Bölüm şarkısı: ADAMLAR- Ah Benim Hayatım
1. Kitap, 2. HATA:
"BİR BUKET VE SEN"
"Bu ne sorumsuzluk!" diye bağırdı annem. "Gelinlikle kaçıp gitmek neymiş."
"Beni rezil ettin! Rezil oldum."
"Nuran Teyze, Mevsim aslında!"
"Sen hiç konuşma Güven! Hiç konuşma."
Güven ben ne alaka dermiş gibi ellerini iki yanına açtı ancak ben elimle sus der gibi işaret yaptığımda kahvesini içmeye kaldığı yerden devam etti.
"Dillerine düştük. O kadının dilini düştük!" annem hızla bacağına vurup yüzünü buruşturdu. "Ne diyeceğimi şaşırdım!"
"Anne kaçmadım ki ben. Kaçsam niye geri döneyim?!"
Güven sırıttı. "Gerizekalısın belki ondan olabilir."
"Susun!" diye bağırdı annem. AVM'den döneli 2 saat olmasına rağmen durmadan yakınıyordu.
Annem ve sevgili kayınvalidem beni evi yanmış çiftçi gibi gelinlik mağazasından kaçıp gittiğimden beri AVM'nin içinde bakmadık yer bırakmamışlardı. En sonunda bulduklarında ise kayınvalidem beni görünce mutlu olacağına sanki bok görmüş gibi -üzgünüm ama bu benzetmeyi yapmalıydım. Beni görünce resmen iğrendi.- yüzünü buruşturdu ve çantasını koluna savurup cıkcıklayarak olay mahalinden ayrıldı.
Keşke giderken annemi de götürseydi.
"O kadın şimdi neler diyordur arkamızdan."
Hızla, "Derse desin, bunaldım!" diye bağırdım ve pijamama sarılıp kafamı geriye yasladım. Gözlerim Güven'e kaydığında hala gevrek gevrek olayı izlediğini fark ettim. Başımın ağrımasını önemsemeden yanımda ki yastığı ona fırlattığımda az daha içtiği kahveyi düşürecekti.
"Off!" dedi yapmacık bir ses tonuyla. "Görüyor musun Nuran Teyze. Az daha kahveyi dantellerinin üzerine döktürtecekti bana. Garezi var bu kızının seninle."
"Ahh Güven oğlum." dedi annem. "Allah beni de kızımla sınıyor ne yapayım."
"Anne!" diye yakındım. "Şu gerizekalıya ortak çıkma."
"Düzgün konuş! Kızım senin ağzından bozuldu," annem bir an için duraksayıp gözlüklerini gözlerine taktı ve ciddileşti. "Benim kızım böyle biri değildi. Psikolojin mi bozuldu senin bakayım?"
Güven gülmemek için alt dudağını ağzının içine yuvarlamıştı.
Aklımda ki ilk nedeni tekrarladım. "Çünkü bunaldım!"
Bu soruyu soran Güven'den başkası değildi.
"Sana ne?!" diye bağırdım. "Senin işin gücün yok mu hem bu saatte!"
Tam evet diyecekken annem araya girdi. "Tabii hayır Güven oğlum. Sende bu evdensin, kimse kimseyi kovamaz!"
Yüzümü buruşturup anneme baktığımda gözlüklerinin üzerinden gözlerini bana çevirdi. Bu yaptığıyla yerime sinip dizlerimi kendime çektim ve kafamı dizlerimin üzerine koymaya çalıştım.
"Nişanlınla konuştun mu?" diye sordu annem. Hayır der gibi kafamı salladım.
"Kayınvaliden kaçtığını ona söylemiştir şimdi. Kim bilir aranızı bozmak için durumu çocuğa nasıl anlattı."
Omzumu silktim. "Nasıl anlatırsa anlatsın."
"Ay ben bıktım!" diye bağırdı annem bir anda ve ayağa kalktı. "Senin bu boş vermişliğinden bıktım. Kızım ben evlenmiyorum sen evleniyorsun sen!"
Annem haklı, evet evleniyorum.
Baya ciddi ciddi, gelinlikli çiçekli evleniyorum bildiğiniz.
Ya da diğer kombinasyonlar arasından birini seçerim işte.
"Ne bakıyorsun kızım öküzün trene baktığı gibi? Yeni mi geldi aklına evleneceğin?!"
Anneme karşı yüzümü buruşturmakla yetindim. Gözlerimi Güven'e çevirmek bile istemiyordum. Yüzünde ki sırıtışın hala orada olduğunu adım kadar iyi biliyordum çünkü. Şu anda kaçıp gitsem, arkamda kalan porselen tabakları, üzerine aylarca düşünülen davetiyeler, düğünün yapılacağı yerde bardakların balon kadeh mi yoksa enoteca mı olacağı umurumda olmazdı.
Küçüklükten beri hayalini kurduğum evliliğin böyle olmaması için her şeyi yapardım.
Belki bir fransız konsolosluğunun önünde... Üzerimde sade bir elbise, elimde beyaz zambak çiçekleri varken. Sadece aşk ile söylenilen bir evetle.
Takı merasimi, pistten çocuk toplamacalı değil anlayacağınız...
Hayalimde ki gibi olsun isterdim.
Telefonum titremeye başladığında hızla elimi battaniyenin altına attım ve zar zor bulup çıkardım. Arayan kişi nişanlımdan başkası değildi.
"Kim?" diye sordu annem hızla. "Berk oğlum mu?!"
Ayaklarımı kanepeden sarkıtırken "Evet." diye mırıldandım. Güven homurdanırken ona aldırmayıp salondan çıkmak için ayağa kalktım ancak annem yine beni durdurmuştu.
"Kaçtım deme, bir yalan uydur."
Onlara cevap vermeden salondan çıktım ve odama girip kapıyı arkamdan kapadım. Derin bir nefes aldım ve ona söylemem gereken şeyleri düşündüm.
Berk... Hiçbir şey benim istediğim gibi gitmiyor.
Evet söze böyle başlamalıydım.
Sade bir elbise, bir demet çiçek ve yanımda sen ol istiyorum o kadar.
Telefonu açtığımda kulağıma her zaman ki bilindik sesi geldi. Gülümsemeden edemedim.
Derin bir nefes aldım. "Berk?"
"Neler oluyor?" diye sordu. "Annem hastaneye öfkeden deliye dönmüş gibi geldi. Bugün ne oldu?"
Tam o an ıssız adam tribim ortaya çıktı. 'Alt tarafı gelinlik mağazasından yalın ayak kaçtım Berk. Sorun sende değil benim bağlanma problemimde. Hem... hem bilmediğin şeylerde var. Ailemle aram iyi değil.' demek ve ortamı terk etmek istedim ancak ne bir filmde ne de ortamı terk edecek bir alandaydım. Telefonda ki sesi tekrar kulağıma geldiğinde irkildim.
"Mevsim, hayatım orada mısın?"
"Buradayım buradayım!" dedim hızla. Düşüncelere öyle dalmıştım ki yaptığım prova ortadan kaybolmuştu sanki.
"Bugün ne oldu? Annem anlattı ancak senden dinlemek istiyorum."
"Ya... Biliyorsun annemi iste. Olayları abartır. Neden öğrenmek istiyorsun ki?"
Sana kaçtığımı söylediyse doğru dedi Berk. Kaçtım. Hatta bundan pişmanlık bile duymadım. İçimde nereden geldiğini tahmin dahi edemeyeceğim bir özgürlüğün elini tuttum. Koşarken aklımda yalnızca uzaklaşıp sakin bir yere geçmek vardı. Tüm bu tantanadan uzak...
"Berk seninle konuşmam gerek." dedim hemen. Ona düşüncelerimi yüz yüze anlatmam gerekliydi.
"Konuşuyoruz ya işte bebeğim."
"Yok yani öyle değil, yüz yüze."
Sesi telefondan kesildiğinde kaşlarımı istemsizce çattım ve birkaç defa ismini söylemek zorunda kaldım. Kısa bir süre sonra ise sesi yine kulaklarımla buluştu.
"Bir dakika... Mevsim. Bir işim çıktı aşkım seni arayacağım tamam mı?"
Ben cevap vermeden telefonu "Öpüyorum." diyerek kapadı. Telefon kulağımda öylece birkaç dakika odamın içinde durdum ve bekledim. Derin bir nefes aldım ve yavaşça geri bıraktım. Telefonu kapatıp yatağımın üzerine atar atmaz ellerimi önümde toplamış ve cam kenarına geçip gökyüzüne çevirmiştim kafamı.
Üzerimde ki kıyafetlerden kurtulup beyaz günlük bir elbiseyi üzerime geçirdim ve saçımı tarayıp salık bıraktım. Aynada çok kısa süre aksime baktım. Makyaj yapmayınca suratım o kadar hastalıklı görünüyordu ki. Bazı sabahlar uyanınca kendimi tanıyamadığım bile oluyordu. Gözlerim çenemde çıkan sivilce topluluğuna kaydı. Allah aşkına 17 yaşında ergenliğe girme aşamasında mıydım? Bu yaşta sivilcenin hala suratımda ne işi vardı gerçekten!? Daha sonra ise yüzümü buruşturup dün gece ki yediğim cipsi aklıma getirdim. Kendime küfür ederek aynadan geri çekildim ve telefonumu elime alıp odamdan çıktım.
Her ne kadar Güven'in gittiğini düşünsem de umut ettiğim gibi olmamış annemin yanında oturuyor olarak görmüştüm. Annem elinde ki fincanı Güven'e gösteriyor ve parmağıyla içini işaret ediyordu, Güven ise ciddiyetle onu dinliyordu.
"Bak ağacı görüyor musun Güven'ciğim. Aile demek bu, maşallah dalları tüm fincanı kaplamış maşallah maşallah..."
"Ne oluyor?" diyerek yanlarına gittim.
Güven kafasını kaldırıp bana baktı ve gevrek gevrek güldü. "Nereye yaralı ceylan?"
"Seni ilgilendirmez." dedim ve anneme baktım. "Anne şöyle şeylere inanma!"
Annem beni duymamış gibi, "Bak Güven'ciğim. Ağacın tam dibinde ki yılanlara! Cık cık cık cık... Düşman bol benim kızımın yanında. Özellikle o kadın. Süreyya!" dedi.
Yüzümü buruşturup, "Bir de benim fincanıma mı bakıyorsun!" diye yakındım ve elinden alıp hızla mutfağa yürüdüm. Mutfaktayken, "O kadınla başımız dertte." dediğini duymuştum.
Fincanı hızla sudan geçirip salona döndüm.
"Sorun benim sorunum." diye mırıldandım. "Benim falıma falan bakmayacaksın diye kaç defa dedim!"
Annem yüzünü buruşturup ağzının içinden bir şeyler gevelerken Güven ise sıratarak yüzümü izliyordu. Çenemi dikleştirip 'Ne?' der gibi kafamı salladım.
"Nereye?" diye sordu benim yaptığım ifadeye karşı.
Anında az önce ki keyfi kaçtı ancak huysuzlanmak yerine annemin yanında ayağa kalkıp yanıma ilerlemişti. "Seni bırakırım."
Her ne kadar teklifine şaşırsam da belli etmemeye çalışıp "Tamam." diye mırıldanmıştım. Hastaneye ne kadar hızlı gidersem o kadar iyiydi. Artık bir şeylere göz yummaktan bıkmıştım, yapacağım her hareket gelecekte ki hayatımı belirleyecekti.
Annem, "Oturuyorduk Güven oğlum, daha senin falına bakacaktım." dediğinde Güven her zaman ki yılışıklığını yapıp anneme uzanıp yanaklarından öptü.
"Daha sonra mutlaka geleceğim Nuran Teyze." dedi çaktırmadan bana baktı. "Hem şu yılanlardan bende var mı merak ediyorum."
Arkamı dönüp onun bu dediğini taklit ederken çoktan dışarı çıkmış arabaya binmiştik. Güven arabanın motorunu çalıştırırken ustaca park ettiği yerden çıktı. Otobana çıkarken ikimizde sessizdik. Aslında bu çok bize göre bir durum değildi. Onunla yıllarca arkadaş olduğumuz için ya geçmişten konuşur ya da birbirimizle alay ederdik. Gerçi Güven'le konuşurken 2. gerçekleştirdiğimiz eylem daha sık yaşanırdı.
Sessizliği bozmak için uzandım ve en son dinlediği şarkıyı açmak için davrandığımda dinlediği metal müzik sinirlerimi bozdu. Hızla geri kapadım.
"Metallica." diye yanıtladı beni bomboş bir ifadeyle.
"Asıl kulaklarıma ne yazık biliyor musun?" diye sordu ve çok kısa bir süre bana bakıp arabayı sürmeye devam etti. "Evleneceğin adamın ses tonu."
Güven, Berk'ten hiçbir zaman hoşlanmamıştı. Hatta bazen ondan nefret ettiğini bile düşünürdüm. Benim evleneceğimi duyduğunda verdiği tepkiyi bile dün gibi hatırlıyorum. 'Seninle evlenecek adama geçmiş olsun.' diye mırıldanmış ve çekip gitmişti. Geri döndüğünde Berk'le tanışmak istediğini söyleyip onun hakkında ki izlenimlerini kötü bir uslüpla bana söylemişti. Tanıştıkları an ise resmen bir sitcom dizisinin en komik bölümü gibiydi.
"Ondan bu kadar nefret etme," diye mırıldandım ve gözüme gelen güneş ışığıyla yüzümü buruşturdum. "Bundan sonra daha sık görüşeceğini biliyorsun."
"Biliyorum." dedi nefret ediyormuş gibi.
"Sana ne yaptı bu kadar ya?" diye yakındım.
"Bir şey yapmasına gerek yok," dedi ve yan yan bana baktı.
Derin bir nefesi içine çekip, "Kişiliğinden hoşlanmıyorum." dedi ve konuyu kapamak ister gibi şarkıyı tekrar açtı. Bu sefer müziğin sesini kısmış ve başka bir parçayı kulaklarımla buluşturmuştu. Bu sefer ki şarkı oldukça güzeldi.
"Sen böyle şarkılar dinler miydin ya?" diye sorduğumda solist, "Zaman akıp gidiyor, çok da aldırma buna" diye bağırıyordu. "Hüzün sona eriyor senin kollarında."
"Dinliyormuşum demek ki." dediğinde keyfinin kaçtığını anladım. Keyfi kaçtığında konuşmak istemediğini bildiğimden ellerimi önümde birleştirmiş ve tüm düşüncelerimi şarkıya yönlendirmeye çalışmıştım. Bu sefer prova yapmaktansa Berk'e doğrudan düşündüğüm her şeyi anlatmaya karar verdim. Böylesi daha iyi olacaktı.
Çok sürmeden Berk'in çalıştığı hastanenin önünde durduk. Güven kafasını bana çevirmeden karşısına bakıyordu. Müziğin sesi kapanmıştı.
"Sen nereye?" diye sorduğumda, "İşe." dedi hızla.
Yüzümü buruşturdum. "Sen nerede çalışıyorsun ya?"
"Boş ver hadi." dedi ve sonunda kafasını bana çevirdi. "Gitte sevgiline bugünkü gelinliklerin fotoğrafını göster."
Espri yapmadığını ciddi duran yüz ifadesinden anladım. Hafifçe terlemişti, alnında oluşan ter tabakası benim baktığım taraftan hafifçe parlıyordu. Ondan yana kalır bir yanım bil yoktu. Bugün hava gereğinden daha da sıcaktı.
"Bu ne şimdi?" diye sordum çenemle yüzünün halini gösterirken.
"Hiçbir şey..." diye mırıldandı ve tek elini ensesine atıp önüne döndü. Sırtını koltuğa geri yaslarken bakışlarını yine ön camdan hastanenin bahçesine çevirmişti.
"Hayır." dedim. "Bir şey var. Anlat bana," daha sonra ise kıkırdadım. "Şu Pelin yüzünden mi?"
Kafası karışmış bir edayla, "Pelin kim?" diye sorduğunda alaylı gülüşüm daha da arttı.
"Şu seninle en son gördüğümde kızıl saçlı kız. Ama doğru değil mi? Sen genelde takıldığın kızların adlarını hatırlamıyorsun."
Bu sefer kafasını bana çevirip benim gülen ifademe karşı dümdüz yüzüme baktı. Gülüşüm hafifçe solarken Güven'in tek günlük ilişkilerin öteye hiçbir zaman geçemediğini biliyordum. En uzun kız arkadaşını yanında yalnızca 1 hafta görmüştüm. O da şimdi bahsettiğim kişi Pelin'di. Onları birlikte gördüğüm son günü düşündüm. Kışın sonundaydı sanırım.
"Ben hiçbir kadına saygısızlık yapmam." dediğinde yüzümü buruşturdum. Haklıydı. Şu ana kadar hiçbir kızı ağlattığına ya da kalplerini kırdığına şahit olmamıştım. "Üstünden çok zaman geçti."
"O kıza ne oldu?" diye sorduğumda omzunu umursamazca salladı. "Görüşmüyoruz."
"Ne neden?" deyip derin bir nefes aldı. "Prensip meselesi olarak eski sevgililerimle görüşmem."
"Desene İstanbul'da konuşmayacağın kadın sayısı binlerce."
Güven yine yüzünü buruşturup, "Git hadi." dedi kafasını sağ sola sallayarak. "Sinirimi bozuyorsun."
Gülerek son söylediğinin taklidini yaptım ve uzanıp arabanın kapısını açtım. Dışarı çıkıp kapıyı geri kapadığımda kafamı cama yaklaştırıp ona bakmaya çalıştım.. Güven arabanın içinde gözlerini kapamış kollarını önünde birleştirmişti. Bu haline anlam veremezken arabanın camına tıkladım. Onu modu düşük görmeye alışık değildim. Gerçi Güven hep böyleydi. Duygu değişimi olağan üstü bir şekilde hızlıydı. Benim camı tıklamamla gözlerini birkaç saniyeliğine açıp bana baktığında gülerek kimsenin göremeyeceği şekilde el işareti yapıp sırıttım.
Güven kendini tutamayıp güldü ve git artık der gibi elini hareket ettirdi.
Elimi görüşürüz der gibi salladım ve arkama dönüp hastaneden içeri girdim. B bloğa, hastanenin diş polikliniğine yürürken etrafta ki büyük bir telaş hakimdi. Bu hengameden kurtulmak için koşar adım asansöre bindim ve onun odasının olduğu kata bastım. Yukarı çıkarken yanımda duran doktoru buraya neredeyse her geldiğimde görüyordum. Aşırı yoğunmuş gibi ne zaman görsem elinde tuttuğu tablete dikkatlice bakıyordu. Hiçbir zaman bu kadar meşgul olmadığım geldi aklıma. Ciddiyim, 24 yaşıma gelsem bile boş vakitlerimde gündüz kuşağı programı açar, yatakta uzanır, göbeğimin üzerine koyduğum çekirdeği çitlemekle meşgul olurdum. Ancak yanımda oldukça alımlı ve beyaz önlüğün içinde müthiş gözüken kadın boş vakitlerinde bile her an ameliyata girecek potansiyele sahip bir şekilde beklediğine emindim. Benim aksime.
Elimde olmadan kadının elinde tuttuğu tabletine bir göz attığımda haberlere baktığını gördüm. Daha sonra ise kadın kafasını bana kaldırdı. Sanki ona bakmıyormuş gibi kafamı asansörün tavanına kaldırdım ve "Çok sıcak." diye mırıldandım.
Gözlüklerinin üzerinden bana baktığına emindim ancak ona çevirmedim kafamı.
"Sizi tanıyorum..." dedi hızla. "Berk Beyin nişanlısısınız değil mi?"
Gözlerimi ona çevirdiğimde gülümsedim ve "Evet." diye mırıldanıp tek elimi dostane bir şekilde kaldırdım. "Mevsim ben."
Kadın elime bir göz atıp yapayca gülümsedi ve "Şebnem." diye mırıldandı. "El sıkışmıyorum. Kusura bakmayın."
Bu tuhafıma kaçacaktı ki asansör durduğunda kolumu indirmek zorunda kalmıştım. Kafamı sallayıp, "Memnun oldum." dedim ve hızla asansörden indim. Kadına iyi günler demeyi de ihmal etmemiştim. Muhtemelen beyin ameliyatına falan yetişiyordu ya da yapacağı önemli şeyleri gerçekleştirecekti. Bu kadar yoğunluğun içinde hayata tutunan insanların hayatı nedensizce garip geliyordu. Asla onlar gibi olamayacağıma emindim.
Berk'in odasının önüne geldiğimde saate baktım. Şu anda hastasının olmadığını ve molada olduğunu biliyordum. Odasında olacağına umut edip kapıyı iki kez çaldım. İçeriden "Gel!" diye bağırdığını duyduğumda derin bir nefes alıp içeri girdim.
Beyaz odanın en ucunda ellerini masasının üzerinde birleştirmiş gözlüklerini gözüne takmıştı. Beni gördüğünde kaşlarını kaldırdı ve ayağa kalktı.
Sırıtıp yanına ilerlerken bana sarılmasıyla her zaman ki kokusunu burnuma çektim.
"Burada ne arıyorsun?" diye sordu şaşırmış gibi. "Neden haber vermedin?"
Kollarından ayrılırken, "Yemek yedin mi?" diye sordu. "Bende tam seni arayacaktım."
"Yok hayır yemedim ama konu bu değil." dedim hızla. "Oturalım mı?" diye sorup önümüzde ki uzun koltuğu işaret ettiğimde kafasını salladı. Tam yanına oturdum ve ona baktım.
"Neler oluyor?" diye sordu ve gözlerini bana yaklaştırdı. Gözlüğünü çıkarmıştı. Siyah renkli gözleri üzerimdeydi, koyu kahverengi gür saçlarını kestirdiğini yeni fark edebilmiştim. Dudaklarımı ıslatıp konuyu nasıl açacağımı düşündüm.
"Bu sabahla alakalıysa annem bir şeyler dedi. Seni anlayabiliyorum, yanında değildim ve sen..." diye söze başladığında aradığım konunun ayağıma gelmesiyle rahatladım. Elimi hızla hayır der gibi oynattığımda dudaklarını birbirine bastırmıştı.
"Sorun..." gözlerim giydiği gömleğin altında kalmış zincirle astığı nişan yüzüğümüze kaymıştı. Parmağına takmak istemediği için daima boynunda taşıyordu.
"Sorun tüm bunlar." diye başladım hızla tam devam edecektim ki kapı çaldı. Tüm kelimeler boğazıma dizildiğinde Berk özür diler gibi gözlerimin içine baktı ve "Girebilirsin!" diye seslendi. Gözlerim kapıdan içeri giren kişiye kaydığında neredeyse 18'lerin başında olduğunu tahmin ettiğim küçük yaşta bir kız Berk'e baktı hızla.
"Şebnem hanım sizi çağırıyor Berk Bey." dedi hızla.
"Ahh..." diye mırıldandı Berk ve "Tamam Ceylin. Teşekkürler, sen çıkabilirsin." dedi. Kızın gözleri beni bulduğundan çok kısa bir süreliğine baştan aşağı süzdüğünü fark ettim. Bu yaptığına kaşlarım çatılsa da bir şey demeyip onun kapıyı arkasından kapayışını izlemiştim.
"Yok hayır." dedim ayağa kalkarken. "Sen işini yap ben beklerim."
"Emin misin?" diye sordu. "Uzun sürebilir."
"Yapacak bir işim yok." dediğimde kafasını salladı ve tıpkı benim gibi ayağa kalkıp alnıma küçük bir öpücük kondurdu.
"Hızlı olmaya çalışacağım. Seni seviyorum."
Hızla kapıdan çıkar çıkmaz kendimi az önce oturduğum yere attım ve derin nefesler alıp vererek elimi kalbime götürdüm. Onu üzmek veya kırmak isteyeceğim son şey bile değildi. Belki de olan biteni bu kadar kafama takmak benim hatamdı. Belki de her şeyin olması gerektiği gibi yapılmasına göz yummalıydım.
Elimi alnıma götürüp terimi elimle sildim ve daha sonra yutkunup ayaklarımı yere sarkıtıp uzattım. Boynumu koltuğa yasladığımda sabah ki hengame beni oldukça yorduğunu fark etmiştim. Kim bilir bana alt tarafı gelinlik satacağına diyetisyenliğe bürünmüş kadını düşündüm. Arkamdan ne düşünmüştü acaba?
Onun dediklerimden sonra yüzünün kızardığını hatırlayınca gülümsedim. "Sensin şişman," diye mırıldandım. "Gerizekalıya bak. 10 kilo verecekmişim, kabak yiyecekmişim, su içecekmişim. Sinir hastası olurum ben 1 haftada!"
Ne kadar zaman geçti bilmiyorum inanın. Bir süre Berk'in odasındaki klimayı açmaya çalışmış ve başaramamıştım. Terlemekten nefret ediyordum. Sonunda ise kapı açıldığında Berk içeri girdi. Elinde bir dosya ve iki kupa kahve vardı.
"Dökeceksin!" diyip elinden kahvelerin birini aldığımda bilindik bir şekilde gülümsedi.
"İyi yaptın bu sıcakta içimizi ferahtaltır." diye ona takıldığımda gülümsedi ve odanın içinde masasına doğru yürüdü.
"Şu aralar hiçbir şey planladığım gibi gitmiyor." diye yakındı sinirle. Berk tam bir plan hastasıydı. Plan yapamadığı herhangi bir durumun içinde yer almak dahi istemiyordu. Her şeyini saat ve dakikalarıyla tutardı. Ben ise onun aksine asla plan program yapmazdım. Sanırım hayatımı bu yüzden o asansördeki kadın kadar dolu geçiremiyordum.
Masasının önünde kir rahat sandalyeye oturdum ve, "Senin için kötüdür eminim." diye mırıldandım. Kafasını salladı ve klimayı tek bir harekette açtı. Klimayı açmak için dakikalarca uğraştığım anları düşünüp yüzümü buruşturdum.
"Kötü ne kelime Mevsim? Kafayı yiyeceğim. Biliyorsun diş polikliniği binası taşınıyor. Hiçbir şey düzgün bir şekilde işlemiyor."
Masasının başına oturdu ve az önce elinde ki dosyayı çekmeceye atıp gözünü bana çevirdi. "En son sorundan konuşuyorduk değil mi?"
"Evet." dedim hızla ve ellerimi önümde topladım. "İyi hatırlattın."
"Sorun annem mi?" diye pat diye sorduğunda sessiz kaldım. Sorun yalnızca onun annesi değildi. Benimde annemdi. Sanki evliliği Berk ile benim aramda değil de kendi aralarında yapacak gibilerdi. Oysa benim hayallerim ve isteklerim onları yapacağı düğünden çok uzaktı.
Kafamı yavaşça kaldırıp, "2 Hafta sonra büyük bir sarayda evleneceğiz," diye mırıldandım. Kafasını salladı yavaşça. "Giyeceğim gelinliğin üzerinde 1 kilo taş var. Belki de basında orada olacak, malum annen onları bile çağırabilir."
Son dediğime gülerek, "Şüphelerim var benimde." dediğinde kafamı salladım.
"Hani sen plana bu kadar düşkünsün ya," diye başladım söze tekrar. "Her şeyi saatinde yapmak istiyorsun, yapamayınca öfkeleniyorsun." dediğimde kafasını salladı tekrar. Kısa bir soluk alıp devam ettim. "Bende hayallerime düşkünüm. İstediği gibi olmayınca sinirleniyorum."
Gözlerini kısıp "Hayalin benim değil mi? 2 hafta sonra evlenecekken benimle ayrılmaya gelmediğini söyle." deyip güldüğünde burnumdan sert bir nefes alıp kırıkırdadım.
Rahatlamış gibi dışarı nefes verdi ve "Bunu duyduğum iyi oldu," diye mırıldandı. "Sen aradığım kişisin."
Tam o an Güven'in Önünde koca bir hayat var ve kalem senin elinde. Hayalleri kenara bırak, şimdiler için yaşa dediği an geldi. Yutkundum.
"Ben..." diye başladım. "Belki çok hayalperestim ancak çocukluk hayalimin bu şekilde gerçekleşmesine izin veremem. Hiçbir şey hayalimde ki gibi gitmiyor."
Kaşları hafifçe çatılsa da devam et der gibi kafasını salladı.
"Ben büyük bir sarayda evlenmek istemiyorum. İçinde olmaktan nefret ettiğim bir gelinlikte gerçekten gülerek anılarımı saklayamam. Adını bile hatırlamadığım kişilerin evliliğimi kutlayıp arkamdan konuşmasını, dedikodularını duymayı kaldıramam..."
Benim bu dediklerime karşın, "Ben sanmıştım ki..." diye mırıldandı.
"Mutlu olmuyorum," dedim hızla ve parmağıma takılı oldukça göz alıcı tektaşı ona gösterdim. Bu Süreyya Güler'in isteği ile alınmıştı. "Ben böyle şeylerle mutlu olmam."
"Her kız bunu hayal eder sanmıştım."
Omzumu silkip, "Ben yalnızca seni ve bir buket çiçek istiyorum. Bu kadar." dediğimde ayağa kalktı ve yüzünü buruşturdu.
"Biliyorum," dedi. "Bazı şeyler isteğimiz gibi gitmediğini biliyordum. Ama... ben annemin tek oğluyum Mevsim."
Ona düz düz bakıp, "Bende annemin tek kızıyım." dedim kararla.
"İkisi farklı şeyler," diye mırıldandı. "Soyumuzu ben devam ettireceğim."
Son dediğiyle ağzım hafifçe aralandı. Oldukça ciddi olduğunu bildiğim için gülmemek için aralanan ağzımı hızla birbirine bastırdım ve alt dudağımı ısırıp sakin olmak için gözlerimi kapadım.
"Neden erkekliğini bu kadar yüce görüyorsun?"
"Öyle çünkü..." diye mırıldandı. "Tek oğulum. Anneme karşı gelebileceğimi zannetmiyorum."
Ayağa kalktım tıpkı onun gibi. "Ben annenle değil seninle evleniyorum!" diye sesimi yükselttim.
"Sesini alçalt." dediğinde onu duymamış gibiydim.
"Erkekliğini bu kadar büyük bir durummuş gibi görüyorsan git kendi kendine üre!"
Berk, "Ne?" diye sorduğunda sinirle derin bir nefes aldım.
"Daha fazla konuşmayalım," dedim ve çantamı elime aldım. "Kalbini kıracak şeyler söylemek istemiyorum."
Odanın kapısına doğru ilerlerken, "Bunları o sokuyor aklına değil mi?" diye bağırdığında bacaklarım yere mıhlandı. Kafamı çevirip ona baktım. Gözleri benim üzerimdeydi.
İnanamıyormuş gibi, "Konunun onunla ne alakası var şimdi?" diye yakındım.
"Konu hep oydu sende biliyorsun," dedi ve kafasını sağ sola sallayarak odada yavaşça yürüdü. "Anlıyorum. Çocukluk arkadaşın, benimde çocukluk arkadaşım var ancak hiçbiri bu kadar yakın değil."
Ağzım neredeyse ardına kadar açılmıştı. Bunları ilk defa diyordu, dahası ilk defa bu kadar şiddetli kavga ediyorduk. Kalbim daha da hızlandı, boğazımın kızardığını hissedebiliyordum.
"Sen ne dediğinin farkında mısın?"
Kafasını salladı. "Benim tanıdığım Mevsim değilsin şu an."
"Belki de beni tanıyamamışsındır." dediğimde gözlerini gözlerime sabitledi. "Konu benim hayallerim ve senin annene karşı pısırıklaşman. Güven değil."
"Pısırık mı?" diye tekrar etti. "Ben mi?"
"Ne görüyorsam onu söylüyorum." dediğimde sinirle güldü.
"Konu hep Güven'di." diye yakındı. "O adamın sana olan yakınlığından hoşlanmıyorum."
Ciddiyim, kahkahalar içinde güldüm.
Bunları bana ilk defa diyordu. Üstelik konu bu bile değildi.
"Konu bambaşka ancak Güven'i bahane edip üste çıkmaya çalışıyorsun!"
"Konu senin bitmeyen isteklerin," diye bağırdı. Bana ilk defa bağırdığı için şokla duraksadım ve yalnızca gözlerinin içine baktım. "Sana aldığım yüzüğe mana buluyorsun, sana alacağım gelinliğe bir kulp takıyorsun. Düğünü 2 hafta kala hiçbir şeyi istemediğini söylüyorsun! Bu çok çocukça! 24 yaşında bir kadınsın sen! O adamın benden nefret ettiğine adımın Berk olduğuna emin olduğum kadar eminim. Onun ağzıyla konuşuyorsun."
Öylece durdum önünde. Söyleyecek hiçbir şeyim yoktu. Sanki konuşsam kelimelerimin altında ezilecekmişim gibi. Onun bana gösterdiği haliyle ilk defa yüzleşiyordum. Yüzüne baktığımda sanki yeni bir maske geçirmişti, tamamen farklıydı.
Hızla nefes alıp yüzünü buruşturdu ve sakinleşmek için omuzlarını hareket ettirdi. Çok kısa bir süre sonra ise bana baktı.
"Anneme karşı gelemem, Mevsim. Bunu sende biliyorsun."
Gülümsedim. Bunun suratıma nasıl yansıdığını bilmiyordum ancak ağlamak üzereydim. Kendimi sıktım ve kapının kulpunu çevirip ona baktım.
"Annenle bir ömür mutluluklar o halde."
Ve kapıyı açıp koşar adım hastaneden ayrılmak için yürümeye başladım. Arkamdan adımı seslendiğini biliyordum ancak bu umurumda olmamıştı. Asansörün önüne geldiğimde öfkeyle durmadan düğmesine bastım. Birkaç hemşirenin benim hakkımda konuştuklarını anlayabiliyordum. Dudağımı ısırdım ve gülümsemeye çalışıp sırtımı dikleştirdim.
Hastaneden çıkıp sahil kenarına nasıl geldiğimi hatırlamıyorum. Gözlerim denizde gezinirken ağlamaya tam o an başlamıştım.
Aklıma küçüklüğüm geldi, gözyaşlarımın tuzu arasında anılarda kaybolup gittim.
"Bir, iki, üç deyince müziği söyle!" diye bağırdı küçük kız. Elinde ki annesinin vazosundan çaldığı beyaz zambakları sıkı sıkıya tuttu ve önünde birleştirdi. Bedenine sardığı ince tül her ne kadar üzerinde sabitlemeye çalışsa da oldukça uzun duruyordu.
En yakın arkadaşı Güven, "Ben bilmiyorum ki o müziği!" diye sormuştu.
Küçük kız mırıldandığında Güven yüzünü buruşturdu. "Ben onu söylemem."
"Söz verdin!" dedi küçük kız ve saçını tek eliyle arkaya atıp üzerine sardığı tülü düzeltmeye çalıştı. "Yemin ettin hatta yemin! Babam erkekler yeminini tutmazsa eşek olur derdi."
Güven hırsla, "Eşek değilim ben!" diye bağırdı.
Güven zorla evlilik şarkısını mırıldandığında küçük kız birkaç derin nefes aldı ve gözlerini kapadı. Tek elini kaldırıp sanki etrafında yüzlerce kişi ona bakıyormuş gibi yavaşça salladı. Daha sonra çiçek buketini iki avucunun arasına aldı ve tekrar önünde birleştirip bir adım attı. Annesinin dolabından gizli gizli aldığı topuklu ayakkabıyı zorla kaldırabilmişti.
"Bitti mi?!" diye sordu Güven. Kız sinirle gözlerini açıp arkadaşına sinirli bir bakış attı. "Daha olmadı!"
"Seni Nuran Teyzeye şikayet edicem," dedi hızla. "Perdeyide söktün, hem... palyaçoya benziyorsun!"
Gülmeye başlarken Mevsim yine annesinden aşırdığı kırmızı rujlu dudağına götürdü ellerini. Nefret dolu bir şekilde, "Git buradan!" diye bağırdı.
"Bana ne!" diye bağırdı Güven. "Gözlerini kapayıp ne yapıyorsun?"
Kız bir an için duraksadı ve Güven'i yanıtsız bırakmak zorunda kaldı. Güven ise onun sessiz kalışıyla daha da keyfini arttırmıştı. Elini karnına koydu ve gülerken öne eğildi.
"Git buradan!" diye bağırdı hızla. "Seninle konuşmuyorum!"
"Kendi kendine evleniyor!" dedi Güven ve kahkahalarını arttırdı. "Deli!"
"Git!" dedi kız ve tam o an elindeki buketi yanlışlıkla yere düşürdü. Almak için tam yere eğiliyordu ki annesinin büyük gelen topuklu ayakkabısına takıldı.
Yere düşerken Güven parmağını ona işaret etmiş kahkahalarına devam ediyordu.
-
Aklıma gelen anıyla bu sefer gülümseyerek ağlamaya devam ettim. Biri dışarıdan beni görse muhtemelen akıl hastası olduğumu sanırdı. Belki de öyleydi. Hiçbir şey gelmiyordu elimden. Berk'in karşısında tıpkı o gün ki gibi yere kapaklandığımı hissettiğimi düşündüm.
Tek fark bana gülen kişi ise bu sefer Güven değil, tüm olanlara susan tarafımdı.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |