35. Bölüm
Fato / BÜCÜR / 31. Bölüm

31. Bölüm

Fato
gotten_bacakli

Selamlarr

Geçen bir kurgu okuyordum Sarp diye bir karakter var öyle kırıcı şeyler söylüyordu ki ana karaktere benim Sarp'ım olsa böyle yapmaz diye ağladım

Evet, regliyim.

Neyse, keyifli okumalar...

Çınar Ataoğlu'dan

 

Elimdeki basketbol topunu dalgınca sektirirken dalgındım. Aklımda dolanan düşüncelerin ana sebebi önümüzdeki sınavdı.

 

Ne kadar Zuhal'e sakin olması gerektiğini söylesem de her öğrenci gibi ben de stres yapıyordum.

 

Bir yanım artık bitsin gitsin de kurtulayım şu stresten diyordu. Diğer yanım ise büyümek istemiyordu. Liseyi bırakmak istemiyordum. Hep lise okumalıymışım gibi. Arkadaşlarımla aramın açılma düşüncesi korkutuyordu beni.

 

Hepimiz farklı şehirlerde olacaktık. Aramıza mesafeler girecekti. Sonra da soğukluk. Arada kısa mesajlar atılırdı falan. Herkes kendi hayatına odaklanır, yeni insanlar girer hayata.

 

Böyle olmasını istemiyordum.

 

Büyümek galiba korktuyordu beni.

 

"Çınar tamam amına koyayım, tamam. Sakin ol. Ve sadece andan keyif almaya çalış." dedim kendi kendime.

 

Zuhal şimdi yanımda olsa "Senin overthink perileri gelmiş canım. Lütfen toparlan."

 

Onun aklıma gelmesiyle yüzümde kendiliğinden bir gülümseme oluştu.

 

Çok seviyordum.

 

İlk tanıştığımız zamanlar onunla uğraşmak çok hoşuma gidiyordu. Aslında hala hoşuma gidiyordu. Gitmeye de devam edecekti.

 

Aynı sınıfta olup da nasıl adını bilmezdim? Yanımda şöyle şirin biri var ve ben onu tanımıyorum.

 

Aptalım.

 

Aptaldım falan ama sonuç olarak Zuhal benimleydi. Sürece değil sonuca bakalım.

 

"Ne oldu Çınar? Olanları mı duydun yoksa?" duyduğum alaylı sesle derin bir nefes çektim içime.

 

Bakışlarım sesin sahibine, yani Taner'e döndü.

 

"Taner seninle uğraşak kafada değilim. Siktir git dayak yeme ihtiyacını başkasından karşıla."

 

Güldü pis pis. Gülüşü böyle insanda dişlerini kırıp eline verme isteği uyandırıyordu. Öyle bir rahatsız edicilik seviyesindeydi.

 

Benim kardeşim bu osuruk böceğinde ne buldu ya? Hani ne bulmuş olabilir de bu şerefsize aşık oldu.

 

"Ayıp ediyorsun Çınar. Ben senin için geldim buraya kadar. Senin verdiğin karşılığa bak."

 

Sakinim. Evet. Sakin.

 

"Güzel. Şimdi aynı şekilde siktir git." dedim düz bir sesle. Şu an öfkeyle hareket etmem şu an bana bir faydası olmazdı. Aksine ona keyif verirdi.

 

Ve benim bu adi herife keyif verme gibi bir düşüncem yoktu.

 

Başını sağa sola salladı Taner. "Bunları görünce de gitmemi isteyecek misin acaba?" dedi cebinden telefonunu çıkarırken.

 

Umursamazca ona baktım. "O göstermek istediğin şeyi görünce gidecek misin, Taner? Git."

 

O da beni umursamadı. Telefonunun ekranını bana döndürdü. Gözlerimi onun gözlerinden ayırıp telefona döndüm.

 

Kaşlarım çatıldı. Deniz ve Oğuz öpüşürken çekilmiş bir fotoğraftı bu.

 

Oğuz?..

 

Yapmaz. Hayır. Arkamdan iş çevirmez. Yapmaz ki.

 

Ben şaşkınca fotoğrafa bakarken güldü Taner. Zevk alıyordu şaşkınlığımdan. Belliydi.

 

Çenesiyle telefonu gösterdi. "Kardeşim dediğin Oğuz'a baksana. Kardeşini yürütüyor. Başka bir kız kalmamış gibi. Zaten hayat böyle be Çınar. Zarar hep en yakınlarından gelir. Ama bak düşmanım diye nitelendirdiğin ben sana gerçekleri anlatıyorum. Oğuz ise arkandan iş çeviriyor."

 

"Senin o cümleleri kuran ağzını sikerim Taner." Hırsla yüzüne savurduğum yumrukla sendeledi.

 

"Sen kimsin de onların fotoğrafını çekiyorsun lan?!" dedim yüksek bir sesle.

 

Hani küçük çocuklara öğretirler ya. Ailede olanlar başkalarına anlatılmaz diye. Şu an onu uyguluyordum. Oğuz da Deniz de benim ailemdi. Buradan gittikten sonra kızardım, öfkeden ne dediğimi bilmezdim ama bu öfkeyi bu piç görmeyecekti.

 

"O telefonu sana sokarım puşt. Kardeşimden uzak duracaksın."

 

Kahkaha attı. "Kardeşinden uzak durması gereken tek ben değilim galiba. Ha, ne dersin?"

 

Yakalarını tutup kendime çektim. Kurtulmaya çalışmadı. Umrunda değildi. "Oğuz'dan da Deniz'den de uzak duracaksın. Anladın mı?"

 

Yüksek çıkan sesimden dolayı yüzünü buruşturdu. "Bu öfkenin nedeni ben değilim. Oğuz. Ha bir de Deniz. Şu öfkeyi onlara göstermezsen kırılırım."

 

Onu ittirerek uzaklaştırdım kendimden. Yine sendeledi. Ama düşmedi.

 

"Sana son kez söylüyorum Taner." dedim son söylediklerine cevap vermeden. "Onlardan uzak dur." der demez çıktım basketbol sahasından arkamdan duyduğum Taner'in gülüşleri yüzüne sayısız yumruk indirme isteğimi uyandırıyordu.

 

Deniz ve Oğuz arkamdan iş çeviriyordu. Ama Oğuz'un Deniz'e ilgi duyduğunu nasıl anlamazdım?

 

Oğuz'un Deniz'e olan bakışları, ne zaman Deniz'den bahsetsem gözlerini kaçırışı, bizim yanımızda değilse Deniz'in yanında oluşu...

 

Gözlerimin önündeydi de ben görememiştim.

 

Ben mi aptaldım? Galiba evet.

 

Niye benden saklamışlardı ki? Öfkelenmezdim. Tamam, ilk başta tepki verirdim. Sonuçta arkadaşımla kardeşimin sevgili olması pek isteyeceğim bir şey değildi.

 

Ama sonuçta ikisinin hayatına karışamazdım. İlişkileri beni ilgilendirmezdi. Ben de başka birinin kardeşiyle sevgiliydim. Kimse kime aşık olacağını belirleyemiyordu. Bunun için onlara öfkelenmezdim.

 

Ama bu yaptıkları için onlara öfkelenecektim.

 

Hızla okula girdiğimde biriyle çarpışmıştım.

 

"Özür dilerim." deyip çekip gidecektim. Ama gidemedim. Çarptığım kişi Zuhal'di.

 

"Ay ne koşuyorsun be dana gibi." diye söylendi başını kaldırıp bana bakarken.

 

Sorduğu soruya cevap vermedim. "İyi misin?" diye sordum sadece.

 

Bana bir bakış attı. "İyiyim de... Sen iyi misin?" dedi emin olmayarak bana bakarken.

 

Başımı salladım. "İyiyim."

 

Kaşlarını çattı. "Tamam? Cafer'ler kantinde onların yanına gidiyordum. Gelecek misin?"

 

"Hayır, sınıfa çıkacağım."

 

"Ben de seninle geleyim." dedi. Bir şey demedim. Merdivenlere doğru yürümeye başladım. Sessizce beraber çıkmaya başladık.

 

Bakışları tekrar bana döndü. "Çınar? Emin misin iyi olduğuna?"

 

"İyiyim." dedim tekdüze sesimle.

 

"Bence değilsin bir şey mi oldu? An-"

 

"Zuhal! İyiyim dedim ya. Neden durup durup soruyorsun." dedim yüksek bir sesle.

 

Dudaklarını birbirine bastırdı. Bir şey demedi. Bakışlarını kaçırdı. "Afedersin. Şey ben..." başka bir şey demedi.

 

Siktir.

 

Aptalım, aptal.

 

"Zuhal özür dilerim. Yükselmek istemedi-"

 

Başını sağa sola salladı. "Önemli değil. Israr etmemeliydim. Anlatmak istediğin zaman dinlerim."

 

Ben Zuhal'i hak edecek ne yapmış olabilirim?

 

Ne yaptıysam aferin bana.

 

Diğer öğrenciler merdivenden çıkarken Zuhal'i kenara çekip sıkı sıkı sarıldım ona. İnsanlar merdivenleri çıkarken rahatsız edici bakışlar gönderiyordu ama benim pek umrumda değildi.

 

Eğilip saçına bir öpücük kondurdum. "Teşekkür ederim bir tanem. Öğreneceksin illaki zaten."

 

Gülümsedi, gamzesi ortaya çıktı. Dudaklarımı sertçe oraya bastırdım. "Tamam o zaman. Sen biraz yalnız kal. Ben de bizimkilerin yanına gideyim."

 

Gözlerini kısarak bana baktı sonra. "Kupra kendine gel, tamam mı? Gülseren'in su getirmesine gerek kalmasın, değil mi canım?" dedi çok hafifçe yanağıma vururken.

 

Güldüm. Elini elimin içine alıp dudaklarımı eline bastırdım. "Tamam." dedim uslu uslu.

 

Üç saniye de beni kediye çevirmişti.

 

Omzuma vurdu bir iki adım geri çekilirken. "İyi iyi aferin." ardından parmaklarının üstünde yükselip dudaklarını yanağıma bastırdı. Sonra ise koşa koşa gitti.

 

Arkasından gülerek bakarken "Ben çok aşığım bu kıza." diye mırıldandım.

 

Geriye kalan merdivenleri onsuz çıkarken aklıma on beş dakika önce yaşananlar dolmuştu.

 

İçime bir öfke dolarken derin bir nefes aldım. Ne yapacaktım?

 

Sınıfa girdim. Bir iki grup kendi aralarında konuşup gülüşüyorlardı. Sırama geçip başımı sıraya yasladım.

 

Başım çok ama çok ağrıyordu.

 

Biraz uyumaya çalıştım. Ya on ya da on beş dakika sonra ise başımda sesler duymaya başladım.

 

"Şşt Çınar aşkısım? Öldün mü lan? Depresyon perileri mi sardı etrafını, ne oldu?"

 

Oğuz'un söyledikleri normalde olsa güldürürdü beni. Ama bu sefer sinirlendirmekten öteye geçemedi.

 

Başımı sıradan kaldırırken gözlerimi onlarda gezdirdim.

 

Sinan önümdeki sırada otururken Oğuz ve Cafer ayaktaydı. Zuhal ise sağımdaki sıranın masasını yanıma yaklaştırmış masanın üstüne oturmuş ayaklarını sallarken kahve gözleri dikkatlice beni süzüyordu.

 

Oğuz'un dediklerine bir şey demedim. "Nil ve Akın nerede?" diye sordum sadece.

 

Cafer cevap verdi bana. "Matematik hocaları sınav yapacakmış. Ona çalışıyorlardı beraber."

 

'Anladım' dercesine başımı salladım.

 

"Çınar bir durgunsun. Bir şey olmadı değil mi?" diye sordu Cafer merakla.

 

"Yok. İyiyim. Başım ağrıyor sadece. İlaç içersem geçer."

 

"İçme." dedi Zuhal. "Her başın ağrıdığında ilaç içersen bir süre sonra ilaçlar etki etmeyecek biliyorsun. Su iç. Susuzluktan başın ağrıyor."

 

Gülümseyebildiğim kadar gülümsedim. "İçmem, tamam."

 

"Hayatımın anlamı ne kadar da hanımcı oldu ya. Siz aynen bu şekilde devam gerde-"

 

"Ben elimi yüzümü yıkayıp geliyorum." dedim yerimden kalkarken. Oğuz'un dedikleri samimi gelmiyordu. Aksine rahatsız ediyordu.

 

Ben yanlarından gidecekken Zuhal'in sesi durdurdu beni. "Bugün beraber sahile gidelim diyoruz. İster misin Çınar? Deniz de gelsin. Hep beraber."

 

Kaşlarım çatıldı. Olurdu. Çok iyi olurdu. İçimdekileri de dökerdim.

 

"Olur." dedikten sonra çıktım sınıftan.

 

 

Zuhal Batı'dan

 

"Zuhal? Nereye daldın kanka?" Nil'in sesiyle kendime gelirken "Hı?" diye bir ses çıktı ağzımdan güldü.

 

Ben de güldüm. "Dalmışım ya." diye mırıldandım.

 

"Fark ettim canım." dedi. Başka bir şey söylemedim. Beraber otobüs durağına yürüyorduk. Oradan da sahile geçecektik. Bizimkiler zaten oradaydı.

 

Aklıma gelenlerle sırıttım. "Siz Akın'la nasıl gidiyorsunuz?" dedim.

 

Kızardı. Bakışlarını kaçırdı. "İyiyiz yani iyiyiz... Evet."

 

Güldüm. Şapşallar ya.

 

"Sevgili misiniz peki?"

 

Ofladı. "Ya bu çıkma teklifini kim kaldırdıysa geri getirsin. Sevgili gibiyiz ama olmayadabiliriz."

 

Neyse ki Çınar bana böyle şeyler yaşatmamıştı. Canım benim.

 

"Bence sevgilisiniz." diyerek kendi fikrimi dile getirdim.

 

Dudakları büküldü. "Seni sevdiğini söyledi mi peki?"

 

Başını sağa sola salladı. "Hayır. Ama seviyor. Öyle davranıyor çünkü."

 

"Bence sen boş ver direkt sor. Biz neyiz, de."

 

"Bakacağız."

 

 

Nil ile gülüşerek ilerlerken duyduğumuz bağırış sesleriyle kaşlarım çatıldı.

 

Ses bizimkilerden geliyordu.

 

Nil'in de kaşları çatılmıştı. "Ne oluyor ya?"

 

Umarım düşündüğüm şey değildir.

 

Koşarcasına bizimkilerin yanına gittiğimizde korktuğum şeyin başımıza geldiğini anladım.

 

"Ben sana kardeşimi emanet ederken sen benim arkamdan iş mi çeviriyordun lan?! Puşt. Ben senden öğrenmem gereken şeyi niye Taner itininden öğreniyorum, Oğuz?" Çınar'ın yüksek çıkan sesiyle Oğuz'un ciddi manada sıçtığını anladım.

 

Çınar, Oğuz'un üstüne yürürken Cafer ve Sinan onu tutup geri çekmeye çalışıyordu.

 

"Çınar haklısın. Ama sakin olma-"

 

Onu tutan kollardan kurtuldu Çınar. "Ne sakin olmasından bahsediyorsun amına koyayım?" dedi sinirle gülerken.

 

Oğuz endişeyle kendini açıklamaya çalıştı. "Çınar, kardeşim, gerçekten sana söyleyecektim."

 

Güldü. Hatta kahkaha attı Çınar. "Sen korkak bir şerefsizden başka bir şey değilsin. Çok mu mutluydun beni kandırırken?"

 

Oğuz başını sağa sola salladı. "Ben aramızın bozulmasından korktum. Ben-"

 

"Abi biz emin olmadan söylemek istemedik." dedi Deniz. Mavi gözleri korkuyla dolmuştu.

 

Çınar'ın bakışları Deniz'e döndü bu sefer. Sesi daha alçaktı. "Ben her şeyimi paylaşıyorum seninle. Senin de paylaşmanı istiyorum. Sana sormadım mı hoşlandığın biri var mı yok mu, diye?"

 

Başını eğdi Deniz. "Sordun." dedi sessizce.

 

Çınar ona başka bir şey söylemedi. Yüzünü sıvazladı sadece.

 

"Kardeşim gerçekten söyleyecektim ben sana." dedi Oğuz.

 

Güldü yine Çınar. "Kardeşim diyor ya... Kardeşim." gülmeyi bırakıp Oğuz'un üstüne yürüdü.

 

Yüzüne sert bir yumruk geçirdi.

 

Oğuz sendelerken ben ve kızların ağzından ufak bir çığlık çıkmıştı.

 

Cafer, hemen Çınar'ı geri çekti. Akın ise Oğuz'u arkasına aldı.

 

"Anlıyorum sinirlisin. Haklısın da. Ama Oğuz'a vurman bir şeyi değiştirmeyecek." dedi Akın sakince.

 

Çınar, Akın'a cevap vermedi. Gözleri Oğuz'daydı. "Sen benim kardeşim falan değilsin bundan sonra." dedi sadece.

 

Oğuz'un gözbebeklerinin titrediğini gördüm. Ama bir şey söyleyemedi.

 

Çınar Cafer'in tuttuğu kollarından sıyrıldı. Ardından hızlı adımlarla yanımızdan ayrıldı.

 

"Sikeyim ya." diye mırıldandığını duydum Sinan'ın.

 

Deniz telaşla Oğuz'un yanına gitti. Burnu ve dudağı kanıyordu sadece.

 

Çınar'ın arkasından gitmeden önce Oğuz'un omzunu sıvazladım. Ardından Çınar'ın arkasından koşarcasına ilerlemeye başladım.

 

Tabii onun tek adımı benim iki adımım olduğu için bir tık zordu.

 

"Çınar! Ay düşüyordum. Çınar yavaşlasana be." dedim peşinden koşarken.

 

Ben bunu der demez durdu. Ben konuşacakken onun öfkeli sesi kesti sözlerimi.

 

"Zuhal şu tavırların yardımcı olmuyor bana. Kes artık şunu."

 

Kaşlarım çatıldı. "Hangi tavırlarım?"

 

"Bu ısrarcı tavırların. Seninle konuşmak istesem seni çağırırdım değil mi? Ama çağırmadım. Çünkü konuşmak istemiyorum."

 

"Ben sen yalnız kalma diye-"

 

"Yalnız kalmak istiyorum. Seni, kimseyi istemiyorum yanımda şu an. Yardımcı olmuyorsun bana. Rahatsız ediyorsun sadece. Bıktım bu tavrından. Anlıyorum musun beni?"

 

Gözlerimin dolmaması için üstün bir çaba gösterdim. Ama sesimin titremesine engel olamadım.

 

"Anlıyorum." yutkundum. "Özür dilerim. Rahatsız etmem bir daha seni."

 

Gözlerindeki öfkenin yerini pişmanlığın aldığını gördüm ama artık çok geçti.

 

Arkamı dönüp hızla yürürken arkamdan seslendiğini duydum. Ama dönüp bakmadım.

 

Gözlerimden yaşlar akarken elimin tersiyle yaşları silsem de yenileri geliyordu sürekli.

 

"Salaksın Zuhal salak. Haklı çocuk."

 

Bıktım.

 

Bıkmıştı benden. Rahatsız etmekten başka bir şeye yaramıyordum.

 

Otobüs durağına doğru yürürken çalan telefonumla durdum. Sinan arıyordu.

 

Açtım. "Efendim Sinan."

 

"Neredesiniz Zuhal?" diye sordu.

 

"Çınar tek kalmak istedi. Ben de eve geçiyorum."

 

Biraz sessizlik oldu aramızda. "Zuhal sesin kötü geliyor. Ağladın mı güzelim?" dedi ondan pek duymadığım ciddi bir sesle.

 

"Hayır." dedim ama bunu söylerken de ağlıyordum. "Ağlamadım."

 

Bir şey demedi. Ardından "Neredesin?" diye sordu.

 

"Duraktayım."

 

Derin bir nefes aldığını duydum. "Eve gidince bana mesaj at. Çok da ağlama yoksa Nil'e buralar çok küfür ettiğini ve çok kaba bir insan olduğunu söylerim. On saat onun nasihatini dinlersin."

 

Ağlasam da gülmeme engel olamadım. "Yalancı. Ben küfür falan etmiyorum amına koyayım."

 

Güldü o da. "Dikkat et kendine. Görüşürüz."

 

"Sen de. Görüşürüz."

 

Telefonu kapadıktan sonra otobüs de gelmişti zaten. Kartımı okutup bindim. Bugünkü şanssızlığım devam ediyordu. Yer yoktu.

 

Kulaklığımda yoktu. Ofladım.

 

20 dakika içinde eve varmıştım. Anahtarla içeri girdim. Annemin sesini duydum.

 

"Zuhal sen mi geldin kızım?"

 

"Evet."

 

Mutfaktan çıkıp yanıma geldi. "Gözlerin kızarmış senin. Bir şey mi oldu annem?" dedi telaşla.

 

Bir şey söylemeden. Sadece sarıldım. O da sıkıca sardı kollarını bana.

 

"Önemli değil." Önemliydi. "Halledemeyeceğim bir şey değil."

 

Geri çekildiğimde yanağımdan öptü. Üstüme gelmedi. "Aç mısın kuzum?"

 

Başımı sağa sola salladım. "Yok annem. Eline sağlık. Uyuyacağım ben."

 

Başını salladı. Başka bir şey söylemeyince de odama girdim. Ne kadar halim olmasa da üstümü değiştirdim. Yatağa girdiğimde yorganı üstüme çektim.

 

Evet, an itibariyle depresyondayım.

 

Bölüm : 19.10.2025 18:46 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...