3. Bölüm

2.Bölüm: “Devrim.”

gökçe dönmez
gokcedonmzz

2.Bölüm: "Devrim."

İçinde bulunduğun gerçek, senin yarattığından fazlası değildir...

Başıma keskin bir ağrı saplandığını hissettim. Tüm bedenimin titrediğini hissediyordum. Gözlerimi aralamaya çalıştım ama sanırım bu konuda başarısızdım.

Elimi başıma götürürken zorlukla da olsa gözlerimi araladım. Başta burnuma çarpan odun kokusunu hissettim. Derin bir nefesi içime çektim.

Etrafa baktığımda yanıbaşımda bir kadın oturduğunu fark ettim. İri, yeşil gözleriyle bana baktığını gördüğümde irkilerek, hızla yerimden doğruldum. Gözlerimle etrafı taradığımda, bir kulübede olduğumu fark etmiş, kaşlarım çatılmıştı.

"Uyandın sonunda, endişelenmeye başlamıştım." dedi karşımdaki kız. Gözlerimi ona diktim ve ters ters suratına baktım. "Neredeyim ben, sen kimsin be?"

Kız, hafifçe yüzünü buruşturdu. "Tamam, tekrar tanışalım. Ben Nehir." başımı iki yana sallayarak ayağa kalktım ve cama doğru ilerledim. "Kızım konuşsana, neresini burası?!" sesimi yükseltirken önümdeki karla kaplı ormana bakıyordum. Bu izbe kulübede benim ne işim vardı?

"Devrim, bir sakin olsana..." Devrim? Ya bu insanlar manyak mıydı? Devrim kimdi, ayrıca bu kız beni tanıyor muydu? Kafamda bi ton soru vardı.

"Devrim kim ya?" derken kıza doğru yürüdüm ve kolumu sertçe boynuna bastırarak onu duvara yapıştırdım. "Kimsin kızım sen, söyle yoksa keseceğim nefesini."

"Sakin ol, bırakırsan konuşacağım." Derin bir nefes alıp kolumu kızın boynundan çektim ve az önce yattığım koltuğa oturdum. "Neresi burası?" diye sordum direkt olarak.

"Diyar." dedi direkt olarak. "Burası Diyar." Sert nefesini dudakları arasına hapsederek devam etti. "Bak, büyükanneni tanıyorum, ben de tıpkı senin gibi buraya düşeli iki yıl olukyor. Burasını bir paralel evren gibi düşün. Büyükannen ölmeden önce benimle telepati yoluyla iletişime geçti ve senin geleceğini söyledi."

"Ya sen ne saçmalıyorsun?" derken hızla yerimden kalkarak kapıya yöneldim. "Deli misin nesin?" derken tam kapıyı açacaktım ki, tekrar konuştu. "Efsun, senin buraya gönderilme amacın var. Sen buranın Devrim'i olacaksın."

İsminin Nehir olduğunu söylediği kız, bana doğru yürüdü. "Bak, bunların sana çok saçma geldiğini biliyorum ama ait olduğun yer burası, sen hiçbir zaman öbür gerçekliğe ait değildin. Şimdi gerçekliğine dönmen, Devrim'i başlattı çünkü iki gerçeklik arası kapı artık kapandı. Dönüş yok."

"Sen!" diye bağırırken işaret parmağımı tehditkâr biçimde ona yöneltmiştim. "Sen kafayı yemişsin kızım, ne Diyar'ı, ne gerçekliği. İstanbul'un hangi cehennemindeysek, evime gideceğim!"

"Bekle, evin burası senin. İstanbul'u unut artık Efsun!"

Elimi saçlarıma atıp çekiştirdim. "Seni yakalarlarsa öldürürler, Devrim'i sen başlattığın için, birçok insan senden nefret ediyor. Senin gerçekliğinden neredeyse kimse paralel evreni bilmese de, burada herkes senin gerçekliğini biliyor ve seni öldürmek için her şeyi yapacaklar."

Kızın gözlerine baktım. Gerçekten delirmiş olabilir miydim? Kız gayet ciddi görünüyordu. Ben nereyi arıyordum? Ben rüyada olabilir miydim? Kıza belli etmeden kendi belimi cimcikledim ancak bir işe yaramadı.

"Seni imparatorun yanına götürmeliyim. Seni sadece o koruyabilir."

Duraksadım. İmparator? Gerçekten kafayı yemek üzereydim. Ailemin bahsettiği şeyler, bu saçmalıklar olabilir miydi? Ben burada ne halt yiyordum? Paralel evren her ne sikimdi bilmiyordum, tek istediğim evime dönmekti.

"Bak, sizin delilikleriniz benim gram umrumda değil, tek derdim siktir olup gitmek!"

"İnansan da, inanmasan da durumlar bu Efsun, eğer ölmek istemiyorsan dediklerimi yapman lazım."

Tüm bedenimin kaskatı kesildiğini hissediyordum. Gözlerim kızın üzerindeki kıyafetlere kaydı, benim gibi giyinmiyordu. Bildiğin eski çağlardaki gibi bir elbise vardı üzerinde. Gerçekten delirmemiş olabilir miydim? Bunların hepsinin gerçek olması imkan dahilinde değil gibi geliyordu bana.

Yüzümü sıvazladım ve birkaç adım atıp koltuğa geri oturdum. "Efsun, sen buraya aitsin. Sen imparatoriçesin."

İmparator var dememiş miydi az önce, imparatoriçe ne alakaydı? "Bak, cidden aklım olanları almıyor. Ve sen de kafamı daha çok karıştırmaktan başka hiçbir işe yaramıyorsun şuan!"

Tırnaklarımı boynuma bastırırken derin nefeslerle kendimi sakinleştirmeye çalışıyordum. "Madem burası bambaşka bir gerçeklik, sen nasıl Türkçe konuşuyorsun? Tımarhane mi be burası?"

"Efsun, zaman kaybetmeden seni saraya götürmeliyim. Seni öldürmek için her an buraya gelebilirler."

"Ne sarayı ya? Bak, gerçekten delireceğim!"

"Diyar'da bir imparator, bir imparatoriçe olmak zorundadır her zaman. Ama yıllardır imparatoriçemiz yoktu. Sen yanlış gerçekliğe hapsolmuştun, şimdi kolyeni takıp buraya döndüğünde kapılar kapandı. Herkes ait olduğu yerde."

"Aklımı kaybetmek üzereyim." diye fısıldadım. Dirseklerimi dizlerime yaslarken dudaklarımı dişliyordum. Kolye, bunu mu başlatmıştı? Büyükannem bunları mı söylemişti hemen ölmeden önce? Kahretsin kim buna inanırdı ki, tüm bunlar aklımın alacağının çok ötesindeydi.

"Lütfen, sen imparatorun yanına gidene kadar, seni korumam lazım. Üstünü değiştirelim, bizim gibi giyinmelisin. Eğer hemen yola çıkmazsak, seni öldürmek için gelecekler."

~
 

Nehir'in yoğun çabaları sonucunda, sonunda bana koyu mor bir elbise giydirmişti ve evden buz gibi soğuğa çıkmıştık. İnsanı donduran soğuktaydık.

İlk dışarı çıktığımda şok olmuştum çünkü burada ne araba, ne de apartman vardı. Müstakil eski evler vardı ve insanlar atlarla ya da at arabalarıyla geziyordu. Kıyafetler tamamen bambaşkaydı, tarih kitaplarında gördüğümüz o eski kıyafetlerden vardı herkeste.

At arabasıyla yarım saat kadar dondurucu bir yolculuk yaptıktan sonra indiğimizde, karşımızda kocaman bir saray vardı. Kapısının hemen önündeki iki muhafız, kocaman olmuş gözlerle bana bakıyordu.

"İmparatoriçe!" diye bağırdı muhafızlardan birisi çok içinde. Tüm yüzü bembeyaz kesilmişti. Kapıyı ardına kadar açtığında gergin bedenimle bir adım attım.

İlk girişteki kocaman duvarda iki resim vardı. Kocaman iki tablo çiziminin birinde, yemyeşil gözlere sahip, belki görüp görebileceğim en yakışıklı adamlardan biri vardı. Gözlerim diğer tabloya kaydığında asıl şaşkınlığı yaşadım.

Tabloda ben vardım.

Resmen birisi, benim portremi çizmiş ve saraya asmıştı. Kocaman bir şekilde resmim olan yere dehşet içinde baktım. Hemen üstte ise İmparatoriçe yazıyordu.

Birisi koşarak yanıma geldi. "İmparator odasında sizi bekliyor, lütfen benimle gelin efendim." çaresizce Nehir'e baktığımda bana gözleriyle gitmemi işaret etti. Bu insanların hiçbiri normal değildi ve ben gerçekten bir tımarhanede olduğumdan başka bir şey düşünmüyordum.

Önden yürüyen adamın peşinden gittim. Hayatımda gördüğüm en ihtişamlı yapı, bu saray olmalıydı kesinlikle. Her duvarın her detayı özenle işlenmişti. Eski ve korunmuş yapılar hariç böyle yerleri görmemiştim kendi gerçekliğimde. Şimdi bizzat o yapılardan birinin içinde, o zamanda bulunuyordum. İnanılmaz bir durumdu.

Koskocaman bir kapının önüne geldik, iki muhafız kapıyı tutuyordu. Beni her gören, dehşet ve şaşkınlıkla bana bakıyordu. Herkesin bakışlarında aynı şok ifadesi vardı.

Önden yürüyen adam kapıyı çaldı. İçeriden, "Gel." sesi geldi. Tok ve bariton bu sesten sonra, herkes durmuştu. Nehir konuştu, "İmparatorun odasına biz giremeyiz, senin tek girmen lazım." diye fısıldadı kulağıma doğru.

İmparator ve imparatoriçe.

Uydurdukları saçma hikaye buydu. Kimmiş bu imparator, görebilirdik. Bu delilerin başındaki adam buysa, ona sağlam bir yumruk atabilirdim.

İçeri düşünmeden girdiğimde. Gözlerim ilk baş, bir duvarı boydan boya kaplayan cama dikkat kesildi. Tüm şehir gözümün önündeydi ve bu, akıl almaz bir manzaraydı. Bu camın hemen önünde, camdan dışarıyı izleyen bana arkası dönük bir adam vardı.

Adamı süzdüğümde, ilk dikkatimi çeken geniş omuzlarıydı. Çok güçlü gözüken vücudunda gözlerimi gezdirirken, adam bedenini bana döndürdü ve yüzünü gördüm.

Bu, tabloda gördüğüm adamdı. İkimizin resimleri yanyanaydı sarayın girişinde.

İmparator ve imparatoriçe.

Adam, eski zamanlara ait simsiyah bir kıyafet giyiyordu, geniş vücudunu saran bu kıyafet özel ve en güzel kumaşlardan yapışmış gibi duruyordu.

Adam gözlerini dikkatle üzerimde gezdirdi. Yeşil harelerinin bakışları bir mıh gibi üzerime saplanmıştı. Dik duruşundan ödün vermeden, kendinden emin bir şekilde gözlerime baktı.

Boyu çok uzundu. Onun tam karşısında durduğumda asla yüzyüze bakamayacağımız için, yüzünü görmek için başımı baya kaldırmam gerekmişti ve boynum ağrımıştı.

Adam, bana doğru bir adım attığında kokusu burnuma çarptı. Keskin ve erkeksi kokusu gözlerimi kırpıştırmama neden olurken, adam umursamaz bir ifadeyle bana elini uzattı.

"Turan."

"Efsun."

Eline uzandığım an, tenlerimiz birbirine değdiği an, tüm bedenim titremişti. Gözlerim kocaman açılırken, kmurgam boyunca gezinen sıcak hissi hissettim. İçime sebepsiz bir güven dolarken şu an ne olduğunu anlamlandırmaya çalışıyordum. Şu an ne hissettiğimi anlatmam mümkün değildi, çok garipti ama şey gibiydi.

Evimdeymişim gibi.

Kesinlikle ben de deliriyor olmalıydım. Adam elini hızlı bir hamleyle elimden çekti. Büyülenmiş gibiydim, gözlerimi onun gözlerinden çekemiyordum, bir insan nasıl bu kadar doğaüstü güzellikte gözlere sahip olabilirdi?

"Bak, neyin içine düştüm bilmiyorum ama benim evime gitmem lazım." dedim toparlandığımda. "Burada tek bir mantıklı insan yok, umarım sen mantıklısındır!" sesimin yükselmesine engel olamamıştım.

"Sesini yükseltme." diye uyardı beni sadece. Sesi yüksek değildi ancak o kadar sertti ki, sanırım bağırsa bu kadar etkilenmezdim. Sanırım biraz tırsmıştım ancak duruşumdan ödün vermedim ve devam ettim. "Tek derdin sesimi yükseltmem mi!" öfkeyle ona doğru bir adım attım. "Evime gitmem gerekiyor diyorum, beni tutup bir saraya getiriyorsunuz, ne çeşit bir tımarhane burası!"

"Son kez söylüyorum, sesini yükseltme."

Ya, ben ne anlatıyorum bu adam ne diyordu? Gerçekten benimle dalga falan geçiyordu sanırım, "Ya sen dalga mı geçiyorsun benimle!" diye bağırdıktan hemen sonra, göğsüne vuracaktım ki, elimi havada yakaladı.

Bileğime ellerini kelepçe gibi doladıktan sonra, beni kendisine zoraki bir biçimde yaklaştırdı. Şimdi göz gözeydik, aramızda benim elim vardı, bileğimi sımsıkı kavramayı hiç bırakmamıştı. Gözgözeydik ve ikimiz de aramızdan ateş çıkacak kadar sinirliydik.

İmparator ve imparatoriçe öyle mi?

İlk tanışmalarında sinirden birbirini öldürme potansiyeli olan imparator ve imparatoriçe!

 

 

 

~
 

Umarım hikayemi beğenmişsinizdir <3

 

Bölüm : 29.11.2024 20:02 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...