Bölüm Şarkısı: Son Feci Bisiklet- Gece
1. Kitap, 6. HATA;
"BAVUL"
Bazı zamanlar vardır, geriye dönüp şöyle iyice gerilip kürekle ağzınızın ortasına geçirmek istersiniz ya ağzınızdan çıkan kelimeler yüzünden. "Dur!" demek istersin ya," ne çok konuşuyorsun pişman olacaksın sus!"
Diyemezsin çünkü geçen geçmiştir geçtiği an bitmiştir.
Güven içtiği onca bardağın ardından Suat'ın iki ayakkabı bağcığını birleştirmesi sonucu yerde oluşturduğu düz çizgide hiç sarsılmadan yürüdü. Ciddiyim, nasıl yaptı bilmiyorum. Konuşması gülüşü bile kayıktı. O ipte yürüdüğü anda Suat, Kerem ve Cihat deli gibi alkış tutuyor kızlarda yarı sarhoş kahkaha içinde gülüyorlardı. Ben hariç...
O ana dönüp ağzıma odunla vurma hayalimi şimdi uygulama aşamasındaydım. Onun her halini tahmin edeceğini iddia edecek ben bile buna inanmamıştım. Hatta bence bu bir mucizeydi. Yürümeden önce görmeden ayin yapmış bile olabilirdi.
"Hadi bakalıııııım!" diye bağırdı Suat. "Güven vurdu gol oldu."
Güven ipin ucunda bir oraya bir buraya savruldu. Az önce gayet düzgün bir şekilde yürürken ki kendinden emin adımları ve şimdi ki sarhoşluğunu düşündüm. Bana bakaya çalışırken yerinde duramaması... O anda ilahi bir güçte gelmiş olabilir dedim kendi kendime. Bu imkansız çünkü, bir insan sarhoşluğunu 30 saniye için vaz geçemez.
"Ne isteyeceksin?" diye bağırdı Nihal. Onun kafası da baya güzel olduğu anlaşılıyordu. Bir ara rakı bardağını havaya kaldırmış altına bakmaya çalışıp güldüğünü fark etmiştim. Yüzümü buruşturup gözlerimi ondan anında çekmiştim.
"Mevsim'den..." dedi Nihal tekrar. "Ne isteyeceksin."
"Heeee!" dedi Güven ve Cihat'ın yardımıyla benden biraz uzakta ki sandalyeye gevşek gevşek oturdu. "İstenir yani isteriz bir şekilde..."
Cihat, "Bunun kafası baya baya gitti." diyerek Güven'in boynuna bir tane şaplak attı. Güven buna kızacağına kahkahalara boğuldu ve sandalyede iyice aşağı kaydı. Belinin altı resmen sandalyenin dışındaydı, uzun bacakları ise benim oturduğum yere uzanmıştı.
"Bunu eve kim götürecek?" diye sordum mutsuzca.
Aslı hızla, "İki araç saniyede 150.000 km hızla birbirine doğru ilerlerse; bir araçtaki gözlemci diğer aracı kaç km hızla veya nasıl görür sorusuna cevap verirsem iş başvurularım kabul olur mu acaba?" diye sordu kaşlarını çatıp ellerine bakarken.
Kerem, "Ne?" diye sormuştu. Haklıydı da, o kadar hızlı sormuştu ki bu soruyu anlayamamıştım bile.
"İyide iki aracın da toplam hızı ışık hızına eşit olduğundan ikisi de birbirini ışık olarak görmez mi? Toplam hızları ışık hızını geçerse sonuç değişmez sonuçta." diye mırıldandı.
"Siktir! büyü yapıyor!" diye bağırdı Suat ve yerinden zıplayıp Aslı'yı göremeyeceği şekilde eliyle gözlerini kapamaya çalıştı. "Uzak dur benden, cadı!"
"Suat..." diye mırıldandım. Güven bir şeyler söylüyordu ancak ne dediğini anlamak imkansızdı.
"Işık dedi, toplam hız dedi kilometre dedi. Mevsim bakma ona, bakarsan son sınıf üniversiteye hazırlık günlerine dönersin. Matematikçi..."
"Fizik." diye bastırdı Aslı bir anda kafasını kaldırırken. Asla sarhoş gibi durmuyordu. O kadar ciddiydi ki bu hali beni bile ürkütmeye yetmişti. Oysa Güven'de dahil bu masada ki herkesten daha fazla içtiğini biliyordum.
"Neyse," diye mırıldanacakken Nihal kafasını pat diye önünde ki masaya düşürdü. Şok içinde ona döndüm, Elif hemen ona doğru atılmıştı. Cihat ise anında ayağa kalkmış ve Nihal'i omuzlarında kaldırmaya çalışmıştı.
"Siktir," dedi Suat ve şarkının mısrasını mırıldandı "Masadan eksiliyor dostlar..."
Cihat, "İyi misin Nihal?" diye sordu Nihal'in kafasını düz tutmaya çalışırken. Saçlarını önünden çekti ve birkaç defa yavaşça yanağına vurduğunda Nihal yüzünü buruşturdu. Bayılmadığını bu sayede öğrenmiş olduk.
"Uyuyor mu o?" diye sordu Suat. Tam o anda Nihal derin bir nefes alıp Cihat'ın yanağına dayadığı eline daha da yasladı kafasını. Öylece oturmuş arkadaşlarımın yarısının sarhoş olup bayılmasıyla ya da saçma bir şekilde ciddi konuşmasını izliyordum. İşte biraz da bu yüzden sarhoş olmaktan kaçınıyordum. Ben daha ayık halimde kendime hakim olamazken sarhoşken kim bilir neler yapardım...
Kerem ayağa kalkarken, "Gitme zamanı..." dedi ve Aslı'ya yaklaştı. Aslı elini çenesine dayamış, kaşları çatık masayı izliyordu. Ya da kafasından daha birçok bilinmeyen sorunun cevabını arıyordu inanın bilmiyorum. Bildiğim tek şey hemen karşımda ağzının içinden değişik şeyler mırıldanan çocukluk arkadaşıma bakmak istemediğimdi. Sesi boğuk ve can çekişir gibi geliyordu.
Aslı, Kerem'in tam önünde olduğunu çok geç fark ettikten sonra irkilip, "Ne var bilader?" diye sordu.
"Kalk hadi." dedi Kerem umursamazca.
Aslı beklemediğim bir şekilde oturduğu yerden düzgünce kalktı ve hiçbir şey demeden mekanın çıkışına yürümeye başladı. O kadar ruhsuzdu ki daha önce bunu görmediğime bile şaşırıyordum. İçince bu denli ciddileşen biri var mıydı gerçekten?
Kerem hızlı hızlı Aslı'nın arkasından ilerlerken, "Aslı'yı eve bırakıyorum!" dedi.
Elif yanımda, "Beylikdüzüne mi?" diye seslendi. Aslı'nın tek başına tuttuğu stüdyo daire oradaydı.
"Evet." dedi Kerem. Elif ise bunu duyar duymaz oturduğu yerden ayağa kalktı ve "Bende geliyorum sizle!" diye bağırdı.
Elif'e dönüp, "Nereye?" diye sorduğumda şalını arkaya attı ve derin bir nefes aldı.
"Ne?" diye sorarken Elif çoktan Kerem ve Aslı'nın arkasından yürümeye başlamıştım.
Onlar gider gitmez masada 5 kişi kalmıştık. Ben ayakta mekandan çıkan arkadaşlarıma bakıyor, Suat, Güven'in burnuna kıvırdığı peçeteyi yavaş yavaş sokmaya çalışıyor, Cihat Nihal'i uyandırmaya çalışıyor ve Güven ise ağzı açık gözleri kapalı uyuyordu. Suat'ın buruna soktuğu şeyden rahatsız bile olmuyordu. Durmadan bir şeyler mırıldanıyordu.
"Yapma şunu!" dedi Suat'a. Bir an duraksayıp deli gibi gülerken bana baktı.
"Videoya çeksene şantaj yaparız."
"Çek ellerini üzerinden," dedim ve Güven'in yanına gittim. Suat benim gelmemle kenara çekilmiş bir şey yamıyorum der gibi ellerini havaya kaldırmıştı. "Şşşşt." dedim Güven'e.
"Seni duymaz kanka." dedi Suat.
"5. Boyutta ki Salih'in yanında o şu an."
Suat'a cevap vermeyip Güven'in ne dediğini duymak için ona doğru eğildiğimde bir şarkı mırıldandığını duydum. En azından baygın değildi, buna şükredebilirdim.
Cihat, Nihal'i koltuğunun altına alıp ayağa kaldırmışken, "Bizde kaçıyoruz, onu eve bırakayım." dediğini duydum. Hemen ayağa kalkıp Güven'i işaret ettim. Nihal'in durumu baya kötü gözüküyordu.
"Güven'i de götür bare," diye yakındım. "Böyle değil araba kullanması, ayağa kalkıp yürüyemez bile."
"Suat götürür." dedi Cihat Nihal'le ilerlerken.
Suat'a çevirdim kafamı. Anlamsızca ellerine bakıp gülüyordu. Ben böyle birine bizi eve götürmesi adına güvenebilir miydim gerçekten?
Cihat, Nihal'in belinden kavrayıp tökezleyen adımlarını zar zor ayak uydururken beni duymamış gibi, "Düğünde görüşürüz Mevsim!" diye bağırmış ve beni belki de en kötü senaryoyla baş başa bırakmıştı.
Gözleri kapalı şarkı söylerken sandalyede düştü düşecek bir ayyaş ve onun en yakın arkadaşı olan içki içmese bile kafasının pek yerinde olmadığını bildiğim Suat...
"Eee?" dedi Suat. "Ben geceye akmaya gidiyorum, siz napıyonuz?"
Bu işin bana düşeceğini başından beri biliyordum. Ben kaşınmıştım, o iddiaya girerek resmen kendimi tehlikeye atmış bu ana zemin hazırlamıştım. Elimle alnıma vurup gözlerimi kapadım ve birkaç saniye düşünüp masada ki çantamı topladım. Güven'i eve bırakmaktan başka seçeneğim yoktu, ne kadar hızlı o kadar iyiydi.
"Onu arabaya kadar taşı." dedim Güven'in arabasını kast ederken. Başka bir çarem yoktu arabayı benim kullanmam gerekliydi. Taksi bulmak her ne kadar mantıklı olsa da aklımdan yaptığım hesapta karşı yakaya kadar taksimetrenin yazacağı ücretin altından kalkamazdım. En mantıklısı Güven'in benzinini boşaltmaktı.
Suat nasıl oldu bilmiyorum ama Güven'i kollarından yakalayıp sırtına doğru çekti ve sürükleye sürükleye mekandan çıkarmaya çalıştı. Güven ise hala gözlerini açmıyor şarkı söylüyordu. Sesi az önceye göre biraz daha yüksek çıkıyor ancak anlaşılmıyordu. Mekanda ki garsonlar bize veda ederken Volvo'nun önüne gelmiştik.
Suat, "Çabuk ol Mevsim." dedi nefes nefese. "Ben daha taşıyamam bu danayı."
Etrafıma baktıktan sonra hemen Güven'e doğru ilerledim ve elimi ceplerini yokladım. İlk baktığım cebinde sigara paketi ve cüzdan varken diğer cebinde ise araba anahtarını sonunda bulmuştum. Hızla arabanın kilidini açtım ve arabanın kapısını açtım. Suat hızla Güven'i koltuğa attı ve nefes nefese öne eğilip elini dizlerine dayadı.
"Abartma." dedim kapıyı Güven'in üzerine kapatırken.
"Biliyorsun," dedi Suat. "Belim ameliyatlı."
Yanında geçerken gözlerimi devirdim ve arabanın önünü dolaşıp sürücü kapısını açtım.
"Offf Suat hadi kaldırmayacağım seni." diyerek kapıyı açtım ve sürücü koltuğuna oturdum. Hemen yanımda oturup asla ağzı kapanmayan Güven ise benim geldiğimi anlamamıştı bile. Gözlerim ondan dışarı kaydığında Suat elini sallayıp gidiyorum der gibi işaret yaptı. Bende elimi arabanın içinde kaldırdığımda onun arkasını dönüp yürüyerek uzaklaşmasını izledim. Bu süre zarfında Güven'i evime mi yoksa Güven',n arkadaşlarıyla kaldığı eve mi götürmem gerektiğini düşünüyordum.
"Beni ara sıra sev..." diye mırıldandı Güven. İrkilip ona döndüğümde gülümseyerek şarkıyı kötü bir ritimde mırıldanıyordu.
"Eeee?" dedim o duraksarken. Beni duydu mu bilmiyorum ama şarkıyı söylemeye ben konuşur konuşmaz devam etti.
Elimde olmadan tuhaf çıkan sesine güldüm ve arabayı çalıştırdım. Kim bilir arabayı kendi hariç birinin sürdüğünü bilse ne tepki verirdi? Güven'in arabasına ne denli düşkün olduğunu hatırladım. Onun en kıymetli şeyiydi. Yarın sabah benim kullandığımı duyunca şu anda ki kadar rahat olacağını hiç sanmıyordum.
"Sev olur mu? Yoksaa..." diye etti tekrar. Gülerken arabayı otobana çıkardım ve "Kim sevsin seni?" diye sordum. Arabayı sağ şeride kırdığımda kafası cama çarptı ve söylenerek gözlerini açtı. Yarı baygın gözleri bana kayarken bir yola bir de durumuna bakıyordum. Gözleri kan çanağı gibiydi.
"Mevsim?" diye adımı tekrar etti soru sorar gibi.
"Şarkı." dedi kaşlarını çatarken.
"Eee?" dedim devam edebilmesi adına.
"Araba kullanıyorum." derken yolun boş olmasıyla gaza daha da yüklenmiştim.
"Taş devrinden kalma konuşmalara devam..." diye mırıldandım keyifle. Onun bu halini daha önce de görmüştüm ama bu akşam ki hali oldukça komikti.
"He?" diye sordu bu dediğime. Onu tekrar eder gibi sesimi kalınlaştırıp, "He?" diye soruduğumda gülmeye başladı. Hatta o kadar yüksek sesli gülmeye başladı ki bu ilk garibime gitse de daha sonra dayanamadan ona eşlik etmiştim. Histerik kahkahalarımız arabanın içinde birbirine karışıyordu.
"Ne gülüyon?" diye sordum kahkahalarımın arasından.
"Neye güldüğümü bilmiyorum ama çok komik."
Gözlerimden yaş gelmişti resmen. "Araba kullanıyorum." dedim. Gülerken kaza yapıp ölmek isteyeceğim son şey bile değildi.
"Araba mı aldın?" dedi bir an nefes nefese kalırken.
"Yoo," dedim ciddi bir ses tonunu takınmaya çalışırken. "Senin arabanı kullanıyorum."
Güven'in az önce kesilen kahkahası yine kulaklarımı doldururken elimde olmadan yine ona katıldım. Bu cümleyi onun ayık halinde kursaydım kim bilir bana neler yapardı...
"Bu çok komik!" dedi kahkahalarının arasında. Gülüşü sonlanana kadar ona bakmasam da tamamen kesildiğinde yan gözle yüzüne baktım. Bu sefer kaşlarını çatmış bir şey düşünüyordu. Gözleri camdan dışarı çevrilmişti.
"Ne oldu durdun?" dedim direksiyonu daha sıkı kavrarken.
Yine gülmeye başladım. "Sen baya sarhoşsun..." diye mırıldandım.
"Ben sarhoş değilim ki," dedi ciddi ciddi. Çocuk gibi konuşmaya başlamıştı şimdi de.
"Tamam değilsin." dedim uzatmadan.
"Tavuk çorbası." dedi bir anda yine.
Güven etrafına baktı ve gözlerini büyüterek "Arabada mıyız?" diye sordu.
"Evet..." dedim keyifle. Ona cevap vermek o kadar hoşuma gidiyordu ki... Bu haliyle deli gibi eğleniyordum.
"Eve gidince yapalım ama." dedi düşünceli bir ses tonuyla.
"Söz." dedim kırmızı ışıkta dururken. Kafamı tamamen ona çevirdiğimde kafasını koltuğun başlığına yaslamış yarı ayık gözlerle beni izlediğini fark ettim. Dudaklarında küçük bir gülücük saklıydı.
Yine kıkırdayıp, "Çok kibarsın." dedim çenemle onu işaret ederken. Asla kurmayacak cümleler kuruyordu.
"Kimin?" diye sordum ciddileşirken.
Derin bir nefes alıp cidden mi der gibi ona bakmaya başladım. Sarhoşken bile Berk ismini değil kendi kendine uydurduğu lakabını kullanarak söylüyordu ismini.
"Onun adı Berk." dedim alnına baş parmağımla vurunca. Bu yaptığımla yüzünü buruşturdu kafasını hafifçe geriye kaldırdı.
Sorusuna cevap veremeden yeşil ışığın yandığını görünce arabayı tekrar hareket ettirdim. Yollar boş olduğu için herhangi bir problem yaşamıyordum. Araba kullanmayalı uzun zaman olmuştu çünkü.
"Pişt," dedi tekrar koluma vururken. "Soru sordum."
"Evet," deyip direksiyonu köprünün gişesine doğru kırdım.
"Ne neden?" dedim dikkatle. Arabayı çarpıp çizmek isteyeceğim son şey bile değildi. Köprüde arabalar geldiğim yola göre daha da fazlalaşmıştı.
"Seviyorum çünkü." dedim yine ona kısa bir bakış atıp. Bu sefer beni değil önümüzde akıp giden yolu izliyordu.
"Her sevdiğinle evleniyor musun?"
"Yalnızca çok sevdiğimle evleniyorum." dedim tane tane.
"Onu çok mu seviyorsun," diye sordu şaşırmış gibi.
"Uyu hadi," dedim gaza biraz daha yüklenirken. "Çok konuşuyorsun."
Sessizleştiğinde derin bir nefes aldım ve arabayı sürmeye devam ettim. Arabanın içi git gide daha da sıcak bir hale geliyordu. Bunun suçu Güven'in hızlı hızlı aldığı nefesler yüzündendi. Yavaşça kendi tarafımda ki camı açtım ve derin bir nefes aldım. Rüzgar saçlarımı dağıtırken bir an önce eve gitme isteği uyanmıştı içimde. Sorduğu sorular zihnimde büyüyor ve sanki içime yerleşiyordu.
Sonunda Güven'in oturduğu eve geldiğimde neredeyse arabayı park etmem adına hiçbir yer yoktu. Eve birkaç dakikalık yürüyüş mesafesine büyük uğraşlar sonucu park yeri bulmuş ve en az yarım saat park edebilmek adına uğraşmıştım. Ehliyet sınavındayken de neredeyse en çok beceremediğim şey parktı. Üzerinden bunca zaman geçse de hala beceremediğimi görmek gurur kırıcıydı.
Güven'in birlikte yaşadığı arkadaşlarını daha önce tanışmamıştım. Zaten onun arkadaşlarıyla ayrı bir eve çıkması 2-3 ay kadar önce yakın bir geçmişteydi. İş yerinden olduğunu söylese de elbette buna da inanmıyordum. Şimdi düşündüm de Güven'in hiçbir dediğine tam olarak inanamıyordum.
"Mevsim..." diye adımı fısıldadığında arabanın ışıklarını kapamıştım. Etraf tamamen karanlığa bürünmüştü.
"Ne?" diye sordum anlamayarak.
"Dedin ya hani..." dedi Güven. Gözlerimi ne kadar kıssamda şu anda nasıl bir yüz ifadesinde olduğunu göremiyordum. Sesi bir hayli kısık ve sanki söylemek ve söylememek adına çekimser gibi çıkıyordu.
"Hani yaşlanınca ateşimi düşürüp başımda bekleyecek birinin olmayacağını," duraksadı ve yutkundu. Devam ederken sesi daha da kısılmıştı. "Ya da sevincimi benimle birlikte paylaşan birinin olmayacağını."
Bunu dediğim günü düşündüm. Gelinlik mağazasında kaçmış ve Güven ile karşılaşmıştım. Onun hayatına hiçbir kızı sokmamasına karşı düşüncemi belli etmiştim çünkü bana göre bu hayata eşimizi bulak için geliyorduk. Güven ise onu bulmaya harcayacağı vakti kızlarla yitiriyordu.
"Sana olmayacak demedim," dedim konuşmayı tam olarak hatırladığımda. "Sordum yalnızca."
"Sordun evet," dedi ve derin bir nefes aldı. Konuşurken kelimeleri hala birbirine giriyordu. Onun ayık kafayla bu cümleleri kuracak biri olmadığını biliyordum. Kısa bir süre sonra görmesem de kafasını bana doğru yaklaştırdığını hissettim. "Zaten bugün 60 yaşımda da yanımda olacağını söyledin."
Ben cevap vermezken hafifçe güldü ve devam etti. "Sala gitsin."
"Yalnız kalmaktan mı korkuyordu? Oysa bunca yaşıma rağmen onu bırakmayacak tek kişiydim ben. Ne yaşarsam yaşayım en zor günlerimde bile yanı başımda Güven vardı. Bazen hiç sorgulamadan dinlerdi beni. Meraklı kişiliğine rağmen öylece suratıma bakar ve anlatmam adına kafasını sallardı. Bazen ise bana laf sokardı. Bunu bilerek yaptığını biliyordum. Ona göre sinirlendiğimde üzgün görünmüyordum. Beni üzgün görmeye katlanamadığını söylerdi durmadan.
Evlendiğimde onunla bir daha görüşmeyeceğimi mi düşünüyordu?
Onun kafasını tutup hayır diye bağırmak istedim. Güven benim çocuk yanımdı, o giderse geçmişimi yitirirdim ben.
"Seni hiçbir zaman yalnız bırakmayacağım," diye mırıldandım. "Sen benim kardeşimsin Güven. İnsan kardeşini yalnız bırakabilir mi?"
"Güven." diye yakındım. "Söz vermeme gerek yok. Geleceği görebiliyorum ben."
"Ne görüyorsun?" diye sordu tane tane.
"Ben evlenmişim," dedim zihnimde ki tabloyu gözlerimin önüne getirirken. "1 kız 1 tane de oğlum olmuş." bir an duraksayıp kaşlarımı çattım. Bunları neden anlatıyordum ki? İşte şimdi benimle dalga geçecekti. Her zaman ki gibi.
Oysa hiç beklemediğim bir şekilde "Devam et." dedi ciddi bir sesle.
Şaşırmış bir edayla kaşlarımı kaldırsam da ne zaman tuttuğumu bilmediğim nefesimi sertçe geri üfledim ve konuşmaya devam etmeye hazırlandım. Yarın sabah uyandığında gerçekten durup benim evlilik hayalimi dinlediğine inanacak mıydı? Hayır diye düşündüm içimden. Güven benim bir masal aşığı, prensimi bekleyen kül kedisi olduğumu düşünürdü. Bazen hayalimin evlilik olduğuna inanamaz benim bu konuda konuşmama izin bile vermedi. Geri bu zamanlarda ben konuşmaya devam ederdim çünkü onun iznine ihtiyacım olmazdı.
"Kızımın adı Leyla olacak," dedim hızla.
Güven'in yutkunduğunu duydum. Kısa bir süre sonra ise "Erkeğin?" diye sordu. Hala normal bir şekilde bu konuyu açmasına ve beni dinlemesine şaşırmaktan alıkoyamıyordum kendimi.
"Daha düşünmedim." diye mırıldandım.
Düşünmüştüm, Güven olacaktı. Ancak bunu ona söylemek istemiyordum. Hatırlarsa bu konuyu şaka malzemesi haline getireceğinden emindim.
"Nasıl düşünmedin?" diye sordu.
"Bildiğin düşünmedim!" diye sesimi yükselttim.
"Neyse," diye mırıldandı uykulu bir sesle. Mayışmış mıydı? "Adı Ali olsun şimdilik."
Burnundan sert bir nefes verirken, "Leyla değil ama?" diye sordu alayla. Kafası ayık değilken bile dalga geçiyordu resmen!
"Neyse," dedim uzatma gereği duymadan ve hayalime devam ettim. "Bir bahçedeyiz. Leyla'nın ilk doğum gününü kutluyoruz. El yapımı bir pasta yapmışım geceden. Suat, Cihat, Kerem, Elif, Aslı... hatta birkaç lise arkadaşımız var. Herkes gülümsüyor."
Ben durunca, "Eeee?" diye sordu.
"Neden devam etmemi istiyorsun?" diye sordum merakıma yenik düşerek.
"Sesin kafamı dağıtıyor," dedi ve yine sert bir nefes aldı. "Arabadan çıkıp 10 km koşasım var."
"Ha?" diye sordum son dediğine.
"Devam et hayalperest civciv."
Yine sessizleştiğinde zaten hatırlamayacağına inanarak, "Pastayı dolaptan alıp üzerine bir mum dikiyorum. Berk kenarda beni izliyor, tüm programı o ayarlamış. Biz bizeyiz..." gözlerimi kapadım ve tam olarak kafamda canlandırarak konuşmaya devam ettim.
"... Daha sonra, elimde pasta bahçeye geçiyorum. Nihal oturmuş Ali'nin fotoğrafını çekiyor. O daha Leyla'dan da küçük. Uyuyor ama her an uyanabilir, bunun yüzünden durmadan uyarıyorum sizi. Ancak Suat'ın yaptığı sulu bir şaka yüzünden o da uyanıyor. Pastayı bırakıp hafif kızgın bir ifadeyle gidip onu kucağıma alıyorum. Hanimiş, hanimiş Aliş nerdeymiş?" dedim son söylediğimi dudaklarımı büzüştürerek.
"Daha sonra kafamı çeviriyorum, Leyla'yı omuzlarına aldığını görüyorum. Kahkahalar eşliğinde 'Dayı,' diye bağırıyor sana, deli gibi etrafında döndürüyorsun çocuğumu. 'Dur' diyorum 'düşeceksiniz, dikkatli olun!' Yok! bana bakmıyorsunuz bile. Bir dünya kurmuşsunuz kendi aranızda. Orada seninle ben 6. yaşımızdayız da gökyüzüne çıkmanın hesaplarını yaptığımız günler gözlerimin önünde tekrar canlanıyormuş gibi.... Öylece durup sizi, belki de geçmişimi izliyorum."
Gözlerimi açtım ve gülümsedim. Arabada ki sessizlik çığı gibi büyüdü. Hayallerim zihnimden yuvarlanıp daha büyüdü.
"Hayatımın duvarında ki eski püskü o çerçevede senin yerin hep vardı Güven," dedim bir an bile düşünmeden. "Ve olamaya da devam edecek."
Kafamı ona çevirdiğimde bana cevap vermesini bekledim ancak vermedi. Bu hayalim onu etkilemiş miydi? Oysa ben anlatırken yaşıyor gibi tepkiler vermiş neredeyse ağlayacak kıvama gelmiştim. Hayatımın bir an önce o evresine geçsem ne olurdu? Gözlerimin önünde tüm dostlarımı görsem, yanımda sevdiğim adam olsa ve yıllarca onların büyümesine şahit olsam bana yeterdi. Mütevazi, biz bize olacağımız bir hayat istiyordum yalnızca. Büyük kutlamalar ve verilen büyük partilerin insanı değildim. Hiçbir zamanda olmamıştım. Bu yüzden şu anda ki duruma ayak uyduramamam. Düğünüm tamamen benim hayalimin ötesinde bir sarayda gerçekleşiyordu.
"Güven?" diye sordum yavaşça. Bana cevap vermediğinde kaşlarımı çattım ve tavanda ki lambaya uzanıp düğmesini elimle yokladım. Sonunda bulup yaktığımda gözlerim anında onu bulmuştu.
Kafasını bana çevirmiş hafifçe yatırmıştı. Gözleri kapalıydı, sahiden uyuya mı kalmıştı?
"Gerizekalı," diye mırıldandım. "Uyu diye mi anlattık?"
Bana cevap vermeden uykusuna devam etti.
"Kalk hadi." dedi kolunu dürtükleyip. "Uyansana bak hadi!"
Yüzünü buruşturup, "Sus..." diye mırıldandı.
Alnını baş parmağımla ittirdiğimde kafası geriye kaydı ve az daha cama çarpıyordu. Son anda kendini durdurup bir anda durdu ve etrafına baktı. Gözü beni bulduğunda kaşlarını çatmıştı, ağzını birkaç defa açtı ve daha sonra geri kapadı. En sonunda ise diyeceği kelimeyi bulmuştu.
Derin bir nefes aldım ve sadece bir saniyeliğine gözlerimi kapadım. Koca bir nefes daha aldım ve yavaşça geri verdim. Bu bir sakinleşme metoduydu, her zaman olmasa da bazı zamanlar işe yarıyordu.
Daha fazla dayanamayacağımı fark ettiğimde çoktan arabanın kapısına uzanmıştım. Tek hamlede açtım ve dışarı çıktım. Güven'in tarafına dolaşırken etrafın neden bu kadar karanlık olduğunu düşünüyordum.
Onun kapısını açtığımda gözlerini tekrar kapattığını gördüm.
"Kalksana!" diye bağırdım sonunda dayanamayıp. İrkilip yine bana baktı.
"O kim?" diye sordum kolunu tutup dışarı çekmeye çalışırken. "Çorba ben. Memnun oldum."
"Ne diyon kızım?" dedi ve bir bana bir de çekiştirdiğim koluma baktı.
Koluna bir tane patlatıp, "Oyun oynuyorum!" diye bağırdım. "Çık şu arabadan."
"Öyle söylesene," dedi ve bir anda beni itip hızla arabadan dışarı çıktı. Kafamı kaldırdığımda onu göremesem de yüzünün benden oldukça yüksekte olduğunu iyi biliyordum.
"Kolumdan çekiştiriyor," diye söylendi. "Sanki kaldırabilecek."
"Ayıldın mı sen?" diye sordum. Bana cevap vermediğinde onu orada bırakıp arabanın etrafına dolaştım ve motoru tamamen kapatıp arabanın camını örtmek adına düğmeye bastım. Hızla hallettiğimde kapıyı kapamış ve arabayı kilitlemiştim. Tekrar onun yanında doğru yürürken artık etrafta arabanın ışığı da yoktu. Bu mahallede elektrikler mi gitmişti?
"Yürü hadi eve." dedim hızlı hızlı. Oysa o benim dediğimi yapmak yerine "Mevsim." diye seslendi.
"Kör oldum ben sanırım," büyük bir patırtı koptu etrafta. "Körüm şu an ben."
"Göremiyorum ben. Sen beni görebiliyor musun acaba?"
"Dur olduğun yerde." dedim telefonumun fenerini açarken. Allah aşkına burası nasıl bir yerdi böyle?
Yine bir patırtı koptuğunda yere düştüğünü anlamıştım. Bir kedinin çıkardığı acı dolu çığlığından kedinin üzerine düşme olasılığını hesaplamaya çalışıyordum ki Güven, "Oha!" diye bağırdı. Telefonumun fenerini açtığımda ise onu birkaç çöp poşetinin ortasında yerde gördüm. Gözlerine bir anda ışığı tutunca ise elleriyle yüzünü kapadı.
"Mevsim şimdi de beyaz ışık görüyorum," dedi nefes nefese. "Ölüyor muyum ben acaba?"
"Güven..." dedim baş ucunda ona bakarken.
"Eğer ölüyorsam git bana sahte içki getiren garsondan intikamımı al," bir an duraksadı ve çöplerin içinde sinirle uzun bacaklarını açtı. "Kodumunun herifi. Ne içirdi bana kolonya mı? 7 şiddetinde sallanıyorum sanki."
Güven ellerini yüzünden çekip bir kaç defa gözlerini kırpıştırdı ve bana baktı. Işığı bu sefer tam onun suratına değil yere eğmiştim.
"Hatlar çalışıyor mu acaba?" diye sordu bu seferde.
"Ayılmamışsın..." diye yakındım ve hemen ona doğru ilerleyip iki kolunu da tuttum ve "Kalk!" diye bağırdım. Ben oynatmaya çalıştığımda kılını kıpırdatmadığı bedeni benim bağırmamla anında kalkmıştı. Leş gibi çöp kokuyordu.
"Neden?" diye sordum burnumu kaparken.
"Deprem oluyor ya," dedi etrafına bakarken. Olduğu yerde duramıyor sallanıyordu. Onu tutup elini omzuma çektim ve flaşı yere tutup öne doğru bir adım attım. Tüm ağırlığını vermese de sabah kalktığımda tüm kaslarımın ağrıyacağını biliyordum. Üstelik iğrenç kokuyordu, neyin içine düşmüştü kim bilir?
"Nereye?" diye sordu çok geçmeden. Sokakta bir oraya bir buraya gidip geliyorduk.
"Seni öldürmeye." dedim dişlerimin arasından.
"Ölmek istemiyorum." diye mırıldandı. Ona cevap vermezken sonunda arabayı park ettiğim o ışıksız sokaktan çıkmıştık. Onun kaldığı eve doğru ilerlerken artık sokak lambaları çalışıyordu. Tek elimle flaşı kapatıp cebime attığımda Güven gülüyordu.
"Ne gülüyon yine?" diye sorduğumda omzuma koyup ona destek olduğum kolunu hızla çekti ve durup yüzünü gökyüzüne çevirdi. Sabrımın dibini sıyırıyordum.
Bir evden gelen melodiyi duysam da, "Yooo." dedim kafamı olumsuzca sallarken. "Sen harbi sahte içki içtin galiba."
Gözlerini hızla ve korkuyla bana çevirdiğinde gülmeye başlayıp elimle kollarımı sarmıştım. Gece olduğu için hava git gide soğumuştu ve bunun şimdi farkına varıyordum resmen.
"Üşüdün mü?" diye sordu bir anda.
"Evet." dediğimde bana doğru yaklaştı. Üzerinde ki ceketi çıkarıp bana vereceğini sanarken her zaman ki Güven klasiğini yaptı. Üstelik sarhoşken bile...
"Ceketimi yakayım?" diye sordu otuz iki diş gülümseyerek. Olduğu yerde birkaç kez sallandı ve tam dengesini bulmuşken yine arka arkaya düşer gibi oldu. Onu kolundan sertçe yakaladım.
"Rezilsin." dedim yine çekiştirmeye başlarken.
"Varya," diye mırıldandı. "Bunu ilk defa duyuyorum cidden."
Yüzümü buruşturup," Çöp korkuyorsun." dedim. Öyle böyle kokmuyordu. O düştüğü çöp poşetlerinin arasında ceset mi vardı?
"Hadi ya," diye mırıldandı ve diğer elinde ki ceketi bana doğru uzattı. "Giy hadi,"
"Leş gibi kokuyor, giyer miyim sence?" dedim kolunu bırakıp bana uzattığı ceketten uzaklaşırken. Ceketin üzerinde koskocaman beyaz bir sıvı vardı. Kusmamak için elimle ağzımı kapadım.
Ceketi bir anda baş parmağından yere bıraktı ve bana bakmadan dümdüz yürümeye başladı. Alınmış mıydı? Öyleyse alınmasına şükretmeliydim. Bir an önce eve girse ne olurdu sahi? Belki de onun benim evime getirmemekle yanlış olanı yaptım. Güven'in kaldığı evi bilsem de birlikte yaşadığı arkadaşlarıyla tanışma fırsatım olmamıştı. Gerçi ben bunu ne zaman teklif etsem Güven ortaya hep bir bahane atıyordu. Arkadaşlarının benim anlaşabileceğim türde insanlar olmadığını durmadan söyleyip duruyordu. Bundan işkillenmeyi düşünecekken onun benden ayrı bir çevresi olduğuna ve olacağına göz yummayı denemiştim. Yıllardır arkadaş gruplarımız, buluşmalarımız neredeyse her şeyimiz aynıydı.
"Nereye?" diye sordum arkasından hızla ilerlerken. Yere attığı ceketi iğrene iğrene iki parmağımın arasına almıştım. Yüzümü buruşturarak arkasından onu takip ederken doğru yöne yürüdüğü için içten içe sevindim. Onu yine çekiştirmek - özelliklede elimde kusmuklu bir ceketle- isteyeceğim son şey bile değildi çünkü.
Bana cevap vermeyip yürümeye devam ederken biraz hızlanıp tam onun yanına geldim ve dağınık adımlarına eşlik ettim. Her ne kadar ceketi ona vermeyi tekrar düşünsem de bunu yapmadım. Bu gecelik yalnızca sabretmeliydim, yarın acısını ondan fazlasıyla çıkaracaktım. Birlikte yürürken en sonunda ise kaldığı evin kapısının önüne gelmiştik. Güven sessizdi. Bana yol boyunca bir kez bile bakmamış hep önüne bakmaya çalışmıştı.
Bahçe kapısının sürgüsünü açarken, "Arkadaşların evde mi?" diye sordum.
Bana yine cevap vermedi, yanımdan geçip gitti. Derin bir nefes aldım ve küçük kapıyı arkamdan kapatıp onun önümde sallana sallana yürüyüşünü izledim. Birlikte bahçeden geçtik ve dış kapının önünde durduk.
"Anahtarın nerde?" diye sordum hızla.
"Güven!" diye sesimi yükselttim. "Cevap versene bana. Az önce susmuyordun!"
Gözlerini bir anda bana çevirdi ve yorgun yorgun yüzümü izledi.
"Kusucam." dedi sadece. Gözlerini kapadı ve derin bir nefes aldı. "Bunu senin önünde yapmayacağım. Git artık."
"Kapıyı aç. İçeri girdiğini göreyim gideceğim."
Yanaklarını havayla doldurup yavaşça yutkundu. Yüzünün solukluğundan bir şeylerin yolunda gitmediği belli oluyordu. Burnunu buruşturdu ve arka cebine elini atıp küçük bir anahtar çıkardı. Anahtarı kapının deliğine sokmaya bir kez çalıştı. Deneyemeyince derin bir nefes aldı ve bir kez daha çalıştı. Yine olmayınca bu sefer kilidin olduğu yere ufak bir yumruk atıp tekrar denedi.
"Çık şuradan," dedim ve onu hafifçe ittirip elinden anahtarı kaptım. "Beceriksiz."
Güven midesini tuttu ve arkasını dönüp öne doğru eğildi. Kusacağını düşünürken bunu yapmamıştı. Kendini tutuyordu resmen. Kussaydı belki de ayılacaktı. Bu şekilde uyursa sabah kalktığında ağrımaktan çatlayan bir kafayla uyanacaktı.
Anahtarı kilide sokup tek seferde açtım ve içeri giren ilk kişi ben oldum. Etraf karanlıktı, evde kimsenin olmadığı belli oluyordu. Elimde duvarı yoklayıp ışığın düğmesini ararken Güven'in arkamda ki bedenini hissettim. Hızla ona döndüğümde benim uzun zamandır aradığım düğmeyi tek sefer bulup açmıştı. Etraf aydınlanırken gözlerimin odağına bembeyaz kesilmiş yüzü girdi. Bedeni hafifçe öne eğikti ve nefes alırken durmadan yüzünü buruşturuyordu.
"Git hadi," dedi yanımdan yavaşça geçerken. Onun sırtını izlemeye son verip sonunda gözlerim evin içine kaydı. Güven'in yürüdüğü salon hiçte bir erkek evine benzemiyordu. Her şey düzenli ve sadeydi. Oda da siyah ve kahverengi tonları hakimdi ve hemen girişte ki şaha kalkmış at tablosu ilk göze çarpan şeydi. Dışardan göründüğünden ev çok daha fazla büyüktü. Beklediğim manzaradan çok fazla uzaktı.
Güven'in lavaboya girdiğini kapının kapanma sesinden anlamıştım. Salondan kıvrılan ahşap renkli merdivenlerden yukarı çıkmış ve duyabildiğim kadarıyla suyu açmıştı. Dış kapıyı kapatmadan birkaç adımda salona tamamen girdim ve daha iyi görebileceğim bir yere geçip salonu incelemeye devam ettim. Hemen sağımda neredeyse duvarı kaplayan televizyonun karşısında iki pofuduk renkli minder vardı ve oyun konsolları minderlerin üzerine gelişi güzel bırakılmıştı. Televizyonun yanında ki büyük masada 3 tane laptop sırayla duruyordu. Ekranları kapalıydı ancak masanın üzerine dağılmış A4 kağıtlarından çok yakın bir geçmişe birinin burada olduğu anlaşılıyordu.
Gözümü üst kata dikerken içimde ki meraklı kız yine çıkmıştı. Nedensizce bu evin kirasını Güven ya da onun arkadaşlarının ödeyebileceği seviyede olduğuna inanmıyordum. Ev müstakil ve baya baya büyüktü. Üstelik içi de neredeyse mükemmel düzenlenmişti. Şu zengin kız fakir oğlan dizilerinde ki zengin kızın ailesinin evinin birebir aynısıydı bildiğiniz. Her an kenardan köşeden akşam vakti olsa bile saçını gelinin kız kardeşi topuzu yapıp her an davete gidecekmiş gibi hazırlanan kadınlar önümü kesecek mi diye bile düşünmüştüm.
Ben tüm bunları düşünürken ise yukarıdan gelen büyük bir patırtıyla olduğum yerde zıpladım. Hızla merdivenin başına ilerlerken "Güven!" diye seslenmiştim. Bana ses verene kadar merdivenin ucunda beklesem de en sonunda dayanamayıp koşar adım merdiven basamaklarından çıktım. O haliyle onu tek bıraktığım için şimdiden kendime kızmaya bile başlamıştım.
Yukarı çıkınca önüme açılan hole bakakaldım. Holün sonunda ki odanın ışığının yanık olduğunu görür görmez koşar adım oraya yürüdüm. Bu arada onun adını seslenmeyi sürdürüyordum. Düşmüş müydü? Ya da uyuya kalmışta olabilirdi, endişelenmemeliydim.
Hızla odanın önüne geldiğimde durduğum yerin banyo olduğunu fark etmem geç olmadı. Güven duşa kabinin hemen önünde yerde oturuyor, başını lavabonun altına dayamış gözlerini kapamıştı. Hızla ona atılıp uyanması için sarstığımda yüzünü buruşturdu ve gözlerini hafifçe açtı. Kafasının yerinde olmadığı o kadar açıktı ki gözünü açacak mecali bile yoktu.
"GERİZEKALI!" diye bağırdım nefes nefese. Ne zaman nefese nefese kaldığımı bile anlamamıştım. Onu öyle geldiğimde soluk almayı kesmiş olmalıydım. "Napıyorsun yerde!"
Bana cevap vermezken yerde ona doğru uzandım. Oturduğu mermer oldukça soğuk olmalıydı, üstelik hemen banyonun kenarında bulunan sayısız deterjan yere saçılmıştı. Pembe bir deterjan sıvısı Güven'in hemen soluna doğru akmış kendine bir yol çizmişti.
Onu kalkmaya zorladığımda direkt bana ayak uydurmuştu. Rahatsız olduğunu anladığım için hareketlerimi özenle seçiyordum. Öfkemi şimdi değil yarın kusmalıydım. Derin bir nefes alıp onu zar zor banyodan çıkardım. Önünü bile göremiyordu. Aşağı kata göre hol oldukça karanlıktı, banyonun ışığıyla zar zor etrafı görebiliyordum o kadar.
"Odan nerede?" diye sordum onun kolunun altındayken zar zor. Bana yine hımlamaktan başka cevap vermedi.
Holde gözüme çarpan ilk odanın kapısını açmaya çalıştığımda kilitli olduğunu fark ettim. Yüzümü buruşturup onun hemen karşısında bulunan kapıya ilerlerken Güven sanki canı yanıyormuş gibi mırıltılar çıkarıyordu. Asıl canı yanan bendim, resmen ağırlığını %60'ını bana yüklüyordu. Gerçi şu an benim kolumun altında değil de bir bulutun üzerinde hurilerle gezdiğini düşünüyor bile olabilirdi. Kafası o denli kıyaktı.
Bu kapının kulpunu çevirdiğimde az önce ki odaya kıyasla anında açılmıştı. Işığın düğmesini zar zor yoklayıp yakarken gözlerim odanın içine anında kaydı. Büyük bir yatağı bulunan sade bir odaydı burası. Siyah perdeler çekili, küçük avizenin yaydığı loş ışık yerde ki haki renkli halıya gölge düşürüyordu. Burası Güven'in odası mıydı? Bunu düşünecek vaktim olmadığını kapının önünde geçirdiğim 5 saniyenin ardından anladım. Beklediğim her saniye omuzlarımda ki yükü daha da artıyordu sanki.
Onu yatağa doğru ittiğimde yatağın üzerinde birkaç kez sekti. Buna rağmen gözlerini açmamıştı. Omuzlarımda ki yükten kurtulduğum için rahatlamış hissedip boynumu esnettim ve "Şükür," diye mırıldandım. "Sonunda..."
Güven yatakta yüz üstü dönüp tek elini yastığın altından geçirdi ve bacaklarını açıp bir homurtu kopardı.
"Yarın uyan," dedim beni duyamayacağını bile bile yatağın önünde dikilirken. "Seni taşımamın bedelini ödeyeceksin."
Bana yine cevap vermezken derin bir nefes aldım ve Güven'in yattığı yatağın ayak ucunda ki bavula gitti gözüm. Siyah renkliydi, Güven ayaklarıyla onu biraz daha aşağı ittirmişti. Gözlerim hızla odanın içini talan etmeye başladı. Burasının Güven'in odası olduğunu kapının solunda bulunana aynanın üzerinde asılı fotoğrafımızdan fark etmiştim. Lise mezuniyetimizdendi bu fotoğraf. Ben kameraya yalnızca yüzümü yaklaştırıp32 diş gülümseyerek bakıyor, Güven ise benden uzakta hemen arkamda tek ayağını havaya kaldırmış bir süper kahraman pozu vermişti.
Fotoğrafın üzerinden parmak uçlarımı gezdirirken her şeye rağmen tıpkı o fotoğraftaki gibi 32 diş gülümsedim. Ne olursa olsun her çıkmazda bu akşamki gibi onun kollarının altına girip ayağa kaldıracağımı biliyordum. O benim çocukluğum, gençliğim ve belki de yetişkinliğimdi resmen.
Güven homurdanıp ayağını yatakta bir kez daha savurduğunda ona döndüm. Bunu yapmasıyla yatağın ucunda bulunan bavul yere düşmüştü. Çocukluğundan beri dağınık yatan bir insandı. Bu özelliğini neredeyse hiçbir zaman kaybetmemişti. Küçükken annem onunla beni öğlen uykusuna yatırdığında -düşünü 6 yaşımdaydım ve hala öğlen uykusu yapıyordum. Kısaca annem tam bir psikopattı.- onun kolunu üzerimde bularak uyanıyor, kolunu üzerimden itip öfkeyle ona vurarak tıpkı beni uyandırdığı gibi onu da uyandırıyordum. Saça saça baş başa kavga ediyorduk resmen.
Gözlerimi devirerek ona doğru adımladım. Üzerini örtmek için tam davranacakken gözüm yerde ki bavula takıldı. Fermuarının açık olduğunu şimdi fark ediyordum. Yere eğilip kaldırmak adına tam kulpunu tutmuştum ki bunu yapmamla içinde ki her şeye saçıldı.
Ve bu saçılanların hepsi dolar olduğunu yalnızca birkaç saniye sonra anlamıştım.
Ağzım açılırken yerde bir ömür çalışsam biriktiremeyeceğim paraya bakakaldım.
-
Okur Yorumları | Yorum Ekle |