
1.Bölüm: "Gerçek."
Kabuslarla dolu uyandığım sabahlardan yalnızca birinde, kalbimin nasıl teklediğini anımsıyordum. Ensemde birikmiş ter damlaları saç diplerimi arsızca ıslatmıştı. Üzerimde bir ağırlık vardı ve dokuz saat uyumuş olmama rağmen bedenim, tüm gece ağır bir işte çalışmış gibi yorgundu.
Yataktan doğrulacak gücü zorlukla bulduğumda, sırtımı siyah, derı yatak başlığıma yasladım ve elimi nazikçe enseme yerleştirdim. Parmak uçlarım ensemde biriken terin nemini hissettiğinde yüzüm düşmüştü. Bir kabus görmüş olmalıydım, bu uzun bir zamandır oluyordu ancak ne kabus gördüğümü asla anımsayamıyordum. Sadece içimde kötü bir his vardı, bunu biliyordum.
İç çektim, bu histen kurtulmak için yataktan kalktım ve küçük evimde banyoya doğru ilerledim.
Küçük ve tek kişi yaşadığım evimin içi, tamamen kendi konforuma göre dizayn edilmişti. Sahip olduğum iyi maaşlı işimden kaynaklı kendimi huzurla geçindirecek maddi kaynağı elimde bulundurmanın gururu içindeydim.
Eminim annem ve babam bunu görse, onlar da gurur duyardı ancak beni göremeyecek kadar uzaklardı. İşin kötüsü, onların yüzünü unutmaya başlamıştık. Beynim nankördü, geçen yıllar kıymetli ailemin yüzünü hafızamdan acımasızca silmeye başlamıştı.
Onları kaybettiğimde henüz on sekiz yaşındaydım. Geçen beş sene içerisinde bir şekilde ayaklarım üzerinde durabilmeyi başarsam da, hâlâ göğsümdeki o amansız acıyı atamıyordum.
Banyonun sarı ışığı altında, yüzümü inceledim. Tenim bembeyaz kesilmişti, buna rağmen terlememin eseri olan, yanaklarımdaki kızarıklığa sahiptim.
Uzun, koyu renk saçlarımı geriye doğru attım. Aynada kestane gözlerimle çarpıştı bakışlarım. Son günlerde bir garip bakışlara sahiptim sanki, ya da bunlar benim kuruntumdan ibaretti.
Parçak uçlarımı ıslatıp belirgin elmacık kemiklerimin üzerinde gezdirdim ve yanan yanaklarımın bir nebze rahatladığını hissettim. Banyodan çıktığımda koridordaki saate gözüm çarptı. Saat on ikiydi, normalde erken kalkan biri olmama rağmen öğlene kadar uyumuştum.
Bedenimdeki tişörtü silkeleyerek havanın tenime değmesine izin verdim ve minik ama huzurlu salonumdaki bej rengi, rahat koltuğa oturdum. Koltuğa gömülen bedenimde her şeye rağmen bir huzur hissettiğimde sehpaya uzandım ve her daim sehpanın üzerinde bulundurduğum sigaramı, kırmızı zippomla yaktım.
Uyanır uyanmaz sigara içme gibi bir huyum vardı, yemek yemekle aram pek olmasa da, sigaradan vazgeçemiyordum. Bu, annemle babamı ilk kaybettiğim günlerden bir hatıraydı.
Önüme düşen saçlarımı geriye iteledim ve uçlarının belime çarpmasına izin verdim. Saçlarım çok uzamıştı ve kuaföre gidecek vakti dahi kendime yaratamamıştım.
Bugün izin günümdü, büyükannemi ziyaret ettikten sonra belki bir kuaföre uğrayabilirdim. Bu düşünce zihnine girdiği an, yakın arkadaşıma verdiğim kahve sözü aklıma geldi ve yine kuaföre gidecek vaktimin olmadığını anımsadım.
Ah, büyükannem. Annemin biricik annesi... Kızının ölümünden sonra sağlığına bir daha kavuşamamıştı. Ancak son yakalandığı hastalık, onu yatağa düşürmüştü. O, bu hayatta sahip olduğum tek ailemdi ve onu kaybedeceğimi düşündüğümde dahi dişlerimi neredeyse kıracak kadar sıkmama engel olamıyordum.
Her gün onu kaybetmemek için dualar etsem de, ölümün acımasızlığıyla yüzleşeli çok olmuştu. Her insanın ömrünün biteceğini biliyordum ve zor olsa da kabullenmiştim. Üstelik büyükannem, artık yaşlı bir kadındı.
Büyükannem Zeliha, her zaman farklı bir kadın olmuştu. Onun zihnine hakim olabilmek mümkün olmazdı, annem de onun kafasında bambaşka bir dünyası olduğunu söylerdi.
Bir gün annem ve babamı konuşurken duymuştum. Trafik kazasında ikisini de kaybetmemden hemen önceydi. O konuşma zihnimden çıkmıyordu, biraz nebze unutsam dahi, rüyama giriyordu.
Annem, "Annem çok şey biliyor, bu bilgilerin onu elimizden almasından korkuyorum, Ferhat." demişti endişeyle. Beyaz duvara yaslanıp onları dinlediğimden habersizlerdi.
"Bu gerçeği Efsun öğrenmeyecek Nazan. Kızımı bu gerçekliğe esir etmeyeceğim. Biliyorum, bu nesillerdir size bahşedilen bir gerçek ancak Efsun'la bu zincir kırılacak. O normal bir kadın olarak büyüyecek."
Şok içinde gözlerimin büyüdüğünü biliyordum ancak neyden bahsettiklerini o zaman da anlamamıştım. Yirmi üç yaşında, hâlâ anladığımı söyleyemezdim.
"Biz normal değil miyiz! Efsun'a bunu söylemezsek kurallara aykırı gitmiş oluruz, bizi alırlar!"
"İsteklerini yapsınlar." babamı ilk kez bu kadar sinirli ve anneme bağırırken görüyordum.Babam sakin bir adamdı, otorite kaygısına hiç sahip değildi, aksine bana ve anneme her zaman sevgisini gani gani bahşetmişti.
"Biz söylemezsek, onlar Efsun'u almaya gelecekler. Hem Efsun, yeteneğini kendisi fark edebilir. Reşit oldu Ferhat, bu gerçekle yüzleşmeliyiz."
Tam o esnada babam kapıdan çıkmış, duvara yaslanan beni fark etmişti. Neyden bahsettiklerini hiç anlamamış, tıpkı bir salak gibi bakarken o, hayatının son günü yaşarken beni geçiştirmişti. Yoğun sorgularıma ne annem ne babam, hiçbir zaman cevap vermemişti. Zaten ertesi gün, bu hayata erkenden veda etmişlerdi.
Beş yıldır büyükannemden de bir cevap alamıyordum, o da tıpkı aşlem gibi beni her zaman geçiştiriyordu. Belki o da son günlerini yaşıyordu, bu çoktan yüzleştiğin bir gerçekti ancak buna rağmen, bana hiçbir şey anlatmıyordu.
Sigaramı küllüğe bastırdım, digaram söndüğünde ayağa kalktım ve hazırlanmak üzere odama gittim.
Yaklaşık on beş dakikanın sonunda, gündelik kıyafetlerimi giymiş, hafif makyajımı tamamlamıştım. Ayağıma topuklu botlarımı geçirirken arabanın anahtarını her zamanki köşesinden aldım ve cebime atarak evden çıktım.
Kapıyı kilitledikten sonra yaşadığım beyaz renkli apartmandan çıkmıştım. Bir sitenin içerisinde oturuyordum, evim sitenin çıkışına yakındı ve arabam da tam olarak burada bulunuyordu.
Arabama bindiğimde havanın buz kestiğinden, ellerimin donduğunu hissedşyordum. Kontağı açtığım gibi klimayı çalıştırdım ve gaza basarak park ettiğim yerden çıktım.
Güvenliğin önünde durdum, kapıyı açmadını beklerken camımı açtım ve bir baş selamı verdim. "Gününüz iyi geçsin, Efsun Hanım." diyen güvenliğe başımı salladım. Umarım öyle geçerdi.
Sert bir kabuğa sahiltim. İnsanlara karşı ördüğüm duvarlar, beş yıldır yıkılmamış, aksine daha da artmıştı. Çoğu duygumu kaybetmiştim, bazı şeylerin geri dönüşü yoktu. Ailem, öldüğünde benden çok şey kopartmışlardı.
Kapı açıldığında, camımı kapattım ve gaza basarak siteden çıktım. Çıktığım an önüme atlayan insanla ani bir fren yapmış. Göğsümün direksiyona çarpmasına engel olamamıştım.
Karşımda arsızca sırıtan insana baktığımda, içimden bir sabır çektim. Fatih, benim takıntılım olan bu densiz adam, yaklaşık üç yıldır peşimi bırakmıyordu. Onu reddetmem onu hiç etkilemiyor, umudu biraz olsun kırılmıyordu. Koyu saçlarını eliyle dağıttı ve iri bedeniyle arabanın tam önünde güçlü bir şekilde durdu.
Kapıyı sinirle açtığım gibi ayağımı çıkarttım. Topuklum, yere bastığımda tok bir ses çıkartmıştı. Arabadan inerken kabanımın kuşağını sıkıca bağlayarak üşümemi engellemeye çalıştım.
"Sen ne halt yiyorsun?" dediğimde karşımdaki Fatih'e doğru birkaç adım atmış, öfkeyle yüzüne bakıyordum. İnsan için en önemlisi, kendine saygısıydı ve bu dangalakta kendine saygı kesinlikle yoktu. Benim gibi soğuk nevale, duygusuz bir kadın için düşünmeden kendini harcıyordu.
"Günaydın, Efsun. Seni görüp günüm aydınlansın istedim."
Dişlerimi sıktım, başımı hafifçe kütletirken boğazımı temizledim ve ona doğru bir adım attım. "Yemin olsun, bir daha böyle bir densizlik yaparsan, seni ezer geçerim." Ellerimi cebime koydum.
"Bu sert hallerin, beni yıldırmıyor. İçindeki kız çocuğunu görme isteğimi arttırıyor."
"Görebileceğin tek şey, duvarlarım. Şimdi siktir git önümden, ezdirme kendini. Densiz." diye homurdanırken tekrardan arabaya bindim. Kontağı çalıştırdım ancak Fatih çekilmiyordu.
Umursamadan gaza bastım, arabanın burnunun bedenine hafifçe değdiğini hissetmek dahi beni durdurmadı en sonunda Fatih pes edip, kenara kaçmıştı. Omuz silktim ve arabayı daha da hızlandırdım. Onu arkamda bırakarak gittiğimde sonunda kurtulduğum için rahattım.
Büyük şehir trafiğine yakalanmıştım. Normalde beş dakikalık yolu, ancak yarım saatte gidebildiğimde vücudumda tek hissettiğim öfkemdi, söylenerek arabamı hastanenin otoparkına bıraktıktan sonra indim.
Hastaneye girdiğimde, suratlar tanıdıktı. Büyükannem uzun zamandır burada yattığından ve ben sürekli geldiğimden, herkesle bir muhabbetim olmuştu. Danışmadaki kız bana gülümsedi, adını dahi hatırlamadığım kıza baktım. "Günaydın Efsun, bugün güzel görünüyorsun. Üstündeki kaban Zara'nın yeni sezonu mu? Bayıldım!"
"Bugün de çok konuşuyorsun." diyerek yanından geçip gittiğimde arkamdan bakakaldığını hissedebiliyor, ancak umursamıyordum.
Ezbere bildiğim yolları, topuklumun tok sesi eşliğinde yürüdüm. Büyükannemin odasının önüne geldiğimde birkaç saniye duraksadım ve kendini toparladığımı düşündüğüm gibi içeri girdim.
Girdiğimde kalp atışlarını belli eden makinenin sesini duydum ilk baş.Düzenli sesler, kalbinin hâlâ attığını gösteriyor, bana bir nebze umut veriyordu.
Hayatın sillelerinden sonra iyice kırışmış, güzel yüzünde yorgun bir ifade vardı. Bembeyaz saçları yattığı yastığa yayılmış, beyaz nevresimlerin üzerinde öylece uzanıyordu.
"Büyükanne," dediğimde, kapalı duran gözlerini kırpıştırarak açtı ve her şeye rağmen bana gülümsedi. "Güzelim, gel lütfen." her zaman kibar ve asil bir kadındı. Uzun süredir hasta yatağında olmak, ona kesinlikle yakışmıyordı.
Yanındaki sandalyeye usulca oturdum ve eline uzandım. Parmaklarımı elinin üstünde gezdirirken, içimde kötü bir his olmasına rağmen suratıma sahte bir gülümseme takındım.
"Efsun." dedi elini kaldırıp elimin üzerine tutarken. "Ben de seni bekliyordum."
Mavi gözlerine baktım. Annemin gözleriyle aynı tondaydı gözleri. Onun gözlerinde, annem yaşıyordu sanki.
"Neden?" diye sordum sırtımı dikleştirirken. Yüzünde gergin bir ifade vardı ve bu hiç hoşuma gitmemişti. Geriliyordum ve bu durum hiç hoşuma gitmemişti.
Benim aksime sakin bir ifadeyle gözlerini kapattı sonradan usulca açtı. "Komidinin üzerindeki kolyeyi al ve boynuna tak." dediğinde elini elimden çekmişti. Gözlerim etrafta kolyeyi aradı, büyükannemin istediğini reddetmeden kolyeye uzandım ve onu avuçlarıma aldım.
"Bu, benim sana mirasım. Hadi tak."
Kuşkuyla büyükanneme baktım, ama onu reddetmeden hızlıca kolyeyi taktım.
Kolyeyi taktığım gibi, tüm bedenimden hızlı bir elektrik dalgası geçti, tir tir titrediğimi hissettim ancak bu his, saniyeler içinde geçti. Gözlerimde bir ışık huzmesi patladı, ve bu ışığın kolyeden geldiğini anlamıştım.
"Büyükanne, ne olu..." lafımı kesti. "Çok zamanım kalmadı Efsun. Sakın korkma. Çok şey yaşayacaksın sakın korkma, bu kolye her şeyin anahtarı kolyeni sakın kaybetme."
Büyükannemin delirdiğini düşünüyordum. O ise cümlelerine devam etti. "İyi ya da kötü, her şey senin elinde. Gücünü kötüye kullanma Efsun, senin için gelecekler. Geldiklerinde korkma."
"Sen çıldırmışsın!" diyerek yerimden kalktım ve elimi kolyeye atarak çekmeye çalıştım. Ancak kolye elimi acıtmak dışında bir şey yapmıyordu. Taktığım kısma erişip çıkarmaya çalışacaktım ancak zincir harici bir şey yoktu.
"Kolye seninle bütünleşti, artık boynundan çıkmayacak. Kendini ve kolyeyi korumak zorundasın." onu dinlemeden kolyeyi çekiştirmeye çalıştım, boynumdan kan aktı ancak yine de kolye inatla çıkmıyordu.
"Bu delilik, sen neyden bahsediyorsun?"
"Öğreneceksin, korkma." dedi. Saniyeler sonra makineden düzenli çıkan sesler, dümdüz bir melodi halini aldığında dehşetle ekrana baktım.
Düz çizgi.
"Siktir!" diyerek kapıya doğru atıldım. "Siktir, hayır." derken kapıyı sertçe açtım, kapı duvara çarptığında hastane koridorunda yüksek sesim yankılanıyordu. "Doktor!"
Kısa süre içerisinde oda doktor ve hemşirelerle doldu ancak korktuğum olmuştu. Ölüm büyükanneme de gelmişti ve bana anlattığı deli saçması şeylerle kalakalmıştım.
Büyükanneme doğru bir adım attığımda sendeledim. Elimi duvara yaslayarak dengemi sağlamaya çalışırken, omzumda bir el hissettim. "Efsun Hanım?"
Ani bir hareketle omzumdaki eli, sertçe ittim. "Dokunma bana!" karşımdaki hemşireye bağırdığımda kadın iki adım geri çekilmişti. Lanet gözlerim doluyordu ve insan içinde ağlarsam kendime hakaret olacağından dimdik durmaya çalışıyordum. "Su ister misiniz?"
"Çekil, hiçbir şey istemiyorum!"
~
On gün, zaman ne kadar acımasızdı. On gün geçmişti ve onun ölümünün üzerini zaman, bedenini toprak örtüyordu.
Aklımı kaybedecek gibiydim. Defalrca boynumdan kolyeyi çıkartmaya çalışmış, ama başarısız olmuştum.
İşten eve geldiğimde, çantamı bir köşeye fırlattım. Hâlâ işe gitmek, ve insanlara sanki hiçbir şey olmamış gibi gülümsemek zorunda olmaktan nefret ediyordum. Kapıyı sertçe kapattığımda hızlı adımlarla salona geçtim.
O an, sehpanın üzerindeki bir cisim dikkatimi çekti. Yuvarlak bir küreydi ve ışıklar saçıyordu.
Bu neydi şimdi?
Sehpanın önündeki koltuğa oturdum. Evime biri mi girmişti? Bu küre neyin nesiydi?
Kürenin ışığı gözümü alırken, yanındaki kağıdı fark ettim.
Artık hiçbir şey, eskisi gibi olmayacak. İyi de sensin, kötü de sensin. Kaderine hoşgeldin Devrim.
Devrim?
Devrim kimdi? Ben Efsun'dum. Evini karıştırmış olmalılardı. Küreyi elime aldım.
Beynimde sert bir ses yankılandı. "Kaderini yaşa, Devrim!"
"İyi de Devrim kim?!" diye bağırırken buldum kendimi. "Ne sikim dönüyor burada?"
"Devrim sensin. Yoluna çıkacaksın, Devrim."
Bilincim hızla kapandı, bedenimin koltuğa devrildiğini hissettim.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |