
Sadık adamı, derin bir nefes alarak başını salladı. Ancak ardından, Payitaht’tan gelen bir başka haberi de vermesi gerektiğini fark etti.
“Şehzadem, Payitaht’tan haber geldi. Raziye Sultanımız da teşrif edecekler.”
Şehzade Ahmed bu haberi duyduğunda hafifçe başını salladı. “Hünkarımız?”
Ömer Ağa kısa bir tereddütten sonra yanıt verdi. “Hayırlı olsun dileklerini iletmişler, Şehzadem.”
Şehzade Ahmed için bu sürpriz olmamıştı. Babasının önceliklerini ve kararlarını artık çok iyi biliyordu.
Raziye Sultan, Karaman’a gitmek için hazırlıklarını tamamlarken, teyzeleri Akile ve Belkıs Hatun da onunla birlikte yola çıkmaya hazırlanıyordu. Malkoçoğlu Bali Bey ve Akile Hatun’un eşi Behram Paşa da kafileye eşlik edecekti.
Akile Hatun, genç sultanın yüzündeki ifadeyi fark ettiğinde kaşlarını hafifçe çattı.
Raziye Sultan aynaya bakarak kaftanının yakasını düzeltti. “Çok iyiyim.”
Akile Hatun ona şüpheli gözlerle baktı. “Ne yapmaya çalışıyorsun?”
Raziye hafifçe gülümsedi. “Ne yapıyor gibi duruyorum?”
Belkıs Hatun ise doğrudan konuya girdi. “Hürrem’e resmen savaş ilan ettin. Açık açık olmasa da…”
Raziye Sultan kaftanını düzelterek iç çekti. “Siz de yıllardır saraydasınız. Sizce orada merhametli olursam hayatta kalabilir miyim? Annemi, abilerimi hayatta tutabilir miyim?”
Derin bir sessizlik oldu. Akile ve Belkıs Hatun birbirlerine baktılar. Sarayda merhametin hiçbir hükmü yoktu.
Raziye Sultan, teyzelerine son bir bakış attıktan sonra odadan çıkıp hızla yola koyuldu.
Manisa Yolu - Mahidevran Sultan’ın Arabası
Mahidevran Sultan, yeni doğan torununu görmek için Manisa yolundaydı. Fakat yol boyunca gözleri dalgın, zihniyse bambaşka bir yerdeydi.
Yanında oturan Nigar Hatun, onun bu düşünceli halini fark etti.
Mahidevran Sultan, kaşlarını çatıp başını iki yana salladı. “Kafamda hâlâ o rüya var, Nigar.”
Önde oturan Hacı Ağa hafifçe geriye dönerek konuştu.
“Adı üstünde rüya, Sultanım. Şehzadelerimiz de Sultanımız da iyiler.”
Fakat Mahidevran’ın içine sinmeyen bir şey vardı. Sarayda geçirdiği yıllar ona bir şey öğretmişti: Rüyalar bazen sadece rüya olmazdı.
Derin bir nefes aldı. “Oğullarımı da kızımı da korumam lazım.”
Ama nasıl yapacağını bilmiyordu. Hele ki Raziye, Hürrem’in gölgesi altındayken…
Karaman Sarayı’nda o gün ayrı bir heyecan vardı. Mahidevran Sultan ve Şehzade Mustafa’nın gelişiyle saray canlanmış, Şehzade Ahmed de onları karşılamak üzere sarayın girişinde beklemekteydi.
Ahmed, annesini gördüğü anda saygıyla eğildi ve Mahidevran Sultan, gözleri sevinçle parlayarak oğluna sarıldı.
“Ahmed’im… Aslan şehzadem,” diye mırıldandı.
Şehzade Mustafa da kardeşine sıkıca sarıldı. Üçü bir arada olduklarında Mahidevran Sultan, hasret dolu gözlerle evlatlarını süzüyordu. Ancak Ahmed, hâlâ eksik birinin olduğunu hatırlatarak,
“Bir süre daha beklememiz gerek, validem. Zira kardeşim de geliyor,” dedi.
Mahidevran Sultan, kızının da geleceğini duyunca yüzü aydınlandı.
Sonunda beklenen araba da sarayın avlusuna girdi. Mahidevran Sultan ve şehzadeler hemen kapıya yöneldiler. Kapılar açıldığında Raziye Sultan, zarif bir edayla arabadan indi.
Mahidevran, kızını görünce gözyaşlarını zor tuttu. Günlerdir aklında olan o rüyanın da etkisiyle ona daha sıkı sarıldı.
Raziye, annesinin hasret dolu sarılışını hissederken, gözleri tatlı bir hüzünle parladı.
Bu manzarayı izleyen Şehzade Mustafa, Şehzade Ahmed’e dönerek alaycı bir gülümsemeyle,
“Görüyorsun değil mi Ahmed? Validemiz kızını görünce bizi hemen unuttu,” dedi.
Ahmed başını sallayarak, “Gördüm abi,” diye karşılık verdi.
Raziye, abilerinin bu şakacı sözlerine gülümseyerek, “Kıskanmayın lütfen,” dedi ve onlara da tek tek sarıldı.
Sonrasında hep birlikte küçük şehzadenin yanına çıktılar.
Şehzade Ahmed, odada yeni doğan oğlunun beşiğine baktığında, gözlerinde büyük bir gurur vardı. Ardından annesine dönerek,
“Validem, büyük validesi olarak evladıma siz isim koyun,” dedi.
Mahidevran Sultan, minik bebeği kucağına aldığında uzun uzun ona baktı. Gözleri dolmuştu. Zira onda, yıllar önce kaybettiği oğlunu, Mahmud’u görmüştü.
İçinde kabaran duygularla, bir anlığına geçmişe döndü. Ve gözleri yaşla dolarken, titreyen sesiyle,
“Senin adın Mahmud… Senin adın Mahmud… Senin adın Mahmud…” diye fısıldadı.
Bu ismi duyan herkes hüzünlendi. Geçmişin yarası bir anlığına yeniden açılmış, ama bu kez Mahmud ismiyle bir umut doğmuştu. Dua okunduktan sonra, herkes biraz olsun içini ferahlatabilmek için bahçeye çıktılar
Ramazan ayının ilk sahuru yaklaşırken Karaman Sarayı’nda huzurlu bir akşam yaşanıyordu. Bahçede toplanan aile, bir arada olmanın mutluluğunu hissediyordu. Raziye Sultan, küçük yeğeni Ayşe ile oyun oynarken, etrafta neşeli kahkahalar yankılanıyordu.
Mahidevran Sultan, derin bir nefes alarak, “Çok şükür, hepimiz bir aradayız,” dedi, gözleri ailesinin üzerinde gezindi.
Belkıs Hatun, içten bir duayla, “Allah bir daha ayırmasın,” diye karşılık verdi.
Şehzade Mustafa, “Amin,” diyerek başını salladı.
Akile Hatun, yeğenine ve küçük Ayşe’ye gülümseyerek, “Maşallah şunlara bak,” dedi.
Herkes huzur içinde vakit geçirirken, Mahidevran Sultan’ın bakışları bir anlığına duraksadı. Bir şey dikkatini çekmişti. Malkoçoğlu Bali Bey, oturduğu yerden Raziye Sultan’a bakıyordu—hem de derin, düşünceli bir bakışla. Mahidevran Sultan, bu durumu fark etmesine rağmen sessiz kaldı, ama gözleri zaman zaman Bali Bey’e kaymaya devam etti.
Bu sırada, Hürrem Sultan için gece pek de huzurlu değildi. Günlerdir Manisa’dan haber gelmemesi onu rahatsız ediyordu. İçinde büyüyen şüphe ve huzursuzlukla, odasında gidip geliyor, düşüncelerini toparlamaya çalışıyordu.
Birden sert bir sesle, “Gönderdiğimiz casustan neden hâlâ haber gelmedi?” diye sordu.
Gül Ağa, çaresizce omuz silkerek, “Vallahi anlamadım ki Sultanım. Hatundan hiç ses seda yok,” dedi.
Hürrem Sultan’ın kaşları çatıldı. “Biri öğrendi mi yoksa?” diye sordu, sesi şüphe doluydu.
Gül Ağa, endişeyle başını salladı. “Sanmam Sultanım, bütün tedbirler alındı,” dedi ama kendi sözleri bile onu tatmin etmemişti.
Hürrem Sultan, odada volta atmaya devam etti. Ama içini kemiren o his bir türlü geçmiyordu. Nasıl olurdu? Bütün tedbirlere rağmen neden hâlâ bir haber yoktu?
Raziye Sultan, Hacı Ağa’yı kenara çekerek gözlerinin içine baktı. Sesi her zamanki gibi sakin ama kararlıydı.
Hacı Ağa, başını hafifçe eğerek fısıltıyla cevap verdi.
“Aynen dediğiniz gibi yaptık, Sultanım. Hatun artık yok.”
Raziye Sultan, dairesinde kitap okurken Bülbül Ağa telaşla içeri girdi. Soluk soluğa kalmıştı.
“Sultanım, Hürrem Sultan Manisa Sarayı’na bir hatun yollamış… Şehzademizi öldürmesi için!”
Raziye Sultan, elindeki kitabı yavaşça kapattı. Bakışları soğuk ve keskin bir hâl aldı.
Bir an bile düşünmeden emir verdi.
“Hemen Manisa’ya haber yolla. Bir tuzak hazırlasınlar. O hatun illaki abimi öldürmek için fırsat kollayacaktır. Abimin dairesine sızmasını sağlasınlar… Sonrasında icabına baksınlar.”
Bülbül Ağa, hızlıca başını sallayarak dışarı çıktı. Raziye Sultan derin bir nefes aldı. Hürrem Sultan’ın durmayacağını biliyordu. Ama ne olursa olsun, abilerini ona yem etmeyecekti.
“Hatun konuştu mu?” diye sordu Raziye Sultan, gözleri hâlâ sertti.
Hacı Ağa başını hafifçe eğdi. “Hürrem Sultan’ın yolladığını itiraf etti ama…”
Raziye Sultan, tek kaşını kaldırdı. “Ama?”
İşte bu iyi olmamıştı. Kanıt olmadığı sürece Hürrem Sultan’ı bu işin arkasında göstermek kolay olmayacaktı. Ama Raziye Sultan, onu biraz tanıyorsa, Hürrem eninde sonunda kendini ele verecek bir hata yapardı.
Derin bir nefes alıp hafifçe gülümsedi. “Tamam, gidebilirsin.”
Ramazan dolayısıyla şehirde büyük kutlamalar vardı. Halk meydanlarda toplanmış, şenlikler düzenlenmişti. Havai fişekler gökyüzünü aydınlatırken, Raziye Sultan bahçede durmuş, büyüleyici manzarayı izliyordu.
Bir süre sonra yanında birinin durduğunu fark etti. Hafifçe dönüp baktığında, Malkoçoğlu Bali Bey’in sessizce ona eşlik ettiğini gördü.
“Ne kadar güzel, değil mi?” diye sordu Raziye Sultan, gökyüzüne hayranlıkla bakarken.
Malkoçoğlu, gözlerini ondan ayırmadan cevap verdi. “Öyle, Sultanım.”
Raziye, hafifçe gülümsedi. “Sanki yıldızlar dünyaya inmiş gibi…”
Ama o gökyüzüne hayranlıkla bakarken, Malkoçoğlu da ona hayranlıkla bakıyordu.
Ve bu bakışı fark eden biri vardı… Mahidevran Sultan.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |