“Onun her adımı kayıp bir zamanın parçası gibiydi…”
Geldiğim noktan memnun değilim. Bunu açıkça söyleyebilirim.
Geçmiş geçmişte kaldı. Değiştiremeyeceğimin bilincindeydim ama bir pazartesi günü sonbaharın en ürpertici soğuğunun olduğu günlerinden birinde sadece ‘Acaba’ diye sordum. Acaba her şeyi değiştirme şansım olsaydı ne olurdu? Neyi farklı yapardım.
Bunu daha önce de birçok kez sormuştum kendime. Artık cevap verebilirim. Geçmişe dair hiçbir şeyi değiştirebilme gücüm yoktu.
Peki ya o zaman geçmişte gözden kaçırdığım bir şeyi gelecekte telafi edebilir miydim? Belki de.
İşte bu yüzden şu an çenemi direksiyona dayamış bardaktan boşalırcasına yağan yağmuru araba camımdan izliyordum. Silecekler araba camından yağmuru savurduğu her defasında gözümle karşıdaki sarışın kızın ne yaptığını inceliyordum.
Her yürüyüşünde sarı saçlarının ucundaki bukleler bir yay gibi hareket ediyordu. Aslında burada yağmurdan net görülmeyen haliyle ne de çok ona benziyordu. Eğer ablamın kaybolduğunu bilmesem oradaki bulanık silüetin ablam olduğuna inanabilirdim.
Örsal Sonkoç’un değişmeyen benzer beğenileri var gibi görünüyordu. İkisi de pek çok yönden birbirine benziyordu. Alışverişe düşkünlüğüyle, vücuduna oturan elbiseleriyle, her kıyafetteki fırfır detaylarıyla ya da olmazsa olmaz en az bir yerinde pembenin tonunu kullanışları ya da aynı tatlıyı sevmeleri… Belki de Örsal sıkılmıştı. Ona asla hak vermiyordum ama belki de ablamdan sıkılmıştı ve onu gerçekten de elde ettiğine emin olduktan sonra başka birini aramaya koyulmuştu. Belki de ablamda buldukları ve bulamadıklarının da dahil olduğu bir kızı ağına düşürmek istemişti. O hep aç gözlüydü. Asla elde edemeyeceği birini elde etmek onun bu dünyadaki en büyük başarısı olmalıydı. Bu yüzden Çilay Zümrüt’ün peşinden gitmiş olabilirdi. Ne de olsa genç, güzel ve toydu.
Dikkatimi araba camından süzülen yağmurdan çekip mağazadan çıkan kıza yönelttim. Elindeki alışveriş torbalarını işaret ettiği anda yanındaki takım elbiseli, uzun boylu adamlar ona doğru uzandı. Üzerindeki kalın kürke sarılıp elini sakince karnına götürdü.
Neden bilmiyordum ama onu izlediğim iki hafta boyunca bunu her yaptığında içim sızlıyordu. Evet, gözetlemeye başlayalı iki hafta olmuştu. Bu kadar uzun süreceğini bende düşünmemiştim. Onunla hemen yüzleşecektim aslında. Ama takılı kaldım. Onu sorguya çektiğimde bana yalan söylememesi için onu iyice tanımak istiyordum.
Telefonuma gelen mesaj bildirimiyle kafamı ekrana çevirdim. Deniz’in sitemkar dolu mesajına okudum. ‘Bugün tam iki hafta oldu. Ne zaman işe geleceksin? İşler hallolur ama senin için endişeleniyoruz.’
Telefonu cebime yerleştirirken kafamı kaldırdım. Çilay Zümrüt’ün arabası ortada yoktu ama sorun değildi çünkü gideceği yer zaten buluşacağımız yerdi. Artık onunla yüzleşme vaktimin geldiğini biliyordum. Ablamın arkasında bıraktığı sırları öğrenmem gerekiyordu. Belki de ablamın bile bilmediği şeyler vardı ama ben bilmeliydim. Çünkü eğer sırları öğrenirsem ablamın da yerini öğrenebileceğime dair bir inancım vardı.
Onun bilmediği bir randevumuz vardı ve ben onun aksine buluşmaya hazırlı ve tam zamanında gidecektim.
İki Hafta Önce:
Yeni bir güne uyanmak istemeyerek yastığa kafamı koymuştum. Bir kabusla uyandığımda ise bir daha asla geri uyumak istemedim. Çilay Zümrüt rüyalarımda beni rahatsız etmeye başlamıştı.
Dünün gerginliğini üzerimden atamadığımı düşünerek onu gördüğümü varsayıyordum ama ablam hakkımda söylediklerinin hala etkisindeydim.
Üzerimdeki örtüyü kenara çekip ayağa kalktım. Perdeleri aralayıp etrafı izledim. Sis ve yağmurdan bahçeyi göremiyordum bile.
Aşağıya inmeden hemen öncesinde telefonumu yanıma aldım. Mia ve Oscar’a seslenip mama kaplarını yemleriyle doldurdum. Aklım hala oradaydı. Buna bir çözüm bulmam gerektiğini biliyordum.
Dün gözümün içine baka baka bana yapılan saygısızlığı unutacak değildim. Dahası Melahat Sonkoç’un Çilay ile olan bu anne-kız ilişkisi içimi sızlatıyordu. Hazen o kadınla hep yakın olmak istemişti ama bir türlü kendini sevdirememişti.
Dış kapı zilinin çalmasıyla kapıya doğru yöneldim. Silüetinden Serra olduğunu hemen anlamıştım. Kapıyı açar açmaz Serra büyük bir heyecanla bağırdı. “Bana olan her şeyi tek tek anlatıyorsun!”
Öksürürken eliyle ağzını kapatmaya çalışsa da elindeki poşetler ona engel olmuştu. “Bağışıklığın baya güçlü olsa gerek, ben hastalıktan geberiyorum!”
“Evet, kolay kolay hasta olmam,” derken kapıyı örttüm. Mutfağa giden Serra’yı takip edip elindeki poşetleri açmasına yardım ettim. “Sanırım bana kahvaltıya geldin. Öyle gözüküyor,” diyip gülümsedim.
“Habersiz geldiğimi daha ne kadar tatlı şekilde söyleyebilirdin bilemiyorum ama haber verseydim işim var derdin.”
Sessizliğimle söylediği şeye onay verdim. Masaya koyduğu börek ve poğaçalar için tabak çıkarıp bar sandalyesine oturdum. Serra elleri belinde sabırsızlıkla beni bekliyordu.
“Kahvaltı için teşekkürler,” dedim asıl konuya gelmeden önce son kez onu çıldırtmak isteyerek. “Normalde kahvaltı eden birisi hiç değilimdir. Eskiden Hazenle sadece.”
“Hazenden bahsetmişken,” dedi karşıma oturup börekten bir parça aldı. “Dün ne oldu artık anlat lütfen. Sana alıştım. Bana bunu bilerek yapıyorsun.” Kahkaha atıp kaşlarını havaya kaldırdı. “Bence bana işkence etmek hoşuna gidiyor.”
“Belki,” diyip kahkahasına karşılık verdim. Poğaçaya uzanıp elimle ikiye böldükten sonra ona bakıp duraksadım. “Aslında… Hiç iyi şeyler olmadı Serra.”
Suratımın düştüğünü görünce morali bozulmuştu. “O kadar kötü müydü?”
“Doğum günü partimi mahvettiler, hayatımı mahvettiler… Hayatımı mahvetmeleri yetmezmiş gibi şimdi de rüyalarıma giriyorlar!”
Serra kıkırdadı. “Yok daha neler!”
“Ciddiyim,” dedim kafamı sallayarak. “Keşke orada olsaydın. Onları birlikte paralardık.” Gülümseyip bir poğaçadan bir ısırık aldım.
“Biliyor musun?” diyip heyecanla ayaklandığında onu izledim. “Onları baya bir paralardık. Herkes bir, biz tek ikimiz. Yine de hallederdik.”
“Bunu kabuslarıma da anlat,” diyip kahkaha attığımda yerine oturdu.
“Pek ruhani bir tip değilim ama arkadaşım için onu da yaparım.”
Söylediği şeyle birlikte elimi elinin üzerine koydum. “Teşekkür ederim Serra. Sen cidden iyi bir arkadaşsın.”
Gülümsemesi yüzüne yayıldı ve göz kırptı. “Sende öyle.”
“Umarım öyleyimdir,” diyip iç geçirdim.
“Tamam artık tam anlamıyla olayları anlatmanın zamanı geldi… Daha kaçamazsın benden.”
Baştan sona her şeyi anlatırken kahvaltı yapmayı bitirip türk kahvesi yapmaya koyulmuştuk. Cezvedeki kahveyi fincanlara dökerken, “Tüm bunların olması beni huzursuz etti ama…” diyip surat astım.
“Ama o kadar iyi yerden vurmuşsun ki inanamadım!”
“Hiçbir kızı babasından vurmayı tasvip etmiyorum. Sonuçta yaşın kaç olursa olsun her zaman bir babanın küçük kızısın ve eğer yaraların varsa asla kapanmayacağını en iyi ben biliyorum.”
Serra kaşlarını havaya kaldırdı. Elini hayır der gibi havada savurdu. “Hemen vicdan yapma. O senin empati duymanı gerektirecek biri değil Neva. Sanki biraz hak etmemiş mi?”
“Etti.” Kısa ve net bir cevaptı. Gerçekten de hak ettiğini düşünüyordum. Bu yüzden onu derinden sarsmak istemiştim.
“Melahat Hanımın yaptıkları da hoş değil.”
“O bu hikayenin canavarı. Aslında bölüm sonu canavarı hikayenin sonunda ortaya çıkar ama belki de Hazenin bu hikayeyi hiç yaşamaması için en başta ortaya çıkmıştı. Yine de Hazen bunu hiçbir zaman anlamadı.”
“Yani her şeye rağmen o adamla evlendi.”
“Evet ama onu uyarmıştım,” diyip tepsiye koyduğum kahve fincanlarını salona kadar taşıdım. İkimizde kahvelerimizi alıp koltuklara yerleştikten sonra bir yudum alıp Serra’nın sorusuna karşılık kahkaha attım.
“Neden gülüyorsun?” diye sordu şaşkınlıkla.
“Sen gerçekten de onların birbirlerine aşık olup olmadığını mı sordun? Hayır, Serra. Bu tek taraflıydı. Daha doğrusu ilk başta öyle değildi ama ben bunu hissetmiştim. Örsalın ona ilgisinin bir gün biteceğini biliyordum. Sonuçta aşk sonsuza kadar sürmeyecekse gerçek aşk mıdır?”
“Bilmem. Ben hiç aşık olmadım.”
“Ne var? Ciddiyim.” Kahkaha attım. “Aşkı hiç tatmadım.”
“Kenan Emir bunu duysa ne düşünürdü acaba?”
“O benim sadece arkadaşım. Eskiden görüştüğüm ama arkadaş kaldığım biri. Her koşulda ne kadar da her defasında şüpheye düşsem de yanımda olan kişiydi. Hep yanımdaydı. Benim için bir dost.”
“Şu an kendini kandırdığının farkındasın değil mi?” Kaşlarını havaya kaldırmış beni süzüyordu. “Üstelik hep senin yanındaydı. Ne olursa olsun. Hislerinizi birbirinize haykırmadığınızda da bunun adı aşk oluyor. Haberin olsun.”
“Bilemiyorum. Zaten şu an düşüneceğim son şey bile değil bu aşk meseleleri. Ben ablamı istiyorum. Onu bulmam lazım Serra.”
“Evet,” diyerek dudaklarını birbirine bastırdı. “Kafan buna takılı biliyorum ama aşk çok güçlü bir şey. Bakarsın kaldırım taşının arasından filizlenen bir çiçek gibi hayatına giriverir. Sonra gözün bir daha o kaldırım taşına takılmaz bile.”
Konuyu daha fazla deşmek istememiştim. Sessizliğe gömülüp kahvemi yudumladım.
“Tamam bu sessizliğin altında iyi bir şey yatmıyor biliyorum. Ne düşünüyorsun?”
“İyi şekilde mi kötü şekilde mi?”
“Aslında bilmiyorum. Tam anlamıyla ablamı değil. Yani sakladığı sırları. Bunları nasıl açığa çıkartabilirim bilmiyorum. Günlüklerinden anladığım bir şey varsa o da palavra sıktığı.”
“Ablamın günlüklerini okuyorum bazen. Bir şey bulurum umuduyla.”
“Daha bulamadın mı? İstersen sana yardım edebilirim.”
“Hayır,” dedim kafamı sallayarak. “Yardıma gerek yok. Orada benim aradığım bir şey yok. Sır günlüklerde saklı değil. Bence tüm sırrı açığa kavuşturacak kişi Çilay.”
Gözleri fal taşı gibi açıldı. “Onunla başka bir şey konuştun mu? Bana bile anlatmadığın bir şey var sanırım.”
“Hayır, tüm olanı anlattım. Sadece o,” dedim düşüncelerime tekrardan dalarak. “Bence o çok şey biliyor ve benim ondan duymam gereken bir şey var. Öyle hissediyorum.”
“Saçmalama Neva… O kızı tanıyorum. Çok aptaldır aslına bakarsan. Bu konu hakkında yani ablan hakkında bir şey bildiğini hiç sanmıyorum. Bildiğim bir şey varsa o da ilgilendiği tek şeyin Örsal olduğuydu. Hazen onun için bir hiçti.”
Son söylediği şeyle bakışlarımı pencereye çarpan yağmur damlalarına çevirdim. “Bu yağmurda gelmek zor olmadı mı?”
“Oldu ama ben yola çıkmadan önce bu kadar yağmıyordu. Sonradan bastırdı yağmur.”
“Ben bu konuyu görmezden gelemem. Söylediğim şey,” diyip kahvesini kenara koyup ellerini havada salladı. “Aptalcaydı, düşüncesizlikti. Özür dilerim.”
“Sorun değil. Bunlar senin düşüncelerin değil ne de olsa. Çilayın düşünceleri… İşte bende bundan bahsediyorum. Onun hakkında hiçbir şey bilmiyorum. Ya da ablam hakkında ne bilip ne bilmediğini. Benim onunla konuşmam lazım.”
“Hayır, bunu yapma.” Sesi sertti. Kızgınlıkla bana baktı. “Size yeterince zarar verdi. Sana daha fazla zarar vermesine izin veremem. Bak onu tanımıyorsun,” dediğinde sözünü kestim.
“İşte bundan bahsediyorum Serra. Onu tanımıyorum.”
“Tamam,” diyip ikilemde kaldı. “O zaman ilk Kenan Emire sor. O sana yardımcı olmayacak mıydı? Üstelik onu özel dedektif olarak tuttun. Sana istediği bilgileri vermek zorunda.”
“Ah!,” dedim heyecanlı. “Doğru ya. Bana bildiği her şeyi söylemek zorunda.” Ayağa kalktım. Ceplerimi karıştırdım. “Telefonum nerede?”
Koşar adımlarla mutfağa koşup telefonumu aldım. Koridorda yürürken Kenan Emir’in numarasını çevirdim. Salona geçip koltuğa yerleştiğimde telefonun diğer ucundan ses geldi. “Efendim, Neva?”
Neşeyle karşılık verdim. “Sana bir şey demem gerekiyor.”
Bir süre sessizlik oldu ardından derin bir iç çekiş sesi. “Söyle bakalım.”
“Bana her şeyi anlatman gerekiyor.”
“Seni özellikle tuttum,” derken gözüm Serra’ya takıldım. Ağzını oynatıp bir şeyler söylüyordu. Anlamadım, der gibi kafa salladım. Eliyle devam et gibi bir hareket yaparak beni gaza getirmeye başladı.
“Evet, evet, evet… Özel dedektif olarak tuttum seni. Bana en baştan tüm bilgileri aktarmanı istiyorum.”
“Tamam ama senin anlayacağın şekilde dosyalamam uzun sürer.”
“O zaman,” diyip düşündüm. “Şimdi anlatsan olmaz mı?”
“Bunun ne kadar uzun süreceğini tahmin ederek beni aramış olmalısın herhalde.”
Sesindeki hafif alaycılığı hemen hissetmiştim ama yine de sormam gerekiyordu. “Niye ne kadar sürer ki?” Saç diplerimi nazikçe parmak uçlarımla kaşıdım.
“O zaman sen bana sadece Çilay hakkında bildiklerini anlat,” diyerek konuya daldım.
“Neva, ne işler peşindesin? Bir işe kalkışacaksın belli. O yüzden olmaz.” Sesinden kızdığını hemen anlamıştım.
“Rüzgar sesi çarpıyor, sesini alamadım. Bir daha söyler misin?” diyerek yalan söyledim. “Çilay diyorum, Çilay hakkında bilgi sahibi olmak istiyorum.”
“Neva ben evdeyim. Ne rüzgar sesinden bahsediyorsun anlamadım.”
“Aferin beş dakikada iki yalan. Başka?”
“Kenan Emir.” Tüm ciddiyetimle ismini zikrettim.
Yine o alışık olduğum iç çekme sesi kulaklarımı doldurduğunda gözlerimi devirdim. “Neden anlatmıyorsun?”
“Çünkü bir delilik yapacağından şüpheleniyorum.”
“Yapmayacağımı sende biliyorsun!”
“Bağırmıyorum!” derken sesim daha da yüksek çıkmıştı. “Her defasında bunu yapıyorsun.” Kolum uyuştuğu için telefonu sol elime aldım. “Benden her şeyi saklıyorsun.”
“Neyden Kenan Emir? Beni neyden koruyorsun?”
“Ben bu pisliğin hep içindeydim zaten. Sen neyden bahsediyorsun?”
“Sana anlatacak hiçbir şeyim yok. Zamanı gelince her şeyi anlatacağım ama şu an seni koruduğumu bil.”
Bağırmamak, konuşmamak için dudaklarımı birbirine bastırdım.
“Neva, dün yaşananlar sana ağır gelmiş olabilir. Çilay Zümrüt artık ister istemez kafana bir kere yerleşmiş olabilir ama biri her ağırına giden bir şey söylediğinde onun üzerine gitmene gerek yok…”
Serra ondan beklediğimin aksine sakince, “Ne dedi?” diye sordu.
“Çok şey söyledi Serra ama hiçbirinin Çilayla alakası yoktu.” Yutkundum. Söylediği şeyin ağırlığıyla omuzlarım ağırlaşmıştı. “Serra, özür dilerim. Dinlenmeye ihtiyacım var.”
“Anladım,” dedi ayaklanarak. “Kahve için teşekkür ederim ama eğer konuşmak istersen…”
Kafamı olumsuz şekilde salladım. “Bunu yalnız halledeceğim.”
“Neva, bir delilik yapmana izin veremem.”
“Serra, yorgunum.” Sesim yorgun çıkmıştı gerçekten de ama yüz ifadem hala aynıydı. Öfkemi ona yansıtmak istemiyordum. Öfkeli olduğum kişi o değildi ne de olsa…
Serra, paltosunu giyinip bana sarıldı. “Lütfen sadece evde biraz dinlenmene bak. Kafanı dinlemek sana iyi gelecektir.”
Paltonun altında kalan sarı saçlarını dışarıya attı ve çantasını alıp bana gülümseyerek kapıyı açtı. Arkasından el salladıktan hemen sonra kapıyı kapatıp yatağıma geçtim.
Bir süre tavanı izledim. Hemen yanımda duran komodindeki günlüklere elim uzandı ama geri çektim. Bilmem gerekenler orada yazılı değil…
İçimdeki sesi susturmaya çalıştım ama engel olamıyordum. Bir şekilde Çilay Zümrüt’e ulaşmam lazımdı. Onu tanımam lazımdı. Aralarında ne geçmişti. Bilmediklerim nelerdi? Her şeyi öğrenmem gerekiyordu.
Ve içimdeki sesi bastırmaya çalışan kişi ben değildim. Korkularım, endişelerimdi. En çokta Kenan Emir’di.
Ona güvenmeli miydim? Bu işin peşini bırakmalı mıydım? O haklı olabilirdi. Belki de sadece ağırıma giden şeyler duymuştum ve Çilay Zümrüt’ü takıntı etmiştim.
Ama ya haksızsa? Ya sezgilerime güvenmem gerekiyorsa? Örsal hakkındaki sezgilerim doğru çıkmıştı, değil mi?
Ayrıca kaybedecek bir şeyim yoktu. Elimden her şeyimi almışlardı. Daha ne kaybedebilirdim ki?
Tüm ikilemlerime rağmen yine kendime güvenmeyi seçmiştim. Kendimden başka güvenebileceğim kimse yoktu çünkü.
Sezgilerimin peşinden gidecektim…
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
5.52k Okunma |
327 Oy |
0 Takip |
26 Bölümlü Kitap |