
Bir çocuğun hayal rehberi
Yanlış
Bir kızın vazgeçilmiş hayalleri
~*~
Sırf bir evi toplamadığım için arkadaşlarımın gözü önünde bana vurmuştun ya anne?
İşte o zaman ilk defa senden nefret ettim.
Ama bir saniye sonra karşıma hiç beklemediğim anda çıkan bir köpekten korkup beni sarıp sarmaladığında yüreğim tekrar sana olan sevgim ile dolmuştu.
O gün bir söz verdim anne, ne olursa olsun günün sonunda bende şefkatli olacaktım sana karşı.
Yanlış
Sen şefkati hak edecek her yolu kendin kapattın.
🌙
İlahi bakış açısı
“Merhaba sayın seyirciler ben Beren Özlüce, bir kaç gündür hem ülke hem dünya gündemine oturan 1.Askeri bölge olan Kuleli’nin patlatılması olayı hala gizemini korumakta suçluları hala ortaya çıkarılamamış bulunmaktadır.
İçeride bulunan beş yüz on iki rütbeli asker, yüz seksin iki çalışan, yüz on iki personel hayatını kaybetmiş, otuz iki kişi ağır yaralı olarak kurtulmuştu hatırlarsanız. Bugün aldığımız bilgilere göre hayatını kaybeden insan sayısı toplamda altı yüz otuza yükselmiş bulunmakta.
Yaralılarının götürüldüğü hastanede on iki kişi hayat mücadelesinin sonuna gelmiştir. Olaylardan sonra hiç bir açıklama yapmayan Genel Kurmay Başkanı bugün itibari ile suskunluğunu bozmaya karar verdi ve saat 14:00’a bir basın toplantısı düzenledi. Yaklaşık bir saat sonra yapılacak toplantıya kadar biz ve siz sayın izleyiciler, olay hakkındaki görüşleri almak için bilir kişileri dinleyeceğiz. Karşımızda emekli subay olan Ömer Ürdün bulunmakta. Sizi dinliyoruz efendim.”
“Merhaba Beren, direk görüşlerimi söylemekle başlayacağım çünkü bu durumun başka açıklaması olamaz. Yoruma açık değil çünkü mesaj gayet net. Kulelinin patlatılması demek savaş çağrısı demektir.
Kuleli bu ülkenin en büyük ve gelişmiş askeri bölgesi, oraya bomba sokabilmeleri devletin içine birilerinin sızdığını göstergesidir. Tıpkı bu ülkede okuyan masum çocukların sonradan ortaya çıkan katli gibi. Bu olay o çocukları öldürenlerle ilgili.
Bu ülkenin son aylardaki gündemi savaşlar değil, iç karışıklıktır ve en büyük karışıklık o çocukların öldürülmesidir. Ne amaçla ne niyetle olduğu önemli değildir. Kulelide o gün diğer ülkelerle ne yapılacağı değil çocukların nasıl bulunacağının konuşulduğuna adım gibi eminim ve bu ülkenin çocuklarını, bizim çocuklarımızı öldürmeye cüret edenler patlattı orayı.
Bu ülkede vatan haini vardır. O çocuklarının ölümünün gizlenmesine yardım eden, kaçırılmalarına göz yuman ülkenin en büyük askeri bölgesini patlatan vatan haini ve hainleri vardır! Şimdi beni dinliyorsanız sözüm size! Bu ülkeyi içten içe yok etmek isteseniz de bunu başaramayacaksınız.
Gittiğiniz her yerde dışlanacaksınız! Ötekileştirilecek ve yok sayılacaksınız! Bu da size son sözümüzdür. Size izin yok!”
“Ömer bey ne kadar haklı olsanız da sakin olmanızı rica edeceğim.”
“Nasıl sakin kalayım, ülkede gençlerimiz katlediliyor sesimizi çıkarmaya çalıştıkça camlara duvarlara yazı yazdıkça dışarda bir kaç aklını bilmez insan katillerinin haklı olduğunu söylüyor o terörleri destekliyor.
Anlayın şunu artık bir gün bu sizinde başınıza gelebilir sizinde evladınızın canına kıyabilirler. Dışarda yabancılarla savaşıyoruz peki ya bu ülkede? Biz kimle savaşıyoruz sorarım size? Kendimizle! Kendi insanımızla! “
“Görüşleriniz için teşekkür ederiz Ömer bey ancak sıradaki kişiye bağlanmamız gerekiyor.”
“Ben teşekkür ederim Beren.”
“Sırada görüşlerini dinleyeceğimiz diğer kişi bir devlet adamı olan Polat Keskin var.”
“Öncelikle merhaba Beren, burada olmaktan çok memnunum her ne kadar Ömer kadar coşkulu anlatamayacak olsam da onun görüşlerini destekliyorum. Bu olay evlatlarımızı öldürenlerle ilgili bu olaya izin veren devlet yetkilileri ile ilgili.
Hiç mi fark etmediler bu çocukların onca zaman ortada olmadığını hiç mi dinlemediler o velileri?
Hiç mi yüreği yanan insanları ciddiye almadılar? O çocuklar kim bilir ne halde şuan? Kulelinin patlatılması değil mi olay diyeceksiniz, hayır değil kardeşim. Olay bir şeylere izin verdiğiniz, kontrol etmediğiniz için canı yanan canlarından olan çocuklar.
Evet , kuleli çok önemli evet çok ses getirdi peki ya bu çocuklar? Sorarım size tekrar inşa edilebilecek bir bina mi önemli olan yoksa onlarca can mı? Kuleliye girebilmeleri mi olay? Değil kardeşim, değil. Olay önce bu çocukların ölümlerine izin verip şimdi bir binaya girdiler diye dünyayı sallamak.”
“Saçmalamaktan başka yaptıkları bir şey yok.” Elindeki kumandayı ortada bulunan sehpanın üzerine attığında kumanda sehpanın üzerinde kayarak durdu.
“Ne yapmalıyız efendim?” Diye sordu yanında ki kadın, herkes kurucudan bir emir bekliyordu.
“Gizlenmenin en iyi yolu en görünür yerde olmaktır. Hasarın karşılanması için yapılan bağış kampanyasına destek verin. Şüpheleri üzerimize gölge olarak bile düşürmeyecektir.”
Yanındaki kadın elindeki telefonla bir kaç görüşme yaparken kurucu Alev Sarıkan hakkında düşünüyordu. Verdiği cezanın ağırlığının onu durdurup durmayacağını bilmiyordu ancak korkutacağından emindi.
Yakalanabilirlerdi, hem de genç bir kız yüzünden. Basit bir kız değil. Diye düşündü kurucu. Her şeyi planlanmıştı eksik olmadan şüphe çekmeden her hamlesini düşünerek uygulamıştı.
Alev Sarıkan tehlikeliydi.
“Dark’ın cesedine ulaşıldı mı?” diye sordu kurucu telefonu kapatan kadına karşılık.
“Bombadan dolayı içerdeki kişilerin sadece küllerine ulaşabilirsiniz efendim.” Kurucu bunu sessizlikle karşıladı.
“Yakın zamandan anlaşılır yaşayıp yaşamadığı.” Derken çenesini kaşıyordu.
“Alev Sarıkan’ın cezası ne durumda?” Diye sordu bu sefer. Yanındaki kadının kınayıcı bakışlarını hissedebiliyordu.
“Ceza uygulandı.” Kurucu çenesindeki elini geri çekerek kadına döndü.
“Tepkisi?”
“Yok.” Dedi kadın basitçe. Kurucu duraksadı.
“Yok?”
“Tepki vermiyor efendim.”
“Onu yaşarken öldürmenin bu kadar basit olacağını düşünmemiştim.” Dedi sesindeki sakinlikle dibinde duran kadın hiddetlendi.
“Basit mi?” dedi sesindeki öfke kontrolünü kaybetmek üzere olduğunu bildiriyordu. Kurucu üzerindeki sakinlikle bir kez daha baktı kadına ancak bakışı sakindi.
“Sen daha ağır şeylerde yapmıştın hatırlarsan? Şimdi benim yapıtlıklarıma mı karışıyorsun?” Karşısındaki kadın dona kaldı.
“Ben pişmanım,” diye fısıldadı ancak kurucu ona aldırmadan ayaklandı. Arkasında yıkımın acısını yaşayan bir kadın bırakmıştı ve yakın bir zaman içinde hata yapacağının farkındaydı.
🌙
ALEV SARIKAN
Gözlerim acıyla açıldı bir kez daha. Beyaz floresan gözlerimi daha çok yakıyordu. Gözlerimi kırpıştırmaya başladığımda acının emareleri olan donmuş göz yaşları varlığını hatırlattı bir kez daha.
Bu kaçıncı kez bayılıp tekrar ayıldığımı sayamadığım seferlerden biriydi. Vücudumdaki her yer sızım sızım sızlıyordu.
Oturur pozisyona geçebilmek için hareket etmeye çalıştığımda kasıklarımda ki ağrı beni durdurdu. Acıyı tekrar hissetmemle başımı yastığa vurdum. Bunu yaşamamalıydım, başarmalıydım buradan defolup gitmeliydim.
Gözyaşlarım bir kez daha süzülmeye başladı gözlerimden, orada hareketsizce yatarken kendime ağladım dakikalarca. En sonunda kalkmaya karar verdiğimde ağrı biraz olsun dinmişti.
Yatağa baktığımda hiç bir şey yaşanmamış gibi duruyordu. Üzerimde kıyafetlerim vardı ve buraya alışılmadık şekilde siyahtı. Sebebini anlamak daha da acıya boğdu içimi.
Nefes almaya çalışarak gözyaşlarımı durdurmaya çalıştım ama imkansızdı. Etrafıma bakındığımda kapının hemen karşımda olduğunu görüyordum ama ayağa kalkmaya bile korkuyordum. Buraya geldiğimden beri ilk defa bu kadar çok korkuyordum.
Bunu yaşamak yüreğimdeki paramparça olan her kısmı daha da parçalamış beni yok etmişti. Kalbim ve boğazım düğüm düğümdü. Çığlık atmaktan boğazım ağrıyordu ama bu düğümün sebebinin çığlıklardan kaynaklanmadığını biliyordum.
Kafamı arkaya doğru yasladım. Kurtar beni Allah’ım ne olur. Sana yalvarırım.
Ben o şekilde dua etmeye devam ederken kapının açılması ile anında oraya doğru döndüm. Tekrar gelmiş olamazlardı değil mi?
Kapıdan içeriye giren gözleri hariç her yeri beyaz bir kıyafetle kapalı olan bir kadındı. Kollarım kendime sarılmıştı istemsizce.
Kadın bana bir bakış attı, robot olmadığı kesindi ancak çiple kontrol edildiğine emindim.
“48 numaralı denek, seni bloğuna götürmek için buradayım. Cezan sona erdi.”
Bitmişti. Gözlerim acıyla bir kez daha doldu, bitmişti. Buradan kurtulamasam da bu ceza bitmişti. Ceza, diye fısıldadı zihnim. Onları yok etmek üzereyken kaybettiğim için çektiğim ceza.
Dark, diye fısıldadı bu kez zihnim. ‘Senin peşinde dolanan o kimliksiz şerefsize ne oldu biliyor musun? Öldü. Sende onun kaderini yaşayacaksın, benim altımda canın çıkacak.’ Başımı iki yana sallayarak onun sesini zihnimden silmeye çalıştım. Kollarımı kendime daha çok sardığımı anlamamı sağlayan şey kollarıma batan tırnaklarımdı.
Ölmüş olabilir miydi? Aslına bakarsan mantıklıydı çünkü planın hiç bir yerinde onların anlayacağı bir nokta yoktu ama eğer Dark öldüyse,
Hayır dur.
Eğer onu öldürdüyseler planın işe yaramaması doğaldı çünkü ben içerde yapacağımı yapmış dışardaki işleri ona bırakmıştım ve onun ölümüyle bütün plan patlamıştı.
Aklım bu gerçeği henüz kavramışken kadının bir sözü daha zihnimde can buldu,48 numaralı denek.
Konumumuzu öğrendikleri ve denekleri öldürdükleri için yeni bir yere getirmişlerdi bizi, sadece 48 kişi mi kalmıştık? O koca binaların derneklerle dolu olduğunu biliyordum ve şimdi hepsinin öldüğünü bilmek...
Karşımda dikilen kadın hareketlenerek yanıma geldi elindeki şırıngaya korku dolu gözlerle baktım ama ona karşı çıkacak gücüm yoktu.
Şırıngayı tek seferde koluma sapladığında kısık sesle inledim. Beklemeden beni ayağa kaldırmak için kolumdan çektiğinde kasıklarımdaki ağrının bu denli hızlı geçmesine şaşırmıştım.
Ağrı geçse de izleri hala bedenimdeydi. Kuruyan gözyaşlarım hala ağırdı. Ruhumun cesedi yorgun ve yaralı bedenime ağır geliyodu.
Ölü sandığım ruhum asıl şimdi ölmüştü. Kafamdan atmaya çalıştım, intikam hissinin acının altından yüzeye çıkmaya çalıştığını hissediyordum ve ona izin verdim.
Şimdilik bir kıvılcım olabilirdi ama ben Alev’dim. Her çöp parçasına kör düşürerek koca bir yangın çıkartan Alev. Onlardan alınacak bir intikamım aynı zamanda onlardan deli gibi korkan bir tarafım vardı.
Kadın yavaşça beni odadan çıkardı, çıktığımız anda gözlerime yine bir göz bandı bağlandı, ilk geldiğimizde ki gibi. O zamanlar hiç bir şey bilmeden korkusuzca adım atardım ama o zaman bile aptal değildim.
Ben hareket ettikçe hep yaptığım gibi binanın şeklini kafamda not ediyordum. Uzun bir zaman yürüdükten sonra bir kat aşağı inmemizle hava değişti.
Daha ağırdı, hastane gibi kokuyordu ve soğuktu. Burası deney bloklarının olduğu yerdi. Geldiğimizi bilmenin verdiği bilinçle adımlarımı yavaşlattım yanımdaki kadında bana ayak uydurarak göz bandı mı çıkardı.
A-24
Yeni bloğumuzun adı buydu.
“Herkes içeride mi?” diye sordum yanımdaki kadına, bana cevap vereceğinden şüpheliydim ama beni yanıltarak başını salladı.
Derin bir nefes aldım. Uzun bir zamandan sonra tekrar karşılarına çıkacak olmak beni germemeliydi ama öyle oldu. Avcumun acısını hissedince kendimi sıkmayı bıraktım.
Pelin, diye fısıldadı zihnim bu kez. Onu ilk kez bu kadar harap olmuş şekilde görmüştüm, onu öldürdüğüme inanmaları için nabzını kısa süreliğine durduracak bir ilaç enjekte etmiş ortada bir kan olması gerektiğini bildiğim için kendimi kanatmıştım. İyi miydi acaba?
Ben bu düşünceler içindeyken kadın kapıyı açtı. İki yana açılan kapı arkasındaki kere bir şeyleri anlatacak olmamın gerginliğini yaşattırıyordu bana, korkum gözlerime yansıyordu. Gözyaşları irislerimi bir kez daha yumrukladı.
Kalbim acıyordu.
Kendimi sıkarak kapıdan içeriye doğru bir adım attım, o anda tüm bakışlar bana yöneldi. Tanımadığım yüzler arasında tanıdıklarımı arıyordum. Önce Alper’in yüzünü seçti gözlerim sonra her biri birer birer önümde durdular.
Artık aramızda bir duvar varmış gibi hissediyordum. Ben acıların içinde kendi tarafımdayken onlar beni izliyordu sanki ancak bu düşüncelerimi yanıltan Alper’in koşarak bana doğru gelmesiydi.
Beni kolları arasına öyle bir şiddetle aldı ki ikimizde geriye doğru savrulduk. Beni bu kadar sahiplenircesine sarılışına karşılık gözyaşlarımı tutamadım. Ona sığınarak ağlamaya başladığımda güçlü görünmek umurumda değildi, kaldıramıyordum.
“Güzelim,” diye fısıldadı acı çeker gibi. Beni daha sıkı sarması ile ağlayışlarım hıçkırıklara dönüştü. Benim ruhumu öldürmüşlerdi.
Kendini geri çekerek yüzüme baktı, ne gördüğünü bilmiyordum ama yüzü daha da acıya bulandı. Kafamın üstünden beni öptüğünde bir şeyler fısıldıyordu ama ne dediğini anlamamıştım.
“Ne yaptılar sana benim kordan Alev’im,” diye fısıldadı kulağımın dibinde. Ona gözlerimde ki çaresizlikle baktım. Başımı iki yana salladım. Beni anladı, diğerleri başımı sallamamın anlamını bilmiyordu ama o beni anladı.
“Onu odasına götür Alper, insanların onu görmesini istemiyor.” İkimizde aynı anda sese döndüğümüzde afallamayla ona bakıyordum. O da anlamıştı.
Alper beni odama götürmek için ilerlettiğinde ben hala ona bakıyordum.
....
“Bana bak bana!” bağırması bir işe yaramıyordu çünkü bir kriz geçiriyordum ve o bunun farkında bile değildi.
Saçımı çekerek iki bacağımın arasında olan kafamı sertçe çekerek kaldırdı. Başımı iki yana salladım, o bunun anlamını bilirdi. Gözleri daha da koyulaştı, öfkesi daha da alevlendi.
Kafamı bir anda yere ittiğinde başıma aldığım darbeyle inledim. “Konuşmayı öğreneceksin,” der demez bir kez daha vurdu kafamı. “Acı çektiğini sesli ifade edeceksin.” Bir kez daha.
Titremelerim daha da arttı. “Artık seninle aramda özel olan hiç bir şey olmayacak,” gözlerinde beni aşağılayan bir ifade belirdi. “Seni kendimden sileceğim duydun mu beni!”
Onu duydum ve bu benim yıkılışım oldu. Başımı ilk kez dolu gözlerimle salladığımda on altı yaşındaydım, hatırlıyordum çünkü travmaydı.
Babam ölüyordu, babam titriyordu ve ben yalvarıyordum. Annem bana korkuyla döndüğünde benden ambulansı aramamı istediğinde başımı iki yana sallamıştım.
Beni anlamıştı, o günden sonra beni hep anlamıştı. Annem beni hep itmişti ama zor durumlarda beni hep anlamıştı. Beni seviyordu, beni anlıyordu.
Annem benim biriciğimdi.
Beni itsede, sevmese de annem benim biriciğimdi.
Annem benim ölümümdü.
Beni canlı canlı mezara gömmüştü.
Gözlerim yavaşça açılmaya başladığımda başımın döndüğünü hissediyordum ancak bu uzun sürmedi. Kendime geldiğimde yavaşça ayaklandım.
Yataktan sarkıttığım ayaklarımla bakışıyordum anılar, zihnime uğradığında onları geri itmeyi başardım ama acı unutulmazdı. Kelepçelerin acısını hala yaşıyordum. Ellerimi kırmızı izlerin üzerinde gezdirdim.
Zihnim bu yaşadıklarımı kolay unutmayacaktı. Annemle yaşadıklarımı bile yıllara yayarak üstünden gelmeyi başarmıştım. Unutabildiysem tabii...
Odamın kapısı çalındığında gelen kişinin girmesini beklemeden kapıyı açarak dışarı çıktım. Akın karşımda duruyor gizlemeye çalıştığı endişesi ile bana bakıyordu. Onu korkuttuğum açıktı.
Bir süre sadece gözlerimi izledi. Sonra sanki ne kadar yaralandığımı görmek ister gibi üzerimde gezinmeye başladı gözleri. Yüzümdeki her noktaya bakıyor baktıkça kaşları daha da çatılıyordu.
“O kadar mı kötü?” Sesim fısıltı şeklinde çıktığında yaralarıma çatılan kaşları bu sefer fısıltım için çatılmıştı. Ben fısıltıyla konuşmazdım ve o bunu bilirdi.
Çatılan kaşlarıyla beni kolumdan tuttu ve ardımdan kapattığım kapıyı açarak benimle birlikte içeri girdi. Ne yaptığını anlayamadan beni bu seferde banyonun olduğu kapıdan geçirdi.
Lavabonun altındaki dolaptan ilk yardım kitini çıkarırken bende ilk kez aynaya bakmıştım. Yüzümdeki önceden morluk olduğunu bildiğim izler sarılaşmaya başlamıştı.
Dışımdaki yaralar çabuk iyileşiyordu iyileşmesine ama ya içimdeki yaralar ne olacaktı?
Akın elindeki kiti lavabo tezgahına koyup açarken,” Bakma.” Dedi sakince. Elindeki merhemle bana döndüğünde gözlerinde ki acıyı saklayamıyordu.
“İzin verir misin?” dedi sanki beni ürkütmekten kaçınır gibi. Bir kez daha ne kadar yıkık göründüğümü anlamamı sağladı. Başımı sallayarak onu onayladım ama gözlerim dolmuştu.
Yanağıma merhemi değdirdiğinde merhemi soğukluğu ile irkildim. Parmağını yavaşça o bölgede gezdirmeye başladığında dokunduğu her yer sızım sızım sızlıyordu ama belli etmemeye çalıştım.
Yanağıma merhemi iyice yedirdikten sonra diğer tarafa geçti elmacık kemiğimin üzerine sürdü. Acıtmaktan korkar gibi sürmesi ağlama isteğimi daha da arttırıyordu.
“O piçin aklına gelmedi mi dün merhem sürmek acaba?” derken sesi homurtu gibi çıkıyordu. Homurtusuna karşı gülümsediğimde yanaklarımın yukarı doğru kalkması ile bakışlarını gülüşüme çevirdi.
Gözlerindeki acı kırılır gibi oldu bir anlığına, içi gider gibi gülüşüme bakması yüreğimi heyecanlandırdı. Tebessümüm yavaşça yok olmaya başladığında oda gözlerini gülüşümden çekti, ardından kendi de geri çekildi.
O ana kadar ne kadar yakınımda olduğunu fark etmemiştim. Elini yıkadıktan sonra tekrar bana baktığında başını omzuna eğdi yavaşça. Bu hareketi onu çok masum göstermişti ancak masum olmadığını biliyordum.
Ben ne kadar acımasızsam o da öyleydi, şimdiye kadar ona dikkat etmediğim için neler yaptığını bilmiyordum ama insanların onun hakkında konuştuklarını duymuştum.
Ölüm deneylerinde üzerimize gelen otuz beş askeri önce uzuvlarından vurarak etkisiz hale getirip sonra onların acı çekmesini sağlayarak çıkış yolunu öğrenmeye çalıştığını duymuştum.
İnsanlar herkesin gözü önünde yaptığı işkencelerden bahsederken kanlarının donduğunu söylüyordu ben orda olmadığım için bunu bilmiyordum öğrenmek için konuşanların yanlarına gittiğimde ise benim bile kanımı donduracak şeyler yaptığını öğrenmiştim.
Akın kesinlikle masum bir insan değildi. Tehlikeliydi ve bunu hiç göstermiyordu.
“Daldın,” diyen sesle kendime geldiğimde tam olarak karşımda duruyordu.
“Kusura bakma.” Dediğimde başını salladı önemli değil dercesine.
“Seninle konuşmamız gereken şeyler var Alev.” Dediğinde vücudum istemsizce kasıldı.
“Seninle halletmemiz gereken şeyler var.”
Başımı sallayarak kendime gelmeye çalıştım. O burada değildi. “Konu ne?”
“Burada konuşmayalım.” Dedikten sonra banyodan çıktı. Bende peşinden ilerlediğimde odamdaki koltuklara oturduk.
“Önce senden başlayacağız. Neler oldu? Kaç gündür neredesin?” Derken gözlerinde yakıcı bir şeyler vardı. Sanki kötü bir şey söylesem önce beni sonrada herkesi öldürebilecek gibi bakıyordu. “ Ve en önemlisi neden bu kadar ürkek bakıyorsun!” diye yükseldiğinde irkildim.
Duraksadı, önce irkilen vücuduma sonra gözlerime çıkardı bakışlarını. Gözlerindeki yakıcılık beni ürküttüğünü bilircesine söndü.
“Özür dilerim.” Bunu söylerken sesi sakin çıkmıştı. Karşı karşıya oturduğumuz koltuktan kalkıp yanıma gelmek istediğini biliyordum, bunu yapmak için çıldırıyor gibiydi ama yapmadı. Aramızda sessizlik oluştuğunda beni beklediğini biliyordum.
“Plan patladı.” Dedim. “Gerçek anlamda patladı, bizi bulmak için yola çıkacaklarında askeri birliklerin içinde bulunduğu kuleliyi patlattılar. Onlara verdiğim isimler, bizi kurtaracak kişiler ve...” duraksadığımda devam etmem için cesaret verircesine baktı. “Dark, hepsi birlikte yandı.” Bunu demem artık kurtuluşumuz için son çareyi de tükettiğimiz anlamına geliyordu.
Gözyaşları bir kez daha gözlerimi zorladı. Dark... ölmüştü. Bunca yıl yanımda olan, beni eğiten ve her ne kadar devam etmese de bir zamanlar aşık olduğum adam beni kurtarmaya çalışırken ölmüştü.
Bulaştığım herkesin canını yakıyordum.
“Bunun cezasını sana çektirdiler değil mi?” Başımı sallayarak onu onayladım. Sakinliği an be an gözlerimin önünde yok oldu. Küllere dönüşen yangın tekrar alevlendi. “Ne yaptılar?” Sesi ölümcüldü.
Ellerim saçlarımın arasından geçti, bunu hatırlamak bile canımı yakıyordu. Kafa derimi zorlayacak şekilde saçlarımı çektiğimde elimin üzerinde bir el daha hissettim. Yanıma gelmişti.
“Çekme saçlarını,” dedi kızar tonda bir sesle. Ellerimi saçlarımı tekrar çekmeden onlardan kurtardı. “Onların ne suçu var.” Derken saçlarıma bakıyordu.
Tereddüt eder gibi bir süre saçlarıma baktı sonra yavaşça birbirine girmiş tutamları elleriyle ayırdı. Bunu yaparken onu izliyordum ve içim gidiyordu.
Böyle yapmamalıydı.
Saçlarımı çözdükten sonra çekti ellerini, bana baktığında ona olan bakışlarımı gördü ancak bir şey demedi.
“Bedeli çok ağırdı.” Sesim acı içinde çıkmıştı ve bunu söylerken ne kadar benim utanmamam gerektiğini bilsem de utançla başımı eğmiştim. Bunu yapmam yumruklarını sıktığını görmemi sağladı.
“Ne yaptılar?” Dedi sakin tutmakta zorlandığı sesiyle. Ne kadar çok çabalamıştı bu bir kaç dakikada sayamamıştım bile. “ Seni bu kadar ürkekleştirecek ne yaptılar?!”
“Teca-“ demeden dışardan deneklerin açık alana çıkmalarına dair bir anons geldi ama Akın çoktan neyden bahsettiğimi anlamıştı.
Gözlerinde bir şeylerin yıkılışını gördüm. Bana dair umutlarının bittiğini hatta yıkıldığını izliyordum. Benden uzaklaşacaktı.
Ayağa bir hışımla kalktığında söyleyeceği sözleri, kalbimi kırıp öyle gitmesini bekledim. “Hepsinin belasını sikeceğim.” Ne?
Odadan öfkeyle çıktığında kafamda ki ihtimallerin en sonuncusunu yapmaya gittiğini biliyordum.
Peşinden odadan çıktığımda beşliyi görmemle duraksadım. Eğitmenlerimiz hala buradaydı ve hepsi Akın’ın üzerlerine geldiğinden habersizdi, askerler yoktu.
Aras onu durdurmaya çalıştı ama Akın onu iterek ilerlemeye devam etti. Eğitmenlerin yanına geldiğinde onlar Akın’ı daha yeni fark etmişti.
Asya’nın yanında duran diğer eğitmene yani Semih’e yumruk attığında Semih darbenin şiddetiyle geriye savruldu. Asya silahını belinden çıkardığı gibi Akın’a doğrulttuğunda arkasında İlayda olduğundan habersizdi.
Akın, Semih ayağa kalkmadan üzerine atladığında İlayda, Asya’nın elindeki silaha tekme attığında silah yere düştü. Asya daha arkasına dönemeden İlayda zıplayarak kafasına sağ bacağıyla tekme attı. Bu darbenin onu sarsacağından kuşkum yoktu. Daha bir kaç ay önce dövüşmeyi bilmeyen bu kıza ne olmuştu böyle?
Asya darbeyle dengesini koruyamayıp yere düştüğünde İlayda onun üzerine atlayacakken ensesine çekilen silahla olduğu yerde kaldı. Ceren silahı tutan kişiydi ama bu uzun sürmedi, Asya’nın düşen silahını alan Mert, Ceren’e silah çekmişti. Ceren anlık olarak afalladığında İlayda bunu kaçırmadı. Ceren’in, Mert’e dönen suratına okkalı bir yumruk attı.
Ceren’i yere düşürmesiyle onu Mert’e bırakan İlayda ayağa kalkmaya çalışan Asya’nın boğazına ayağıyla basarak onu tekrar yere bastırdı. Onları durdurmak için yanlarına koşarken İlayda’nın sözleriyle duraksadım.
“Ona ne halt yaptığınızı bilmiyorum ama ona bulaşmanın cezasını çekeceksiniz!” Ayağını onun boğazından çektiğinde yere eğildi derin derin nefes alan Asya’nın saçlarından tutarak Semih’in yüzünü tanınmayacak hale getiren Akın’a çevirdi.
“Akın’ın ne kadar sinirli olduğunu görüyorsun değil mi? Semih’i ne hale getirdiğini...” Başını bu sefer Aras’a çevirdi onlar ona bakana kadar Aras dikkatimi çekmemişti ama ona döndüğümde şokla sarsılmıştım.
İkizleri aynı anda dövüyordu ve durum ikiye bir olmasına rağmen ikizlerin yüzü kan içindeydi. Sonra Ceren’e döndüler. Mert, Ceren’i karnından vurmuştu ve vurulduğu yerden içeriye parmağını sokarak kurşunu daha da derine görmüyordu. Acımasızlığı beni daha da şoka uğratmıştı.
“Şimdi sıra sende,” dedi İlayda. Sonra beklemeden Asya’nın kafasını sertçe yere vurmaya başladı. Durmadan daha sert vuruyordu. Bir anda onu ters çevirip afallamış olan yüzünü yere vurmaya çalıştı. Kırılan burnunun sesini buradan duymuştum.
Etrafıma bir kez daha baktım. Onlara ne olmuştu böyle? Arkamdan gülüşmeler duyduğumda herkesin bu manzarayı keyifle izlediğini gördüm.
“Bunun ne anlama geldiğini biliyorsun değil mi?” Diyen bir ses duyduğumda o tarafa döndüm. Bu Alper’in sesiydi.
Yüzü ifadesizdi. Başıyla Akın’ı gösterdi. “Sana aşık.” Sonra diğerlerini gösterdi, “Sana hayranlar.” Ne alakası vardı?
Bana döndüğünde “Sence zayıf bir insan için buranın yöneticilerini karşılarına alırlar mıydı? Her şey olup bitmişken? Belki gözlerinin önünde zarar gören alelade bir insan olsaydı onu korurlardı ama önemsemedikleri bir insanın intikamını alırlar mıydı?”
Kimse kendinden başkasının intikamını almazdı, özellikle burada. Ama onlar benimkini alıyorlardı.
İçeriye giren askerler hepsini eğitmenlerinden uzaklaştırdı ardından bize doğru ittiler. Eğitmenler sedyeyle buradan uzaklaşırken askerler silahlarını bir an olsun bizim üzerimizden çekmediler.
Bizden korkuyorlardı.
Onların eğittiği en iyi askerler buradaydı. En iyiler. Arkadaşlarımı izlerken en iyilerin burada olduğuna dair inancım artmıştı. Onlar gelişmişti.
Bense zayıftım, hem de uzun zamandır. Ben kendi intikamımı alamadan onlar almıştı. Benim için.
Benim için başlarına bela almışlardı ve burada her şeyin en ağır şekilde karşılığı olurdu.
En ağır karşılığı onlara vermeliydim.
“Eee,” Diyen sese Alper ile birlikte döndüğümüzde eğitmenleri haşat eden arkadaşlarım karşımda duruyorlardı. “Sen niye bize katılmadın? Oysa ilk sırada senin olmanı beklerdim.” Derken bileğini oynatıyordu İlayda. Ben ona aval aval bakarken bileğini kontrol eden bakışları bana döndü. Başı yere eğikken bana bakması ona daha ürkütücü bir hava katmıştı. O benim tanıdığım korkak kız değildi.
“Neden o kadar afallamış bakıyorsun kız.” Mert’in ne ara yanıma geldiğini fark etmeden beni kalçası ile itmesi ile Akın’a doğru sürüklendim. Onun kolları beni sararken hem Mert’in hemde İlayda’nın kaşları çatılmıştı.
“Onu rahat bırakın.” Dedi kulağımın dibindeki adamın sesi. İstemsizce ürperdiğimde gerçekten şokla sarsılıyordum. Onlara ne olmuştu böyle?
“Ah, hadi ama sevdiceğine bir şey yapmayacağız kuzen. Sadece ne olduğunu merak ediyoruz.” Elleri kaşının orada oyalanırken o da benim gibi afallamış gözüküyordu. “Mesela neden şuan bize hayalet görmüş gibi bakıyor onu öğrenebiliriz.”
“Size ne oldu böyle?” Sonunda kafamda şimdiden yüzlerce tekrarlanan o soruyu sorduğumda herkes bir anlığına dona kaldı.
“Nasıl yani?” Diye soran İlayda’ydı.
“Siz, onları...” Ne demem, nasıl ifade etmem gerektiğini bilmiyordum. “Siz ne ara bu kadar... güçlendiniz?” Bu sorunun ardından beklemediğim toplu bir kahkaha ile cevap almıştım. Her ne kadar bu cevabın anlamını bilmiyor olsam da. Kahkahaları yavaş yavaş son bulurken İlayda gözünden akan yaşı siliyordu.
“Ne bekliyordun ki?” Dediğinde sesi az önce hiç gülmemiş gibi ciddi çıkmıştı. Elleri ile etrafı gösterdi. “Gözümüzün önünde onlarca insan öldü, her lanet gün bizi öldürmek istediklerini burnunuzun dibine soka soka bize ezberlettiler. Hayvan gibi spor yaptırdılar, şiddeti bilmek istemeyenlerimize bile eğer bunları öğrenmezsek öleceğimizi söylediler. Eğer güçlenmezsek ölürüz ve sen bize bunu mu soruyorsun?”
“Ben sadece şaşırdım.”
“Bende öyle.” Derken cevabımın üzerinden bir saniye bile geçmemişti.
Kaşlarım istemsizce çatılırken “Anlamadım?” çıktı ağzımdan sertçe.
“Bu kadar çabuk vazgeçmene,” dedi elleri iki yanında havaya kalkarken. “ Her şeyi ince ince planlamış ve nerdeyse kazanmak üzereyken tek ve basit bir hata yüzünden bu kadar çabuk vazgeçmene bende şaşırdım.” Tek ve basit mi?
“İlayda dur...” Akın’ın sesini bölen benim sesimdi.
“O tek ve basit bir hatanın bana neye mâl olduğunu biliyor musun sen?” Cümlelerim ölümcül olabilirdi, eğer biraz daha ileriye giderse öyle de olacaktı.
Bana doğru bir adım attı. “Ödediğin bedel canından daha mı değerliydi?” Diye sorduğunda çarpılmış gibi geri çekildim ama o durmadı. “Gördüğüm kadarıyla canını vermemişsin yani bunun ne demek olduğunu biliyorsun. Tekrar dene, bir kez ve tek seferde bunu yapmaya bu kadar yaklaşmışken ikinci seferinde çok daha başarılı olabilirsin.”
“Artık ilk seferinde olduğu kadar avantajlı değilim.”
“Avantajları kendin yaratırsın.” Her cümlenin üstünü basa basa söylemişti. “Yaşadığın her şey senin seçimlerinle olur. Avantajlar senin seçimlerinle oluşur. O yüzden burayı yıkmayı tekrar seç ve o içinde ki aptal korkuyu bir an önce yenmeyi de unutma.” Parmaklarından biri öne çıkarak beni geriye ittiğinde Akın’a biraz daha yaslandım. “Sana ne yaptılar bilmiyorum ama eski seni derhal geri istiyorum. İhtiyacım olan o, sen değilsin.”
Ben onun cümlelerinin altında ezilirken o dönüp gitti.
“Vay, bu... biraz sertti. Dostum sen onu odasına götür bende İlayda ile konuşmaya gidiyorum.” Mert ile anlık olarak bakıştığımızda bana bir gülümseme gönderdi ve onun ardından gitti. Akın omzumdan tuttuğunda onunla birlikte odama gittik.
Bazı cümleler sert olabilirdi ama en çok senin iyiliğini isterdi. Bu da o tarz bir konuşmaydı. Bu kadar ölümcül bir yerde şuan yaşadığım gibi bir zayıflık göstermek uygun değildi. Odamın kapısını açıp içeri girdiğimizde yatağa oturduk ikimiz birlikte. Omzu omzum ile dip dibeydi. Ona yaslanamamak ise omzuma çok ağır bir yüktü. Ne ara onu bu kadar ister hala gelmiştim?
“Bazen bazı cümleler fazla sert olabilir ama içinde iyilik barındırır.” Zihnimdeki cümleler onun dudaklarından çıkınca ağlayacak gibi oldum. “İlayda senin iyiliğini istiyor ve emin ol seni sevmeseydi senin için elini bile kaldırmazdı.” Ama o benim için bir eğitmeni yaralamıştı. Bunun bedeli onlar için ağır olacaktı.
“Zihnimi mi okuyorsun?” Derken dudaklarım yukarı doğru kıvrılmıştı. Bana doğru eğildiğinde yüzümdeki gülümsemeyi gördü.
“Nasıl yani?” Bakışları kıvrılan dudaklarımdayken konuşmak zor olacaktı ama eski ben bunu çok rahat yapardı. Sanki yıllar geçmiş gibi eski derken yadırgamamak yaralayıcıydı.
“Aynı cümleyi bende az önce zihnimden geçirmiştim.” Benim gözlerimde istemsizce dudaklarına kaydığında o da aynı anda gözlerini gözlerime çevirmiş ve nereye baktığımı görmüştü.
“Hmm.” Diye mırıldandı.
“Senden hoşlanıyorum.” Alper’in sesi bir anda zihnimi doldurduğunda irkildim. Akın ne olduğunu anlamayarak bana bakarken ben bir anda ayaklanmıştım. Ellerimi koyacak yer bulamayıp saçlarıma attığımda bana şaşkınca bakan adama çevirdim gözlerimi.
“Şey, ben bir duş alsam iyi olacak. Sende git istersen.” Adeta kaçarcasına odadaki banyoya girdiğimde kapıyı kapatıp ona yaslandım. Tam bir aptaldım.
Neden ikisiyle de ilişkim olmamasına rağmen onlarla yakınlaştığımda seslerini duyuyordum ki? Bu aptal ihanet hissi neden üzerime çörekleniyordu. Ayrıca Dark varken neden onların sesiydi? Ne ara bir aşk üçgenine girmiştim.
Ellerim yüzümü sıvazlarken üzerimdekileri çıkardım. Duşakabinin kapılarını açıp suyun sıcaklığını ayarlarken kapının arkasından gelen sesiyle donakaldım. “Yaralarına dikkat et ayrıca ağrın varsa lavabonun altındaki dolapta ağrı kesici var.” Sesimi çıkarmadan beklerken bir süre sonra kapının kapanma sesi geldi. Bedenim gevşerken kendimi suyun altına bıraktım.
Düşünecek o kadar fazla şey vardı ki... Kendimi duvardan kayarak yere otururken buldum. İlayda’nın haklı olduğu su götürmez bir gerçekti. Kendimi bir an önce toplamalıydım. Ben bu değildim. Yaşadıklarım yüzünden hayatımdan vazgeçecek kadar zayıf değildim. Bana yaşatılanlara cevap vermeden duracak biri değildim.
Bana bu cezayı verenin eğitmenler olduğunu düşünmüyordum ama bu onların bunu görmezden geldiğini göstermiyordu. Ne olursa olsun onlarda cezalarını çekmeliydi ama öncelik onların değildi. Burayı yöneten biri olmalıydı. Bir yönetici veya da bir kurucu... Kurucu, şimdiye kadar burayı bu deneyleri kimin kurduğunu bilmiyordum ve hiç merakta etmemiştim.
Kurucunun kim olduğunu bilmiyordum ama canını baya sıkmış olmalıydım. Ona ulaşmanın bir yolu olmalıydı. Bunu şimdilik sonraya bıraktım. Sadece şimdilik.
Eğitmenlerin canı şimdiden yanmıştı ama yeterli değildi. Asya’yı nasıl vuracağımı gayet iyi biliyordum ama diğerleri şimdilik bir muammaydı. Bilgilerim şimdilik yetersizdi ama öğrenmek için sürem vardı.
Bir sorunu hallettik.
Diğer konu ise aptal kalbimdi. Alper bana açıldığında pır pır çarpmıştı ama bu Akın aklıma gelene kadardı. Akın bana yaklaştığında ise yine çarpmıştı ama bu sefer resmen gümbürdüyordu. Aklıma Alper geldiğinde ise... Bu beni bir anlığına geri çekmişti ama bana kapının ardından seslendiğinde yeniden ortaya çıkmıştı. Alper sadece bir anlıktı ama Akın...
‘Dark’ın Asya’ya aşık olduğunu duyduktan sonra aşkın gerçekliğini unutmuşken şimdi neler diyorsun öyle?’ iç sesin devreye girmesi için yanlış zamanlamaydı.
Her ne kadar bu doğru olsa da sonuçta bende bir anda Akın’ın kollarına atlamayacaktım. Hislerimi yok sayıp günün birinde patlamaktansa o sorguladığım şeyin gerçekliğini keşfedecektim. Yok saymak iyileştirmiyordu.
Bu sorunda halledilmiş sayılırdı, en azından bir seçim yapılmıştı.
Şimdi yapmam gereken bilgi toplamak, keşfetmek ve güçlenmekti. Buradayken bunları yapmak zorundaydım. Yavaş yavaş olacaktı ama sarsacaktı, tıpkı bir kaç gün önceki gibi. Suyu kapatıp kendimi havluya sardığımda dolaptan ağrı kesici alıp odaya girdim. Komidinin üstündeki suyla birlikte ilacı içtim.
Yatağın üstündeki beyaz takımı alıp tekrar banyoya girdiğimde onları giyinip saçlarımı taradım. Eğitmenleri yaraladıktan sonra bir süre eğitim olmaz diye düşünüyordum ve bu süreyi çalışarak geçirecektim. Dayanıklılık testi. Ah, siktir. Bunu unutmuştum işte. İçimde hala bir bağımlılık vardı ama azalmıştı umarım tekrar o teste girmeme gerek kalmazdı çünkü orası resmen cehennemdi.
Odadan çıktığımda etrafa bir göz attım, daha az kişi olduğu için isimlerini öğrenmek kolay olacaktı. Beyaz boşlukta biraz ilerlediğimde kapının önünde oturan bir kaç kişi bana baktı ama sonra bakışlarını geri çektiler. Spor odasını ararken aynı köşede olduğunu görünce kendimi orada buldum. İçeride spor yapan bir kaç kişi vardı sadece, diğer herkes odasında olmalıydı.
Üzerimde ki beyaz kapüşonluyu çıkarıp bir kenara bıraktığımda üzerimde sadece sporcu atleti vardı. Koşu bandını yavaştan başlatıp ağır ağır hızlandırdığımda artık ısınmıştım. Ondan inip esnemeye başladığımda bir yandan da hangi konuda eksik olduğumu düşünüyordum.
Belki de hepsi.
....
Kendimi nefes nefese yere attığımda acıdan ve ağrıdan ölmek üzereydim. Nerdeyse her hücrem alev alev yanıyordu. Yanıma bir şu bırakıldığında kafamı kaldırıp yukarıya baktım. Tepemde ki kız beni inceliyordu. “Hadi iç şunu sonra da kalk.” Onu dinlemeye niyetim yoktu ancak yine de suyu içtim. Biraz daha nefeslenip kalktığımda kızın gözleri kısılmıştı. Kenarda ki sweeti alıp odama doğru gidecekken “Nereye?” Diyen aynı sesi duydum.
Omzumdan bir bakış atıp “Odama.” Dedim sadece. Spor odasından ayrılıp yavaş adımlarla odama doğru ilerledim. Duvarın kenarında oturan Akın Mert ve İlayda’yı gördüm ama onların yanına gitmek yerine doğruca odama ilerlemeye devam ettim. Kolumdan tutulduğunda oraya döndüm ama yüzüme gelen yumruktan kaçamadım. Yüzüm yana savrulurken çenemi oynatıp acısını biraz azaltmaya çalıştım. Yüzümde ki afallamayla bana vuran kıza döndüğümde bana bakıyordu. “Ne yapıyorsun?” Diye sorduğumda sesimde ki öfke hissedilebiliyordu ama aradaki ufak afallamada fark edilmeyecek değildi.
“Senin yüzünden burada olduğumuzu ve herkesin senin yüzünden öldürüldüğünü biliyorum. Bunu neden yaptın he?!” Bir eli öne çıkıp beni ittirdi. “Neden herkesi öldürttün? Neden ya neden?” Beni bir kez daha itmek için uzanan elini tuttuğumda az önce kendi kendine konuştuğunu anlamıştım çünkü gözleri hem öfkeyle hem de kargaşayla bakıyordu bana. Suçluluk duyuyordu.
“Bunu ben yapmadım, ben sebep olmuş olabilirim ama ben yapmadım. O yüzden bunun hesabını bana değil,” sertçe çenesinden tutup kapıya döndürdüm kafasını. “Dışarıda her saniyemizi izleyen ve bize bunları yaşatan o şerefsizlere soracaksın. Anladın mı beni?” Kız çenesini elimden kurtardı.
“Neden seni dinleyecekmişim? İsyan çıkartmamı sağlayıp beni de mi öldüreceksin? Amacın tek kalan olmak mı?” Tek kalan mı?
Bu sefer ona yumruk atan bendim. “Bana bak, ben sizin ölmeniz için değil, kurtulmanız için çabaladım. Herkesin kurtulması için!” Kızın savrulan yüzü tekrar bana döndü ve bende onun yaptığı şeyi kopyaladım. “Ben. Sizi. Öldürmeye. Çalışmadım.” Her kelimenin üstüne basarken bir yandan da onu geriye doğru itiyordum.
“Bizi buradan kurtaramazsın!” Diye patladı oda. “Kimseyi kurtaramazsın anladın mı?! Onlar bizim yeterli olduğumuzu düşünene kadar bizi buradan çıkarmayacaklar!”
“Onlar değil, biz çıkacağız!”
Başını iki yana salladı, gözyaşı çenesinden aşağı doğru yuvarlanırken. “Buraya daha yeni geldin, burasının nasıl bir yer olduğunu bilmiyorsun.”
“Bana yetecek kadar çok şey biliyorum.” Kız güldü bu sefer, hatta delicesine.
“Seni kendine kırdıracaklar henüz hiç bir fikrin yok.”
“Neden bu kadar çok kavga oluyor ki ya?” Mert’in alaycı sesi aramıza girdiğinde bakışlarımız ona döndü. Elleri cebinde dudaklarının arasındaki kürdanla bizi süzüyordu. “Ve neden hep Alev’e patlıyor bu? Sonuçta o artık öncü değil.”
Karşımdaki kız kollarını bağlayıp kendini süzen Mert’e dik dik baktı. “Bunu onun yaptığını söyleyen sen ve sevgilindi?”
“Üstüme iyilik sağlık.” Dedi Mert ellerini şokla kalbinin üzerine koyarken.
“Sevgilisi mi?” Diye sordum bende aynı anda. Kız Mert’i pek umursamadan arkasında ki bir noktayı gösterdi. “Şu kızıl olan onun sevgilisi.”
Ben gösterdiği yere dönerken İlayda’da aynı anda oraya döndü. Ayakta kendini duvara yaslanmış kız elinde bir su şişesi tutuyordu. Arkadaşları ile konuşurken ona dönen gözleri fark etmiş gibi oda bize döndü. Kaşlarını çatıp ne oluyor dercesine başını salladığında hepimiz aynı anda kafamızı çevirdik.
Mert ise kıza biraz daha baktıktan sonra, “Yani açık olmak gerekirse kız taş,” nefesi kesildiğinde yanındaki İlayda ona öldürecek gibi bakıyordu. Bu ikisi arasında bir şey olduğunu artık anlamıştım. “Ama sevgilim değil.” Dedi tekrar nefes alabildiğinde.
“Peki o kız benim hakkımda yorum yapabilecek kadar nasıl tanıyor beni Mert?” Bana yandan özür dileyen bir bakış attı. Ellerinden birini ensesine attı. “Eh, biraz dedikodu yapmış olabilirim.” Başımı iki yana salladım. Bu çocuğa kızmak içimden gelmiyordu.
O sırada biraz ileride Aras Demir
Arkamdaki kalabalığa bakıp kapının oraya doğru ilerledim. Hiç işleri yokmuş gibi sürekli saçma sapan kavga eden insanlar midemi bulandırıyordu. Genel olarak burası tamamen midemi bulandırıyordu. Ölmemek için edilen ihanetler, en zor anılarınızı size karşı kullanan şerefsiz eğitmenler, tek hatanızda hayatınızın dayağını yemek ve en zoruma giden ise hiç bir şey yapamamak...
Alev’e işte bu yüzden saygı duyuyor onun yanında oluyordum. Çünkü ben yıllarımı burada geçirmiş biri olarak hiç bir şey yapamazken o geldikten iki ay sonra bizi nerdeyse çıkarıyordu, nerdeyse. Eğer bir kez daha bir yolunu bulabilirse ona desteğim tam olacaktı. En azından onun göreceği bu olacaktı, Alev Sarıkan buradan hiç bir yere çıkamazdı ve benimde görevim onu çıkarmamak için elimden gelen her şeyi yapmaktı.
Kapının yanında ki ekranlara ulaştığımda hemen dibinde kutunun içinde duran yemeklerden bir tane aldım. Suyu da aldıktan sonra doğrulup kendime bir köşe ararken arkamda ki kapının açılma sesiyle oraya doğru döndüm.
Kapı şimdiye kadar gördüğüm en sessiz şekilde açılırken içeriye siyah saçlı bir kız girdi. Üzerinde bizim ki gibi beyaz bir takım vardı. Henüz deney yapılmamıştı yani burada olmamalıydı. İlerdeki kalabalığa baktıktan sonra bana çevirdi gözlerini, bana yansıyan soğukluk içimi ürperttiğinde bu bakışlar bana tanıdık geldi. En son bana bu kadar soğuk bakan bir öncünün gözleriydi.
Onu biraz daha incelediğimde güzel olduğunu fark ettim, çok güzel. Adımları bana doğru yaklaşmaya başladığında içimi bir gerginlik kapladı. Kendime şaşırarak kaşlarımı çatarken kız bunu ona karşı verdiğim bir tepki olduğunu sanıp oda aynısını yaptı. Artık tamamen karşımdaydı.
“Sen deneklerden biri misin?” Gözleri beni süzerken kendime geldim. Denek. Başımı sallayarak onu onayladım.
“Anlaşılan sen değilsin?” Soruma cevap vermeyip karşısında ki kalabalığa baktı. Çok gürültülü tartışmaları ilgisini çekmiş gibiydi. “Sen kimsin?”
Uzakta ki uzun saçlı kızı gösterdi karşımda ki siyah gözlü güzel. “Onun kardeşiyim.” Dediğinde ufak çaplı bir şok geçirdim. Artık burada ne aradığını daha çok merak ediyordum.
“Onu tanıyor musun?” Cevap verip vermemek konusunda kararsız kaldım bir süreliğine.
“Alev Sarıkan’ı burada tanımayan yok...” Ne diyeceğimi bilemeyip ona baktım. Derdimi anlayıp bana ismini bahşetti.
“Pelin ben, Pelin Sarıkan.”
Pelin Sarıkan bana çok yakın olan ama hiç tanımadığım bir yabancıydı bu zamana dek. Şimdi tanıştığım bir yabancı büyük ihtimalle görevini bilmeyerek gelmişti buraya. “Neden buradasın Pelin Sarıkan?” Ciddi sesim onun bakışlarının bana dönmesini sağladı.
Gözlerinin ablasından bana doğru çevirdi ancak cevap vermedi. Vermesine de gerek yoktu çünkü gözleri bir çok şey anlatıyordu. O buraya yıkım getirmek için gelmişti. Adımları ilerlemeye başladığında elimdeki yemeği bir kenara bırakıp onu takip etmeye başladım.
Bu yüzleşmeyi merak ediyordum.
Kavga yavaş yavaş son bulurken Pelin tereddüt etmeden ablasına doğru ilerliyordu. Önce yanında duran üç kişinin bakışları önümdeki kızı taradı yabancı olduğunu biliyorlardı, sonra hepsinin gözleri bana kaydığında onlara sorun yok dercesine baktım. Alev başını eğmiş ellerini saçlarının arasından geçirirken kafasını kaldırdı ve onu gördü.
Pelin Sarıkan’ın gözlerini hangi öncüye benzettiğini hatırladım bir kez daha. Ablasına benziyordu. Pelin durdu, Alev ise sanki bir boşluğa bakıyormuş gibi tepki vermeden onu izledi. Karar vermeye, çözmeye çalıştığını anlayabilmek zor değildi.
“Merhaba abla.” Bu iki kelimenin ardından gözleri şokla açılan üçlü Pelin’e bir kez daha baktı. Bu sefer Alev’e baktıklarında ise görmeye alıştıkları soğukluğu gördüler. Alev’in gözleri onu gördüğümden beri hiç ısınmamıştı. Böyle bir yerde bu zor geliyor olabilirdi ama bir an bile gerçekleşmemişti. Tek bir an. Acaba buraya gelmeden öncede böyle miydi diye sormaktan geri alamıyordum kendimi.
“Merhaba,” Dedi Alev kaşlarını kaldırırken.
ALEV SARIKAN
O bir hayal miydi?
Bütün ihtimaller bir bir önümden geçmeye başladı. Her senaryo kafamda onlarca kez döndü. Hiç bir ihtimal onun burada olmasına cevap vermiyordu, o buraya ait değildi.
“Burada ne arıyorsun?” Sorduğum soru kaşlarını hayal kırıklığı ile kaldırmasına sebep oldu. Gözlerinde ki yıkım bir anlığına içimi cız ettirdi, onun gözlerinde yer alan bedenim sanki bir anda bin parçaya bölünmüş, kırılan parçalar gözlerini kesip gözyaşı olarak dönmüştü sanki ama sandığımın aksine ağlamadı. Çenesini kaldırdı ve ondan duymaya alışık olmadığım bir ses tonuyla konuşmaya başladı.
“Burada ne mi arıyorum?” Dedi sertçe. Kırılan parçalar öfkeyi beraberinde getirmişti.
“Burada olman için herhangi bir sebep yok Pelin.”
Kaşları sanki her cümlemle biraz daha çatılıyor, kalbi her an daha da kırılıyor gibiydi. Kendime dur demek istedim ancak Pelin’e karşı hiç bir zaman nazik olmamıştım. Bunun sebebi bazen koruma içgüdüsü bazen kıskançlık bazen ise öfkeydi. O hep benim öfkeme maruz kalarak büyümüştü ancak bu öfke aynı zamanda onu koruyan bir bariyerdi. Onu sevmiyor gibi hissettirsem de bunu çok iyi biliyordu.
Bana doğru bir adım yaklaştı, sonra bir adım daha. Burnunun dibine gelene dek bana doğru yürümeye devam etti. Sonunda durduğunda gözlerimin ta içine baktı, sanki ruhumu görebilecekmiş gibi bir süre seyretti gözlerimi.
“Biliyor musun hep bana gelmeni bekledim. Bir kez olsun sen gel istedim, olacağına bunun yaşanacağına inanmak istedim ama içimden bir ses bunun asla olmayacağını söyler dururdu. Kendi iç sesime nefret besledim ben yıllarca, sırf seni kötü gösteriyor diye. Hep dinsin diye bekledim gözlerinde ki soğukluk, dışarıya karşı olmasa da ailene hayır bana karşı dinsin diye bekledim. Dinmedi abla, sanki yedi kat yabancıymışım gibi hep soğuktu gözlerin.
Ben senin öldüğünü sanıp seni tekrar önümde gördüğümde sana sığınmak istedim. Annem yok, babam yok, abim yok ablam da gitti korkusu yaşayan beni kabul edersin sandım ama asla olmayacağını gösterdin sen bana.” Gözlerinden akan bir damla yaş çenesine doğru süzülürken çenem kaskatıydı. Uzanmak ve gözyaşını silmek bir ihtiyaç gibiydi ama durdum. Ne geleceğini biliyordum ama engellemedim.
“O gün beni bayılttığında ve uyanıp kafamda ki sızıyı en derinimde hissettiğimde bir karar verdim.” Çenesini kaldırdı az önce göz yaşları oraya doğru akmamış gibi. Yanaklarında ki çukurlar içeriye doğru çökmüştü. Hayranı olduğum gamzeleri çok soluk gözüküyordu. “Belki de artık bende senin gibi davranmalıyım dedim kendime,” durakladı ve yüzümü süzdü ruhsuz bir şekilde. O an hissetmemem gereken bir sızı, düşünmemem gereken bir düşünce geçti kafamdan.
Bende anneme karşı böyle ruhsuzdum.
Annemde bana aynı şeyleri hissettirmişti.
Ben o çok korktuğum, tiksindiğim annem olmuştum, kardeşim için.
Kalbim ve zihnim bir anda alarma geçti. Ben onun gibi olmuştum. Sanki her taraftan saldırı altındaymışım gibi gözüm karardı. Bu bana fazla olan tek şeydi, her şeyi kaldırabilirdim ama annem gibi olmak...
Kendimi sakinleştirmeye çalışırken dudaklarından sözler dökülmeye devam etti. “Artık sende benim için yedi kat yabancısın Alev.” Derin bir nefes aldım, o hesabını görürken ben zayıflık gösteremezdim. “Bana dair bildiğin her şeyi tek tek sileceğim kafandan.” Kulaklarımda sirenler çalmaya başladı.
Annesine ne kadarda benziyordu sözleri.
İkiside aynı yarayı açıyordu.
“Buraya beni yıkmak için geldin öyle mi?” Sesimde ki sertlik içimde verdiğim savaşı dışa yansıtmadığımın göstergesiydi. Pelin bir adım geri çekilirken gözlerini gözlerimden ayırmıyordu. Sanki yıkıldığımı an be an izlemek istiyordu ama hiç bir şey göremezdi.
Kafasını iki yana salladı. “Seni sadece yıkmakla kalmayacağım abla, seni yerle bir edeceğim.”
Alayla gülümsedim. “Buraya sırf beni yerle bir etmek için mi geldin kardeşim?”
Kullandığım son kelime ona sarstı ama belli etmedi. “Bu sana komik mi geliyor?” Sesinde ki öfke bana benziyordu. O her şeyi ile benim çemberimin içinde olan küçük bir çocuktu. Yeterince ilgi göremeyen ve görmek için çok tehlikeli bir yola giren, iğneleyici sözleri olan bir çocuk.
“Aptalca geliyor kardeşim. Burasının nasıl bir yer olduğunu henüz öğrenmedin.” Afalladığında gülümsedim. “İzlemek keyifli olacak.”
🌙
19 ŞUBAT 2026
Canı yandıkça yakan, adı gibi alev alev bir kadındı o. Yolunu kaybetmemiş ama belli bir yolda da gitmeyen genç bir kadındı. Evinden bir bir ayrılan insanların ardından bakarken evin içinde kalanla kalmak mı yoksa gidenlerin peşinden koşmak mı istediğini bilmeyen kararsızlığın yaşattığı cehennemde yanan bir kordu. İnsanların kalbine düşen bir yangın, kendinin farkında olmayan bir girdaptı.
Bazen ferahlatıcı bir okyanus gibi görünür ona dalmak, onu ezberlemek için yanıp tutuşurdunuz, ta o zaman sizin içinize düşer ama siz fark etmezsiniz. Sonunda dayanamayıp o okyanusa girdiğinizde ise o ferahlatıcı etki kaybolur, sizi yakan lavdan bir denizin ortasında bulurdunuz kendinizi.
Alev Sarıkan uzaktan ferahlatıcı ve dingin görünür kendini merak ettirdi ancak içinde yaşanan cehennem onu tanımak isteyip hayatına girdiğinizde sizi yakardı. Sadece yüzeyinde bulunan lavlar sizi yakarken onun ta içinde en derinde ne yaşadığını merak ederdiniz çünkü yüzeyi bile kordan olan o alev en gizli en yakıcı yerinde ne yaşardı bilmezdiniz. Alev Sarıkan’da öğrenmenize izin vermezdi.
Şeytan bile bu cehenneme hayranlıkla bakardı çünkü onun yaşadığı yer bile daha ferahlatıcı sayılırdı. Bu yüzden ona karşı çekilirdi şeytan, dünya üzerinde onun şanına yakışacak iki insan vardı. Birinin kimliğini öz annesi bile bilmezken, diğeri herkes tarafından tanırdı. Biri kordu, biri karanlıktı. Diğeri kaybolurken o yanardı.
Dark diye bilinirdi birinin adı. Karanlığın en koyu noktasında unutulmuştu kimliği. Bir hiçliğin ortasında, gören gözleri görmez iken kalbi yanıp kavrulurken kendinden vazgeçmişti. Kimliğini unutana kadar hep benliği için savaşan genç bir adam olmuştu daha doğrusu bir çocuk.
Bir çocuk ve savaşmak kelimesi belki yan yana komik durabilirdi ama o çocuk için savaşmak yemek yemek gibiydi. Her şeyi savaşarak elde etmişti. Benliği için çabalayarak, babasının ona belirlediği karakteri ve hayatı değil, kendi benliğini yaşamak istiyordu.
Ancak bunun imkansız olduğunu rüyasında bir yılan gördükten bir kaç gün sonra öğrenmişti. Dünyanın her yerinde ölüm olarak bilinirdi bu hayvan, zehri kana karışır sizi hızla öldürürdü ama bazen sizin işkence çekmenizi isterdi. Belli etmeden yavaşça içten çürütürdü sizi.
Çocuk olmayı bıraktığı o gün her şeyi arkasında bırakmıştı o kimliksiz adam. Kendine asla kim olduğunu bilmeyeceklerine dair bir yemin etmişti. Ancak yılanın zehri hala içindeydi ve şeytan o adamın bu zehrin farkında olmadan herkese kök söktürmesine bayılıyordu. Öleceğini bilmeden öldürmek o adam için en büyük ödüldü.
Dark bir gün ölecekti ama bu bir patlamayla olamayacaktı, öylesine ölen herhangi bir insan olmayacaktı. O öldüğü anda kimliğini kaybetmesini sağlayan adam, babası da önce ölmek için yalvaracak sonra ölecekti. Dark bugün ölmeyecekti o çok korktuğu yangında can vermeyecekti.
Sürünerek çıkmaya çalıştığı enkazdan birinin ona elini uzatmasıyla kafasını kaldırdı. İçi yanarken gözleri buz gibi olan kadına baktı elini ona doğru uzattığında ileriye doğru çekildi. Ayağa kalkmayı başardığında sessizliğin maskesini takmış o kadın ona destek olma amacıyla bedenini onun omzunun altına aldı.
Belinden tutarak adamı yangından uzaklaştıran kadın bir an olsun gözlerini ileriden ayırmıyor yangından uzaklaşmak için çabalıyordu. Sonunda oradan yeterince uzaklaştıklarını düşündüğünde adam ile birlikte kendini kaldırıma bıraktı. Adam acıdan kıvranıyordu ama o da kadın gibi sessizdi.
“Ambulans birazdan gelir.” Dedi sesindeki soğuklukla cebindeki sigarayı çıkarırken kadın. Adam ona bir bakış attı ama kafasını yangının olduğu taraftan çekmedi. Babası bir kez daha onu öldürmeye çalışmıştı, oğlunun en çok korktuğu şeyi biliyor ve her seferinde buna oynuyordu ancak bilmediği bir şey vardı. Bu kimliksiz adamın en büyük korkusu bir gün kazandığı kimliksiz zaferi kaybetmekti.
“Yangını çıkarını gördün mü?” Diye sordu adam. Kadından bir süre ses gelmedi ama sigarayı yaktığını hissedebiliyordu.
“Yangını çıkaran bendim.” Adam büyük bir şokla ona döndüğünde o ayaklanıyordu. Ellerini deri ceketinin cebine koyup sigarayı dudaklarının arasına hapsetti. Bir elini çıkarıp sigarayı geri çektiğinde nefesi kafasını kaldırıp gökyüzüne doğru verdi.
“Neden?”
Kadın sanki onu aşağılıyormuş gibi tepeden bir bakış attı, oysa baskın olan şuan oturan o adamdı. “Çünkü şeytan öyle istedi.” Bu iki cümle çok şey anlatıyordu her ikisine de. Onlara doğru yaklaşan motorun sesi ve farların ışıkları bakışmalarını bölmedi. Her ikisi de bir adım olsun geri çekilmedi.
“Eh, bu yangın tam da planladığımız gibi olmuş. Hatta biliyor musunuz belki biraz daha gösterişli sayılabilir.” Diyen genç bir adamın sesi araya girdi. İkisi de bundan etkilenmedi çünkü onun kim olduğunu biliyorlardı. Kimliksiz o adam bakışlarını kadından çekip kafasını iki yana salladı.
“Sen ne zamandan beri bu işlerin içindesin Alper?” Diye sordu sert sesi ile birlikte. Şuan feci halde dağılmış gibi gözüküyor olabilirdi ama otoritesi asla kaybolmazdı. Ancak bu karşısında duran genç adama işleyen bir durum değildi.
“Ben en başından beri buradayım ancak sen yeni öğreniyorsun. Daha çok çalışmalısın dip.” Dip. Alper’in ona taktığı isim buydu, ona göre kimliksiz olan bu adam her şeyin en dibiydi.
“Gidelim artık.” Derken elindeki sigarayı yere atıp ayağının ucuyla ezdi kadın. Sadece bir kaç saniye sonra dip diye adlandırılan bu adamı en büyük korkusu ile baş başa bıraktılar.
Ancak o sırada motorun üstünde duran iki genç dip diye adlandırılan o adamın şeytanın verdiği başka bir görevi yerine getirdiğini bilmiyordu. Alev Sarıkan ve Alper Özdemir’in tartışması asla bir tesadüf değildi.
İki tarafında görevleri yerine getirmesini zevkle izleyen şeytan yerinde rahatça yayıldı. Çok az bir zaman kalmıştı. Karanlıkta, yanan alevde kendisinin kurbanı olmak üzereydi.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |