
3 yıl önce
Deniz, gökyüzüyle birleşmiş gibiydi.
Nerede başlıyor, nerede bitiyor… seçemiyordum.
Gri bir battaniye gibi uzanmıştı önümde. Soğuk, ağır ve suskun.
Tahta bordaya çarpan dalga sesleri aralıklarla yükseliyordu.
Gemi hafifçe sarsıldığında ayaklarımın altındaki dünya yerinden kayıyormuş gibi hissediyordum.
Ama bu his de tanıdıktı — çünkü ben zaten hiçbir yere ait değildim.
Küçük bir yolcu teknesinin en arkasında, rüzgâra karşı tek başıma duruyordum.
Diğer yolcular benden uzak durmuştu yol boyunca.
Kimi göz ucuyla dua etmişti beni görünce, kimi korkuyla geri çekilmişti.
Alışıktım.
Benim tenime bakanlar uğursuzluk görürdü.
Benim gözlerime bakanlar, içlerinden geçen soruları söyleyemezdi.
Oysa ne lanettim, ne mucize.
Sadece Astrea.
Beyaz saçlarıyla doğduğu için çocukluğunu kaybetmiş bir kız.
Beş yaşındaydım, babam beni bir pazarda sattığında.
Ne uğruna, hatırlamıyorum. Belki bir testi şarap, belki bir kese altın.
O günden sonra yalnızlık benimle evlendi.
Yıllar boyunca ne bir evim oldu, ne bir sesim.
Sadece görevlerim. Sadece emirler.
Omuzlarımdaki pelerin yıpranmıştı, ama hâlâ taşıyordum.
Rüzgâr içinde dolanırken ellerimle uçlarını kavradım.
İçim titriyordu. Soğuktan değil. Korkudan da değil.
Bilmiyorum… başka bir şeyden.
Adını koyamadığım bir yakınlıktan.
Yaklaştığını hissettiğim ama hâlâ göremediğim bir kaderden.
“Az sonra kıyı görünecek. Hazırlan,” dedi gemici.
Sesi keskin, sabırsızdı.
Yalnızca başımı salladım.
Ne cevap verecek hâlim vardı, ne de sözlerin bir anlamı kalmıştı.
Yüzümü rüzgâra çevirdim.
Denizin kadim kokusunu içime çektim.
Tuz, yosun, uzak ülkeler…
Ve her nefeste içimdeki görünmez taş biraz daha ağırlaştı.
Sonra gözlerim bir şey gördü.
Kıyıda...
Uzakta, gri taşlardan örülmüş bir siluet yükseliyordu.
Walker Kalesi.
Adını duymuştum.
Sert, yüksek, soylu ve acımasız bir yer olduğunu söylemişlerdi.
Hizmet etmek onurdu, oraya seçilmek mucize.
Ama ben ne onur için buradaydım, ne mucize bekliyordum.
Ben sadece bir sonraki durağa varıyordum.
Yine adımı bilmeyecek insanlar.
Yine gölgelerde bir gölge daha.
Yine unutulacak bir hayat parçası.
Ama içimde… o an bir şey kıpırdadı.
Kaleyi ilk kez gördüğümde…
Gözlerimi ondan alamadım.
Sanki kale bana bakıyordu.
Gemiden indiğimde kalabalık öylesine yoğundu ki, nefes almak bile çaba istiyordu.
Taş avluda toplanmış yüzlerce — hayır, binlerce — kişiyle birlikte duruyordum.
Birbirlerine benzeyen, aynı hayalle gelen yüzler.
Ama benim hayalim yoktu.
Yalnızca bir yönüm vardı.
Yürümem gereken bir yol.
Yıpranmış pelerinimle, beyaz saçlarımla, başımı eğmiş vaziyette sıranın içindeydim.
Yabancı bakışları üzerimde hissediyordum ama aldırmadım.
Eğer biri gözlerime bakarsa orada yalnızca sessizlik bulurdu.
Sessizliğim, çığlık kadar yüksek olmuştu zamanla.
Sonra bir ses yükseldi. Yaşlı, sert ve buyurgan bir adam.
Başhizmetkâr dediler ona.
“Bin beş yüz altı aday. Sadece sekiz kişi seçilecek.
Bu kale sessizliği, dikkati ve sadakati ödüllendirir.
Diğer her şey... çöptür.”
Sözleri kalabalığın içinden geçip kemiklerime kadar işledi.
Kimse alkışlamadı. Herkes hazırdı.
Yarış başlamıştı.
1. Sessizlik Yürüyüşü
Elime küçük bir tepsi tutuşturdular.
Bir fincan çay, bir mum, bir minik şarap şişesi.
Ve tepsinin altına bağlanmış bir çan.
Ne kadar küçük görünse de...
O çanın çıkardığı bir ses, her şeyin sonu olabilirdi.
İçimden nefesimi saymaya başladım.
Bir... iki...
Ayaklarımı yere değil, havaya basıyormuş gibi kaldırdım.
Rüzgârı hissettim ama çan kıpırdamadı.
Etrafımdakilerin telaşı, düşen çaylar, devrilen mumlar...
Ben sadece yürüdüm.
Sadece yürüdüm.
2. Gölge Gözlemi
Bizi sırayla küçük, sade bir odaya aldılar.
Ama ben gözlerimi odanın sadeliğinden çok, düzensizliğine çevirdim.
Bir tablo eksikti duvarda.
Masa sallanıyordu ama altında hiçbir takviye yoktu.
Yere düşmüş bir kitap vardı — hayır, biri bilerek bırakmıştı onu.
Gözlerim her detayın üzerinden geçti.
Odaya bakmadım, içinden geçtim.
Sıra bana geldiğinde konuşmam istendi.
“Tablonun yeri bozulmuştu. Masanın ayağı kısaydı ama altına bir şey konmamıştı. Raflardaki kitaplar tozlanmamıştı ama biri aşağı itilmişti. Kibrit kutusu yoktu, ama mum söndürülmüştü.”
Cümleleri hızlı kurmadım.
Sadece gördüğüm kadarını söyledim.
Gözler bana değil, önüme dönüktü.
Ama içlerinden biri, başını kaldırıp bana baktı.
Başhizmetkâr not aldı.
Bir kelime söylemedi.
Ama bir kelime gerekmezdi zaten.
Anladım.
3. Sözsüz Emir
Son aşama.
Konuşulmayan bir dilin sınavı.
Başhizmetkâr yere bir peçete düşürdü.
Diğerleri onun eliyle vereceği bir işareti bekledi.
Ama ben... ellerine değil, gözlerine baktım.
Ayak ucuna doğru kayan kısa bir bakış gördüm.
Dudaklarının kıpırdamadan verdiği tek emir.
Eğildim.
Peçeteyi aldım, kıvırdım.
İki elimle sundum.
Boyun eğmedim ama emir aldım.
Ve doğru şekilde sundum.
İsimler Açıklanırken
Saatler sonra kalabalık bir kez daha toplandı.
Yorgunluk, bekleyiş, ter, toz, umut ve umutsuzluk.
Hepsi aynı avluda buluşmuştu.
“...ve son olarak, 1567 numara: Astrea Lyre.”
O an zaman durdu.
İsmimi ilk kez biri doğru söyledi.
Ve bu defa, arkamdan değil, önümden seslendi.
Birileri başlarını çevirdi.
“Albino olan mı?” dediler fısıltıyla.
Ama bu fısıltılar artık kulaklarıma işlemiyordu.
Çünkü o an —
Kaleye ilk kez gerçekten baktım.
Yukarıda, karanlık bir pencerede bir gölge gördüm.
Biri beni izliyordu.
Biri… beni fark etmişti.
Ve bilmiyorum neden ama içimde bir his yankılandı:
“Bu defa adımı hatırlayacaklar.”
______________________________________
Taş duvarların arasından geçerken, adımlarımız yankılandı. Sekiz kişiydik.
Sekiz adım, sekiz soluk, sekiz kader.
Birbirimizin yüzlerine bakmamaya dikkat ediyorduk — belki gururdan, belki de korkudan.
Ben başımı eğmiştim. Çünkü ne gururum vardı ne de korkum.
Sadece alışkanlık.
Bizi, loş ışıklarla aydınlatılan yüksek tavanlı bir odaya aldılar.
Ortada yuvarlak, siyah taşlardan yapılmış bir masa duruyordu.
Duvarlarda işlemeli kalkanlar, üzerlerinde tanımadığım ama eski bir soyluluğa ait armalar vardı.
Masanın arkasında yaşlı bir kadın bekliyordu.
Başhizmetkâr değil.
Ama ondan bile daha sessiz ve daha sert görünen biri.
Sesi, taşların içinden geliyormuş gibiydi:
“Walker Kalesi’ne hoş geldiniz.
Burada adınızdan önce sessizliğiniz, varlığınızdan önce gölgeniz hatırlanır.”
Bize ellerimizi taş masanın üzerine koymamızı söyledi.
Soğuk taşın yüzeyine parmaklarımı dokundurduğumda, sanki kalenin nabzını hisseder gibi oldum.
Kalın, ağır ve hiç bitmeyen bir nabız.
Yaşayan bir yerin içinde duruyorduk.
Kadın konuşmaya devam etti:
“Bu kalede, sizden beklenen üç şey vardır:
Sadakat.
İtaat.
Ve unutulmak.”
“Kraliyet her şeyi görür.
Duymadığınız fısıltıları duyar, atılmayan adımları da hisseder.
Bu kalede yanlış yapan biri... zamanla yok olur.
Ama doğru olan... duvarlara isim kazır.”
Yemin etmemiz istendi.
Bir formül verilmedi. Herkes kendi içinden etti yeminini.
Ben dudaklarımı kıpırdatmadım bile.
Ama içimden geçirdim:
“Görünmez olurum, susarım. Ama unutmam.
Ve bir gün… siz de beni unutamayacaksınız.”
Hizmetliler Koğuşu
Törenin ardından taş merdivenlerden aşağı indirildik.
Dar, kıvrımlı geçitlerden, karanlık koridorlardan geçtik.
Zaman kavramını yitirmiş gibiydim.
Sonunda, ağır bir kapı önünde durduk.
Kapı açıldığında, içeride sade ama temiz yataklar, küçük sandıklar ve duvarda asılı birkaç fener vardı.
Burası bizim yerimizdi. “Altın Sekizli” dediler.
Tam içeri girecekken, bir başka kadın daha karşımıza çıktı.
Orta yaşlı, bakışları kararlı ve sırtı dimdikti.
Üzerindeki kıyafet, sıradan bir hizmetçiden çok daha düzenliydi.
Elindeki sopayı yere vurdu. Sessizlik bir kez daha indi.
“Ben Talena. Üsthizmetçi.
Burada ilk gününüz.
Kuralları bilmeyen biri cezayı da tanıyamaz.
Ve ceza, bu kalede merhamet değil... derstir.”
Sonra teker teker maddeleri söyledi.
1. Sabah beşte uyanılır.
2. Konuşmak izne tabidir.
3. Kraliyet üyeleriyle göz teması yalnızca izinle kurulur.
4. Özel salonlar yalnızca emirle temizlenir.
5. Sırlar burada taş duvarlara aittir.
6. Hiçbir emir sorgulanmaz.
7. Her hata, bir iz bırakır.
8. Ve her iz... takip edilir.
Talena bir an durdu, sonra bakışlarını üzerime dikti.
“Ve son kural:
Albino olmanız sizi özel yapmaz.
Burada herkes eşit ölçüde sessizdir.”
Kafamı eğmedim.
Ama cevap da vermedim.
Çünkü sessizlik... bu kalenin ilk dilidir.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |