8. Bölüm

GERÇEĞİN ACISI

Hazal Şirin Aydın
grilt998

Bir çocuğun hayal rehberi

Yanlış

Bir kızın vazgeçilmiş hayalleri

~*~

Bugün var ya en mutlu günüm olabilir anne ya!

Okulumda çok huzurluydum eve geldim en sevdiğim yemekler vardı ve ilk defa hep birlikte hiç bir tartışma olmadan yemek yedik. Ama böyle olacağını bilmiyordum, bilseydim babamın yanına oturmazdım. Babam ile konuşuyordum anne, sonra o birdenbire yüzünü buruşturdu. Titremeye başladı anne. Kriz geçirdi. Yine. Şoka girdim. Yüzüme suyu çarptığında kendime geldim. Gözlerini gördüm anne. Gözlerindeki çaresizliği. Sana söz anne bir daha seni asla çaresiz bırakmayacağım.

Yanlış.

Çaresiz kal anne. Ben içimde cehennemi yaşarken çaresizdim çünkü benden vazgeçmiştin. Bana o adam için sokağın ortasında vurduğunda insanlar bana acıdığında anne ben çok çaresizdim ama sen benim çaresizliğimi umursamadın. Şimdi sen yan o çaresizliğin cehenneminde anne.

Yan ve bana yalvar.

🌙

Alev Sarıkan/ saat 19:19

"Hayır. Seninle daha işim bitmedi küçük hanım kalk ayağa." Üzerime eğildiğinde tekrar vuracağını sandım ama bir darbe gelmeyince gözlerimi açtım.

Lambanın ışığı yüzünü bulanıklaştırmıştı ya da ben iyi değildim. Her yanım sızım sızım sızlıyordu. Bir dizinin üzerine çöküp bana yaklaştı. Burnumun dibine geldiğinde yüzüme nefesine üfledi.

Sol eli saçlarıma giderken sağ eli yüzüme dokundu. Tenim karıncalandığında o saçım ile oynamaya başladı. "Bu kadar güzelken nasıl bu kadar savaşmaya meraklı olabilirsin? Hiç mi korkmuyorsun güzelliğim gider diye?"

Gözlerine bakarken amacını anlamıştım. O.. nasıl desem çekiciydi, fazla, çok fazla yakışıklıydı her hareketi büyüleneceğiniz kadar güzeldi ve bu büyüsünü benim üzerimde kullanmaya çalışıyordu. Ancak kendime babacık fantezisi aramıyordum. O yüzden beni kandıramazdı. Sol elini saçımdan yavaşça çekip yüzünü yüzüme yaklaştırıyor sağ eli dudağımı okşuyordu.

Sol eline silahı aldığı anda ellerimi çapraz yaparak boynunu kıstırdım. Bacaklarım beline dolandığında, diyaframına da baskı yapıyordum. Elindeki silah yere düştüğünde yüzü kızarmaya başlamıştı. Güçsüz bir adam değildi hatta fazlasıyla güçlüydü. Mesela onu boğan bu kızı anında yok edecek kadar, ancak bu zamana kadar onun beni öpmesine izin vermiştim.

Engellememiştim. Aramızda bir çekim vardı ve bunu inkar etmiyorduk. Bazı zamanlar kendimizi kaptırıyorduk ama bazı zamanlar o bana oyun oynuyordu. Aslında öyle sanıyordu ben her seferinde bana silahı hedeflediğini biliyor buna rağmen kurşun yiyordum.

Amacım ona güçsüz ,irademin zayıf olduğunu hissettirmekti ve bunu başarmıştım. Eğitmenler öğrencileri ayırmaya başlamıştı, bunun olacağını biliyordum bu yüzden onu şaşırtmak için yaklaşık iki haftada on kurşun yemiştim. Onu benden vazgeçirmek istiyordum ancak inanılmaz şekilde bağışıklığım ve dayanıklılığım çok fazlaydı ve bu onu zaten şaşırtıyordu. Ancak ben hiç beklemediği bir şey yapmak istiyordum.

O hastalıklıydı. İnsanları öldürmeyi seviyordu. Ancak sevgi kelimesini öğrenmesine rağmen unutmak istiyordu. Çünkü aşk onu nerdeyse öldürüyordu, bu yüzden 'kime sevgi gibi bir duygu beslersem ona zarar vermeye başlarım aşık olmamak için ‘ derdi. Hayat felsefesi buydu. Aşk ölümü getirir. 'Ben öleceğime aşık olduğum kişiye zarar veririm benden uzaklaşır kimse zarar görmez' derdi.

Bu cidden hastalıklıydı ama karanlık bir odada kimse yokken aylar boyunca yedi yirmi dört bu sesi duyarsanız beyninize bu işlerdi. İşkence değildi bu zihni yok etmekti, ölümdü. Aşkınızla ilgili bütün güzel anıları teker teker izler sonra size ihanet edişini görür bambaşka yüzlerce senaryo beyninize kazınır ve aşktan nefret etmenize sebep olurdu.

Onu yana doğru devirdiğimde ellerim boynundan ayrıldığı anda öksürmeye başladı. İki kere nefes alıp verdikten sonra ayağa kalkıp silahı aldım. Dark'ın karşısına geçtim. Nefesleri hala düzensizdi ve ara sıra öksürüyordu. Ama gözleri bendeydi. Gözleri parlıyordu. Şaşırtmıştım. Yine dedi sessizce.

"Ben fark etmediğim her an için bir kurşun yedim şimdi sıra sende." Silahın namlusunu ona çevirdim. Gözleri benden ayrılmadı ama saha dışındaki diğer eğitmenler beni fark edip buraya doğru gelmeye başladılar.

"Alev! Sakın, sakın yapayım deme!"

"Alev Sarıkan! Bırak o silahı derhal."

Ayağa kalkıp karşıma geçti, elinde nerden bulduğunu bilmediğim silahı bana doğru tuttu. O alnımı hedef aldı ben bacağını. O beni öldürmek istiyordu ben zarar vermek. Ben her zaman zayıf olandım. Ölümden korkar insanlara sadece zarar verirdim. Beni öldürmeye çalışan kaç kişi olmuştu? Üç mü yoksa dört mü? Peki ben beni öldürmeye çalışanlara ne yapmıştım? Sadece zarar vermiştim o da ne içindi beni öldürmesinler diye.

Peki ben ne için eğitim görüyordum? Öldürmek için. O zaman neden birilerini öldürmüyordum? Gözlerimi ona doğru kaldırdım. Diğer eğitmenler onu sakinleştirmeye çalışıyordu. Yavaşça kafamı da kaldırdım. Saçlarımı geriye attım. Bakışları bana doğru döndüğünde ben namlunun hedefini değiştirdim.

Ve ateş ettim. Kalbine. Üç el kurşun göğsünü deldi.

Ama o sanki ruhunu delmişim gibi baktı bana. Ya da bana öyle geldi. Ben ne zaman kötü bir şey yapsam sanki beni öldürmeyeceklermişte ben onlara öylesine zarar vermişim gibi bakarlardı bana. Ya da ben öyle hissederdim.

"Alev ne yapt-

"Alev uya-

"Onu öldür-

"Uyan!"

"Dar-

"Öldür-"

Bedenim sarsıldı. Sonra bir daha sarsıldı. İki farklı boyutta aynı anı yaşıyordum gerçeklik algım kayboluyordu. Yüzüme inen tokat ile gözlerimi açtım. Asya gözlerindeki hırsla bana bakıyordu. Ne ara gitmiştim? Kaç saat olmuştu?

"Seni sürtük daha işimiz bitmedi." Kırılmam mı gerekiyordu?

"Ver şu çipi. Biraz elektrik yesin de görsün." Semih denen herif elindeki kalem gibi şeyi Asya ya verdi. Kafamı aşağı çekip enseme çipi batırdı . Ne harika! Bir çip da-

Sırtım kırılacakmış gibi büküldüğünde canımın acısından değil konuşmak düşünemiyordum bile. Art arda gelen voltaj vücudumu deli gibi titretmeye başladı. Asya durmadı hatta voltajı daha da yükseltti. Burnumdan bir sıcaklığın geçtiğini hissettim.

"Söyle bana nerden tanıyorsun Dark’ı?" Elektriği kesmişti ama ben hala kendimde değildim. Nabzımın akışını hissediyordum. Gözlerim kayıp tekrar eski haline geliyordu. Damarlarım adeta yanıyordu. Bu alışık olduğum bir acıydı ama ilk defa bu kadar katlanılmazdı.

Yüzüme inen tokatla gözümden bir yaş süzüldü. Bu kadar güçsüz olmaktan nefret ediyordum. Bana vurmalarına izin vermekten. Monitörlerden deli gibi ses gelemeye başladığında Asya sandalyenin önünden çekildi. Lanet olası kadını öldürmek istiyordum. Kendimi öldürmek istiyordum. Bu lanet olasıca yeri herkesin başına yıkmalıydım.

"Dış tepkilerinde herhangi bir şey yok elektrikten kaynaklı değil, bu onun gerçek duyguları." Dedi Semih. Bakışların bana döndüğünü hissettim. Bana bakan bakışlarının da belalarına sikecektim elbet.

"Bu kadar yoğun duyguları daha önce hiç görmedim. İyi duyguları olabildiğince az yoğunlukta ama kötü duygular... Daha önce görmediğimiz belki hiç göremeyeceğimiz bir şey test sonuçlarını da gördün karakter gücü fazla yüksek, anılarına sahip çıkabiliyor makinaya karşı çıkabiliyor.

Onun zihnine girmeliyiz Asya. Bu zihin sadece bir katliam yüzünden bu kadar güçlenmiş olamaz, eğer ne yaşadığını öğrenebilirsek deneklere bu hayatı uygularız hepsinin bu kadar güçlü olduğunu düşünsene! Lise öğrencilerini katletmek yerine anaokullarına girelim altı yaşından itibaren bu hayatı-"

"Ne sikim saçmalıyorsun sen?" Dedi Asya. Bir süre etraf sessizliğe gömüldü. "Altı yaşındaki çocukların hayatlarını mahvetmek mi istiyorsun? Daha o yaşta. Biz sadece eğitmeniz Semih bilim adamı değiliz, biz sadece ülkemizi savunmak istiyoruz ülkemizi içten içe katletmek değil.!" Bir kaç takırtı sesi duyuldu.

"Arşiv dördüncü kata alındı. Al bu da yeni kartın. Dikkatli olun bir virüs daha istemiyorum. Alev’i da al bölüğüne götür ağzından tek laf çıkmaz bu kızın. Üç saat olmuş daha fazla uğraşamam. Bir daha da Semih bu saçmalıkları duymayacağım."

Kapı kapandığında bir kaç dakika bir ses duyulmadı yavaş yavaş ayılamaya başlıyordum. Semih'in gölgesi üzerime düştüğünde zincirlerin kilidini açıyordu. "Bizi duydun mu Alev?" Gözlerimi ona çevirdim. O da bana bakıyordu.

"Sence bir şey algılayabilecek gibi mi duruyorum şerefsiz." Gözlerini kilitlere çevirdi. Diğer elimin zincirini açtığında içeri askerler girdi.

"Alev’i bölüğüne götürün, gözlerini bağlamanıza gerek yok. Algı durumu düşük." Askerler hareket etmediler. Semih beni belimden tuttu ardından askerlere doğru yürüttü. Askerler kollarımdan tuttuğunda onlardan destek aldım. Yere doğru yaklaşıp sonra ayaklarımı güçlendirdim.

"Elinde ne var?" Dedi Semih. Ona ne der gibi baktığımda bir süre boş bakışlarıma baktı ardından başını iki yana salladı ve gitmemi söyledi. O kadar yorgundum ki zar zor ayakta duruyordum.

Yani onlar öyle sanıyordu. Merdivenlerden indiğimizde askerlerden biri sağa biri sola gitti. Birbirlerine baktıkları o kısa anda bir anda dikleşip dirseğimle sağ taraftakine vurdum. Sol taraftaki askerin sırtındaki silahı aldığım gibi kafasına sıktım ardından sağ tarafta yere kapaklanmış askerin kafasına sıktım.

Duvara baktığımda ilk katta olduğumu gördüm. Elimde silahla sessiz olmaya çalışarak merdivenleri çıkmaya başladım. Koridorlarda nöbetçiler vardı ama merdivenler kenarda durduğu için görünmüyordum.

Askerlerden biri son anda beni görmeden dördüncü kata geldiğimde burada dört asker vardı. Her bir köşede biri. Sadece ikisini öldürmek istesem de hepsi birbirini görecek şekilde konumlanmıştı. Kendime şans dileyip ilk askeri vurdum. Silah sesini duyan askerler vurduğum askerin yanına doğru koştular. Asansör aşağı doğru indiğinde şansıma şükrettim.

Askerler asansörü çağırmaya çalışırken ben ikisini daha vurdum diğer asker kulaklığıyla konuşmak için arkasına dönmüştü. O konuşamadan onu da indirdim. Arşive doğru ilerlemeden gördüğüm bütün kameralara kurşun sıktım. Arşiv kapısını gördüğümde kartı bölmeye okuttum.

Merdivenleri çıkan askerler beni görmeden kendimi kapıdan içeri attım. Arkamı döner dönmez kapıya barikat örmek için bir şeyler aradım.

Bölmeli dolapları yan çevirip kapının önüne koydum. Sonra kapıya yaklaşıp kulağımı kapıya yasladım. Askerlerin sesini duyabiliyordum. Bir kaç ayak sesinden sonra konuşmalar başladı.

"Her yere baktınız mı?"

"Evet efendim ancak arşive hen-

"Gerek yok kızın kartı yok içeri girmez zaten asansörün indiği kata bakın bir bölüğü de kameralaralardan nerde olduğunu bulmak için gönderin ilk eğitimler başladığı için diğer kameralara kimse bakmıyor."

"Emredersiniz efendim."

Biliyordum işte. Başkaları da vardı. Kapatılan üniversitelerdeki öğrenciler buradaydı. Tek kötü nokta şuydu ki kimse bize ne olduğunu bilmiyordu. Şuan dışarıda olan bizim üniversitenin kapatıldığı öğrencilerin yurt dışına çıktığıydı. Ama sadece bu olamazdı aileler bu kadar kolay kanmazlardı. Altını mutlaka bir şeyle dolduruyorlardı.

Arşivin içine göz attığımda bilgisayarlar bir köşede sıralanmış dolaplar yıl tarihine göre sıralanmıştı. Yavaş yavaş geriye doğru giderken bu katliamın ne kadardır sürdüğünü merak ediyordum.

2028 KIYAMET YILI.

2027 KIYAMET YILI.

2026 İlk Dördün Yılı. KAYITLAR AÇILMIŞTIR. Cumhuriyet Üniversitesi. Mesleki Teknik ve Gelişim Üniversitesi. Antalya Üniversitesi. Ankara Üniversitesi. Aydın Harp Üniversiteleri..

2025 3. Değişim Yılı KAYITLAR GİZLENMİŞTİR.

Bilgi: Üniversite Katliamları Devam etmektedir. Yeni başkan Lise katliamlarını sona erdirmiştir.

2024. 2. Değişim Yılı. KAYITLAR GİZLENMİŞTİR. Bilgi: Üniversite Katliamı Başlamıştır.

2023 Değişim Yılı. KAYITLAR GİZLENMİŞTİR

2022 Devir yılı. Bektaş Üniversitesi. Radikal analiz üniversitesi. Balıkesir Üniversitesi. Van lisesi. Bodrum Özel Arma Lisesi. Yozgat Fen Lisesi. Gaziantep Anadolu Lisesi. Ceyhan Dönümü Üniversitesi. Tokat Meslek Lisesi. ...

2021 Dönüm yılı. Marmara Bulvar Üniversitesi. İstanbul Lisesi. Özel Çınar Koleji. Korkmaz Üniversitesi. ...

2020 Başlangıç tarihi. Özel Aydın koleji.

Elim şokla açılan ağzıma doğru gitti. Gözlerim doldu. Burnumun ucu acıyla sızlarken gözlerimi kapattım. Yıllardır sürüyordu. Karantinadan beri sürüyordu. Belki insanlar virüsten ölmemişti onlar katletmişti? Ama imkansızdı. Okullar kapanmıştı. Öğrenciler okulda yokken nasıl bir katliam yaşanmış olabilirdi.

2020 tarihli dolabı açtım. İçinde sadece bir dosya vardı. Özel Aydın Koleji. İlk katledilen okul. Dosyanın içindeki belgeleri çıkarmaya başladım. İlk önce okulun fotoğrafları çıktı. Çeşitli yerlerden çekilmiş onlarca fotoğraf. Giriş ve çıkış kapıları acil durum kapıları bütün kapıların olduğu fotoğraflar işaretlenmişti.

Okulun planının olduğu katlanmış oldukça büyük bir kağıt elime geldi. Kağıdı açıp yere serdim. Kırmızı ile işaretlenmiş çıkış kapılarının olduğu yerler askeri bölüklerin yazıldığı kocaman bir kağıt. Zamanım olsaydı uzun uzun incelerdim ancak vaktim yoktu ayağa kalkıp dosyayı yeniden elime aldım.

Öğrencilerin bilgileri olduğu kayıtlar çıktı. Kağıtların üzerinde kırmızı ve yeşil damgalar vardı. Yine haklıydım seçilmiştik. Yeşil baskıda Yaşam. Kırmızı baskıda ölüm vardı. Yaşayacaklar ve ölecek olan öğrenciler seçilmişti.

Öğrenci dosyalarının ardından birkaç belge yere düştü. Eğilip onları toplarken bir yandan da üzerinde yazanları okuyordum. Büyük harflerle yazılan yazıda KATLİAM KARARI yazıyordu. Belgeyi okumaya başladım.

Lanet olsun, lanet olsun ,lanet olsun. İçimdeki dehşet daha fazla saklı kalamazdı. Ellerim saçlarımın arasına karıştı. Gözlerimi kapatmak büyük bir işkenceydi ama yine kaybettim. Gözlerime saplanan bıçağın acısı gerçek olsaydı keşke. Gerçek olsaydı da görmeseydim.

Daha fazla bekleyemezdim çıkmam gerekiyordu. Elimdeki Katliam Kararı belgesi hariç diğer belgeleri alarak dosyaya yeniden yerleştirdim. Diğer dolaplara da bakmak istiyordum ama göreceklerimi kaldırabileceğimi sanmıyordum.

Devirdiğim dolapları yeniden kaldırdım. Kapıyı yavaşça açıp koridorda kimse olup olmadığına baktım. Kimse olmadığını gördüğümde hemen çıkıp kapıyı kapattım. Merdivenlerden aşağı inerken koridorda Semih'i gördüm. Elinde telefonla koridorda merdivenlere doğru ilerliyordu.

Tam tekrar yukarı çıkarken cık cık diye gelen sesi duydum. Gözlerimi sıkıca kapattım ve kendime şans diledim. "Bende tam sirenleri çaldıracaktım acil durum diye ama bak bizim küçük kaçak burada çıktı." Gözlerimi bayarak ona doğru döndüm. Gücüm yok gibi trabzanlardan destek aldım.

"Pekala kaçmaya çalışmayacağım, zaten lanet olası yerde tek çıkış kapısı yok ve bana her ne bok verdiyseniz ayakta durmaya mecalim kalmadı." Şerefsiz sırıta sırıta bana doğru geldi. Son basamağa çıkana kadar onu izledim. Gözlerimi geriye doğru kaydırırken o bana elini uzatıyordu.

"Sen iyi-" demeye kalmadan kollarına yığıldım. "Alev!" Elimdeki kartı o bana bakmaya çalışırken cebine geri soktum. Bide kendine eğitmen diyordu enayi. Kendimi geri çekerken elimi ona dur der gibi kaldırdım diğer elimle de alnımı ovalarken," İyiyim, sadece bir an gittim."

"Askerler!" Diye bağırdı. Anlaşılan pek umurunda değildim. İki asker merdivenleri tırmanırken Semih elindeki kelepçeyi bana doğru uzattı. Elimi kaldırdım. Kelepçeyi bilerek bileğimi sıkacak kadar daralttı şerefsiz." Alın bunu götürün, bu sefer bir sorun yaşamadan." Anlaşılan kaçmaya çalışma yalanıma inanmıştı. En azından şimdilik. Kamera kayıtlarında beni göremeyince yine ağzıma sıçacaklardı.

Askerler yanıma gelip kollarıma girdiler. Ardından da gözlerimi bağladılar. Aşağı doğru inmeye başladık.

Askerler kendi aralarında bana sövüyorlardı. Anlaşılan iyi azar yemişlerdi. Bense kendi derdindeydim üzerime ağırlık çökmüştü. Onlarca insanın canı sanki kulaklarımda çınlıyordu. Kurtar bizi. O gün o gece cesetleri ittiğimde onları dinlemeliydim gitme der gibi bakıyorlardı. Gitmemeliydim.

Ananem ne haldeydi kim bilir? Beni ölü olarak biliyorlardı veya da yurt dışına onlara haber vermeden çıkmış gibi. Her iki türlüde kalplerini kırmıştım.

Dijital ekrandan sesler geldi. Ardından kapı gürültü ile açıldığında gözlerimi açtılar, bileğimdeki kelepçeleri çıkardıklarında ben yeni yeni kamaşan gözlerimi tam olarak açabiliyordum. Askerler sırtımdan ittiğimde yavaşça içeri girdim. Yerde oturanlar sohbetlerini bırakıp bana dönmüşlerdi. Birkaç saniye onlara baktıktan sonra odama doğru adımlamaya başladım.

"Hey!" Diyen İlayda’nın sesini duydum. Ona doğru döndüğümde peşinden Akın, Mert ve tanımadığım bir kızın geldiğini gördüm. Tam karşıma geçip yüzüme baktı. Ah doğruya dayak yemiştim. Bir an elini kaldırıp dokunacak gibi oldu ama yapmadı. Yüzümü incelemeyi bırakıp gözlerime baktı. Bakışlarım boştu anlamı yoktu. Öylece bakıştık, sanki beni anlayabilecek gibi bakıyordu oysa anlayacak bir şey yoktu.

"Ne oldu?" Dedi en sonunda. Arkadakiler ses çıkarmıyordu." Gördüğün ne ise o oldu." Deyip odama doğru döndüm. Daha doğrusu çalıştım. Kolum tutulduğunda bıkkınca döndüm ancak kolumu tutan İlayda değildi. "Sen yokken alarmlar çaldı. Ne yaptın?" Bu kız kimdi de bana hesap soruyordu? Sıfatı neydi ki yolumdan döndürüyordu beni?

Boş bakışlarım anlam kazandı. Nefret içerikli duygular gözüme yansıdılar. Tek kaşımı kaldırdım. Baştan aşağı kızı süzdüm. Hukuk öğrencisi. Üçüncü sınıf. Takıldığı erkeklerle bilinen okulun gözdesi. Onu tanımıyordum ama elbette gözlemiştim. Kaltak değildi. Asildi, güzeldi ama bir fare gibiydi. Her yere sığıyordu. Defne Çınar. Akın Demirin üniversitedeki son gözdesi.

Kızın özgüvenli bakışları benimkilerin altında ezildi. Tutuşu gevşedi. Yavaşça geri çekildiğinde Akın’ın yanına geçti. Bakışlarım Akın’a döndü. Yanına gelen Defne’ye baktı. Sonra gözlerini bana çevirdi. Dudağımı yaladıktan sonra bu dörtlüye baktım.

"Sizinle ne konuştuk?" Dedim sadece. Bakışlar bir saniyeliğine bana dönüp tekrar önlerine döndü. Otoritem sağlamdı. Tanımadığım insanlara geçirecek kurallarım vardı. Çizgiyi geçmeye ise kimsenin hakkı yoktu. "Son konuştuğumuzu hatırlayın benden uzak durun."

Şeytansa şeytan. Azrail'se Azrail. Kötülük ise kötülük. Bana yaklaşan bunu görürdü. Güven yoktu, sadakat yoktu çünkü bağlılık yoktu. Özgürlük vardı, zeka vardı. Beni en güçlü yapacak her şey en kötülerde dahil bendeydi. İnsanlar isterse şeytan olduğumu düşünsün işime gelirdi.

"En dibisin biliyorsun değil mi?" Daha yeni dönmüştüm amına koyayım. "Elbet bize müşkül duruma düşeceksin. O zaman biz sana bakmayacağız." İçimdeki gülme isteğini bastıramadım.

"He şunu bileydiniz." Özgüven kraliçesine baktım." Müşkül durumdasınız ve emin ol ben müşkül duruma düşene kadar siz çoktan ölmüş olacaksınız." Defne kaşlarını çatıp ağzını açtığında arkamı döndüm ve odama ilerledim.

Kapıyı açıp içeri girdiğimde derdim sadece dinlenmekti. Aklımdaki senaryolar ile birlikte. İş büyüktü. Katliam yıllardır sürüyordu. Benim anlamadığım karantinada bu nasıl gerçekleşmişti? Öğrenciler okullarda değildi. Bir yıl boyunca kimse okulda değildi. Sokağa çıkma yasağı vardı.

Nasıl olmuştu? Nasıl? Bizi kim seçiyordu? Neye göre seçiyordu? Ben buradan nasıl çıkacaktım? Dark beni kurtaracak mıydı? Koltuğa attım kendimi. Siktiğimin düşünceleri yoruyordu. İnsanları öldürmek yoruyordu. Kaç kişi katletmiştim? İlk geldiğimdeki masum mu değil mi bilmediğim kadın. Üzerime gelen otuz beş asker. Daha şimdiden otuz altı cinayet. Cehennemde yanmayı garantilediğim cinayetler. Suçluluk dahi duymadığım.

Ağlamadığım. Şoka girmediğim. Vicdanımın sızlamadığı cinayetler. Duygusuzdum. Cidden duygusuzdum. Bu zamana kadar beynim kendini hazırlıyordu. Kafamın içinde insanları binlerce kez ciddi anlamda katletmiştim. Ailemi öldürmüştüm daha hiç bir şey yaşamadığım zamanlar. Annemin ölümü o zamanlar canımı çok yakardı. Ne ağlardım ama!

Sonra beynim soğukkanlılığımı geliştirdi. Dibimde işlenen cinayetler gördüm. Dostum ve babam öldü. Ölümle burun buruna geldim. Defalarca vuruldum. Ben masum değildim ki. Daha önce görmediğim şeyler değildi bunlar. Ben sadece acı bir geçmişi olan üniversiteli kız değildim. Annemin vazgeçişi beni yıkmıştı.

İçimdeki yangın Anka kuşu misali kendimi yok etmemi sağlamış, küllerim içimdeki acıyı belli edercesine zifir rengi olmuş, şeytanın ilgisini çekmişti. Tüyünü hala yanan küllerimin içine bırakıp içindeki şeytani zehrin bana aktarılmasını sağlamıştı. Yeniden doğduğumda dünya belki bir fani bedenin içine alabileceği en büyük nefreti görmüştü. Bu nefret dünyadaki bir adamın ilgisinde çekmişti çünkü şeytanın ilk kurbanı oydu.

Dünya sanki kadermiş gibi beni onun yanına sürüklemişti. İkimizin kimyası dünyanın sonunu getirecek cinsteydi. Saf nefret ve kötü duygulardan oluşuyorduk. Dünya sanki başına geleceği bilir gibi ardımıza acıyı sürüklemişti. Nefreti belki harlayacak belki kırıp yok edecek o duygu. İki bedenin gözlerindeki soluşu gören ruhum acıyla harlandı. Nefretim sönmedi büyüdü.

Dünyaya olan nefretim o adam tarafından dizginlendi. Çünkü o biliyordu dünya yaşlı ve lanet olası bilge bir bunaktı. Eğer içimdeki nefreti bir anda kusarsam yıkılacağımı biliyordu. Bu yüzden beni dizginlemeyi öğretmişti. Kurşunlarla. Bedenime giren her kurşun ruhumu delmişti. Çünkü aynı zamanda zihnime işkence ediliyordu.

Gözlerim kapanıyordu. Tek zayıflığımdı uykuydu.

Çünkü huzur bulduğum tek yerdi.

🌙

Gözlerimi sessizliğe açtım. Uyanmadan öncekinin aksine. Karanlık etrafımı sarmıştı. Yavaşça iki büklüm olduğum koltuktan doğruldum. Ayağa kalkıp sırtımı açmaya çalıştım. Saat kaçtı acaba kaçta kapanmıştı gözlerim? Odanın kapısına doğru ilerleyip dışarı çıktım. Beyazlık siyaha bürünmüş sadece ekranın ışığı ile aydınlanıyordu. Ek aydınlatmalar kapalıydı.

Yerde yatan bir kaç grup gördüm. Anlaşılan odada yatmaya cesaretleri yoktu. Aslına bakarsan en güvenli alan orasıydı. Bir kaç adım atıp aydınlığa çıkmak üzereyken sağ tarafımdan bir karaltı geçtiğini gördüm. Hemen yerime sabitlenip olabildiğince az ses çıkarmaya, kim olduğunu anlamaya çalıştım. Gitmemiş miydi?

Herhangi bir öğrenci olabilirdi ama kalbimdeki adrenalin öyle söylemiyordu. Vücudumuz gelecek bir saldırıyı algılama yetisine sahipti. Her ne kadar buna güvenilmeyeceğini bilsem de gözden çıkarabileceğim bir şey değildi. Karaltıya tekrar odaklandım. Yerde yatan bir öğrenci grubuna doğru ilerliyordu.

"Alper ," diye fısıldadı bir kız sesi. Alper? Ağladığını duydum kızın. "Alper, Alper !" Dedi. Artık hıçkırıklarla ağlıyordu. Bir anda tüm ışıklar açıldı. Gözlerim bir anlığına kamaştı ama kızın sesini duyabiliyordum hala çocuğa sesleniyordu. Baygın mıydı?

"Alper! Uyan ne olursun!" Sirenler çalmaya başladı. Herkes küfrederek ne olduğuna bakmak için ayağa kalktı. Odasından çıkan öğrenciler kollarını kendilerine sarıp etrafa melül bakışlar atarken Alper denen çocuk ve o kızı fark ettiler. Bir kaç kişi çığlık atarak elini ağzına kapattı. Çocuğun yüzünü gördüğümde bende şaşırmıştım.

Alper bizim okulun parlak yıldızıydı. Buraya geldiğimizde yoktu yani yeni gelmişti? Yanındaki kızsa ah o... İrem’di bilmem kaçıncı kez terk ettiği sevgilisi. Kız her şeye rağmen çocuğa deli gibi aşıktı. Bu ilişkide iki tarafta da da suç bulamazdınız ancak suçlularıda bulamazdınız.

"A- Alper sen ne arıyorsun burada?" Alper’in gözleri hala kapalıyken ışıktan rahatsız olduğu belli oluyordu. Herkes odasından çıkmış Alper ile İrem'e bakıyordu. İrem, Alper gözlerini açmadığı için daha da gerilirken Akın görüş açıma girdi. Alper’e yaklaştı ardından avucunu açtı. Ayağa kalkarken elinde bir kağıt parçası vardı. Önce kapıya baktı ardından bakışları etrafı taradı ve bende durdu.

Alper’in gözlerini açmasıyla İrem ve arkadaşları onu bir odaya götürmek için ayaklanırken Akın bana doğru geliyordu. Karşımda durduğunda arkasında her zamanki gibi Mert ve İlayda’ yı gördüm. Akın karşıma geçmiş beni tararken ben avucunun içindeki nota bakıyordum.

"Bir sorun mu var kardeşim?" Dedi Mert. Akın kafasını iki yana sallarken bana yarım adım daha yaklaştı. Avucunu açıp bana doğru gösterdi ardından bakışlarını bana kaldırdı. Kirpikleri uzundu. "Senin ismin yazıyor." Dedi fısıldayarak. Avcundaki kağıdı kendi ellerim arasına aldım ardından etrafa bir bakış atıp Akın’ın kolunu tuttuğum gibi çekiştirmeye başladım. Başta şaşırsa da peşimden geldi. "İlayda, Mert sizde gelin." Dedim sadece.

Duvar dibine yaklaştığımızda kolunu bıraktım. Umarım düşündüğüm kişiden gelen bir nottu, yoksa buradan kolayca çıkma umutlarım yok olacak ve ölümle bütün buruna gelmeden çıkmam imkansız olacaktı. Akın, İlayda ve Mert karşıma geçip önümü kapattıklarında önce onlara sonra nota baktım.

"Eğer bu not düşündüğüm kişiden geliyorsa buradan çok kolay çıkacağım ama illaki birileri tarafından yardım almak zorundayım. Benden sonra en güçlüler sizsiniz. Ben size kurtuluşu vereceğim sizde bana yardım edeceksiniz tamam mı?" Sorgularcasına bana baktı tek gözü kısılırken lanet çenesini açtı. Yalan söylediğim bu kadar belli olmamalıydı. Tabii ki not Dark’tan gelecekti başka kimden gelebilirdi? Lanet olsun! Hem benim kolay çıkma fırsatım hiç olamamıştı. Onları kandırmak için imkansız şeyler söylememeliydim.

"Ne biliyorsun sen? Nasıl kendinden bu kadar eminsin? Kime güveniyorsun? Sen kimsin Alev? Nasıl her şeyi biliyorsun? Kameraları, ses dinleme cihazları? İlk geldiğimiz gün kapıyı açman, Asya'dan gram korkmaman söylesene nasıl bu kadar bilgilisin?" Sadece gözlerine baktım. Lanet olsun ki bir şeyleri anlatmak zorundaydım.

2 saat önce alevin odası.

"Hey!" Diyen bir ses aynı zamanda beni dürtüklüyordu. Önce sol sonra sağ gözümü açtım. Yüzümü buruşturup doğruldum. Karşımdaki karanlığa bürünmüş adamın sadece gözleri renkliydi. He birde üzerindeki arma. ARDK arması gözüme çarparken kalbim ümitle kan pompalamaya başladı.

"Ne oldu?" Dedim hızlıca ardından ekledim." Nasıl girdin buraya?" Dediğimde adam iki elinide kaldırıp sessiz olmam gerektiğini söyledi. "Fazla vaktim yok, bak beni Dark gönderdi. Ülke bir şeylerin farkına varmaya başladı. Senin kaçırılmandan sonra her şeyi ortaya çıkardık ve Dar-

"Bir dakika bir dakika ne?" Adam anlamazcasına bana bakarken ben şok olmuştum." Ne demek her şeyi ortaya çıkardık? Bu zamana kadar gizliyor muydunuz?" Adam kırdığı potun farkına varırcasına tısladı.

"Bak üzgünüm ama bunu sana ben açıklayamam bu Dark’ın emriydi. Sakın ona güvenin kırılmasın o senden bir şey sakladıysa mutlaka bir sebebi vardır." o sözlerine devam ederken benim aklım başka yere kaymıştı bile.

"Beni dinle," demişti bir keresinde." Eğer birine güvendiysen, ki sen güvendiysen sana ihanet etmesi imkansız ama olsun. Neyse, eğer birine güvendiysen ve o sana bir kerede olsa yalan söylediyse veya senden bir kez olsun bir şey sakladıysa ve sen bunu fark ettiysen ona güvenmeyi bırak. Sana bir kez yalan söyleyen defalarca kez söylemiştir. Senden bir kez bir şey gizleyen senden defalarca bir şeyleri gizleyecektir. Hemen ona güvenmeyi bırak."

Kendi demişti ama kendi yapmıştı. İroni miydi bu? "Beni dinle! Kafan kaymasın bi yere!" Dedi karşımdaki adam. Güvenmeyecektim ama öyle olduğunu düşüneceklerdi. Adam gözlerime bakıp devam etti. "Ülke okullardaki öğrencilerin kaybolduğunu öğrendi öldürüldüklerini de öğrenecekler. Sizi buradan çıkaracağız ama Dark senden bir şey istiyor," siz dedi Alev sen değil. Siz. Ve o senden bir şey istiyor bir tek senden." Seni en son çıkarmak istiyor. Burada bilgi toplamanı istiyor. Bak bunun arkasında devlet var ve burası hazine gibi. Biz yapardık ama buraya girene kadar en az beş kere ölümden döndük." Cebinden bir ses kayıt cihazı çıkardı.

"Dark gönderdi." Elindeki ses cihazını aldım ve oynata bastım. "Alev selam güzelim. Bak beni iyi dinle. Sen benim yanıma 15 yaşında geldin o zamanlar gizlenmek için bir boks hocasıydım. Ancak gizlenme sürem bitmesine rağmen seninle kaldım. Seni gördüm içinde bir canavar vardı. Öfke ve nefretle beslenen her öfkeli hareketinde tekrar tekrar büyüyen bir canavar vardı. Nerden mi biliyordum? Çünkü bendede aynısı vardı. Seni eğitmek zorundaydım çünkü bu dünya senin öfkene hazırdı ancak senin gelişmiş sürümüne değildi. Neyse bunlar başka konular. Seni oradan alıp karargaha getirdim güya yaşın geldiğinde çok gizli bir operasyon için Amerika'ya gidecektin. Yalandı.

ABD'ye hiç bir zaman gitmeyecektin ama göreve gideceğin doğruydu. Eğer timden ayrılmasaydın yine orda olacaktın. Bunu çözdüğünü zaten biliyorum ek olarak sana gizli operasyon hakkında bahsettiğim her şey oranın sırları. Bazılarını illa çözmüşsündür ama sana şimdi söylüyorum öğrendiğin her bilgi oraya ait güzelim.

Kaan sana bahsetti seni oradan en son çıkaracağım bu bir seçenek değil ülken için yapman gereken zorunlu bir görev. Orası hakkında her şeyi öğrenmek istiyorum Alev. Her şeyi. Her şeyi zihnine kaydet çünkü içeri şu küçücük şeyi sokarken bile ter döktük. Şuan sana ihanet ettiğimi düşünüyorsun, ki doğru düşünüyorsun sana her an ihanet ettim. Çünkü babana bağlıydım. Sana her şeyi anlatacağım ama şimdi değil. Bana güven imkansız ama güven. O bilgilere ihtiyacımız var Alev. Yapacağını biliyorum görüşmek üzere."

"Dinledin. Sana ihanet etmedi çünkü ailene bağlıydı kafan karıştı farkındayım o yüzden sana tek ipucu vereceğim yaşadığın her şey , Dark ile geçirdiğin her dakika planlıydı Alev. Şimdi buraya bir öğrenci daha getirilecek orda Dark’ın senden istediği ilk şey var. Buranın kurallarından biri her oyundan sonra okulun bir öğrencisi getirilir. Her oyundan sonra sana Dark’ın istediği bir şey gelecek. Ve emin ol burada güvendesin kılına zarar gelmeyecek. Şimdi gitmek zorundayım." Bana baktı ama benim kafam karman çormandı." Bunun için özür dilerim ama yapmazsam susmazsın." Ve boynuma saplanan lanet olası şırınga.

🌙

"Sadece bekle. En azından şu kağıdı açana kadar." Bakışlarım Akın’dan ayrılıp kağıda yöneldi.

İlk isteğim; bana baş sorumluları bul ve isimlerini söyle.

İkincisi; Neye göre seçildiğinizi bul.

Üçüncüsü; orda bu yıl içinde getirilen başka hangi okullar var onu öğren.

Ve sonuncusu; Asya’ya selamımı kesinlikle ilet. Eğitmenin değilse bile bul onu. Eğer çoktan bulduysan ona ışıksız çocuğun son bölümde yaptıklarını anlat ve evet o bendim. Asya ise benim güneşim.

Asya onun güneşi, bense onun askeri. Asya ona ihanet eden ama Dark’ın hala deli gibi sevdiği kadın bense Asya'nın yerini dolduran sadece anlık zevklerin olduğu kadınım.

Ben yaralı o ise katil. Ben paramparça o ise korunaklı bir kale. Ben amansız bir aşık o ise hep sevilen ana kadın. Ben Dark’a salak gibi aşık olan kadın o ise Dark’ın ilk ve sonsuz aşkı.

Ne olacağını bekliyordum ki? Kendimden on yaş büyük bir adamın bana aşık olacağını mı? Ona aptal gibi o kadar çok güvenmiştim ki...

Paramparça olan ben yaralarımın sarıldığını sanarken meğer sadece eritilip tekrar birleştirilmişim zorla. Bir amaç için.

Ben farkı olmaya o kadar odaklanmışım ki siktir et beyaz atlı prensi bana yaralı bir şövalye verin demeye o kadar odaklanmışım ki aşkın gerçek olmadığını unutmuşum.

Aşk harbiden aptallıkmış.

🌙

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm : 10.02.2025 20:00 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...