4. Bölüm

2

Gözde Edemen
gozde_edmn

Gözlerimi derin nefesler alarak açtım.
Kâbusta görmemiştim oysa ama bir şey uyanmama neden olmuştu ve bu hiç de hoş değildi.

Gözlerimi koğuşta gezdirdim; herkes derin uykudaydı.
Yavaşça ayağa kalktım ve açık olan oda kapısına baktım.
Biraz oda dışında durup yatarsam daha iyi olur diye düşündüm ve sessizce koğuştan çıktım.

Dışarısı da karanlıktı. Tek ışık kaynakları, koridora asılmış güzel meşalelerdi.
Gece yarısı yanıyor olmaları tuhafıma gitmişti ama fazla sorgulamadım.
Önümdeki camdan dışarı baktım.

Dışarıdaki tek ışık kaynağı o güzel aydı.
Tabii bir de şehrin ışıltılı ışıkları...

Arkamı döndüm ve koğuşa geri dönmek için fark edilmeyecek şekilde yürümeye başladım.
Ama aniden birkaç taşın düşme sesini duydum.

“Kale sanki nefes alıyor,” diye mırıldandım sessizce.

Koğuşa daha hızlı yürüdüm, direkt yatağa girip gözlerimi kapadım.

Rüyam yine beni geri çekti.
Sanki geceyle birlikte zihnime dolan bir sisin içinden sürüklenir gibi…

Birden denizin kokusu çarptı yüzüme: tuz, yosun ve ıslak tahta.
Gözlerimi açtığımda bir limandaydım.

Gökyüzü griydi.
Dalgalar iskele direklerine vurdukça tahta gıcırdıyordu.
Martılar dönüp çığlık atıyor, rüzgâr eteklerimi savuruyordu.

Ben küçük ellerimle babamın ceketine tutunuyordum.
Avuçlarım terden kayıyordu ama bırakmak istemiyordum.

Babam yüzüme bakmıyordu.
Omuzları titriyordu, gözlerini uzaklara dikmişti.

Adamlar geldi. Yabancı, sert bakışlı adamlar.
Kollarımı tutup babamdan ayırdılar.
Babamın dudakları oynadı ama ses çıkarmadı.

“Baba…” dedim kısık sesle.
“Eve gidelim…”

Ama o hâlâ bana bakmadı.

Birden kalabalık yarıldı ve annem koşarak geldi.

Saçları rüzgârda darmadağın olmuştu.
Soluk soluğaydı.
Yüzünde hem korku, hem sevgi, hem de tarifsiz bir acı vardı.

Gözlerimiz buluştuğu anda bütün dünya sustu.
Pazarın uğultusu, denizin sesi… hepsi durdu.

Annem elini bana uzattı.
Ama adamlar beni daha da geriye çektiler.

“Anne…” dedim, sesim titriyordu.
“Ne olur bırakma beni…”

Annem bir adım daha attı, ama adamlar onu itti.
Dizlerinin üstüne düştü.
Kolları titriyordu ama gözleri hâlâ benim üzerimdeydi.

Bir şey söylemeye çalıştı, dudakları hareket etti.
Ama sesi rüzgârda kayboldu.

Ben o an boynumdaki kolyeye sarıldım.
Avuç içim kadar küçüktü.
Kolyeyi anneme göstermek için uzattım.
Ama gemi sallanınca ellerim titredi.
Adamlar beni gemiye sürüklemeye başladılar.

“Anne!” diye bağırmak istedim.
Ama sesim çıkmadı.

Annem kalktı, yeniden elini uzattı.
Gözlerinden yaşlar süzülüyordu.
Bir an, dudaklarından dökülen o tek kelimeyi okudum:

“Ay yüzlüm…”

Gemi uzaklaşırken, annem limanda küçüldü.
Eteği rüzgârda savruluyor, elleri hâlâ bana uzanıyordu.

Sonra sis indi.
Annemin yüzü silindi.
Ve ben yalnız kaldım.

Gözlerimi Telena’nın bağrışlarıyla açtım.
Yavaşça doğrulduğumda, direkt bana baktı.

“İlk göreviniz için hazırlanmalısınız. Hadi, oyalanmayın!”
Sesini yükselttiğinde, başıma bela almadan hızlıca kalkıp hazırlanmaya başladım.

Herkes hazır olunca, kalenin alt katlarındaki bir odaya götürüldük.
Ellerimize birer belge verildi.

“Göreviniz basit. Bu belgeler özel olarak kral tarafından yazıldı.
Bunları kalenin üst katında bulunan askeri odalara götüreceksiniz.
Ne olursa olsun, bu belgeleri kimse açmamalı. Kimse.”

Telena’nın dedikleri merak uyandırsa da bende hiç işlevi olmadı.

Herkesin dağılması istendiğinde, benimle birlikte üç kişi daha farklı yoldan giderek yolumuzu biraz uzattık.
Ama bunu sorun etmedim.

Yakınımda olan iki kişi belgeleri inceliyordu.
İçimdeki ses, aralarından birisinin merakına yenik düşeceğini söylüyordu.

Aramızdan biri bana yaklaşarak,
“Bu kalede kapıların bazıları kulak kesilir… konuşma,” diye kulağıma mırıldandı ve yanımızdaki kıza gönderme yaparak başka bir koridora gitti.

Bu sefer iki kişi kalmıştık.
Yanımdaki kız, düşündüğüm gibi merakına yenildi ve belgeyi fark edilmeyecek şekilde açıp içinde bulunan, Telena’nın anlattığı sözde kralın kendi el yazısıyla yazılmış askeri kağıda baktı.
Ama kağıt bomboştu.

Kız bana korkuyla baktığında, sessizce fısıldadım:
“Demek kağıtlar boş… her şey itaatimizi görmek içinmiş.”

Kız belgeyi buruşturup dosyaya geri koydu.
Tam o sırada ben odaya geldim ve içeri tıklatıp girdim.

Birkaç baş hizmetçi bana dikkatlice baktı ve elimden dosyayı aldı.
Aralarından biri dosyayı açtı, inceledi ve “Güzel,” diye mırıldanıp beni onayladı.

Bense hafif tebessümle odadan çıktım.

Bize belgeleri verdikleri zemin kattaki odaya döndüm.
Benden önce üç kişi daha önden gelmişti.
Yanlarına geçtiğimde Telena bana bir göz gezdirdi.

Benden sonra birkaç kişi daha geldi.
Toplam altı kişiydik.

Telena derin bir nefesle konuşmaya başladı:
“Diğer iki kişi elendi.”

Artık altı kişi kalmıştık ama aklımda büyük bir soru vardı.
O yüzden elimi hafif kaldırarak konuşmak için izin istedim.
Telena kafasını hafif eğerek bana izin verdi.

“Merak ediyorum… Elenenlere ne oluyor?”
Ben gönderildiklerini düşünüyordum ama bunu belirtmedim.

Telena’nın cevabı geç kalmadı:
“İtaatsizlik ve işini kötüye kullanmanın cezası ölümdür. Yakında sana da olacak,” diyerek gülümsedi.

Ama ben elimden gelen her şeyi deneyecektim çünkü yaşamak istiyordum.

Koğuşa döndüğümüzde, birkaç kişinin bana tuhaf ve rahatsız edici bakışlarına maruz kalmıştım.
Buna alışkındım.
Geçmişim bu bakışlar altında yaşamakla geçmişti.

Başkalarını memnun etmek için kuruyup gitmiş bir hayattı benimkisi.
Kitap okuduğum zamanlarda uzaklaşırdım ve başka bir gerçeklikte hayatımı yaşardım.
Ama kötü yanı, geri dönmenin acısıydı.

Birkaç kişi bana bakarak bir şeyler mırıldanıyordu.
Aralarından biri öne çıkıp,
“Gece yarısı uyanıp etrafta gezerek bizi rahatsız ediyorsun. Böyle bir alışkanlığın varsa kendini yatağa zincirlemeni öneririm,” dediğinde sadece sessiz kaldım.

Demek görülmüştüm.

Yavaşça yatağıma oturdum.
Yatağımın altındaki raftan bir kitap aldığım sırada bir el beni tuttu ve kitabı elimden aldı.

Telena’ydı.
Elimden aldığı kitaba göz attı.
“Burada bu saçmalıklar için fazla zamanın olmayacak,” diyerek kitabı yatağın üstüne bıraktı.

“En üst kattaki kilitli kütüphanenin yanında bir oda var, orayı temizleyecek birisi lazım,” dediği an ayağa kalktım.

“Ben yaparım,” diye görevi üstlendim.

Telena beni odaya kadar götürdü ve bir anahtar verdi.

“Bu anahtar temizlik malzemelerinin bulunduğu odayı açar.”

Kafamı eğerek teşekkür ettim.
Odadan çıkmadan bana son kez baktı ve hızlıca aşağıya indi.
Bense temizlik odasına doğru ilerledim.

Kapıda birkaç temizlikçi hizmetçi bana bakıp başka tarafa gitti.
Bense açık olan kapıdan ihtiyacım olan birkaç malzemeyi alıp odaya dönmek için yürüdüm.

Bu odanın önemini merak ediyordum ama tam o sırada bir çıngırak sesi duydum ve olduğum yerde kıpırdamadan durdum.
Bu çıngırak benden uzaklaştığında daha da hızlı odaya gittim.
Kimseyle konuşmak istemiyordum.

Odaya girdiğimde kapıyı arkamdan kapadım ve meşalelerden birini hızlıca yaktım.
Etraf tozlu ve örümcek ağlarıyla doluydu.
Özellikle odanın içinde bulunan kapalı başka bir odanın kapısının önünde birikmişlerdi.

Telena’nın bu görevi verirken o odayı da verdiğini düşündüm.
Ama önce küçük odanın içini temizlemeye başladım.

Genellikle temizlik yaptığım zamanlar, çocuk olan ben ile baş başa kalırdım.
Geçmişte bazı acılar aklıma gelir, canımı yakardı.
Bazen o kadar çok canımı yakardı ki, varlığımı yalan olarak görürdüm.

Bununla birlikte sabah gördüğüm o rüya geldi.
Annemin gözlerini hatırlayınca elim refleks olarak boynumdan hiç çıkarmadığım kolyeye gitti.
Kapağını açtım. İçinde annemin minik resmi vardı.
Saçları toplanmış, gülümsüyordu.
Bir tek o resimde bana bakıyordu, sanki hâlâ yanımdaymış gibi.

Sessizce mırıldandım:
“Bir gün tekrar bir araya geleceğiz,” diye mırıldanıp kolyeyi kapayıp boynuma geri sokuşturdum.

Odayı temizlemem bitince, kapısı örümcek ağından gözükmeyen kapıya yürüdüm.
Elimdeki sopayla kapının ağlarını temizledim.

“Sanki yıllardır umursanmamış gibi,” diyerek hafifçe kapıyı ittirerek açtım.

İçerisi darmadağındı ve daha çok örümcek ağı ile doluydu.

Odanın kokusu bile geçmişe aitti.
Nem, küf ve yanan toz karışımıydı…
Nefes almak zordu ama içeri girmemek daha zordu.

Meşaleyi kaldırdım.
Duvarlardaki portrelere yaklaştım.

Kral Walker. Kraliçe Sophia.
Ve üç çocukları: Victor, Lucas, Ashleyn.

Prensesin portresi en renklisi ve sağlam olanıydı.
Özenle korunmuş, çerçevesi bile cilalıydı.

Lucas’ın yüzü netti.
Omzunun arkasında bir kadın vardı… ya da bir zamanlar vardı.
Kadının yüzü silinmeye çalışılmıştı.
Fırça darbeleriyle değil — öfkeyle, bıçakla kazınmış gibiydi.

Ama bazı çizgiler kalmıştı:
Beyaz saç telleri. Solgun bir ten.

İçimde bir ürperti dolaştı.

Kadının adı da kazınmıştı.
Ama geriye tek bir harf kalmıştı:
“A…”

Elimi yavaşça çerçevenin altına uzattım.
Ahşap çatlamıştı.
Parmak uçlarımla eski boyayı hissettim.

Sonra gölgede kalmış başka bir tablo dikkatimi çekti.
Aynı duvarda… ama biraz daha karanlık bir köşede.
Neredeyse gizlenmişti.

Meşaleyi yaklaştırdım.

Bembeyaz saçlı bir kız.
Albino.
Sakin ama güçlü bakışlar.

Bu yüzü… tanıyordum.

Hayır.
Bu yüz bendim.

Bir adım geri çekildim. Kalbim hızlandı.
Portreye kazınmış çizikler vardı.
Tıpkı az önceki gibi, ama daha vahşice.
Boyası kazınmış, çerçevesi kırılmış.
Ama silinmemiş.

Altında tek kelime yazılıydı:

“HAİN.”

Gözlerimi kaçırmak istedim ama yapamadım.
Sanki tablo beni izliyordu.
Ya da… belki ben, kendime bakıyordum.

Kendime değil de, bir yankıma.

Sanki bu portredeki kişi…
Benim gibi doğmuş, benim gibi kaybolmuş,
Ama bu duvarlara hapsolmuştu.

Elim istemsizce boynumdaki kolyeye gitti.
Zinciri parmaklarımın arasında sıktım.
Annemin yüzü gözümde canlandı.

İçimden bir fısıltı geçti, hiç ses olmadan:

“Ben de mi unutulacağım?”

Ya da daha korkuncu:

“Ben zaten çoktan unutulmuş olabilir miyim?”

Bölüm : 06.07.2025 20:00 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Gözde Edemen / Kalenin Beyaz Meleği / 2
Gözde Edemen
Kalenin Beyaz Meleği

100 Okunma

19 Oy

0 Takip
9
Bölümlü Kitap
Hikayeyi Paylaş
Loading...