6. Bölüm

4

Gözde Edemen
gozde_edmn

Sabah gözlerimi araladığımda, başucumda iki silüet belirdi. Birini tanıyordum: Lily. Diğeri ise yabancıydı. Sarımtırak saçları dağınıkça yüzüne düşmüş, gözleri sıcak ama bir o kadar da uyanık bakıyordu.
“Uyan uykucu. Herkes kalktı, bir sen kaldın,” dedi Lily, hafifçe koluma dokunarak.
Diğer kız, bana doğru eğildi ve elinde tuttuğu su dolu bardağı uzattı. “Merhaba güzellik! Ben Mila,” dedi gülümseyerek. Suyumu içmemi bekledi, sonra boş bardağı nazikçe elimden aldı.
“Merhaba,” diye karşılık verdim, sesim hâlâ uykunun buğusuyla kalınlaşmıştı. Yatağımdan doğrulup oturdum, gözlerim istemsizce pencereye kaydı. Camın ardında gökyüzü kurşuni bir renge bürünmüş, kara bulutlar göğü tamamen kaplamıştı.
Lily pencereye yaklaşırken kendi kendine mırıldandı, “Ne kötü bir hava...”
Ben ise hâlâ yarı uykuda, göz kapaklarımı zorlayarak, “Bence çok güzel,” diye fısıldadım.
Mila giyinmeye başlamıştı, “Kahvaltı için yemek katına inmeliyiz,” dedi aceleyle.
“Kahvaltı mı?” dedim şaşkınlıkla. “Ben kaç saattir uyuyorum?”
“Şu an saat sekize geliyor. Normalde altıda uyanırız. Yani... iki saat fazla uyudun,” diye yanıtladı Lily, gülümseyerek. Uykulu halimden keyif alıyor gibiydi.
“Neden uyandırmadınız?” dedim, yatağın yanındaki bez parçasını suyla ıslatıp yüzümü silerken.
“Ben uyandıracaktım aslında ama Telena istemedi,” dedi Mila omuz silkerek.
Ne demek istediğini tam anlayamadım ama ses etmeden ayağa kalktım. Birkaç adım atarak odanın içinde yürüdüm, uykuyu üzerimden atmaya çalışıyordum ki Telena koğuşa girdi. Adımları her zamanki gibi güçlü, bakışları doğrudan üzerime odaklıydı.
“Sonunda uyandın, Astrea,” dedi. Elindeki kalınca kumaşı uzatarak ekledi: “Senin için bir şey çıkardım.”
Kumaş dokusuyla eski ama oldukça sıcak görünüyordu. Vintage tarzında, zamanın ruhunu taşıyan bir giysiydi.
“Bahçede işimiz olacak kahvaltıdan sonra. Üşümemek için giysen iyi olur,” diye ekledi. Ardından hızlıca kapıya yönelip dönmeden konuştu: “Hadi, kahvaltıya inin.”

Biz üçümüz hızlıca yemek katına indik. Köşedeki boş bir masaya oturduk, fakat ben hâlâ ayılamamıştım. Uykunun sersemi gibi gözlerim arada kapanıyor, sesler birbirine karışıyordu.
“Uuuu! Prens Lucas buraya bakıyor!” dedi Mila, dirseğiyle beni dürterek. Sesindeki neşeye kıyasla ben oldukça donuktum.
Lily sadece başını hafifçe eğerek oraya selam verdi. Ben ise dönüp bakma zahmetinde bile bulunmadım.

Kahvaltının ardından Telena bizi bahçeye toplamıştı. Üzerime verdiği kalın giysiyi geçirmiştim. Dışarısı serin ve toprak kokuluydu.
“Elimizde bir sürü fidan var,” dedi Telena elini beline dayayarak. “Normalde bizim görevimiz değil ama rica edildi. Ekeceksiniz.”
Sessizce işe koyulduk. Sırayla meyve fidanlarını toprağa yerleştiriyor, üzerlerini toprakla örtüp düzeltiyorduk. Rüzgar saçlarımın arasından geçerken zaman yavaş akıyordu.
Sonunda sulama işi Mila’ya verildi. O sırada birkaç fidanın duruşunu düzeltirken, aniden üzerime serpilen soğuk suyla irkildim. Islaklık içime işlemişti.
“Bakma bana öyle,” dedi Mila gülerek. “Çiçekler gibi senin de açılman gerek.”
Lily arkasını dönüp hafifçe kıkırdadı.

Islak giysilerime sinirlenerek işi tamamladım. Koğuşa döndüğümüzde kıyafetimi yatağın üzerine serdim. Henüz kurumamıştı. Telena, birkaç kızla birlikte arkamızdan koğuşa geldiğinde doğrudan bana döndü.
“Astrea, bir saniye gelir misin?”

Onu bekletmeden yanına gittim. Kapının dışına kadar yürüdük. Konuşurken gözleri ciddi, sesi ise dikkatle seçilmiş kelimelerle doluydu.

“Senden bir şey isteyeceğim,” dedi.
Başımı eğip dikkatle dinlemeye başladım.
“Koğuşta bir kız var... ondan şüpheleniyorum.”
Gözlerimi kaldırdım. “Benden ne yapmamı istiyorsunuz?”
“Bugün banyoya ve çamaşırhaneye indiğinizde onun raflarını kurcala. Sana bir şey vereceğim, bir bahanen olacak. O sırada fırsatı kullan.”
İçimden bu teklifi reddetmek geçti ama istemsizce başımı salladım. “Peki… ama o kıza ne olacak?”
Telena gülümsedi. Soğuk, içimi delen bir gülümseme.
“Bunu düşünme,” dedi yalnızca. Sonra kolumdan hafifçe iterek beni tekrar koğuşa gönderdi.
bende düşünmemeye çalışarak koğuşa girdim

Lily birkaç kıyafet çıkarmıştı; içlerinden birini bana uzatırken heyecanla gülümsedi.
“Haydi, gidelim,” dedi.
“Gidelim mi? Nereye?” diye mırıldandım hafif bir homurtuyla.
“Şehre inelim. Şu an yapacak bir işimiz yok,” dedi, sonra ellerimden tutarak beni pencereye götürdü. “Bir bak şehre. Dolaşalım işte, kafamız dağılsın!”
Dışarıya baktım. Gece şehre farklı bir ruh vermişti. Işıklar parlıyor, sokaklar insanlarla dolup taşıyordu. Her şey canlı, sıcak ve merak uyandırıcı görünüyordu. Sessizce başımı sallayıp uzattığı kalın ceketi üzerime geçirdim.
Hızlıca hazırlanıp üçümüz koğuştan çıktık. Meşaleleri hâlâ yanmamış koridordan ilerlemeye başladık. Duvarların arasından gelen serinlik ve gölgelerin sessiz fısıltısı etrafımızı sardı.
“Ne kadar karanlık ve korkunç…” diye mırıldandı Mila.

Lily onun sözlerini onayladı: “Ve soğuk… Bu karanlıktan ne çıkacağını bilemezsin.”

Mila’nın bana döndüğünü göremesem de hissettim.

“Sen korkmuyor musun Astrea?”

Gözümü karanlığa diktim.
“Ben karanlıktan korkmam. O karanlıkta büyüdüm,” dedim. Sessizlik çöküverdi üzerimize.

Kaleden çıkıp taş döşeli yoldan aşağı inmeye başladık. Bu, kalenin dışına ilk kez bu kadar çıkışımdı.
“Bir şey isterseniz söyleyin, ben alırım,” dedi Lily içten bir gülümsemeyle. “Merak etmeyin, yakında bölümlere ayrıldığımızda size de ödeme yapılacak.”
Bir süre sonra renkli tezgâhların bulunduğu sokaklara ulaştık. Her köşede başka bir ayrıntı, başka bir zanaat saklıydı. Mila, ahşap oymalara hayranlıkla baktı.

“Vay canına… Ne kadar da güzel!”

Lily bana döndü. “Sence?”

“Gerçekten çok güzel… Daha önce hiç böyle yerlerde dolaşmamıştım,” dedim gülümseyerek.
“Hiç bahsetmedin… Kaç yaşındaydın?” diye sordu Mila.
“On yedi. Çok yakında on sekiz olacağım… Birkaç ay sonra.”
İkisi de şaşırmıştı.
“Ne kadar gençsin… Koğuşun en küçüğü sanıyordum kendimi. Ben yirmi üçüm,” dedi Mila düşünceli bir ses tonuyla.
Lily ise bana üzgünce baktı.
“Hâlâ bir çocuksun… Ve sırtında büyük yükler taşıyorsun.”
“Üzgün değilim… Kızgın da değilim. Sadece…” dedim, ama kelimeler boğazıma düğümlendi.
Lily elini omzuma koyup sıktı.
“Konuşmayalım şimdi bunları. Bugünlük sadece eğlenelim,” dedi ve gülümsedi. Başımı sallayıp onlara katıldım.

Sokaklar ışıkla dolup taşıyordu. Ahşaptan yapılmış hayvan figürleri, ışıltılı takılar, renkli danteller ve göz alıcı elbiseler vardı her yanda. Mila bir ahşap kediyi çok beğendi, Lily de ona hediye aldı.

Ben ise gözlerimi takılardan alamıyordum. Zariflikleri büyüleyiciydi.

“Beğendiğin varsa alayım,” dedi Lily arkamdan yaklaşarak.
"Ah… Teşekkür ederim Lily. Gerçekten çok naziksin,” dedim utangaç bir tebessümle.

İkimiz de Mila’nın yanına döndük. Hâlâ oyuncaklara bakıyordu. Elinde birkaç bez bebek tutuyordu.
“Ne kadar güzeller,” dedi gözleri parlayarak.

Lily başını salladı. “Gerçekten çok güzeller.”

“Benim hiç oyuncağım olmadı…” dedim istemsizce. Hemen ardından pişman oldum. İçimden “Umarım duymamışlardır,” diye geçirdim.

Kısa bir gezintinin ardından kaleye döndük. Koğuşta herkes banyo için hazırlık yapıyordu. Kıyafetler çıkarılmış, havlular toplanmıştı. Ben de birkaç parça hazırlayıp yatağa oturdum.
Herkes çıkarken Telena hızlı adımlarla koğuşa girdi.

“Kusura bakmayın kızlar, siz önden gidin,” dedi, sonra bana döndü. Elinde birkaç belge vardı.

“Bunları hemen yukarıdaki denetim odasına götür,” dedi sertçe. Belgeleri alıp koğuştan çıktım, merdivenlere vardığımda durdum ve gitmiş gibi yaptım. Herkesin çıktığına emin olunca yavaşça koğuşa geri döndüm.

Telena kapıda beni bekliyordu. Beni görünce başıyla içeri girmemi işaret etti. Koğuş boştu.

Bahsettiği kızın yatağına ve çekmecelerine yaklaştım. Hiçbir şeyin yerini değiştirmeden dikkatlice aramaya başladım. Ancak ilk başta hiçbir şey bulamadım. Telena kapıda gözetliyordu.
Ona dönüp fısıldadım:
“Hiçbir şey yok…”

Başını salladı. Tam ayağa kalkacaktım ki battaniyenin içinde bir şey fark ettim. Çok hafif bir çıkıntı…

Elimle yokladım. Bir kâğıt.

Telena’ya baktım, sonra dikkatlice çıkarıp ona gösterdim. Hızla yanıma geldi, kâğıdı aldı ve açtı. Yazıyı okurken gözleri hafifçe parladı.

“Aferin Astrea, tahminim doğruymuş.”

“Peki… Ne yazıyor?” diye sordum merakla.

Kâğıdı bana gösterdi. Satırlar, özenle yazılmıştı:

“Beklemeyi biliyorsun, bu iyi.
Onlarla otur, onların ekmeğini ye, sözlerini ezberle.
Ama sakın kalbini verme.
Sadece gördüklerini değil, duymadıklarını da unutmadan yaz bir kenara.
Gözlerin üzerlerinde olmalı.
Kimin ne zaman yalnız kaldığını, kimlerin hangisinden çekindiğini, kimin gözleri sabit durmuyor…
Seni henüz fark etmediler. Bu da bir zaman meselesi.
Sorular sormaya başladıklarında zaten çok geç olacak.
İçeriden kırmak en sağlamıdır.
Ve sen, bu kaleyi dışarıdan görmedin; içeriden tanıyorsun.
İkinci ayın ortası, bir işaret gelecektir. Sakın geç kalma.
Seni hâlâ izliyoruz.
–K.”

“İnanamıyorum…” diye mırıldandım.
Telena gülümsedi.
“Şimdi geriye kalan tek şey onun bunu ağzından kaçırmasını sağlamak.”
Başımı salladım.

“Teşekkür ederim Astrea. Onun eşyalarına dokunmam yasaktı. Sayende elimde bir şey var artık.”

Tam arkasını dönüyordu ki içimde bir ses sormam gerektiğini fısıldadı. Kolunu hafifçe tuttum.
“Telena… Bir şey sorabilir miyim?”

Durdu. Elimi çekmesini bekledim ama yapmadı.

“Anlat bakalım.”
“Bana o gün temizlik görevi verdiğinizde, odalardan birinde başka bir oda daha vardı…”
“Orası yasaktır Astrea. Hep kilitlidir,” dedi sertçe.
“Özür dilerim ama… Gittiğimde kapı açıktı. İçeri girdim, orayı da temizlemem gerek sanmıştım.”
Telena gözlerini kısıp yüzüme baktı.
“Bu imkânsız… O oda hep kilitli olur.”
“Orada bir kadın vardı. Bana benziyordu.”
Bir anlık sessizlik oldu. Sonra derin bir nefes aldı ve yatağa oturmamı işaret etti. Yanıma oturdu.
“Leydi Alvira’dan bahsediyorsun,” dedi kısık sesle.
“Prens Lucas’ın nişanlısıydı. Çok asil, çok güzeldi… Seni ilk gördüğümde ona benzettim. Belki de onun olduğunu umdum.”
Gözleri uzaklara dalmıştı.
“Onu seviyordu. Prens Lucas... Aşıktı. Ama sonra Alvira kraliyetin büyük sırrını öğrendi. Paylaşmak istedi, anlatmak… Ama Prens Victor onu fark etti.”
“Ne oldu ona?” diye sordum titrek sesle.

“İdam edildi. Acımasızca. Ve onu öldüren kişi… Lucas’tı.”
Dünyam durdu sanki. Sevdiği tarafından öldürülen bir kadın...
“Prens Lucas sana dik dik bakıyorsa, sebebi budur. Seni ona benzetiyor.”
Sonra ayağa kalktı.
“Büyük ihtimalle yakında tanışırsınız. Lucas dost canlısıdır. Seninle konuşacaktır.”

Ben de ayağa kalktım.
“Hemen hamama git ve temizlen. Akşam soğuk olacak. Fırtına yaklaşıyor,” dedi.
“Boşuna suladık o kadar fidanı,” deyince gülümsedi.
“Hadi, oyalanma,” dedi ve çıktı.


Hamama vardığımda buğulu hava tenime çarptı, taş zemin hafifçe kaygandı. Tam içeriye adımımı atmıştım ki Mila yanıma gelip havlu uzatmak istedi, ama ayakları kaydı ve bir anda yere düştü. Taş zemine vuran teninin çıkardığı hafif ses, sessizliği yırttı.

Kızlar kahkahalarını tutamayıp gülmeye başladılar. Mila utangaç bir şekilde başını kaldırıp hafifçe sırıttı.
“Tüh ya…” dedi, canı yanmış ama ruhu incinmesin ister gibi. Sonra yavaşça doğruldu.
"İyi misin?" diye alçak bir sesle sordum, endişeyle yanına yaklaştım.
"Eh… acıyor ama geçer," diye karşılık verdi. Hafifçe sırıtarak yanıma oturdu.
Ortamda neşe vardı; diğer kızlar su seslerinin eşliğinde gülüşüp eğleniyorlardı. Ama ben o hain olduğunu düşündüğüm kıza göz ucuyla bakıyordum. O da bana bakıyordu. Bakışlarımız kısa bir anlığına kilitlendi. Kalbimde tarif edemediğim bir sıkıntı yükseldi. İçimde bir şey beni uyarıyordu.
Tedirginlikle ona el salladım. Hiç tereddüt etmeden yanıma geldi.
“Selam,” dedi yumuşak ama kendinden emin bir sesle. “Tanışalım mı?”
Tam o an, Telena'nın sözleri kafamda yankılandı:
“Şimdi geriye kalan, onun bunu ağzından kaçırmasını sağlamak.”
İçimdeki tedirginliği saklayarak gülümsedim.
“Tabii ki. Ben Astrea.”
“Ben Uma,” dedi, gözlerinin derinliklerinde anlaması zor bir parıltıyla. Gülümsemesi, olması gerekenden biraz fazla kusursuzdu. Bu detay bile tek başına şüphe uyandırmaya yetiyordu.

Hamamdan sonra saçlarımızı havlularla kurulayıp koğuşa döndük. Herkes geceliklerini giymişti. Pencerenin yanındaki yatağım bana ayrılmıştı. Telena'nın uyarısı gerçek çıkmıştı; dışarıda fırtına başlamış, rüzgâr camlara hırçınca çarpıyordu.
Yatağıma oturduğumda Lily elinde dumanı tüten bir hamur işiyle yanıma geldi.
“Al, yeni çıktılar,” dedi yüzünde muzip bir gülümsemeyle.
“Elinize geçmesi yasak değil mi?” dedim uzattığı hamuru alırken.

“Evet ama mutfaktaki arkadaşım verdi. Ve biliyor musun?” dedi, gözleri parlıyordu, “Bunlar kraliyet ailesine özel yapılan hamur işlerindendir. Tatmalısın, nefisler.”

Bir ısırık aldım. Tat... koku... bir yerlerden tanıdık geliyordu. Sanki geçmişimden bir kırıntıydı, çok uzaktan gelen ama unutulmamış bir anı gibi.

“Güzel,” diye fısıldadım. O sırada Mila da yanımıza yaklaşmıştı. Lily ona da diğer hamur işini uzattı.

Koğuştaki diğer kızlar bize bakıyordu. Tek başıma yemek yemek beni huzursuz etmişti. Elimdeki hamur işini ikiye bölmeye başladım.

“Ne oldu?” diye sordu Lily merakla. Yüzü şaşkınlıkla bana dönüktü.

“Diğerleriyle paylaşmalıyız,” dedim hafifçe sitemkâr bir sesle.

Lily duraksadı, sonra utanarak koğuşa döndü.
“Özür dilerim…” diye mırıldandı ve elindekini bölmeye başladı.

Bir süre sonra elimizde kalanları herkese dağıttık. Diğer kızların yüzünde gülümsemeler belirdi. Ve işte o an, sessizliğin içinde ilk kez gerçek bir bağ oluştu. Paylaşmak, konuşmaları başlattı.

Herkes neşeyle konuşurken ben dinlemekle yetindim. Arada sırada fırtınaya göz atıyor, rüzgârın öfkesine dalıyordum. Camın ardından bir dünya geçiyor, ama burada bir sıcaklık oluşuyordu.

O sırada Lily tekrar yanıma geldi.
“Hey Astrea… Sana bir şey aldım,” dedi.
Gözlerimi ona çevirdim, diğerleri de merakla susup ikimize bakıyordu. Lily arkasından büyükçe bir bez bebek çıkardı ve bana uzattı.
Ama bu sadece bir oyuncak değildi.
Bebeğin mor düğme gözleri vardı—tıpkı benim gibi. Beyaz iplikten yapılmış saçları özenle örülmüştü. Ağzı yoktu ama bir şeyler anlatıyor gibiydi; sessizliğin içindeki duygular gibi.

Mila hafifçe fısıldadı:
“Ne kadar güzel…”

Lily bebeği nazikçe ellerime bıraktı. Ben de parmak uçlarımla onu kavrayıp detaylarını inceledim. El emeğiyle yapılmıştı, her ilmekte sevgi vardı. İlk kez birine ait hissediyordum.
“Çocukların oyuncakları olmalı” dedi Lily yumuşak bir sesle. “Bu senin.”

Boğazım düğümlendi.
“Lily… Çok teşekkür ederim,” dedim ve ona sıkıca sarıldım.

O gece herkes yataklarına uzandı. Meşaleler birer birer söndü. Sessizlik, fırtınanın uğultusuna karıştı.

Ben ise ilk oyuncağıma sımsıkı sarılmış, gözlerimi kapadım. Ve uzun zaman sonra ilk kez, içimde bir sıcaklıkla uykuya daldım.

Bölüm : 20.07.2025 00:53 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Gözde Edemen / Kalenin Beyaz Meleği / 4
Gözde Edemen
Kalenin Beyaz Meleği

100 Okunma

19 Oy

0 Takip
9
Bölümlü Kitap
Hikayeyi Paylaş
Loading...