
3.Bölüm: "Pranga."
İnsandık, her durum ve olaya uyum sağlama kapasitesinde , hayatta kalmaya programlanmaya varlıklardık.
Ama bu durum ve olay diye nitelendirdiğimiz olguların, paralel evrende hapsolmak, başka bir gerçeklikte imparatoriçe olduğunu öğrenmek olduğunu sanmıyordum zira bu olayları rüyamda dahi görsem, ertesi gün ne kadar saçma olduğunu düşünüp bir kahkaha patlatırdım, ancak şu an tam da içindeydim.
Gözlerim, bana nefretle bakan adamın gözleri ve tuttuğu bileğim arasında mekik dokuyordu. Bir pranga gibi parmakları bileğime sarılıydı, tutuşu canımı yakacak gibi değildi, canımı yakmasına asla izin vermezdim ancak üstünlük kurmak istediği belliydi.
Burakın imparatoru olabilirdi ama sonuçta birkaç saat öncesine kadar ben de buraya ait değildim. Onun tavırları, kesinlikle bana sökmezdi.
Elimi sertçe çektim, "Dokunma bana!" derken gözlerim gözlerine kenetli, kendimden emin duruşumu bozmamaya kararlıydım. Elini saçlarına götürdü öfkeyle saçlarını çekiştirdi.
"Benimle üslubuna dikkat etmezsen, kendini zindanda bulursun. Şımarık bir kadınla vaktimi harcamayacağım."
Güldüm, öfke dolu bu gülüşümün sonunda ona doğru bir adım attım ve yakınına yaklaştım. Kişisel alanına müdahele etmemden fazlaca rahatsız olsa da, umrumda dahi değildi. "Korktuğumu mu sanıyorsun?" diye fısıldadım yüzüne doğru. Nefesimin yüzüne çarptığını biliyordum, tıpkı benim ona bakmak için başımı kaldırmam gibi, o da bana doğru eğilmişti.
Kaşları çatıldı, belirgin çene kasının kasıldığını anbean gözlemledim. O da bana doğru bir adım attı, ürkütücü bakışları ve kocaman bedeniyle üzerimde baskı kurmaması konusunda kararlıydım ancak çok hafif tırsmaya başlamış gibiydim. Yine de bunu belli edeceğime, ölürdüm daha iyiydi.
"Muhafız!" diye bağırdı bariton sesiyle. Ne o çekildi, ne ben çekildim. Kapı açıldı.
"Zindana atın!" dediğinde gözlerini gözlerimden bir an olsun çekmemiş, ifadesiz bakışlarımı gözlerimin tam içine sabitlemişti. Ben ise duyduğum cümle sonunda bozguna uğramış, afallamıştım. Zindan?
"Efendim, imparatoriçeyi..." diye söze giren muhafızın sözünü hızla kesti. "Zindana at." dedi tekrardan net bir emirle.
"Korkacaksın." diye fısıldadı tıpkı az önce yaptığım gibi, sıcak nefesi yüzümün her zerresinde gezinirken içim titriyordu. "Ben hariç kimseden korkmayacaksın, ama bana duyacağın korku kemiklerini titretecek."
"Korkmayacağım!" dediğimde sesim yükselmişti, "Sen..." lafım yarıda kesildi çünkü muhafız kolumdan tutmuştu. Ani bir refleksle muhafızın bileğini kavradığım gibi ters çevirdim, adamın acıyla inlemesi umrumda değildi, bileğini zorladığmda acıyla yere düşmüştü.
Onlara karşı koyamayacağımı mı düşünüyorlardı? Yıllarımı dövüş eğitimine harcamıştım, başa çıkmak zor değildi. Yere düşen adama baktım, "Kimse dokunmayacak bana!" dediğimde odaya doluşan muhafızlar hangi emire uyacaklarını bilemeden bir bana, bir adının Turan olduğunu öğrendiğim imparatora bakıyorlardı.
Turan denen adama doğru döndüm. "Bana istemediğim hiçbir şeyi..." o esnada ensemde bir acı hissettim. Enseme bir iğne saplanmışken sendeledim, "Napıyorsun sen?" diye bağırdığını duydum Turan'ın, "Kadını zindana atın dedim, uyuşturun demedim size!"
Sarsakladım, ayakta durmaya çalışıyordum ama bu çok zordu. "Şu kadını zindana atın! Bu muhafızın başını bu gece kesin."
Açık tutmaya çalıştığım bilincim, benden bağımsız kapandığında tüm bedenim bir sıvı gibi yere yayıldı.
~
Pis bir koku, karanlık.
Farelerin seslerini duyabiliyordum. Zor da olsa gözlerimi açmayı başardığımda, ilk önümdeki demir kapıyı gördüm.
Gerçekten zindandaydım.
Burası o kadar tozluydu ki, aldığım her nefesin ciğerlerimi yıprattığını hissedebiliyordum. Önümde demir kasede bir yemek vardı, ne olduğunu dahi bilmediğim yemek ve yanındaki suya baktım. Umursamadım.
Yerde yatıyordum ve içerisi çok soğuktu. O manyak, beni gerçekten zindana attırmıştı.
Aklım almıyordu, birkaç saat içerisinde başka bir gerçekliğe gelmiştim, üstelik imparator denen densiz adama karşı çıktığım için zindana atılmıştım. Yerimden kalkmaya çalıştım ama tüm bedenim uyuşuktu, o kadar soğuktu ki, iç organlarımın dahi titrediğini hissediyordum.
Kaç saattir uyuduğum hakkında hiçbir fikrim yoktu. Ensemde hâlâ bir sızı vardı, bu da enseme iğne saplayan, sonradan ölüm emri verilen muhafızın eseriydi. Ölüm emrini hak etmişti, ben merhametimi kaybedeli yıllar olmuştu ancak buraya geldiğimden beri kalan duygularımı da yitirdiğimden emindim.
Bedenimde güç bulduğumda kapıya var gücümle vurmaya başladım. "Açın kapıyı!"
Saatler geçti, zaman zaman kapıya vursam da hiçbir cevap alamadım. En sonunda dayanamayıp yemeği yemiş, suyu içmiştim. Tekrardan yere uzandığımda, öksürmeye başlamıştım. Soğuk içime işliyordu ve sanırım hasta olmaya başlıyordum.
Zaman geçti, ne kadar geçtiğini dahi bilmiyordum. Hastalığa kapılan bedenim, titriyor ve bilincim sürekli kayıyordu.
Artık kapıya vuracak gücüm dahi kalmamıştı. Resmen burada ölmeyi bekliyordum. Hoş, ölüm dahi şu yaşadıklarımdan sonra kesinlikle bir kurtuluş olurdu.
Bir hayvan gibi beni buraya kafeslemişlerdi, üstelik bunu yapmalarının sebebi, düzeni reddetmemdi. Bambaşka bir yerde, tanımadığım insanların arasında kimseye saygı gösterecek değildim. Benim hayatım zaten buraya düştüğüm gibi bitmemiş miydi?
Gözlerim tekrardan kapandı, güçsüz düşen bedenim yüzünden, kendimi sürekli uykuda buluyordum.
~
"Uyan!"
O aşina olduğum, bu zindana atılmama sebep olan bariton sesi duydum. Ancak gözlerimin üzerinde tonlarca ağırlık varmış gibi, gözlerim açılmıyordu.
"Uyansana, kızım!"
Yanağımda hafif bir baskı hissettim. Burnuma çarpan kokudan ve o sert sesten kimin geldiğini tabii ki anlamıştım.
Turan.
Ama o haldeydim ki, gözlerimi dahi açamıyordum. Bedenim sadece bilinçsizce titriyordu. Buz tutmuş gibiydim, vücudumda ve kanımda hastalık kol geziyordu.
Yanağımdaki el, alnıma kaydı. Muhtemelen çok ateşim olmalıydı ki, "Siktir." dediğini duydum.
Ona bağırmak, elini çekmesini ve siktir olup gitmesini söylemek istiyordum ama bunu yapmaktan acizdim. O kadar kötü hissediyordum ki, bedenimde gücüm zerresi yoktu.
Bacaklarıma ve belime değen eller, beni kaldırdığında onun beni kucakladığını fark etmiştim. Çığlık atmak, bağırıp çağırmak istiyordum ancak elimden hiçbir şey gelmemesi bana kafayı yedirtmek üzereydi.
"Doktor çağırın." dediğini duydum, ilerliyordu ama sanki kucağında ben yokmuşum gibi rahattı. O ilk anda aldığım kokusu hala burnumdaydı.
Bedenimde saf nefreti hissedebiliyordum. Normalde insanlardan nefret etmezdim. Nefret bir yana, genelde ben herhangi bir insana herhangi bir duygu hissetmezdim. Ancak Turan'dan lu an ölesiye nefret ediyordum. Ondan etimle kemiğimle tiksiniyordum.
O kadar çok toz solumuştum ki, ciğerlerime temiz hava girince rahatladığımı hissedebiliyordum.
Sırtımın yumuşak bir zemine yaslanışını hissettim. Bir müddet boyunca sert zeminde kalan sırtım, şimdi cennete kavuşmuş gibiydi. Yine de tüm kemiklerim kırılmış gibi, canım acıyordu.
Uyku ve uyanıklık arasında savaşıyordum, gözlerimi açmak imkansızdı, tüm bedenim savunma mekanizmasını kaybetmiş gibiydi.
Vücudum beni hüsrana uğrattı ve kendimi tekrar uykuda buldum.
~
Gözlerimi aralayabildiğimde, kendimi bir nebze daha iyi hissediyordum. Hemen başımda biri oturuyordu. Oturan kişinin Nehir olduğunu görmek, sinirimi harlamıştı sanki.
Alnıma bir bez koymuştu, ateşimi düşürmeye çalışıyordu. Tek sorun bu muydu? Beni buraya getirmemeleri lazımdı. Hatta benim direkt bu dünyada olmamam lazımdı!
"Sen ne yüzle buradasın! Senin yüzünden oldu." diye bağırırken yaydan çıkan ok gibi, yataktan fırlamıştım. Vücudum daha dinçti, bu şansımı kullanarak kapıya ilerledim.
"Seni buraya getirmesem, bir gün bile yaşayamazdın. Seni öldürmek için bekleyen ne kadar insan var, haberin var mı?"
Nehir'i kafamda aklamak istemiyordum. Aksine onun yüzünü bile göresim yoktu. Def olup gitmek istşyordum. Kapıyı açtım, o esnada kapıda bekleyen muhafıza baktım.
"Odadan çıkmanız yasak, Efsun Hanım."
Muhafızı göğsünden sertçe ittiğimde sırtı duvara çarpmıştı. Başımı iki yana salladım, "Önümden çekil." dedim dişlerimin arasından öfkeyle.
Muhafız derhal toparlanıp önümde dikildiğinde düşünmedim, tüm gücümle onun çenesine yumruk attığımda çenesinden çıkan sesi duymuştum. Adam yere kapaklandığında, hızlı adımlarla ilerledim.
Üzerimde, Nehir'in giydirdiği mor elbise vardı. Elbise o kadar uzundu ki, etekleri sürekli ayaklarıma takılıyor, yürümemi zorlaştırıyordu. En son böyle olmayacağını anlayarak iki yanımdan eteklerimi topladım ve o şekilde hızlı adımlar atmaya başladım.
"Orada!" diye bir ses duyduğumda arkama bile bakmadım. Peşimde olduklarını biliyordum.
İlerlemeyi kesmedim ancak bir süre sonra önüm kapanmıştı. Önümde üç tane muhafız vardı. Hızla arkama döndüğümde, arkamda da iki tane muhafız olduğunu gördüm. Duraksadım, kaçacak hiçbir yerim kalmamıştı.
"İmparatoriçe, size zarar vermeyeceğiz. Lütfen durun."
Bunu diyen adam, bana doğru yaklaştığı an, karnına doğru sert bir tekme attım. "Kimse yaklaşmasın bana!" dedim ancak bu dediğimi kimse önemsememişti bile.
Diğer yanıma yaklaşana yumruk attığım gibi dönüp arkamdakine de bir tekme atmıştım. Gücümün yavaş yavaş tükendiğini hissedebiliyordum.
Etrafıma son kez baktığımda, adamların hepsi geride duruyordu. Korkmuşlar mıydı? Yoksa başta, sırf bir kadınım diye beni hafife mi almışlardı?
"Beni burada durmaya zorlayamazsınız." dedim benimle az önce konuşan muhafıza doğru. "Canınızı alırım, yine de durmam burada! Duydunuz mu be..." lafım yarıda kesildi, çünkü bir kol, tam boynumun üzerine dolandı.
Refleksle arkamdaki adama sert bir tekme attığımda, arkamdaki beden zerre etkilenmemişti. Bu sinirimi bozdu ve bir tekme daha attım.
Burnuma gelen koku ise beni galeyana getirmişti. Arkamda Turan vardı. Tabii ki o kocaman bedeniyle benim vuruşlarımdan etkilenmezdi!
Kulağımda nefesini hissettim, "Hırçın mı oynayalım oyunu?" diye sorduğunda, karnımda net bir sıcaklık hissetmiştim. Öyle bir sesi vardı ki, imparator olmasa bile sadece sesiyle, tüm dünyayı önünde diz çöktürebilirdi.
"Bırak." diye fısıldadığımda boynumu tutuşunu gevşetti. Bunu fırsat bilip, ona doğru hızla döndüm, onun çenesine tüm gücümle yumruk atacaktım ama elimi avucunun içine alarak bu yumruğumu engelledi.
"Dağılın." dedi muhafızlara doğru. Tek emriyle koridor bomboş kalmıştı. Şimdi sadece biz vardık, benim yumruğum onun kocaman elinin içindeydi.
Eliyle yumruğumu ittirdiğinde, yumruğum boşa düştü ve sendeledim. Onun boşluğundan yararlanıp bir tekme atacaktım ki, eliyle bacağımı iterek buna engel oldu.
Tekrar yumruk atmaya meyillendim, alttan atacağım yumruğu ise çoktan fark etmişti bile. Bileğimi tuttuğu gibi kolumu sırtıma yasladı, saçlarım kendi kolumun altında kalırken, başım istemsiz geriye yaslanmıştı. Beni hafifçe ittiğinde, duvara çarptım. Şimdi göğsüm, tamamen duvara yapışıktı, Turan ise arkamdaydı, kolumu hâlâ kendi sırtıma bastırıyordu.
"Savaşmak istiyorsan, savaşırız." dediğinde nefesi boynuma çarpmıştı. Kirpiklerime kadar titredim sanki, bu adamın neden üzerimde böyle bir etkisi vardı? Lanet olsun, bacaklarım resmen pelte kıvamına gelmişti.
"Savaşmak istemiyorum." diye fısıldadım. Başım arkada olduğu için, boynum tamamen ortadaydı ve nefesinin boynumda geziyor olması, işimi çok zorlaştırıyordu.
"Savaşıyorsun ama." dediğinde bilinçli bir şekilde nefesini boynuma verdi ve ben baştan aşağı elektrik akımına kapılmış gibi hissettim. "İmparatoriçe." diye fısıldadı kulağıma.
Kolumu ondan kurtarmaya çalıştığımda, beni hızla kendi etrafımda çevirdi. Bu kez, sırtım duvara yaslıydı. Bana doğru eğildi ve gözlerimizi birleştirdi. Az evvelki arbededen dolayı saçları dağılmıştı. Nefesleri düzensizdi ve muntazam gözleri üzerimdeydi.
Olduğum duvara kendimi çarpmak istiyordum, bedenim çok değişik tepkiler veriyordu ve bu yüzden kendimi yakmak istiyordum.
"Beni zindana kapattın!" diye çıkıştım ona. "Uslu dursaydın, zindana kapatmazdım." diye rahat bir cevap verdi, bu adam gerçekten çok sinir bozucuydu.
"Sence yaşadıklarım normal mi? Benden nasıl normal tepkiler bekliyorsun ya? Ben delirdiğimi düşünüyorum artık, bu kadar şey gerçek olamaz." cevap vermedi, ben ise konuşmaya devam ettim. "Bırak gideyim."
"Şu saraydan çıktığın, sokakta gezdiğin an senin canını alırlar."
Omuz silktim, "Ya anlamıyorum! Kim neden öldürsün beni Turan."
"Devrim, sen imparatoriçesin."
Devrim? Ya benim ismim Efsun'du, bu adama kendimi Efsun diye tanıtmıştım. Allah aşkına bana niye Devrim diye hitap ediyordu.
"Efsun benim adım!" diye çıkıştım. "Hiçbir yere gitmiyorsun, odana çık. Beni daha fazla sinirlendirme."
"Turan!" dediğimde tam çekilecekken duraksadı, "Bana sesini yükseltmemen konusunda anlaşmıştık." dediğinde gözlerinde beni zindana atmadan önce gezinen siniri görmek, beni durdurdu.
"Bana her şeyi anlat o zaman." bir anda kolumu sımsıkı kavradı ve üzerime biraz daha eğildi. "Bana sesini yükseltme, emir verme. Yemin olsun seni şurada öldürürüm!" gözlerime kilitlendi, "Anlaşıldı mı?"
"Anlaşıldı." dediğimde sesimde öyle bir kabullenilmiş çaresizlik vardı ki, sanırım oturup ağlamak istiyordum.
"Odan ileride sağdaki ilk oda." dedi ve kolumu bırakarak def olup gitti.
~
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |