
Bir çocuğun hayal rehberi
Yanlış
Bir kızın vazgeçilmiş hayalleri
~*~
Ödül kazanmışım anne! Resim yarışmasında birinci olmuşum. Sen çizdiğim resmî görünce kazanamayacağımı söylemiştin, çok üzüldüm ama olsun. Sen bana karne hediyesi olarak Winx’li cüzdan almıştın. Bana hediye olarak bir sürü resim malzemesi verdiler ama benim adımı söylemeyi unuttular. Arkadaşım benimle dalga geçince ona dirseğimle vurdum anne onun için çok üzüldüm canı acımıştı.
Bu sefer sana söz değil anne kendime söz asla birine fiziksel zarar vermeyeceğim. Fiziksel vücudu demekmiş öğretmenimiz öğretti bunda yazmayı unutmuşum buraya eklemiş oldum.
Sözümü tuttum kendim. Birine asla fiziksel zarar vermedim.
Ama bu birine duygusal zarar vermeyeceğim anlamına gelmiyor. Manipülasyon artık bağımlılığım oldu.
🌙
"Yardım edin!" Diye bağırıyordum, iki yıl öncesiydi. İki yıl önceki kabus sandığım anılardan biriydi. Evin camlarına vururken saniyede bir arkama bakıyordum. Camı açmaya çalışıyordum ancak kulpu yoktu. Sökülmüştü.
Pis kahkahasını işittim. " Kaçamazsın kızım yeter artık." Dediğinde saçımı tuttuğu gibi başka bir anıya geçtim. Engelleyemiyorsam bile en azından hepsini izlemesinler di. Sırada babamın bayıldığı anılara geçtik. Onun bayılmasının ardından geçirdiğim şok ve bayıldığım an, bir kaç bayılma sahnesi art arda geçti.
Anne ve babamın kavgaları geldi ama hızlı geçiyorlardı sanki bu kadar büyük acıların yanında yerleri yokmuş gibi... Babasına düşkün bir kızdım, en azından eskiden. Sonra o düşkünlüğüm olan adamın benden alınması belirdi zihnimden. Anne ve babamın boşanışı, babamın gidişi, yaşadığım yıkım, annemin rahatlığı .
İki ay sonraya ışınlandık. Annemin bir adamla tanışmasına. Benim şiddetle karşı çıktığım anlara. Her seferinde susturulduğum anlara. Oysa kimse bilmiyordu ki aylar boyu sürecek o sessizliğim onlar yüzünden başlamıştı. Susmam işime yaramıyordu ama annemle kavga etmekte işime yaramıyordu.
Hastaydım. Hem de çok fena ama annem benimle ilgilenmemişti. Kendi kendime iyileşmeye başladığım anlarda ona benimle yatar mısın diye sormuştum. Şaşırtıcı şekilde kabul etmişti. Ama benim saf düşüncelerim elinde telefon ile yatağa geldiğinde hayal kırıklığına uğramıştı. O adamla konuşuyordu. Gözlerim kapanırken o adamın "Bu gece gidecek miyiz?" Diye sorduğunu duydum. Annemde evet demişti. Ona nereye gideceğimizi sorduğumda hiç bir yere demişti. İnanmıştım.
Saat gece ikide kalktığımda annemin odasının ışığı yanıyordu. Yerde kutular vardı içleri eşyalarla ve kıyafetlerimizle doluydu. Annem beni gördüğünde yanına çağırdı. Ona nereye gideceğimizi sorduğumda kaçacağımızı öğrendim. O adamla gitmek istemiyordum. Yalvardım. Beni ananeme bırakması için. Ama söylediği kelime beni durdurdu. "Sana annenden başka hiç kimse daha iyi bakamaz." O gece dayımları arayıp ortalığı velveleye vermememin tek nedeni buydu. Belki aptalcaydı ama doğru gelmişti.
Kız kardeşim bunu duyduğunda mutlu olmuştu. Erkek kardeşimi tatil bahanesiyle kandırmışlardı. Bense sessizliğe bürünmüştüm. Eşyalarımızın çoğu evde kalmıştı ama annem umursamıyordu. Anahtarı yere bıraktı. Bütün eşyaları bir arabaya yüklediler ve otogara doğru yola çıktık.
O taksiye bindiğim anda içimi bir acı kaplamıştı. Otobüse bindik, Bursa'ya gittik. Kardeşim çalışmaya başladı, ben çalışmaya başladım. Çalışıyordum ama okuyamıyordum. Okuyamıyordum ve çalıştığım para üstünde hakkım bile yoktu. Kendi kendime konuşmaya başlamıştım. Yalnızlığın göstergesiydi bu. Eve geç saatlerde gidiyordum, mesaiye kalıyordum. Annemse.. o kocasıyla mutluydu.
Ta ki kavgalar başlayana kadar. Kavgaları o kadar şiddetlenirdi ki komşular annemin şiddet gördüğünü sanıp polisleri ararlardı. Polisler herhangi bir darbe izi görmedikleri için bir şey yapmazlardı ama kimse ruhumuzdaki yaraya bakmıyordu.
Bir gün işten geldiğimde annemin elinin alçıda olduğunu gördüm. Sonunda o adamın yaptığını öğrendim. İşte en şiddetli kavgalar o zaman başladı. Eşyalar toplandı ama başka şehire gidecek parası yoktu annemin. Parka geldik. Yağmur yağdı ıslandık. İnsanların bakışlarına mazur kaldık. Acındık.
Sonra kavga sokağa taşındı. Bağırıyorlardı hem de çok fazla. Sonunda adam eve gelmemizi istedi. Yine bütün eşyaları taşıdık. Sahi kaçıncı seferdi bu? Bir mi, iki mi, on mu, yirmi mi? Kaçtı?
Ertesi sabah mesaim dörtte başlayacaktı. Kahvaltıda bende vardım. Kardeşimde izinliydi, birlikteydik. İğrenç bir birliktelikti. Annemle hemen yanında oturan adama baktım. Gülüyorlardı, sanki o büyük kavgayı edenler onlar değildi. Ne halt döndüğünü anlayamıyordum. Biz dün gece nerdeyse bu adam yüzünde dışarda kalmayacak mıydık? Neydi bu samimiyet? Bir yerden sonra içimde tutamadım.
"Siz daha dün kavga ettiniz nasıl gülebilirsiniz, anne sen nasıl ona sarılabilirsin?" Diye sordum hiddetle. Annemin gülümsemesi yüzünde asılı kaldı. Yavaşça geri çekildi. Boş bakışları bana döndü." Ne yapayım somurtayım mı?" Kaşlarım havalandı." Evet." Dedim sadece.
Masayı bırakıp odasına gitti, adamın bakışları Pelin'e döndü." Git annene bak." Dedi sadece. On dakika geçti. Pelin tekrar odaya geldi ve bana baktı ancak bakışlarında ki suçlayıcı ifade beni yıktı.
"Ondan özür dilemelisin abla." Dedi, kapı açıktı hem annemin hem de bizim olduğumuz odanın kapısı. Kaşlarımı hızlıca çatıp kendimi işaret ettim. Oda başını salladı." Demek öyle." Deyip hızlıca kalktım odasına girdim.
"Özür falan yok, bugün buradan gideceğiz. Daha fazla sizin kavgalarınızı izleyemem anlıyor musun bitti." Dedim sesim hayatımda ilk defa bu kadar net çıktı. Pelin yanıma geldi onu üzmememi söyledi, omuzlarım düştü. Peki ben? Beni kim üzmeyecekti?
"Bırak," dedi annem. Pelini itip odaya girdi sofrayı toplamaya başladı." Baksana şuna, gözü döndü. Peki söylesene bakalım nasıl gideceğiz he!?" Dedi. Yutkundum. O zamanlar ondan korkardım.
"Sat televizyonu, zaten satacaktın bari gitmemiz için sat, yada dayımı arayalım alır bizi o." Demiştim. O da sadece kaşını kaldırarak bana bakmıştı. Dayımı aramıştık ve tek bir şart sunmuştu ve annemde kabul etmemişti." Şimdi ne bok yemeyi düşünüyorsun?" Televizyona döndü bakışlarım.
"Bunu yapmayacağım." Dedi. Dayanamıyordum, inatla beni görmüyordu. Boğuluyordum, deliriyordum, ölüyordum ama beni görmüyordu. Bir zerre dahi değerim yoktu. Gözyaşımın düşmesini izin vermeden hızlıca kalktım. Bir şeyler dediler ama duymadım, kendi ölümü daha fazla seyretmek istemiyordum. Hırkamı giyip dışarı çıkmaktı hedefim.
Ayakkabımı giyerken elinde telefonla yanıma geldi. Teyzem olduğunu, konuşmamı söyledi. Aldım telefonu ve çıktım. O gün teyzeme yalvardım. Biri uzun zaman sonra beni dinledi, eve gittim ve teyzem kendi kulağıyla duydu. Bir kaç saat içinde televizyonu sattık. Gidebilecek kadar paramız vardı.
Bu şerefsizin yanında daha fazla kalmayacaktık. Elim istemsizce kalbime gitti. Onun açtığı yaraya. Sınırlarımın aşıldığı o güne. Anı makinası yada her ne sikimse o anıya girmeye çalıştı, bir kaç saniyelik karanlık yaşandı ama izin vermedim. Bunu göremezlerdi. Buna hazır değildim. Bir ses duydum ama gerçekliğini sorguladım. Zihnimden mi geliyordu yoksa makinadan mı?
Bir kaç saniye sonra gözlerim açıldı. Daha fazla ileriye gidememişlerdi. Çok şükür. Gözlerim boşluğu taradı herkes neredeydi." Cidden manyağın tekisin değil mi?" Diyen kızıl cadının sesini duydum." Ne?" Dedim çatallı bir sesle." Herkes nerde?" Dediğimde bana döndü.
"Asya senin anılarını özel olarak bakmamızı istedi o yüzden senden sonra herkesi başka bir bölüme götürüp anılarına orda bakılmaya başlandı ama ne hikmet biz yine seninle alakalı hiçbir şey öğrenemedik. En çok acı çektiğin ânı göremedik." Sandalyenin kollarına yaslanarak üzerime eğildi.
"O anıya giremedim ve ilerisine de bakamadım. Ne var o anılarda? En çok acı duyduğun ne olabilir?" Yavaşça geri çekilirken kendi kendine konuşuyordu." Hayatın zor geçmiş daha on üç yaşında bunlar olmuş. Yaşadıkların kolay değil ama o gizli anıda daha fazlası olduğunu biliyorum. Daha fazla ne yaşamış olabilirsin?" Dediğinde nerdeyse bana acıdığını düşünecektim, nerdeyse.
"Sana bir şey diyeyim mi kızıl cadı siz ne kadar denerseniz deneyin o anılara ulaşamayacaksınız. Fazla zamanınız kalmadı Dark daha ne kadar sabreder sanıyorsunuz," dedim yavaşça geri yaslanmıştım. Bakışlarım tehditkar bir ifadeye bulanmıştı. Amacım onu korkutmak değildi ki zaten yapamazdım ama en azından şüpheye düşürebilirdim.
"Sizce Asya’yı yok etmek için daha ne kadar bekler he, üstelik ben buradayken." Gözbebekleri genişledi. Heyecanlanmıştı. Ne için? Küçülmesi gerekiyordu büyümesi değil." Bana onlar arasında ne olduğunu söyle, sana zarar gelmesini engelleyeyim. Sadece bana bu Dark kim onu söyle." Dediğinde şaşırdım. Kaşlarım çatıldı ancak hemen düzelttim. Ne yani hiç bir halt bilmiyorlar mıydı?
"Siktir git." Dedim sadece. Oda yüzünü buruşturarak geri çekildi. Arkamdaki kapı açıldı ve arabalar alındı, ekranları topladılar ve kızıl cadıyla birlikte çıktılar. Işıklar kapanmıştı sadece ekranın ışığı vuruyordu yüzüme. Odamın kapısının yanındaki duvara çöktüm. Kötü bir karar mı vermiştim acaba? Kabul edebilirdim. Evet kesinlikle kabul etmeliydim hem Asya'nın kuyusunu kazar hem de korunma altına alınırdım ama ona ne kadar güvenebilirdim? İşte orası muammaydı.
Dizlerimi kendime çekerken ne yapacağımı düşünüyordum. Daha kendi isteğim dahilinde bile uyuyamamıştım. Sürekli bayıltılıyordum. Etrafı gezemiyordum. Zaman kavramından bir haberdim. Sadece zamana ihtiyacım var diye geçirdim içimden. Henüz daha ilk günlerimizdi. Henüz ölüm makinesi olmak için eğitimlere bile başlamamıştık. İlk önce nasıl bir kimlikte olduğumuzu çözmek istiyorlardı. Bu anı makinesi büyük ihtimalle kimin nasıl eğitim alabileceğine dair fikir edinmek için vardı.
Peki ben? Birini öldür deseler yapacak mıydım tekrar? Elbette. Diye bir ses geçti içimden. Karanlık tarafımdan, içimdeki aydınlığı bastırdığını hissediyordum. Büyük ihtimalle yine ifadesizliğe bürünecektim. Benim iznimle olan bir şey değildi. Zihnim bir yılı ikiye bölerdi. Kişiliğimi ikiye bölerdi. Yılın yarı dönemi aşırı mutlu cıvıl cıvıl arkadaş canlısı sosyal ortamı bol bir kızken diğer dönemi karanlığa bulanıyordum. Bakışlarım soğuklaşıyor istemsizce insanlardan uzaklaşıyor ve tamamen kendimi geliştirmeye odaklanıyordum.
Yine benim müdahale edemediğim bir dönemde psikoloğa gitmiştim. Dediğine göre bu bir savunma mekanizmasıydı. İnsanların bana zarar vereceğini düşünen beynim kendini soyutluyordu ardından insanlardan bir zarar geldiğini görmediğimde tekrar açılmama izin veriyordu. Altı aylık dönemde insanların bana kötü bakışlarını kavgalarını kırıcı sözlerini topluyor ve soğuklaşmaya kendini hazırlıyordu.
Dışarıdan aşırı soğuk ve saldırgan gözüküyordum. Kimseyi takmayan her şeyin altından kalkan, kendine laf ettirmeyen umursamaz ve güçlü. Aslında öyle değildi en ufak bakışta bile kendimi kötü hissederdim ama asla bunu dışarıya yansıtmazdım. Bunun bir saçmalık olduğunun farkındaydım ama zihnim böyleydi onu taktığım pek söylenmezdi.
Yine depresyon dönemlerimden birinde dayıma derdimi anlatmaya çalışmıştım ama onu kandırdığımı sanmıştı. ‘Kızım git işine. Hiç bir şey senin umurunda değil.’ Bunları dedikten sonra kalbime dokunmuştu. ‘Burada tek bir duygu bile yok’ Ona kızmıyordum çünkü o zaman ona eve geldiğinde merhaba bile demezdim, mecbur kalmadığım sürece sesimi çıkarmazdım. Muhabbet etmezdim. Tepki vermezdim. Aslına bakarsan iki tane sorumluluğum vardı ama onu bile yapmazdım.
Çok yorgundum. Ellerimi kaldıramayacağım kadar. Yürümek bana işkence edecek kadar yorgundum. Çökmüştüm. Tükenmiştim. İlgi istemiyordum bana bakılsın istemiyordum. Sadece yalnızlığı istiyordum. Koskoca gün çalışan eve akşam gelen insanlara bile içimden neden geldi ki derdim. Bütün gün yalnız olmama rağmen yetmezdi. Yalnızlık beni boğsun istiyordum ama alamıyordum.
Kapının açılma sesi gelmişti ama ben yere dalmıştım ve bakışlarımı çekemiyordum. Işıklar açıldığında bedenim rahatladı ve bakışlarımı kaldırdım. Herkes gelmişti. İnsanlar içeri dağılırken bana baktıklarını hissediyordum ama sadece kalabalığa bakıyordum. İleriden Mert ve diğerlerinin buraya geldiğini gördüm.
"Selam," dedi Mert. Kafamı sallamakla yetindim, yavaşça ayaklandım. Bakışları yüzümü tavaf ediyordu üçünün de." Neler olduğunu anlatmak ister misin?" Kaşlarımı çatıp ona bakmaya başladım. O da kaşlarını çattı." Ne yani bize neden bizi çıkardıklarını söylemeyecek misin?"
"Bildiğimi nerden çıkardın?" Dedim kayıtsız bir sesle." Ayrıca bilsem bile bunu size söyleyeceğimi nerden çıkardınız?" Dedim bu sefer hepsine ithafen." Ne oldu,daha bir kaç saat önce hain olduğumu düşünüyordun Mert? Ne şimdi bu arkadaşımmış gibi davranışlarının sebebi. Beni kurtardınız diyemeyeceğim ama en azından denediniz saolun ancak," onlara baktım." Size hiç bir şey anlatmakta, sizin arkadaşınız gibi davranmak istemiyorum." Deyip odama yöneliyordum ki kolumdan tutuldum.
Yavaşça arkamı dönerken kolumu tutanın Akın olduğunu gördüm." Ya öyle davranmanı değil, cidden arkadaşımız olmanı istiyorsak?" Dediğinde İlayda’nın kaşlarını çatıp Akın’a baktığını gördüm." Elbette bir anda sana güvenip seni sevmedik ama başından beri," açık açık arsızca beni süzdü." Bir isyan gibisin. Burada kalmak istemiyorsun ama burada olmak görevinmiş gibide. Seninle arkadaş olmak istiyoruz çünkü çıkmamıza yardım edebilirsin." Dediğinde kolumu çektim. Dudaklarıma sahteliği belli olan bir tebessüm kondurdum. Gereğinde bu tebessüm oldukça gerçekçi olabilirdi ama şuan gerçek olmadığını bilmelerini istiyordum.
"Saolun ama kalsın, ben tek başıma iyiyim." Dedikten sonra bir şey demelerine izin vermeden içeri girdim. Odadaki kamerayı az önce sökmüşlerdi illaki haberleri olmuştu yeni bir yere kamera koymuş olabilirler miydi. Burada bir kapı olduğunu biliyordum öldürdüğümüz insanlar buradan çıkarılmıştı. Nerde olabilirdi?
Kapıyı aramayı sonraya bırakmalıydım, önceliğim kamera olup olmadığını bulmaktı. Odayı fazla detaya inmeden inceledim ama kamera göremedim daha da ayrıntıya inecektim ama esnemeye başlamıştım. Oysaki daha bir kaç saat önce uyanmıştım neden tekrar uykum gelmişti? Evet çok uyuyan biriydim ama heyecanlı ve tehlikeli durumlar dahilinde olduğumda asla uykunun tek harfi bana uğramazdı.
İlaç vermiş olabilirlerdi, anılarımız kontrol ederken. Buna fazla direnmeyecektim. Uyku eşiğim düşüktü. Yatağa uzandım. Yastığa başımı sürttüğümde gülümsedim. O an garip geldi. Cidden her şeye rağmen gülümseyebiliyordum. Çünkü ânı yaşıyordum. Yaşadığım mutlulukta acıda hüzünde anlıktı benim için. Hiçbir duyguyu kendine zehredecek kadar yaşamazdım.
Sağ elimi yavaşça kaldırıp başımı okşamaya başladım. Bir kaç saniye sonra bir gözyaşı firar etti gözlerimden. Kelimelerime vuramadığım acı içimden çıkan su parçacığında hayat buluyordu. Bağırıp çağırmak büyük bir alanı öfkesiyle yıkmak istiyordu ama kendini o küçük damlaya hapsolmuş şekilde bulmuştu. Tıpkı benim gibi. Ruhum gibi. Bende bu bedende hapsolmuştum. Ruhum özgürlüğün kanatlarına aitken acının beden bulmuş haline tutsaktı. Ne kadar bu bedene vursa da, vazgeçirmeye çalışsa da beden onu dinlemiyordu. Hayır yanlış. Hayat onu dinlemiyordu.
Herkes tutsak mıydı bilmiyordum ama kimsenin bu işkenceden kurtulmak istemediğini biliyordum. İnsanlar bazen keşke bu bedende olmasam diyordu ancak kimse benim gibi her an her saniye bu bedene ait olmadığını hissetmiyordu. İnsanlar adaptasyona fazla yakındı. Her zorluğu yaşamamak için kendini katran rengindeki acıya bırakıyordu. Acıya uyum sağlıyordu. Bense acıya ne kadar karşı çıkarsam o kadar tutsağı olmuştum. Bu lanet şey sanki en çok düşmanı olan duygulara sahip insanların canını acıtıyordu. Büyük düşmanlarındandı özgürlük, acının. Çünkü acı tutsak ederdi, özgürlük ise onun yasasına tersti.
Neden? Dedim kendi kendime içimden. Yine dışıma duyuramadım. Bir acı daha süzüldü gözümden. Neden hiç başımı okşamadınız? Neden sana sarıldığımda beni ittin anne? Neden kendine beni bu kadar alıştırdıktan sonra gittin baba? Neden mutlu olmamı istemedin dünya? Neden canımı yaktın kardeşim? Neden beni seçtin nefret?
‘Çünkü’ Dedi aslında var olmadığını bildiğim ses. Bu zihnimin oyunuydu. Beni inandırmaya çalışan usta oyuncu. ‘İçindeki güç çok fazla, bunu özgürlüğe vermezdim. Sen benim olmak zorundaydın bionca. Sen bana ait olmalıydın. Benim güzel kan yaşım. Acım. Yasım. Bana ait olduğunu bildiğim her şeyim. Sen her zaman tutsak olacaksın. Çünkü kimse senin kadar direnmeyecek.
Gerekirse içimdeki seni öldürecektim kan yaşım. İçimdeki acıyı içten içe seven sosyapat. Ben asıl mutluluğa mahkûmum. Kimse beni kendi yazdığım kaderden vazgeçiremez.
.....
"Kaybedeceksin!" Dedi nefretle. " Vazgeç artık. Bu hırsın yüzünden insanlar senden nefret ediyor. Vazgeç artık, vazgeç!" Dedi bağırarak. Rüzgar o kadar çok esiyordu ki saçım yüzüme yapışmıştı.
"Asla," dedim içimde hala var olduğunu bildiğim güçle." Kanımın son yasına kadar kardeşim için barındırdığım son sevgi damlasına kadar son kan yasına kadar asla vazgeçmeyeceğim!"
"O öldü!" Dedi acımadan. "Ölümü kan yasını başlattı. Anlamıyor musun aptal bir tabir değil kan yası. Bu bir mühür. Vücuduma, ruhuma işledim ben bunu. Sana söylüyorum asla tükenmeyecek olana sadığım ben!"
Siren. Yangın. Hastane. Bu korkunç sesi her türlü felakette duyabilirdiniz ama ben bu sesi bir felaket için değil uyanmak için duyuyordum. Belki de en büyük felaket uyanmaktı. Belki de her şey gözlerimi açtığımız için oluyordu. Doğar doğmaz ağlıyorduk, sanki dünyanın acı verici olduğunu biliyor, bizden önce acı çekenlere ağlıyorduk. Gelmemek için korktuğumuz için ağlıyorduk. Var oluyorduk küçük bir tohum şeklinde. Annelerimizin derileri koruyucumuz oluyor bize güvenli alanı sağlıyordu dokuz ay boyunca.
Sonra bizi daha fazla istemiyorlardı vücutlarında. Dışarı çıkmamız için alıyorlardı bizi zorla. Bize sormuş muydular ki bu dünya için hazır olup olmadığımızı. Bizi bir karşılık için vâr ediyorlardı. Bizi yaratan bile bizden bir karşılık istiyordu.
‘Beni anın diyordu. Adımla yaşayın. Kurallarıma sadık kalın’ diyordu. Bize karnında can veren bizden karşılık bekliyordu. ‘Yaşlandığımda bakın bana. Ben sizi senelerce büyüttüm karşılığını verin’. Belki de yüzümüze vuruyorlardı, ‘ben seni dokuz ay boyunca karnımda taşıdım diyorlardı’. Bize hayat veren bir diğer varlık vardı. Güvenin tanımı olan baba. O da karşılık bekliyordu ‘emeklerimi boşa çıkarma. Beni unutma ben baktım sana.’ Belki de karşılık beklemiyorlardı ama en çok canımız yakanlarda onlar oluyordu. Hatamız için yenilen dayak. Komşuya söz olduğumuz için edilen hakaret. Belki karşılığı en az isteyenlerdir ama canımızı en çok yakanlardı.
Eş, sevgili belki de flört. Karşılık bekliyordu. Seni seviyorum derlerdi. Bende seni seviyorum derdin yeterli gelmezdi. Bana bedenini bahşet derlerdi. İstemezdin. O zaman benden bu kadar derlerdi. En büyük kandırmaca onlarındı. En büyük isteğe sahip olanlar onlardı. Aşk sahteydi. Sevgi sahteydi. Sevda sahteydi. Her şey karşılıklıydı. Arkadaşlık sen bir şey yaparsan oluşurdu. Her şey karşılıklıydı.
Sende bir karşılık beklerdin. Sende sahtekardın. Sende yalancıydın, sende katildin. Dünyanın en masumunu getirin karşıma o da suçluydu.
Gözlerim aralandı. Işıklar yanıyordu. Bir an karanlığa alışan gözlerim aydınlığı görünce yandı. Gözlerimi yavaşça açtım ışığa alışmalarını bekledim. Yatakta esnedim. Yavaşça ayaklandığımda daha önce sirenle ayıltılmadığımız için garip geldi bu durum.
Banyoya girip elimi yüzümü yıkadım. Bakışlarım aynaya düştü. Yeşil gözlerimde var olmayan ışık artık hiç yoktu. Emaresi bile kalmamıştı. Doğduğum andan beri bundan bahsedilirdi. Üç kardeştik, en büyükleri bendim. İki sülalede de renkli gözlü yoktu. Ne birinci ne ikinci dereceden. Sadece anne tarafımdan dördüncü dereceden annemin kuzeni renkli gözlüydü onun dışında kimse yoktu. Babam bir kere bunun mucize olduğunu söylemişti.
Çakırım diye seslenirdi bana. Dediğine göre askere gitmeden önce çok dua etmiş." Askerden geleyim hemen evleneceğim." Dermiş herkese. Sonrada en büyük dileğini dillendirirmiş." Çakır gözlü bir evladım olsun istiyorum." Dermiş. Her zaman hayaliymiş. Nasipte olmuş. Ama bir keresinde bana yıllar önce buluştuğumuzda keşke hayırlısını isteseymişim demişti. Kaderimden yakınırdı. ‘Yeşil gözlü bir evladım olmasını çok istemiştim ama keşke bahtı güzel bir evlat isteseymişim.’
Çocukluğumda ilkokulda gözlerim çok dikkat çekmişti. İki kişi vardı benimle birlikte renkli gözlü olan. İkisi de kızdı. Anneleriyle annem sohbet ederken çok bahsi geçerdi. Evet gözlerinin rengi çok güzel ama ışıltısı yok. Kardeşlerinin gözleri kahverengi ama ışıltısı çok. Onun ışıltısı hiç yok. Demişti annem Ayşe ablaya.
Tam olarak anılarımda net değildi ama mahallede bir teyze vardı. Annem dışarı çıkmamıza çok nadir izin verirdi. O gün zar zor izin almıştık. Mahallemizin teyzelerinden biri beni çağırmıştı, onunla hiç konuşmamıştım ama tanıyordum. Annem bizi dışarı çıkarmadığı için zorunlu kalmadığım sürece balkondan ayrılmazdım. Dışardaki çocukları izlerdim. Kendim oynayamasam da onların oyunlarını izlemekte çok eğlenceliydi.
Esma teyzenin yanına gittiğimde elini yanağıma koymuştu. ‘Ah benim güzel yavrum.’ Demişti. ‘Gözlerinin ışıltısı çok az. Çok zor bir hayatın olacak. Karanlığa mahkum olmak kaderinde var. Allah gözlerine renk verirken ışıltısını almış. Acılarını bir güzelliğin ardına gömmüş. Allah sana acısın güzel çocuk.’
Dediği gibide olmuştu. Annem ne kadar böyle bir anın hiç yaşanmadığını söylese de ben hep inanmıştım. Çocukluğuma dair anılarımın bazıları çok netti o yüzden iyi bir hafızam olduğunu savunmuştum her zaman ama olayların parladığı noktaları hatırlıyordum sadece. Geçmişimin çoğu kesik kesikti. Anılar birden kayboluyordu.
"Bütün numaralar derhal açık alana, tekrar ediyorum. Bütün numaralar açıl alana." Diyen sesle ayakkabımı giyip odanın kapısını açtım. Çoğu kişi yerine geçmişti bende hızla yerime geçtim.
Herkesin yerine geçtiğini hoparlörden gelen sesle algıladım.
"Evet," diyen alaycı sesi duydum. Asya." Bugün ilk dersinizi alma zamanınız geldi. Çürük elmaları ayıkladık tam doksan kişiyle devam ediyoruz ki bu oldukça büyük bir sayı. Bakalım eğitim sonuna kaçınız kalacak." Boğazını temizledi." O zaman sizi daha fazla merak ettirmeden ilk ders için sahaya alalım, iyi şanslar." Dedi ve hoparlörler kapandığı gibi kapı açıldı, içeri askerler geldi.
İşte şimdi gerçek yüzlerini gösterecekleri zamandı. Şu ana kadar bize yumuşak davranmışlardı ama şimdi her şey açık hali ile karşımıza çıkacaktı.
Ve hayatlarına etkileyecek katliam oyunu başladı.
🌙
Kurtuluşlarına
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |