5. Bölüm

4.Bölüm: “İmparatoriçe.”

gökçe dönmez
gokcedonmzz

4.Bölüm: "İmparatoriçe."

Gece boyu gözüme zerre uyku girmemişti. Burası senin odan diye bana gösterilen oda, görebileceğim en ihtişamlı oda olabilirdi. Neredeyse bir ev kadar büyük odada her şey, dönemin en kalitelisiydi.

Gece tek yaptığım duş alıp yatakta öylece yatmaktı. Kocaman bir giysi odası da vardı ve her şey benim bedenime göreydi ve bana özel dikilmiş gibiydi.

Bu insanlar gerçekten benim geleceğimi çok önceden biliyor, hatta beni biliyor olmalılardı çünkü her şey bana göre çoktan ayarlanmış gibi görünüyordu.

Kafam karmakarışıktı ve düşüncelerim, tüm yorgunluğuma rağmen uyumama dahi izin vermiyordu. Güneşin ilk ışıkları boydan boya olan camdan odama yansıyor, kocaman olan yatağıma vuruyordu. Ben ise öylece tavanı izlemeye devam ediyordum.

Kapı çaldı. "Gir." diye seslendim hiç istemesem de. Kapıda daha önce görmediğim bir kadın belirdi. "Efendim, hazırlanıp bahçeye inmeniz icap ediyor, imparatorumuz sizi bekliyor."

"Beklemesin." dedim ağzımın içinde geveleyerek. Kadın şaşkınlıkla gözlerini büyüttü, ne yani emire karşı gelmek bu kadar şaşırtıcı mıydı?

"Efsun Hanım, Turan Bey bu durumu hoş karşılamaz." kadın karşımda kıpkırmızı kesilmişti, belli ki Turan'dan fazlaca çekiniyordu. Yattığım yerde doğruldum, bana ayrılan kıyafetleri bile giymediğimden, hâlâ dünden kalan mor elbisemle öylece kalıyordum.

"Çıkabilirsin." dedim kapıyı göstererek öylece bekleyen kadına. Kadın bir süre ne yapacağını bilemez halde beklese de, sınunda iç çekerek odadan çıktı.

Odada yalnız kalınca ayağa kalktım ve aynanın karşısına geçtim. Saçlarım kurumuştu, belime uzanan saçlarımı daha yakın zamanda kestirme planı yaptığımı hatırladım. Ne kadar değişmişti şimdi her şey.

Üzerimdeki elbiseye baktım. Elbisenin etekleri yırtıklar içindeydi, yer yer lekeliydi. Üzerimi değiştirmem gerektiğini biliyordum, hatta değiştirmeden önce bir kere daha duş almalıydım çünkü sırf tepki için, duştan sonra tutup aynı elbiseyi giyivermiştim. Bazı şeyleri zor da olsa kabullenmeliydim sanırım.

Gözlerimin altı mosmor olmuştu, yüzüm kısa bir zamanda çökmüştü. En son aynaya baktığımdan beri yıllar olmuş gibiydi. Resmen acınası haldeydim.

Destursuz, öylece kapım açıldığında olduğum yerde irkilerek, hızla arkama döndüm. Tabii ki odama tek böyle girecek kişi Turan'dı.

Gözleri ilk baş üzerimde gezindi.Yüzünü belli belirsiz buruşturdu halimi görünce. Ardından her zaman var olan öfkeli ifadesini yine takındı yakışıklı suratına.

"Sana aşağı gelmeni iletmedim mi ben?" dedi yüksek bir sesle. Bu şekilde tavır ve konuşmalarla beni bastıracağını mı sanıyordu. Bastıramazdı.

"İlettin." dedim omuz silkerek. Gergindi, her an bağırmaya başlayıp tekrardan beni zindana postalayacak gibi bir havası vardı ancak bu çok da umrumda sayılmazdı.

"İlettim." dedi beni tekrarlayarak. Bana doğru birkaç adım attı ve yakınımda durdu. "Ne sanıyorsun lan sen kendini?" diye bağırması beklenmedik geldi birden ve irkildim. Birden kolumdan tutup beni kendisine çektiğinde sendeledim ama o kadar sıkı tutuyordu ki, dengem bozulmadı bile.

"Bir daha bana hadsizlik yaparsan, andım olsun öldürürüm seni Devrim!"

"Adım Devrim değil benim!"

Kolumu daha da sıktığında, neredeyse çığlık aracak raddedeydim. "Siktirtme tavırlarını bana! Ben gel dediysem, geleceksin." kolumu biraz daha sıktı. "Anladın mı?"

"Anlamadım." diye bağırdım kolumu çekmeye çalışırken. "Beni baskılamayaca çalışmanı, yıldırmaya çalışmanı anlamadım. Bırak beni."

Beni daha da kendine çekti. "Sınav mısın lan sen bana?!"

Ona tekme atmak için bacağımı kaldırdım. Bacağımı engelledi ama kolumu tutan eli gevşemişti, bunu fırsat bilerekten hemen ondan uzaklaştım. Canımı acıtmasına izin vereceğimi mi sanıyordu?

Komidinin üzerinde duran vazoyu elime aldım. "Def ol git!" diye bağırdım. Ama o bana doğru yürümeye devam ettiğinde vazoyu ona doğru attım. Vazo onu teğet geçerek, arkasındaki duvarda parçalandı.

"Git diyorum, git." derken elime alacak başka bir şey aradım ancak o bu sırada çoktan gelmiş, beni duvara doğru itmişti. Boşluğundan yararlanıp ona sert bir yumruk attığımda buna ben de çok şaşırmıştım.

Ben, Turan'a yumruk atmıştım!

Bu yumruğumdan hiç etkilenmedi, yüzü yana doğru hareketlenmedi bile. Ama gözlerindeki öfke, ilk kez bu kadar korkunçtu.

Bakışları beni korkuttuğunda, geriye doğru adım attım ve sırtımı duvara yasladım. Bana doğru yaklaştığında resmen bir kedi gibi duvara sinmiştim. "Turan..." hemen yanımdaki duvara sert bir yumruk attığında korkuyla olduğum yerde suçladım.

Yumruğu resmen duvarı sarsmıştı. Ben bu adama nasıl yumruk atabilmiştim? Şu an ise korkuyla duvara sinmekle meşguldüm. "Devrim..." diye mırıldandı. Eli hâlâ duvarın üzerindeydi, ben ise o ve duvar arasında hapsolmuştum.

Sakin ses tonundan hemen sonra, duvara bir yumruk daha attığında, gözlerimi ilk baş sımsıkı kapattım, sonra açtım. Evet dediği olmuştu.

Turan'dan korkuyordum.

"Gözlerime bak." dediğinde bunu yapmaktan çekinmiştim. "Devrim!" dediğinde başımı kaldırdım ve gözlerine baktım.

"Yumruğu engellersin sandım, aklıma gelmezdi engellemeyeceğin." diye mırıldanırken, dünyanın en saçma savunmasını yaptığımın farkındaydım.

"Engellemek istesem engellerdim, ne kadar ileri gidebileceğini görmek istedim." dedi ve bana daha da yaklaştı. "Bunun acısını senden çıkartacağım."

Kolumu tuttu ve beni kapıya doğru ittirdi. "Yürü!" diye bağırdığında olduğum yerde durdum, beni nereye götürecekti? Tekrardan beni itti, "Yürü Devrim! Zor kullanacağım yoksa."

Mecburen dediğini yaptım ve yürüdüm, o ise koca sarayda bana yolumu gösteriyordu. En sonunda bahçeye çıktığımızda, dondurucu soğuk yüzüme vurmuştu. Yüzümü buruşturdum ancak o beni ilerletmeye devam etti.

Beni saray kapısına ittiğinde durdum ve ona baktım. "Ne yapacaksın? Sen demedin mi çıkarsan ölürsün diye!"

Gerçekten korkuyordum.

"Saraya almayın geri." dedi kapıyı açan muhafızlara, herkes şok içinde bize bakıyordu. Onlarca, belki yüzlerce göz vardı üzerimizde. Beni sarayın dışına ittirdi.

Sarayın kapıları, suratıma acımasızca kapandı.

"Turan!" diye bağırırken kapıya vurdum ancak içeriden hiçbir ses gelmedi. Kapıya arkamı dönerken kollarımı önümde birleştirdim. Dondurucu soğukta, ince bir elbiseyle kalakalmıştım. Saçlarımın üzerine kar damlaları bulaşıyordu.

Şehire doğru bir adım attım. Sokakta kimse görünmüyordu. Verdiğim derin nefesler, ağzımdan duman gibi çıkıyordu.

Yürüdüm, nereye yürüdüğümü bile bilmiyordum. O kadar yabancıydı ki her yer, eski tarih filmlerine benziyordu ancak yaşadığım dünyaya hiç benzemiyordu. Sokakta hiç yaşam belirtisi yoktu, sadece az evvel yanımdan bir at arabası geçmişti. Bu soğukta herkes evlerine kapanmıştı muhtemelen.

Gözlerimi şaşkınlıkla etrafta gezdiriyordum. Olduğum yerin gerçekliği yeni yeni anlıyordum. Ben artık gerçekten buraya ait gibiydim. Dönebileceğime dair hiçbir umudum yoktu. Sanırım bu duruma alışıyordum demiştim ya, insandım işte her hale alışıyordum mecburen.

Yine de bu yaşananlar yerine, delirmiş olmayı tercih ederdim.

"Efsun." diye bir ses duydum hemen yan tarafımdan. O tarafa döndüğümde, karşımda hiç tanımadığım bir adam vardı. Adam beni görünce yüzünde alaylı bir gülümseme oluştu. "Diyar'ın Devrim'i." dedi aynı dalgaya alan tavrıyla. Bana doğru birkaç adım attığında yerimde mıhlanmıştım.

Adam bana yaklaştığında, bedeninden gelen şarap kokusunu net bir şekilde almıştım. "Bizim diğer dünyayla ilişkimizi sen bitirdin, fahişe!"

Adam bir anda saçlarıma yapıştığında neye uğradığımı şaşırmıştım. Adama hızla vurduğumda sendeledi, toparlanmasına fırsat vermeden adama tekrar vurdum ve yere düşürdüm.

Ardından etrafıma bir kalabalık toplanmıştı. Yedi erkeği çevremde görünce biraz geri çekildim. Bu adamlar burada beni mahvedebilirdi. Yedi kişinin hakkından kesinlikle gelemezdim.

"Bu muymuş imparatoriçe?" dedi adamlardan biri gülerek. "Neyse, son zamanını yaşıyor zaten, artık olmayacak."

Adamın elindeki bıçağı gördüm, adam bana doğru yaklaştığında geri çekilmeye çalıştım ancak iki adam kollarımdan tutarak bana engel olmuştu bile.

Bu manyaklar, beni kesinlikle doğrayacaktı ama benimle ne dertleri olduğunu asla anlamıyordum. Sadece iki dünya arasındaki bağ benimle son buldu diye beni öldürmek istiyorlardı.

Adam bana yaklaştığı an, tam kalbine havadan bir bıçak saplandığında dehşetle arkama döndüm.

Turan.

Beni tutan iki adam, anında kollarımı bıraktı. Az evvel Turan'ın uzaktan attığı bıçakla yaralanan adamın kanı, üzerime sıçramıştı, bu midemi bulandırdı.

Turan, simyah ve devasa büyük bir atın üzerindeydi. Gözlerinde beni sıkıştıran adamların ölüm fermanı vardı adeta.

"İmparatorum." dedi adamlardan biri korkuyla. Turan'ın arkasında birkaç muhafız vardı, ben hâlâ o kadar uzaktan bana yanaşan adamın tam kalbine bıçağı nasıl attığını düşünürken Turan muazzam atından indi.

"Buraya gel, Devrim." dedi delici bakışlarını bana yöneltirken. Normalde hiçbir dediğini yapmadığım adamdı, ancak korku bedenimi sarınca direkt yanına gitmiştim bile. Turan, arkasındaki muhafızlara döndü, "Halledin şu piçleri."

Muhafızlar adamlara doğru koştu. Ben ise Turan'la karşı karşıyaydım. Çok rüzgar vardı ve saçlarım sürekli yüzüme çarpıp beni rahatsız ediyordu.

Üzerimde kan lekeleri vardı ve kan kokusunu soludukça kusasım geliyordu.

"Bin ata." dediğinde başımı iki yana salladım. Daha evvel ata binmiştim ama şu an hiç binemezdim çünkü midem çok bulanıyordu ve her an kusabilirdim. "Midem çok bulanıyor."

Bıkkın bir nefes verdi, gerçekten benden bunaldığı belliydi. O zaman neden beni bırakmıyordu, az evvel bırakmıştı işte, ölürdüm yaşardım ona neydi ki? Benden kurtulmuşken neden tekrar geliyordu?

Turan atını öylece orada bırakıp yürümeye başladığında ben de peşine takıldım. Elleri cebinde hızlı hızlı yürüyordu ve muhtemelen benim ona yetişip yetişemediğim çok da umrunda değildi.

"Aferin sana, buraya geldiğini herkese duyurdun. Bundan sonra canını nasıl koruyacaksın acaba?" dedi acımasız tınıya sahip sesiyle. Suratıma soğuk çarpıyordu ve kar taneleri saçlarımı fazlasıyla ıslak hale getirmişti, ciddi manada üşüyordum ama bu son düşüneceğim şeydi.

"Ben mi duyurdum? Sen attın beni saraydan dışarı!" diye çıkışsam da, yalnız kalmak istemediğim için hâlâ peşinden yürümeye devam ediyordum.

"Saçma sapan davranmasaydın, şu an sıcacık yatağında yatıyordun." bu adamın umursamazlığı şaka mıydı? Sürekli canıma zarar verecek şeyler yapıyor ve ölmem umrunda değilmiş gibi davranıyordu. Beli ve bacağı arasında kocaman bir kılıç kılıfı ve içerisinde kılıç vardı, bununla nasıl yürüyordu bu adam? Neyse, konumuz onun kılıcı kesinlikle değildi, bana neydi yani.

"Ölmemi istiyorsan bunun için bu kadar meşakatli yollar seçmen saçma, ayrıca manyak mısın nesin? Hem ölüme yollayıp, hem peşimden geliyorsun."

Duraksadı, dudaklarımı ısırdım. Kesinlikle ağzımdan çıkanlara engel olmayı, öyle ulu orta her şeyi söylememeyi öğrenmeliydim. Bana sertçe döndüğünde, hiçbir şey olmamış gibi yürüyecektim ama kolumdan tutarak beni durdurdu.

"Sen akıllanmayacaksın." sonunda bunu anlamıştı! Beni kimse değiştiremezdi, ben hep aynı aynıydım. Omuz silktim ve kolumu çektim.

Tamamen artistlik olsun diye önden yürüyordum ki, hemen önümdeki ağaca baktım. Hiç beklemediğim bir şey olmuştu.

Muhtemelen bana saplanması üzerine atılan ok, hemen önümdeki ağaca saplanmıştı.

Donakaldım, "Devrim!" dediğini duydum Turan'ın. Tepkisizce ağaçtaki oka bakarken, bir ok daha bu kez tam kulağımın dibinden geçti gitti. Öyle ki okun rüzgarıyla saçlarım savrulmuştu.

Aniden belimde hissettiğim elle çekildim, Turan ikimizi de toprağın üstüne yatırmıştı. "Öldürtecek misin kendini?" diye bağırdı öfkeyle, ama bu kez farklı bir şey vardı.

Sesine birazcık endişe karışmıştı sanki.

Beni bir ağacın arkasına çekti, sırtım ağaca yaslandığında o önünde duruyordu. "Bunlar kim?" diye sordum gözlerine bakarak. Yeşil gözleri, öfkeden koyu bir hale bürünmüştü ve bugün kan döküleceğinin işaretini veriyordu sanki.

"Seni öldürmeye çalışacaklar, sakın buradan çıkma."

Ben şok içinde ona bakarken, omuzlarımdan tuttu ve beni sarstı, "Kendine gel Devrim!" Ancak başka bir şey söyleyemedi çünkü hemen yanındaki adamı fark etmişti.

İnanılmaz bir hızda kılıcını çıkarttı ve adamın boğazını kesti, adamın kanları Turan'ın bedenine sıçramıştı. Yüzümü buruşturdum, başka bir adam daha geldiğinde kılıçla mücadeleye girdiler ancak saniyeler sonra öbür adam da ölmüştü.

Çok iyi kılıç kullanıyordu, bu durum kesinlikle filmlerde gördüğümden bile iyi olmalıydı. Benim aklımda bir eksiklik olduğundan emin olmaya başladım, zira beni öldürmeye bir yığın adam gelmişken, ben burada durmuş Turan'ın ne kadar iyi kılıç kullandığını düşünüyordum.

Boş kalıp bana döndüğünde suratına baktım. İlk gözüme çarpan yüzünü ve bedenini boyayan kanlardı, çok vahşi görünüyordu hoş vahşi bir adamdı zaten.

Peki ama neden beni koruyordu?

Beni az önce ölüme göndermemiş miydi? Neden benim için kendini tehlikeye atıyordu bunu anlayamıyordum.

Belinden bir bıçak çıkartıp bana attığında bıçağı sapından yakaladım.

"Kendini öldürtmeyeceksen kalk ve savaş, çok kalabalıklar."

İlk kez gördüğüm bir durumla daha karşı karşıyaydım.

Savaş ya da öl.

 

 

 

~

Bölüm : 30.11.2024 21:03 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...