12. Bölüm

İSYAN

Hazal Şirin Aydın
grilt998

UYARI: Bu kitaptaki karakterlerin psikolojik sorunları olduğunu unutmayarak okuyun lütfen.

Bu kitaptaki kişi ve kurumlar tamamen hayal ürünü olup gerçekliği kesinlikle yansıtmamaktadır.

❤️‍🩹

Kötülük, iyiliğin yerini almışsa bir insanda

Artık dönüşü yoktur ölümün.

Her saniye ruhuna bulanan kötülük

Artık senin ölümün.

🌙

İLAYDA ÇAKIR

Arkalarından gidişlerini izlerken içimdeki rahatlama beni mutlu ediyordu. Vicdanım bu rahatlamaya üstün gelmeye çalışıyor, yaptığımın yanlış olduğunu adeta haykırıyordu. Onu dinlememek için, duymamak için büyük bir çaba sarf ettim ancak Alper ile el ele çıktıktan sonra Mert'in yanımdan bana kötü kötü bakarak geçmesine kadar sürdü. Duvar dibine doğru gidip oturduğumda içimdeki hislere kulak veriyordum.

Yok saymak işe yaramıyordu çünkü hissettirdiği huzursuzluğu içimden atamıyordum. İçimdeki vicdan azabı kadar haklı olduğumu savunan tarafımda vardı. Eğer isteseydi Akın'ı kurtarabilirdi. Eğer bize birazcık değer verseydi bunu yapardı.

O ölüme giderken sadece izlemişti. Yakarışlarım koca salonda yankılanırken o bakmıştı sadece. Dinlemişti dinlettirmişti. O kurşun sesi benim beynimin içinde bir zelzele yaratırken o üzüldüğüne dair tek bir belirti göstermemişti. Susuyordu, konuşmuyordu, savunmuyordu. İstediği zaman çok güzel savaşan asla pes etmeyen kız bizimle bu konuda savaşmıyordu.

Yirmi kişi. Dile kolay olan yirmi cinayet topluca işlenmiş, hepimizin içine kordan alevler konmuştu. Tepki vermemişti. Umurunda değil miydi, yoksa alışkın mıydı? İşte orasını bilmiyordum ama çekinmiyor, korkmuyor, üzülmüyordu. Ölmekten, öldürmekten korkmayan kız asıl değer verdiği kişilere zarar vermekten korkuyordu. Belki tek korkusu buydu bilmiyordum ama emin olduğum değer verdiklerine zarar vermek istememesiydi.

Verdiği his, değer verdiği kişiyi her şeyden her kişiden koruyacağını ama kendinden koruyamayacağı yönündeydi. Bu belki diğer insanlara abartı geliyordu ama o kızla yakınlaşmıştım. Alev’deki cesaret her gücü kazanmasına sebep olacak kadar büyüktü bu yüzden güçlüydü.

O odadan çıktığında, çöp kutusuna sarılıp bir yandan kusup bir yandan ağlarken gördüğümde anlamıştım bunu. 'Annemi öldürdüm.' Dediğinde sesindeki acıdan anlamıştım. Annesi ona ne yapmıştı bilmiyordum ama ağır şeyler olduğunu güç testinde anlamıştım. Alev ne yaşarsa yaşasın hiç bir zaman içindeki o küçük kızı susturamayacaktı.

Ona acımamalıydım. Belki bu şu an yaptığımdan çok daha kötü bir hata olurdu. Beynim susmuyordu. Akın’ın ölmesini bu kadar çabuk kabul etmemi kendine yediremiyordu. Alışıyordum. Uyum sağlıyordum. Buranın kurallarına uymaya başlıyor insanları öldürmeyi sorun etmiyordum.

Ben bugün o odada iki kişinin canını almıştım. Çocukluk aşkım ve bana aşık olan adamın.

Çocukken her hareketini taklit ederek sevgimi gösterirdim. Çocukken bana bazen karşılık verirdi ama bu gençleştiği zamanlarda yavaş yavaş ortadan kalkmaya başlamıştı. Bana ufaklık diyordu, mesafe koyuyordu, başka kızlarla takılıyordu, değer veriyordu ve kalbimi yerle yeksan ediyordu.

Ona aşık olduğumu o gidene kadar söylemeye cesaret edememiştim. Ama o gittiğinde, öldüğünde mezarına sarılıp on üç yıllık yaşıma lanet edip onu deliler gibi sevdiğimi söylemiştim. Annem nihayet beni o mezardan ayırdığında hiçbir şey eskisi gibi değildi. Hayattan zevk alamıyordum, güneş artık onun yüzünü aydınlatmadığı için daha bir karanlık geliyordu gözüme. Mutluluk artık onun yüzünde görünmediğinde artık daha anlamsız geliyordu düşüncelerime. Kalbim artık onun için hızlanmadığından daha bir anlamsız geliyordu atışları.

Anlamsız gelen her şeyi bir bir arkamda bırakıyordum. Ama sıra kalp atışlarıma geldiğinde artık ergenliğimin asi döneminin üzerinden üç yıl geçmiş kendimi sevmeye başlamış, yaşamayı hak ettiğimi düşünüyordum. Hayatta kalmayı seçmem onu unutmam demek değildi. Anılarım hala onunla coşku buluyordu. Bir yemin etmiştim on altı yaşımda ondan başka kimseye hayranlık dahi duymayacağım diye.

Mezarına gidip ona bunu anlattığımda bana hak verdiğini düşünüp gururlanmıştım ama o gurur boşaydı, o mezar boştu. Öldüğünü sandığım adam o gün diğer binalarla tanıştığımızda karşımıza çıkmış bizi yok saymıştı. Onu özlemek ve anmakla geçen yıllarım onun yüzünü görmem ile boşluğa düşmüştü sanki.

O büyümüş, gençleşmiş ve belli ki bizi unutmuştu bile. Bizzat kendi kuzenini yok sayan Aras Demir beni mi hatırlayacaktı? Aşkımı sevgimi. Yüzümüze bile bakmamıştı. Çocukluğumuzu birlikte geçirdiğimiz Aras bizi yok sayıyordu ve Akın sesini bile çıkaramıyordu. Onun gidişinden sonra benden daha kötü olan biri varsa o da Akın'dı.

Sigarayla sekizinci sınıfta tanışmıştı, ciğerlerini daha o zamandan tüketmeye başlamıştı. Liseye geçtiğimizde ise o başta daha kötüye gitmeye başladı ama sonra... ona iyi gelen biriyle tanıştı. Sevgisi onu bataklıktan kurtardı. Buse'ye olan aşkı onu hayata döndürdü ama onu hayata döndüren kişi aynı zamanda sevginin katili oldu.

Buse’nin ihanetini kaldıramayan canım dostum onunla oynandığı gibi o da herkesle her kızla oynamaya başladı. Sesimi çıkaramadım. Acısını biliyordum ve ona o kızlardan daha çok değer veriyordum. Ama şimdi Arası gördüğümde buna değip değmediğini düşünüyordum.

Bizi izlemeye gelmişti. Deneylerde ne kadar iyiye gidiyoruz görmek için. Deneyden çıktığımızda Akın götürülürken o yoktu. Onu gerçekten öldürdüğümü sanmıştım ama yanımdaki adam bunun olmadığının göstergesiydi. Bana aşık olan adam Mert'ti onu vurmuştum ve bu Arası vurmamamdan daha acıydı. Mert'i o odadan çıktığımda nerdeyse bayılmak üzereyken görmem içime soğuk su serpmişti ve aynı zamanda deneylerin sahte olduğunu göstermişti. Mert’,e bir saniye deyip içeri girdiğimde dışarı çıkan kanların olmayışı bir ceset görememem içimi ferahlatmıştı. Deliriyor olduğumu sanmıştım. Aras Akın’ı umursamıyordu. Ben Akın dostumken bu kadar yalvarıyorsam o bir şeyler yapabilirdi. Herkes resmen onun ölümü için bir olmuştu.

En çok çocukluk aşkım olan Aras'a, sonra yeni yeni güvenmeye başladığım ama hiçbir şey yapmayışıyla onu ölüme gönderdiğim Alev'e kızgındım. Sonra kendime ve Akın’a kızgındım. Değmeyecek biri için bu kadar hırpalanışımıza.

Aklımda deli sorular vardı ama hiçbirinin cevabını Akın ve Alev olmadan bulamazdım. Akın’ın yokluğu bana geçici geliyordu ancak burada şaka olmadığını da biliyordum evet getirdikleri kişiler belki sahte olabilirdi, belki hologram olabilirdi ama sonuçta bu bize uygulanan bir testti.

Yine de içimde bir umut vardı.

Akın’ın önüne kimin çıktığını merak ediyordum. Kimi öldüremediğini. Kimi öldüremediği için ölüme gittiğini. Bir yandan ölüme gönderdiğim kişiyide merak ediyordum. Alev'i. Onu ben ölüme göndermiştim çünkü eğer ben orda konuşmasaydım kimseden ses çıkmayacak ve belki başka biri gidecekti.

Dayanıklılık testlerinin tek kişi için bile ne kadar zor olduğunu biliyordum. Arkadaşlarımın her gün buraya bir ölüden farksız geldiğini görüyor, bana anlattıklarını dinliyordum ve şimdi ben hem Alev'e hem Alper'e bunun on katını yaşatıyordum. Nasıl olduklarını, şuan ne ile cebelleştiklerini merak ediyordum.

Pesti artık, vicdanım susmuyordu. Pişman olmuştum bile. Ben kendim için yaşayacaklarımdan korkarken onlara bunları nasıl yapmıştım ki? Şu konuşmayı eğer gelir gelmez kendi kendime yapsaydım Alev şuan orda olmazdı.

Dizlerimi kendime çekmiş kafamı da oraya gömmüşken kapının açılma sesi ile oraya döndüm. Bir kaç saniye gözlerim etrafı netlemeye çalıştı. Sonunda görüşüm netleştiğinde etrafın fazla sessiz olduğunu fark ettim. Çevreye bir bakış atıp oraya odaklandığımda önce Aras'ı sonra asla beklemediğim kişiyi gördüm. Akın oradaydı. Bana gülümsüyordu.

Onu görür görmez ayağa kalktığım gibi koşmaya başladım. Hızımı alamadan ona çarptığımda bir kaç adımı birlikte sendeledik. "Buradasın," dedim kollarımı daha da sararken.

"Buradayım," dedi o da bana sarılarken. Fark etmeden ağlamaya başladığımda,"öldün sandım." Dedim hıçkırarak. "Şştt," diyerek kaldırdı başımı. "Aklından bir daha böyle kötü şeyler geçmeyecek güzelim emin ol. Unut artık tamam mı? Hiçbir şey olmadı."

"Tamam, öyle olsun," dedim burnumu çekerek ondan ayrılmadan önce son bir kez sarıldım. "Ama bir daha sakın bu kadar güçsüz olma." Deyip ondan ayrıldım. Arkamda duran Mert bulduğu boşlukla anında Akın'a yapıştı. Bu beni güldürürken gözlerim istemsizce Aras'a döndü. Bana bakıyordu. Gözlerimi ondan kaçıracağım sırada o bana doğru ilerlemeye başlamış eş zamanlı olarak Mert ve Akın konuşmaya başlamışlardı.

"Seni çok özledim bebeğim, sakın bir daha aşkını bırakıp gitme tamam mı?" diyen Mert sulu sulu yanağından öptüğünde kahkaha atmamak için zor duruyordum.

Akın elini yanağına götürüp orayı silerken Mert'i itmiş, "Siktir git lan şerefsiz. Yılışma." Diyerek Mert'i geri püskürtmeye çalışıyordu. Aras'ın bana seslenmesiyle son gördüğüm şey Mert'in Akın'a sarılmaya çalışıyor olduğuydu.

"İlayda iki saniye konuşabilir miyiz?" Dediğinde başımı sallayarak onu onaylamış önden gitmesini beklemiştim. Beni anlayıp duvar dibine doğru gittiğinde bende peşinden gitmiştim. İkimizde durduğumuzda birbirimize baktık. Konuşmadı. Konuşmadık. Sadece bakıştık. Gözlerimden ona hikayelerimi anlattım o ise bana acısını yansıttı.

"Sizi yok saydığım için özür dilerim ama mecburdum." Dediğinde kaşlarımı çattım.

"Neden mecburdun? Senden bunu neden istesin ki buradakiler? Kimsenin kimse ile olan ilişkisine karışmıyorlar." Dedim. Sesim sorgular bir biçimdeydi sırf onu affedelim diye yalan söylediğini düşünüyor olabilirdim. Birdenbire bu kadar değişmesi ilginçti. O da bunu gördü ve beklemediğim sözler döküldü dudaklarından.

"İlayda, Alev'e fazla yaklaşmamalısınız. O buradaki her şeyin sebebi, her şeyin sorumlusu o. Her şey onun için kuruldu. Onun buradaki amacını yerine getirebilmesi için size böyle davranmak zorundaydım çünkü emir verilmişti! Reddettim, gerçekten. Sizi çok özlemiştim, sizi görmezden gelmek çok zordu ama mecburdum yoksa burada yaşayamazdınız. Şimdi yine emirlere karşı geldim ama Alev artık bana inanıyor. Sorun yok, olmamalı. Olmayacak. Bana güvenmelisin, güvenmelisiniz. Ondan uzak durmalısınız, yoksa siz de yönetmeye başlayacaklar. Onlara karşı gelemezsiniz. Onlar çok güçlüler. Karşı gelemeyiz, onları yıkamayız. Durmuyorlar tamam mı? Çok denedim. Onlara karşı gelmeyi çok denedim. Her seferinde canımı daha fazla yaktılar. Onlardan uzak durmalısınız, Alev'den uzak durmalısınız. Benim gibi olamazsınız," deli gibi kendi kendine konuşuyor arada bana dönüyor sanki beni bir tehlike varmışçasına korumaya alıyor sonra geri çekiliyordu. Beni tekrar saracağı sırada onu ittim ve bu onu durdurdu.

"Sakin ol." Derken ellerini tutmaya çalışıyordum. Sonunda başardığımda tekrar sakin olmasını söyledim. Nefes nefese bana baktığında konuşmaya başladım." Şimdi doğru mu anlıyorum, buradaki deneyler bir amaç güdülerek Alev için kuruldu ve sende Alev görevini yerine getirebilmesi için burayı kuranlardan emir alıyorsun? Doğru mudur?" Dediğimde başını salladı. Kendine gelmiş gibi ellerini çekti. "Alev'in burada olanlardan, deneylerin kendi için hazırlandığından haberi var mı?" Başını iki yana salladı. "Doğru tabi, kim bu gerçeği bilirken buraya gelirdi."

Ona döndüğümde pot kırdığını düşünür gibi suratını buruşturmuş bana bakıyordu. "Alev'den ne istiyorlar?" Diye sordum. Başını iki yana sallarken sorumu cevapladı, "Bilmiyorum." Ona ciddi olamazsın dercesine bakarken o gözlerini büyütüp,

"Gerçekten bilmiyorum." Dedi. Başımı salladım tamam dercesine. “Burada kimden emir alıyorsun? Burayı kim yönetiyor?"

"Bilmiyorum, bak ben sadece bilmemi istedikleri kadarını biliyorum tamam mı? Bana ne istediklerini eğitmenler yoluyla söylüyorlar ve yapmamı bekliyorlar eğer yapmazsam her seferinde cezam daha ağır ve çekilmez oluyor. O yüzden onların dikkatini çekmemelisiniz. Alev'e yaklaşmamalısınız. Size de aynılarını yapabilirler. Senin de canını yakabilirler İlayda." Ona inanamıyorum der gibi baktım.

"Beni bu kadar düşünür müydün sen ya?" Dedim alayla.

"Ben seni hep çok düşünürdüm. Şimdide öyle ama sen beni düşünmüyorsun artık galiba?"

"Seni neden çok düşüneyim? Normal bir arkadaş kadar endişeleniyorum o kadar."

"Normal bir arkadaş?" Dedi sorar bir biçimde. Başımı sallayıp başka tarafa döndüğümde gördüğüm son şey kaşlarını kaldırıp dudaklarını içeriye kıvırması oldu. Bir kaç uzun saniyenin ardından ses gelmeyince ona döneceğim sırada hemen dibimde bir nefes hissettim. Kafamı döndürdüğümde Aras dibimdeydi. Burnu neredeyse boynumdaydı.

"Ne yaptığını sanıyorsun sen?" Dedim dehşetle.

Beni umursamadı." Şimdi sana böyle yaklaştığımda kalbinin hızlanmadığını mı söylüyorsun? Nefesinin kesilecek gibi olmadığını?" Kesinlikle böyle tepkiler vermiyordum. Onu ittiğimde belimden tuttu. "Artık beni sevmiyor musun?" Tepem attığında bedenime delice bir güç gelirdi ve bu o anlardandı. Onu yere düşürecek kadar sert ittim.

"Ne sikim yapmaya çalışıyorsun be sen? Nasıl isteğim dışında dokunuyorsun bana?!" Sesimin yüksekliği gram umurumda değildi. Hayalimdeki beyaz atlı prens o an bana pis bir sapık gibi gelmişti. Hayalimdeki kendine bunu yapmaya hakkı yoktu.

"Sakin ol," dedi şok olmuş bir şekilde.

"Salak mısın sen? Arkadaşım olduğun bir dönem yüzünden bana bu kadar yaklaşacak cesareti nereden buluyorsun?!"

"Neler oluyor?" diye bağırarak geldi yanımıza Akın. Aras'ı yerde gördüğünde şok olup bana baktı ardından onu kaldırmak için yanına gitti. Mert yanıma geldiğinde ve elini belime koyduğunda rahatladım.

"İyi misin güzelim? Ne oldu, neden sinirlendin bu kadar?" Dedi endişeyle. Gözlerindeki korku bir kez daha onun nezdinde değerli olduğumu görmemi sağladı.

"Bana iznim olmadan dokundu, yaklaştı. Rahatsız oldum ama bırakmadı beni." Dedim. Az önceki sert sesim ve tavrım gitmiş yerine benden beklenmeyecek kadar nazik ve naif bir kadın gelmişti. Mert bu sözlerimden sonra bakışlarını belimdeki eline indirdi. Elini çekeceği sırada tutup eski yerine koydum.

"Senden rahatsız olmuyorum, bana güven veriyorsun." Dedim. Mert ile göz göze geldiğimde cümlem benim için doğruları taşırken onun için aşkı taşıyordu ve gözlerinde bunu görebiliyordum.

"Neden ona bu kadar kaba davrandın İlayda?" Dedi Akın sertçe. Sertti ama kendini tutmaya çalışır da bir hali vardı. Gerçi tuttuğu hali buysa tutmadığı halini merak ediyordum.

"Önce o sesinin tonunu bir değiştir, sonra bana kızacağına git o kuzenine kendi davranışlarını örnek gösterip bir kıza nasıl davranılacağını öğret. Benden izinsiz bana dokunmaya cüret ediyor, onu itmek istediğimde ise bana izin vermiyor."

Akın sözlerimle şok olup Aras'a döndüğünde, Aras'ın bakışları belimdeki elin sahibi olan Mert'teydi. Cidden ürkütücü bakıyordu. "Ondan rahatsız olmuyorsun?" Dedi gözlerini bana çevirerek.

"Çünkü o Mert, çünkü o bana benim isteğim dışında yaklaşmıyor, dibime girmiyor." Söylediğim sözlerden rahatsız olmuş gibi baktı.

"Ben sapık değilim sadece bir şeyi görmek istemiştim."

"Değilim," ne dediğimi anlamadığı için baktı bana saf saf," Sana hala aşık değilim. Eğer test etmek istediğin şey buysa." Gözlerindeki o ışıltı söndü.

"Özür dilerim seni rahatsız ettiğim ve iznin olmadan yaklaştığım için... ben gideyim en iyisi." Diyerek önce yanımızdan uzaklaştı ardından kapıdan çıktı. Bu kadar rahat girip çıkması beni meraka soktu. Hiç bir şey demiyorlar mıydı? Onun buradaki amacını yerine getirebilmesi için emir alıyorum. Bu yüzden mi ona bir şey demiyorlardı?

Ben bunu düşünürken birinin elinin omzuma koyduğunu hissetmemle gerildim. Gözlerimi yukarıya kaldırdığımda Akın neden gerildiğimi anlar gibi sıktı dişlerini. "Özür dilerim böyle bir şey yaşadığın için... bir günde ne kadar fazla şey oldu." Dedi inanamazcasına.

Onu rahatlatmak adına gülümsedim. "Gerilmene gerek yok, ilk olayda senin hiç bir suçun yoktu, tabii merak etmiyor değilim kimi öldüremediğini kimin için ölüme gittiğini ya da oradan nasıl kurtulduğunu. Diğer olaydaysa... ona kızamıyorum yıllardır burada ve muhtemelen birine özellikle bir kadına nasıl davranması gerektiğini unuttu bu tabi ki bahane değil ama dedim ya kıyamıyorum. O yüzden sorun etme."

"İyilik meleği misin be mübarek," diyerek yanağımı sıktı. Gülümsedim.

"Hadi oturulımda konuşalım biraz." Diyerek bizi oturttu. Elleri ile oynamaya başladığında az çok o odada kimlerle karşılaştığını tahmin etmiştim. "Odada Buse vardı," diyerek bize baktı. Sonra derin bir nefes aldı. Daha ağır bir şey gelecekti." Bir, bir de kız çocuğu. İki yaşlarında. Buse ile bizim bebeğimiz olduğunu söylediler. Buse onayladı. Bizim bebeğimiz yaşıyordu. Buse benden gizli... ah bilemiyorum." Derken saçlarını elinden geçiriyordu.

"Ve sende onları öldürmedin?" Dediğimde bana inanamazcasına baktı.

"Bu sence kolay mı? Gerçi sen yaptığına göre." Diyerek bana kinaye ile konuştu.

"Evet bu yaşadığımız şey gerçek olsaydı şuan yanımdaki şahıs ve kuzenin ölüydü." Dediğimde bir kaç saniye bakıştık.

İkiside aynı anda anladığında," Ne?" Dediler.

"O odada görülen kişiler hologram ya da başka bir şey di bilmiyorum ama gerçek değillerdi. Mert'i de Aras'ı da öldürdüm ama bak, yaşıyorlar."

"Zayıf noktalarımızı öğrenip kimseye acımamamız için yapıyorlar bunu. Yapamayanlarda ölüyorlar."

"Bu başka zamanın konusu. Sen şimdi oradan nasıl çıktığını açıkla. Yanında Aras'la geldin zaten." Dedi Mert.

"Beni Aras kurtardı ama bunu ondan Alev istemiş," dedi hayran hayran. Bu cümle benim içimdeki vicdan azabını bir anda on katına çıkarırken yanlış anladığımı umuyordum.

"Aras’tan ne istemiş?" Dedim hızlıca. Bana bir anlık afallar gibi baktıktan sonra açıkladı.

"Beni askerlere verirken onu görmüş. Yanına gitmiş 'onu kurtar ne istersen yaparım' demiş Aras’ta artık her ne istedi bilmiyorum öğrenemedim piçten ama Alev kabul etmiş Aras gelip benim iki numaralı denek seçildiğimi ve öldürülme kararının iptal edildiğini söyledi. Garip bir şekilde askerler onu dinledi oradaki herkes Aras'a onları da kurtarması için yalvarınca oradan çıktık ama Ceren çıktı karşımıza Aras ile her ne konuştularsa beni saldılar. Durum bu gençlik. O kız olmasaydı ölüydüm." Derken elini boğazından geçirip ölü taklidi yaptı.

"Harbi ondan bahsetmişken nerde benim güzellik?" Diye sordu. İçime düşürdüğü yangından haberi yoktu. Mert'in bana dönen bakışlarıyla bende ona döndüm. 'Heh şimdi açıkla bakalım salak' diyen bakışlarına karşın yalvaran bakışlar artım ama bana bakmadan kafasını Akın'a çevirdi. Akın'da bana döndüğünde en masum bakışlarımdan attım.

"Bu deneyde yirmi kişi öldü ya hani," dedim önce. Bağlantısını çözememiş gibi," Ee?" Dedi sorar bir biçimde. "Asya buraya geldi dediki 'eminim yakın arkadaşlarını kaybedenler olmuştur isterseniz bu hafta iki kişiyi gönderebiliriz ama gelmeyen herkesin testini o iki kişi yaşayacak' dedi. Bende sen giderken Alev hiç bir şey yapmadığı için kızgındım." dedikten sonra sustum. Ne yaptığımı anlamış gibi gözlerini kapattı.

"Bana bunu yaptım deme."

"Alev'i gönderdim." İkimizin aynı anda kurduğu farklı cümleler Akın'ın bana sinirli sinirli bakmasıyla sonuçlandı.

"O kız şuan senin yüzünden kaç kişinin testine girecek?" Dedi

"On." Dedim. Sadece baktı bana. Bakması bile vicdan azabından boğulmama sebep oldu.

"Dua et o kız buraya her gün bir teste girerek gelsin İlayda. Yoksa bu arkadaşlık zedelenecek."

Bu cümlelerden sonra hem Mert hem Akın yanımdan ayrıldı.

🌙

"Nerede bu kız? Normalde herkes bu saatte gelmiyor mu?!" Diyen Akın'ın sinirli sesi çığırdan çıkmak üzere olduğunun göstergesiydi. Henüz on dakika önce o da Alev gibi suçlanmıştı. Kendi kurtulduğu için başkalarını neden kurtarmadığı tartışılmıştı. Alev'e çıkan ses kadar ses çıkamamıştı hatta Alev'e çıkan ses yüzünden onlara on kat daha fazla ses çıkarmıştı.

Kısacası Akın yargı dağıtmıştı.

Bu kızdan sadece hoşlandığını söylemek maalesef az kalırdı. Bu iş ciddiye gider miydi bilmiyordum ama ilerleyeceği belliydi.

Yatma zamanımızı belirten siren çaldığında bakıştık.

Alev gelmeyecekti.

🌙

Ertesi gün/ Eğitimlerden bir saat sonra 21:08

"Yine mi gelmeyecek?" Dedim sesimdeki hissedilen buram buram vicdan azabıyla. Mert halime acımış olacak ki elini omzuma koydu.

"Nerede o?" Dedi fısıldarcasına Akın.

🌙

Çarşamba/ Son eğitim bitimi saat 20:03

"Nerede o?! Nereye götürdünüz?" Dedi bağırarak Akın. Kafayı yiyordu dünden beri onun yüzünden acı çektiğini düşündüğünden.

Bense vicdanım yüzünden ölmek üzereydim. Akın ile aynı anda yediğimiz elektroşokla sesimiz kesildi ve görüşüm karanlığa bulandı.

🌙

Bir hafta sonra/ Üçüncü ölüm deneylerinden önce saat 12:03

Bir haftadır yoktu.

Belki de ölmüştü. Benim yüzümden. Belki de hastaydı benim yüzümden. Akın benimle konuşmuyordu. Mert sürekli beni teselli ediyordu ama nafileydi. Eğer Alev deneylere de gelmez ise öldüğünden emin olacaktım. Aynı zamanda kendimi öldürecektim. Vicdan azabıyla yaşayamazdım.

Alev her yerdeydi. Kabuslarımda, düşüncelerimde, aklımda, zihnimde her yerde o vardı. Bunun sebebi yaşadığım buhrandan mıydı yoksa bana verilen ilaçlardan mı bilmiyordum ama içimden bir ses bilerek yapıldığını söylüyordu.

Deneylerden önce ortak alana getirildik. İnanılmaz olan beş binanın ortasında dururken bile geçen seferki heyecanımdan bir gramı yoktu. Robot gibi yemek yemek için geçtik yerimize. Bölükteki kimsede ses yoktu. Herkes ölü gibiydi. Akın iyi duruyordu ama onunda benimle aynı olduğundan adım kadar emindim.

Yemeklerimizi almak için sırada beklerken bronz binanın sırasında oturan birini gördüm. Alev'e tıpatıp benzeyen. Önce gözlerime inanamadım. Emin olmak için Mert'i dürttüğümde söylediğim sözcükle Akın'da o tarafa döndü.

"O Alev değil mi?" İkisinden de ses çıkmadığında onlara döndüm. Akın tam sıradan çıkacakken önüne bir asker geçti.

"Önce yemeğinizi alın." Dedi sadece. Akın geçmek için debelendi ama boşunaydı. Önümüzdeki beş kişiyi sabırsızlıkla bekledik. Gözümüz Alev'in üzerindeydi. Sonunda hiç bitmeyecekmiş gibi duran sıra bittiğinde hızla Alev'in olduğu yere geçtik.

Oraya adımladıkça içimdeki korku ve heyecan daha da patlıyordu. Sonunda sırtı dönük Alev'in karşısına geçtiğimizde derin bir nefes alıp sırtına dokundum.

Başı yavaş yavaş bize doğru döndü. O dönerken karşısındaki bir hafta önceki haline hiç benzemeyen Alper ile göz göze geldim. Yüzü dağılmıştı. Bakışlarındaki korkusuzluk, heyecan ve umudun yerini bitmişlik almıştı. Bu beni korkuttu.

Alev bize döndüğünde soğuk bakışları artık boştu.

Gözleri daha kısık bakıyordu. Sağ yanağı mosmordu dudağı ve kaşı patlamıştı. Fazla yarası yok gibi gözüküyordu. İyi miydi?

Akın ile bakıştığımızda korktuğumuz kadar büyük bir yara görmediğimiz için mutluyduk. Kırığı yoktu. Bıçaklanmamış veya vurulmamıştı. Gülümseyerek ona döndüğümüzde Alev'in gözleri geriye doğru kaydı ve karşımızda sağlıklı durduğunu düşündüğümüz kız bir anda titremeye başladı. Kafası masaya çarptı. Titremesi kesildi.

Gözlerim kocaman açılmış korkudan nefesim teklemişken bu sefer Alev'in gözünden kana bulanmış bir göz yaşı düştü. Ardından önce burnu kanadı sonra ağzından kanlar aktı. Tekrar titremeye başladığında Alper avaz avaz," Yine başladı!" Diye bağırıyor Alev'i tutmaya çalışıyordu.

🌙

"Ölmeyeceğine emin olun. Deneylerin ortasında o duruyor. Yeni bir as denek oluşturmak uzun sürer."

"Nasıl isterseniz efendim."

"Vicdansız olduğumu düşünüyorsun değil mi Gaye?"

"Kesinlikle efendim."

"Doğru düşünüyorsun Gaye ancak unutma, sen de öylesin. Kendi arkadaşına ihanet eden bir vicdansızsın."

"Buna sizin tarafınızdan mecbur bırakıldığının farkındasınız değil mi?"

"Peki ben bunu Alev'e neden yapıyorum hiç düşündün mü Gaye?"

"Sizin mecbur kaldığınızı hiç düşünmüyorum."

"Birini feda etmek zorundaydım Gaye."

"Siz hiç bir şeye hiç bir zaman mecbur değildiniz efendim."

"Her neyse Gaye. Onun iyi olduğundan emin ol."

🌙

Üçüncü ölüm deneyleri sonrası saat 16:08

"Alev," diyerek kaçıncı seslenişimizdi bilmiyorduk ancak uyanmıyordu. Ne Alper ne de Alev. Alev'den sonra Alper'in çağrısı üzerine Alev'e yardıma gelmişlerdi ancak hemen sonra Alper'de Alev gibi titreyerek bayılmıştı. Onları revire götürmek üzere bizden ayırdıklarında bizi de üçüncü ölüm deneylerine götürmüşlerdi.

Deneyde hiçlikteydik.

Gördüğüm hiçlikti. Yapayalnız bir boşluğun içinde süzülüyor kime seslenirsem sesleneyim cevap alamıyordum. Gözyaşlarım beyaz zemine akıp pıt pıt sesleri çıkarmaya başladığında oraya çok fazla odaklanmıştım.

O beyaz boşluğun içinde bir beden can bulduğunu fark etmemiştim. Annem kafamı kaldırdığımda bana bakıyordu. Sağlıklıydı, hala çok güzeldi. Ağlamamıştı. Bana gülümsüyordu.

Hareket etmiyordu. Ona olan sevgim başka bir beden oluşturacak kadar büyüktü. Gözbebeklerin titreyerek onu odak aldığında ben hareket edemiyordum. Bedeni süzülmeye başladığında ona doğru adım atmak istemiştim ama bana bağırdığı an hala kulaklarımda yankı buluyordu.

"Gelme!" Diyesinin kalbimi ne kadar yaktığını biliyordum.

"A-anne," ellerimi ona kaldırıp ellerini tutmak istediğimde geri çekilmişti.

"Sen ölüsün." Demişti o da sesi titreyerek.

Başımı hızla iki yana sallamıştım. "Hayır, hayır anne ben yaşıyorum. B-bak bak iyiyim. Nolur izin ver bana."

"Sen öldün!"

"Ölmedim! Anne, ne olursun. Anne ben kayboluyorum ne olur! Öldürüyorlar beni burada. Ruhum kendi kendini asıyor anne yalvarırım, yalvarırım çıkar beni buradan."

"Sen yoksun." Dedi kendini inandırmaya çalışarak.

"Ben buradayım! Ölmedim, duyun sesimi yalvarırım. Duyun beni anne! Ben dayanamıyorum. Öleceğim anne yalvarıyorum."

Gitmişti. Bedeni süzülerek yok olmuştu. Bense ağlıyordum. Nefesim kesilse de. Ruhum ölse de. Ağlıyordum. Çünkü hala insandım. Canavar olmak istemiyordum. İstemiyordum. Ben Aras gibi olmak istemiyordum. Ben dünyayı unutmak istemiyordum. Asker olmak istemiyordum. Ölmek istemiyordum. Ben burada kalmak istemiyordum. Ruhumun tutsak olmasını istemiyordum. Vicdan azabının denizinde boğulmak istemiyordum.

"Çıkarın," diye başlayan fısıltılarım art arda geliyordu. "Çıkarın! Çıkarın beni buradan. Çıkarın!" Artık fısıldamıyordum. Durmuyordum. "ÇIKARIN." O yalnız kaldığım koca boşluk gittikçe küçülmeye beni içinde boğmaya başladığında ruhum teslim oluyordu.

Öleceğimi, kurtulacağımı sandığım için gözlerimi sonsuzluğa kapatmıştım ancak sadece bir kaç saat sonra tekrar o beyaz boşluktaydım. Ölmüyordum. Ben ölmek istemiyordum. Hayır ölmek istiyorsun. Öldün İlayda.

Ölmüş müydüm?

Yataktan kalktığımda aslında orasının yatak olmadığını fark etmem uzun zamanımı almamıştı. Boşlukta süzülüyordum. Bu, bu çok rahattı. Ölmek, çok rahattı.

"Kızım," diyen ses ile anında arkama döndüğümde tekrar anneme dönmüştüm ve bu sefer hareket edebiliyordum. Koşa koşa ona sarıldığımda gerçekliğini kontrol ederek dokundum ona. Gerçekti hissedebiliyorum. Sırtımda bir el daha hissettiğimde kafamı kaldırdım.

"Baba," yutkundum. "Buradasın."

"Buradayım çakırım, buradayım yeşil gözlüm benim. Buradayım yavrum."

"Baba," dediğimde tekrar ağlamaya başlamıştım." Öleceğim sandım baba, baba ben insanları öldürdüm. Katil oldum. O- o adamı öldürürken elim bile titremedi baba." İçimi çektim." Kendimi kurtaracağım diye o adamın ölümünü umursamadın baba." Bana cevap vermediği için kafamı kaldırdığımda kokuyla çığlık atarak geri çekildim.

O adam buradaydı. Buraya ilk geldiğimde öldürdüğüm adam buradaydı. Beni kurtarması için anneme baktım ama o yoktu.

"Beni öldürdün," yüzü kapkaraydı. Göz yuvaları boştu tamamen katrandan oluşuyordu. "Beni öldürdün!" Diye bağırdığında kaçmak için koşmaya başladım. "Senin yüzünden ailemi göremeyeceğim." Arkama baktığımda onu görememiş ve yavaşlamaya başlamıştım. Etrafa bakarken önüme döndüğümde onun birden dibimde olduğunu görmemle korkuyla geri çekildim ama o kolumdan tuttu.

Korkuyla çığlık atarken kaçmaya çalışıyordum ama o an iki farklı boyuttaydım sanki. Başka bir boyuttaysa kolumdan tutuluyordu. O adamın yüzünü son kez yüzümün dibinde gördükten sonra gözlerimi açmış sonra Akın ile o adamın yüzü birbirine geçmiş şekilde görünce kendimi Akın'dan kurtarmıştım. Çığlıklarım ile korku içinde geri çekilirken Akın sakin olmamı söylüyordu. Sonunda sakinleştiğimde ilk sorum Alev'in nerde olduğuydu ve şimdi buradaydık.

Mert ve Akın art arda Alev'e sesleniyordu. Uyanması gerekiyordu ancak uyanmıyordu bir türlü. Onun uyanmaması beni kendi içime gömüyordu. Deneyin beni bu kadar içten etkilemesini beklemiyordum. Orada gördüklerim içime işlemişti. Annem babam ve o adam. Artık buradan kurtulmak için tek umudum Alev'di ve o da iyi değildi. Eğer o yaşamaz ise bende yaşamayacaktım.

Bu düşlerle, bu halüsinasyonlar ve deneylerle yaşayamazdım.

Akın ve Mert'in seslenmelerine sonunda reaksiyon vermeye başlayan Alev ile ona döndük. Gözleri titriyordu, uyanıyordu. Bir kaç dakika gözlerini açabilmek için çabalamasını izledik. Yeşil gözleri beni deneye geri çekmeye çalıştı ama kendimi durdurdum. O adam gibiydi gözleri, saf katrandan oluşuyor gibi kapkaraydı ancak gözlerinin akı kızarmıştı. Muhtemelen bir krize girmişti.

Akın Alev'in gözlerini açması ile onu oturttu ve sırtına bir yastık koydu. Endişeyle bakıyordu gözlerine. Daha önce bizden hariç kimseye böyle baktığını hatırlamıyordum. Onun için gerçekten özel olmalıydı ancak neden sorusunu sorduğumda cevabını bulamıyordum. Neden ona birden bire böylesine çekiliyordu?

"İyi misin?" Alev boş gözlerle baktı sadece. Bizi algıladığından bile emin değildim.

"Ona uyandığında bunu vurmamızı söylemişlerdi." Dedim komedinin üzerindeki şırıngayı göstererek. Akın bana bir bakış attıktan sonra başını sallayıp şırıngayı eline aldı.

"Şimdi sana bunu vuracağım tamam mı?" Alev yine tepki vermedi. Akın derim bir nefes verdikten sonra şırıngadaki sıvıyı Alev'in boynuna enjekte etti. Saplanan şırınga ile anında gözlerini kapatan Alev bir kaç dakika boyunca sessiz sedasız kaldı öyle. Bu süre zarfında üçümüz sürekli birbirimizle bakışıyor ne olduğunu anlamaya çalışıyorduk.

Alev tekrar gözlerini açtığında bu sefer bakışları boş değildi. Önce hepimizi süzdü tek tek. Sonra bir anda farkındalık vurmuş gibi yanındaki Akın'ı incelemeye başladı. Daha önce görmediğimi düşündüğüm bir tebessüm bıraktı ortaya önce sağ yanağı sonra sol yanağı hafifçe yukarı büküldü. Alev ilk defa bu kadar içten gülümsüyordu bize, daha doğrusu’a.

"Yaşıyorsun," dedi sesi titrerken. Akın'ın yüzünü göremiyordum ama başını iki defa art arda salladığında gözlerinin dolduğunu düşündüm. Alev beni bir kez daha şaşırtarak hatta şoka sokarak Akın'a sarıldı. Akın'da bunu beklemiyor olacak ki elleri havada kaldı. Tam ellerini Alev'in sırtına koyacağı sırada Alev geri çekildi. Suratı pişman gibi duruyordu.

"Özür dilerim bir an seni birine benzettim, yani hareketleriniz çok aynı geldi o yüzden sarıldım. Bir anlıktı özür dilerim." Hayal kırıklığı benim kıyılarımda yüzerken Akın'ı boğuyordu büyük ihtimalle.

"Sorun yok." Dedi Akın ama sesinden bile bir sorun olduğunu anlayabilirdiniz. Boğazını temizledikten sonra, “Neler oldu Alev? Ne yaşadınız orada?" Diye sordu. Sorusu ile birlikte Alev aklına bir şey gelmişçesine etrafa baktı.

"Alper nerede?" Akın ona bir bakış attıktan sonra sağ tarafında kapalı olan perdeyi itti ve Alper'in yattığı yatağı açığa çıkardı. Alev bir süre Alper'e baktı ardından bakışlarını tavana çevirdi. Yaşadığı şeyi merak ediyordum.

"Dayanıklılık testi, ilk hafta herkese uygulanan şekilde oldu ama bu sadece bir gün sürdü. Bir kişilik acıyı kaldırmak o kadar zor değildi ama ertesi gün on kişinin yerine geçtiğinde ve tüm testler bir anda yapılmaya başlandığında zorlandım, zorlandık. İlk gün işkence edildi. Ne kadar süre susacağımızı görmek için. Sanki vatan hainiymişiz gibi vurdular. Bu sadece tek kişilikti ikimizde katlanabildik ama ertesi gün... uyuşturucu testi eklendi.

Önceki gün çektiğimiz işkence bir anda idama döndü sanki. Aralıksız kaç saat kırbaçlandığımı hatırlamıyorum bile. Uyuşturucu ertesi gün etki etmeye başlamıştı ama daha önce kullandığım için kendimi nasıl frenleyeceğimi biliyordum. Ertesi gün vermezler sandım ama verdiler, aynı zamanda sigara testine de başladık ama onun bağımlılık süreci daha uzun olduğu için sorun olmadı. İki gün üst üste uyuşturucu aldıktan sonra yavaş yavaş eksikliğini hissetmeye başladım. Bir gün boyunca vermediler ve biz krizden krize girdik. Etkisi çok kuvvetliydi. Onsuz yapamıyordum.

Ertesi gün daha iyisini verdiler ancak bu bir sonraki güne kadar yetmedi akşam tekrar krize girdim. Bir daha aldım. Sonra... istediğim kadar vermeye başladılar saat başı alıyordum. Yetmiyordu, bir nevi susuzluk gibiydi. Son iki gün kaldığında birden bire uyuşturucuyu kestiler. Zehir gibiydi. Kıvrandım, krizler daha etkili olmaya başladı ve durmuyordum. Böyle yani." Anlattıklarından sonra yüzümüze bakmadı.

Akın Alev'in çenesinden tuttu ve yüzünü görmemizi sağladı. "Senin bir suçun yoktu." Elini Alev'in kalbinin olduğu yere koydu. "Burası yanıyor değil mi?" Dediğinde Alev'in gözlerinde bir parıltı gördüğüme yemin edebilirdim. Başını salladı. "Burası yanacağına, başkasının ki yansın. Şuan bunları çekmek zorunda olabiliriz ama sıra bir gün bize gelecek. Onları bu yaptıklarına pişman edeceğiz ama bunun için önce senin kendine gelmen lazım. Sen insan yüreğine düşen bir korsun.

Düştüğün yeri yakıp kavuruyorsun şimdi biraz bizim kalplerimize düşmeyi bırakıp burayı yok etmemiz için kendi kalbine düşür şu koru. Ayağa kalk güzelim ve onları bu yaşadıkların için pişman et. Sen Alevsin, etrafı kasıp kavurmak için bir kıvılcım yeter senin için ve şimdiye kadar yaşadıkların inan bana bir kıvılcımdan daha fazlasına denk."

🌙

İkinci Derece Askeri Bölge/ İstanbul Kuleli

"Yaz kızım. İkinci derece askeri bölge toplantısı saat 08:32 itibari ile başlamıştır. Kurulun toplanma amacı yasal mevzuatlar gereği ile açıklanacaktır. Bu yönetmeliğin amacı 18/12/1981 tarih ve eski kanun gereğince 2565 sayılı Askeri Yasak Bölgeler ve Güvenlik Bölgeleri kanununun 6-7-9-10-13-20-21 ve 27. Maddelerinde belirtilen hususlardaki esasları belirlemek 33. Maddesi gereğince bu kanunun uygulanması ilişkin esas ve usulleri belirlemektedir.

Kurulun toplanma amacı kanuni olarak onaylanmış ve Olağanüstü durum olarak kayıtlara geçilmiştir. Atılan iddia doğrultusunda- Gerekli deliller ışığında bu iddia onaylanmıştır- devlet yöneticilerin kıdemli üstleri tarafından ülke içi karışıklığa sebep olma, makamını kötüye kullanma, devlete sahtekarlık ve ihanet, cinayet, kasten yaralama, kaçırma, zorla alı konulma ve diğer suçlar esas alınarak toplantı başlatılmıştır. İddia makamı görülen olağanüstü durumu ortaya çıkaran Kıdemli üst teğmen Murat Kiriş bulduğu deliller ışığında olağanüstü durumu açıklamak adına konuşacaktır. Dinleyiniz."

"Ben Murat Kiriş olağanüstü durumu yasal hale getiren kıdemli üst teğmenim. Olağanüstü durumu fark etmemizdeki önemli unsur ülkemizden yurt dışına geçen belirli yaş aralığındaki belirli sıklıktaki vatandaşların yurt dışı kayıtlarında bulunmaması ve kayıt altına alınan hiç bir yasal unsurlarda bulunmamalıdır. Bu durum üstlerimiz ve bizim tarafımızdan tespit edilmiş gerekli müdahale yapılmıştır. Öğrencilerin katledildiğini öğrenmemiz ülkenin önemli teknoloji şirketlerinin sahibi olan kimliği belirsiz kendine Dark denen şahıs tarafından öne sürülmüştür. Gösterdiği kanıtlar neticesinde yasa yürürlüğe girmiştir. "

"Gösterdiği kanıtlar nedir?"

"Kendisinin gösterdi belgeler doğrultusunda onaylanmış toplu teknolojik satışın her ay düzenli ve şüpheli olarak yapılması üzerine yasal mevzuatlar gereğince şirket sahibi olarak şüphelendiği durumlar içerisinde satışı yapılan bütün teknolojik aletlere erişimi vardır. Şüphesi doğrultusunda yasal olan yollarla satışı yapılan ürünlerden biri olan kameralara erişim sağlanmış ve oradaki durum gözetlenmiştir. Gördüklerinden şüphelenerek üstlerimizle iletişim haline geçmiştir. Üstlerimiz gerekli incelemeyi yaptığında yurt dışında gözüken vatandaşların orda bulunduğunu ve orada zorla tutulduğunu, öldürüldüklerini görmüşlerdir. Bu durum gereğince yasalar uygulanmaya başlanmıştır ancak oradaki kamera kayıtları erişimine karşı taraf neticesinde son verilmiş düzenli olarak kayıt alınmamaya başlanmıştır. Kamera kayıtlarından bazılarını izleyelim."

"Gördüğünüz üzere kamera kayıtları geçilen tarihler ve diğer her şey bize gerekli bilgiyi veriyor. Kamera kayıtlarında bulunan ve açılan dava sonucunda tutuklanan on iki şahıs, ikisi milletvekili, ikisi milletvekili yardımcısı, beş başbakan ve üç başbakan yardımcısı açığa alınmış ve sorguya geçilmiştir. Sorgu halen devam etmekte tutuklanan şahıslar direnmektedir."

"İddia makamı görülen Murat Kiriş söyleyeceğiniz başka bir şey var mı? Yoksa olayı toplamanız ve iddianızı tam olarak söylemeniz rica edilir."

"İddia gayet açıktır. Devletin kıdemli yetkilileri makamlarını kötüye kullanarak yasal olmayan yollarla öğrencileri kaçırmış ve katletmiş, zorla alı koymuştur. Henüz nedeni bilinmeyen bu durumun hiç bir açıklaması yoktur. İnsanın yaşama hakkı hiç bir durum ve şartlarda kişinin elinden alınamaz. Gerekli cezanın verilmesi, öğrencilerin oradan kurtarılması gerekmektedir."

"İddianız bu kadar mıdır?"

"Evet efendim."

"İddia makamının belirttiği hususlar hakkında savunma makamı konuşacaktır. Savunma makamı devleti temsil etmek amacı ile buradadır. Sizi dinliyoruz."

"Öncelikle efendim, İddia makamının İddia ettiği hiç bir şeyin doğruluğu kanıtlanamaz,"

"Reddediyorum!"

"İddia makamı konuşabilirsiniz,"

"Savunma makamının değerli üyesi Hasan Kırgaç İddia ettiğimiz her şeyin doğruluğu gerekli yetkililer tarafından onaylanmıştır. Kamera kayıt uzmanları netice—"

"Reddediyorum. Sayın kurucu izin verir misiniz?"

"İzin verilmiştir."

"Sayın İddia makamı öne sürdüğünüz deliller size kimliği belirli olmayan bir şahıs tarafından verilmiştir. Henüz kim olduğu bilinmeyen uzmanlığı teknoloji olan birine ne kadar güvenilebilir? Bu görüntüler kurmaca olabilir, devletin üzerine kirli bir çamur atılmaya çalışılıyor olabilir. İmkansız olan şeyin olduğunu devletin bu suçu işlediğini düşünelim, bunu neden yapsınlar? Ülkemiz askeri açıdan gayet güçlü ve yeterlidir. Ben savunma makamı Hasan Kırgaç, delilleri sunan Dark isimli kimliği belirsiz şahısın buraya çağırmasını arz ediyorum."

"İstek onaylanmıştır. Getirin şahsı."

..

"Savunma makamının isteği doğrultusunda şahıs getirilmiştir. Buyurun."

"Sayın kimliği belirsiz Dark, gösterdiğiniz kanıtlar neticesinde şu anda askeri bölge kanunları gereğince kurul mahkeme ve toplantısını düzenlemektedir. Size soracağım ilk soru şudur, asıl isminiz nedir?"

"Kimliğimin belirsiz olması yasalar gereği onaylandı. Bunu hiç bir gerekçe içinde açıklamayacağım."

"Yasalar üç yıl önce değişti ve siz bu üç yılda yasalar dışına çıkarak kimliğiniz gizli şekilde yaşamaya devam ettiniz ve bunun yasal olarak cezası müebbetle eştir. Bu yasanın kaldırılmasının sebebi ülkeler arası savaşta hainleri ayırt etmek her Türk vatandaşına her hakkı vermemektir. Türk olmayan bütün şahıslar bu yıl içinde tespit edilerek bir bir sınır dışı edilmiş kimliği belirsiz şahısların kimlikleri tekrar ortaya çıkarılmış ve açıklamak istemeyen bütün şahıslar ülke dışına gönderilmiştir. Bu geçen seneye kadar ve hala devam eden bir yasa ancak bu yasanın üstüne ek getirilerek gizli bir şekilde kimliksiz yaşayan herkes ağırlaştırılmış müebbetle cezalandırılacaktır."

"Peki siz söyleyin sayın savunma makamı, sizce cidden gizli bir şekilde mi yaşıyorum kimliksiz şekilde? Ülkenin en iyi teknoloji şirketi benim, öne gelen iş adamlarındanım, yurt dışı ile en çok ben etkileşim halindeyim, haberlerde sık sık haberlerim çıkıyor. Hadi diyelim bunlar ilgi alnınıza girmiyor, altı ay önce bizzat siz bana ödül verdiniz. O zaman ben görmezden gelindim de şimdi neden kimliksiz olmam bu kadar suç teşkil ediyor? İnsanları zorla alı koymadım ya da öldürmedim. Aksine bunu ortaya çıkarmak için çabalıyorum. Yasal değil mi diyeceksiniz, bir avukatsınız kamera kayıtlarına erişim hakkımın olduğunu en çok siz bilirsiniz. Benim savunmam bu kadardır. Size bir soracağım izin verirseniz,"

"Buyurun."

"Şu an konumuz benim kimliksiz yaşamam mı sayın savunma makamı? İnsanları öldürüyorlar, canlarına suiistimal ediyor, onlara işkence çektiriyorlar. Şu an siz onları kurtarmak için plan yapmanız gerekirken hali hazırda önünüzde bulunan kanıtları yok sayıyor ve ölümlere izin veriyorsunuz. Bunu neden yapıyorsunuz? Ah, ben size söyleyeyim çünkü devletin kıdemli makamları sizden bunu istiyor. İşte adaletin tamda şuan ortaya girmesi gerekiyor. Sırf işin içinde devlet var diyerek hiç bir şey yapmayacak mısınız yoksa adalete ve hukuk sistemine uygun şekilde sorumluları bulup cezalandıracak mısınız? Hukuk şu an devletin elinde mi yoksa hala hür mü tam olarak bu olağanüstü durum toplantısında ortaya çıkacak. Söyleyeceklerim bu kadar."

"Söyleyeceğiniz bir şey var mı savunma makamı?"

"Yok efendim."

"Şahsı dışarı alabilirsiniz."

...

"Karar. İddia ve savunma makamları dinlenmiş 6100 numaralı kanunun 4. Maddesi gereğince ölüm ve vücut bütünlüğünün yitirilmesi, 7. Maddesi gereğince bir değil birden fazla suç olması, 20. Maddesi gereği Güvensizlik ve Yetkisizlik kararı bu kararın devlete ihanetten gelmesi, Madde 21,22 ve 23 ün uygulanması, olağanüstü durumun bütün suçlularının 29. Maddeye uymayacağı için doğruluk testinin yapılması uygun bulunmuştur. Dördüncü ayrımın yetkisinin bu dava için ortadan kaldırılması ve Dark isimli şahsın hiç bir suçlamaya çarptırılmaması uygun bulunmuş ve mahkeme tekrarının ilerleyen ve gelişen durumlar karşısında bir hafta sonra tekrarı olacağına karar verilmiştir."

🌙

Dark/ İkinci derece askeri bölge toplantısı sonrası

Bildiğimizi biliyorlardı. Öğrencilerin asker olma amacı ile orada tutulduklarını bildiğimizi biliyorlardı.

Savunma makamının yöneticisi hiç bir suçlama yapılmamasına rağmen ülkenin askeri olarak yeterliği olduğunu söylemişti. Biliyorlardı.

Bunu ortaya çıkarabilmemin tek yolu Alev'di. İçeriye kimseyi sokamıyordum. İçeriden kimseyle etkileşim haline giremiyordum. Kurucu hainin ben olduğumu anladığı anda tüm yetkimi almıştı. Artık ölüm oyununun yöneticilerinden biri değildim.

Buna devam edemezdim. Alev'e bunlar yapılırken kendi intikamımı düşünüp daha fazla ona zarar veremezdim. Asya ile olan oyunum tamamlanmıştı o henüz bunu bilmiyordu ancak sadece bir ay sonra her şey elinden bir bir kayacaktı ve ben o zamana kadar Alev'i oradan çıkaracaktım.

🌙

"ADALET İSTİYORUZ."

"ÇOCUKLARIMIZ BİZE GERİ VERİN."

"DEVLET BİZE YALAN SÖYLÜYOR."

Bunların hepsi sokakta insanların ellerinde tutukları tabelalardaki sözlerdi. Çok değil dokuz gün geçmişti üzerinden açıklama ardından ve insanlar ayaklanmaya başlamışlardı. Dışarıda sesler susmuyordu. Artık insanlar ellerindeki tabelaların okunmadığını biliyor okunması için dükkanların camlarına yazıyorlardı sözlerini. İçeri giren herkes mağazanın isminden önce bu yazıları görüyordu. Güllük gülistanlık olan bu ülke bir anda nasılda cehenneme dönmüştü ama?

Gerçi onun için cehennem hayatıydı. Sadece bir kaç ayda kaymıştı hayatı yıllar önce. Babasının gelen krizi ile. Hatırlıyordu, abla ve abisine sarılmış deli gibi hem ağlamış hem dua etmişti babası ölmesin diye. Babası ölmemişti ama Pelin'in ruhu o zaman ölmeye başlamıştı.

Hayatı boyunca her zaman ilk olarak ondan vazgeçildiğini inanıyordu. Bir bakıma haklıydı da. Ablası hiç bir zaman onu sevmemişti. Her zaman abisini tercih etmişti. Annesi abisini istemişti ama abisi reddedince annesi onu almıştı. Babası onu reddetmişti ablasını almıştı. Yine o tercih edilmemişti. Annesi o adamla kaçtığında annesi ablasının dediğini yapmamak için direnmişti ama yine ablasının istediği olmuştu. O mutluydu orada ama ablası mutlu değil diye vazgeçilmişti.

Kısacası hep ablasıydı. Ona sinirli değildi hatta ondan sevgi bekliyordu ama ablası ona hiç sevgi vermiyordu.

Ablasının ölümü üzerinden dört hafta geçmişti.

Anneannesi yıkılmıştı, teyzesi bir kaç gün ağlamış sonra içine gömmüştü. Dayıları hiç göstermemişti acısını. Abisi zaten burada değildi ve belki ablasının ölümünden haberi bile yoktu. Annesi ise... umurunda değildi ve bu Pelin'in içini öfke ile dolduruyordu. Ne yaparsa yapsın her zaman annesinin yanında duran Pelin bu sefer yanında değildi.

Ablası hemen yan okulundaydı.

Eğer o gün ablası arkadaşlarıyla dersten kaçmamış olsaydı yaşıyor olabilirdi. Evet buna inanıyordu. Açıklanan gerçekler onun için önemli değildi onun için bunlar yalandı. Başka ülkelerin zoruyla bu açıklamanın yapıldığını düşünüyordu. Başka ülkelerin kendi ülkesinin içten içe yıkılmasını beklediğini biliyordu ve bunun için yalan haberler açıklandığını düşünüyordu.

Hem neden devlet böyle bir şey yapsındı ki? Amaç ne olabilirdi. Neden kendi ülkesinin vatandaşını öldürürdü? Pelin sadece ilk açıklandığında bir umut açıklamayı dinlemiş ancak saçma olduğunu duyduktan sonra kapatmıştı. İnancı yoktu. Ablası geri dönmeyecekti. Ölmüştü.

Onun ölümünün hep çok çarpıcı olacağını düşünürdü. Ablasındaki cesareti başka kimsede görmemişti. Savaşta asker olarak çatıştığını ve o yüzden öleceğini ya da çok güçlü birine ceza verdiği için öldürüleceğini düşünmüştü ama bir araba kazası ile olacağını düşünmemişti bu ablası için hiçte onurlu bir ölüm değildi. Bir anlık aptallığına gelmiş olmalıydı.

Bugünde mezarından geliyordu. Yine bu düşüncelerle mezarına sarılıp ağlamıştı. Ona sevgi vermeden bu dünyadan gittiği için ona hesap sormuştu ama çok geçti o artık cevap vermezdi. Atlatması gerekiyordu, tekrar hayata dönmesi. Dört haftalık aldığı birinci derece yakın kaybı izini bu kadardı. Yarın okula gidecek herkese iyi olduğunu gösterecekti. Bu üç hafta sonunda kızgın olsa da kıyamadığı annesine ve kendine bir güzellik yapmak istemişti. Bu yüzden yönünü evden markete doğru çevirdi.

Marketin ön yüzü camlardan oluşuyordu içerideki ürünleri göstermek amacıyla ama camlar sözlerle doluydu. İki cam ileride bir çocuk camdaki kırmızı boyayı silmeye çalışıyordu. Yorulmuşa benziyordu, kim bilir kaç kere silmişti. Siyah takım elbiseli adam çocuğun yanına doğru gitti. Elini omzuna attığında çocuk hemen toparlanarak ona döndü.

"Artık silmeye çalışmana gerek yok evlat," derken camlara bakıyordu." Durmayacaklar, sen sildikçe yenisi yazılacak. Market zinciri karar verdi artık silmeye çalışmana gerek yok. Bu yazıların kalması aslında bir nevi destek. Olanları onaylamadığımız anlamına geliyor."

Onlar konuşmaya devam ederken camlardaki yazılara baktı genç kız.

DEVLETE GÜVENMEYEN DEVRİMCİLER HER ZAMAN HAKLIYDI.

BİZİ HAİNLERDEN KORUYACAĞINIZI SÖYLEDİNİZ PEKİ BİZİ SİZDEN KİM KORUYACAK?

DIŞ ÜLKELER KENDİ ÜLKEMDEN DAHA GÜVENLİ.

BU NESLİN TEK ÖNDERİ OLACAK O DA SIRF ÇOCUKLAR ÖLMESİN DİYE SAVAŞ ÇIKARAN MAVİ GÖZLÜ ADAM. ÇOCUKARI ÖLDÜREN SİZ DEĞİL.

İnsanların bu kadar sinirlendiğini bilmiyordu genç kız. Cümleleri okudukça insanların nefretlerini görüyor ve hissediyordu sanki. Vücudundan bir ürperti geçtiğinde markete girdi.

En sevdiği yemeği yapacaktı. Mantı. Eh, tabi kendi elleri ile açamayacaktı mantıyı o yüzden hazır aldı. Bir kaç abur cubur, bir paket sigara ve annesinin en sevdiği çiçeği aldıktan sonra çıktı marketten. Üç hafta sonunda ilk defa ferahlık girmişti kalbine. Merdivenleri çıkıp kapının önüne geldiğinde soğuktan üşüyen bedenini ısıtmak için hızlıca kilidi açıp içeri girdi. Portmantoya kabanını astıktan sonra poşetleri mutfağa bırakmak için arkasına döndüğünde yerde gördüğü kıyafetlerle güldü.

"Hala çamaşırları taşırken yere düşürüyor, of anne." Dedi gülerek. Poşetleri bıraktıktan sonra kıyafetleri toplamak için geri döndü koridora. Kıyafetleri aldı eline tek tek. Yerdeki pantolonu almak için eğildiğinde bunun bir erkek için olduğunu gördü.

Gözlerini kapatıp bunun olmaması için dua etti. Elindeki kıyafetleri yere bıraktı bir anda. Annesinin odasına doğru gitti ve hışımla açtı kapıyı. Duası kabul olmamıştı belki biraz beklemesi gerekirdi olması için.

Annesi ve tanımadığı adamlardan biri yine evdeydi. Göz göze geldi annesi ile. Annesi Pelin’in gözündeki nefret ve öfkesini mi gördü bilinmez ama ilk defa çık dışarı diye bağırmak yerine sessizce kapıyı kapattı. Bir kaç dakika sonra annesi odadan çıktı ikisinin de kıyafetlerini alıp odaya döndü ve nihayet çıktı adam odadan. Pelin ile göz göze gelmeden çıktı kapıdan. Annesini beklemeden oturma odasına gitti. O da geldi peşinden.

Pelin elini saçlarından geçirdi.

"Eve erken gelm-" diyen annesinin sözünü kesip, "Bu mu senin anneliğin?! Senin kızın yeni öldü. Sen elin adamları ile yatıp kalkacağına yas tut yas!"

"Sözlerine dikkat et!" Diye yükseldi annesi.

"Yalan mı?! Yalan mı be söylesene? Sen kendine yakıştırıyorsun bu lakabı. Benim ağzıma almak değil aklıma bile getirirken midem bulanırken sen bunu yakıştırıyorsun kendine! Şimdi söylemek mi suç oldu?!"

Cevabı yüzüne atılan bir tokattı.

Pelin susmadı. Sussa belki daha iyi olacaktı ancak bu sefer o attı tokadı. Annesinin yüzü yana savrulurken ıslak saçlarının arasından kızına baktı. Şimdiye kadar çektirdikleri ile yarattığı canavara.

Pelin durmadı.

O gece komşular Banu Sarıkan'ın çığlıklarını duymamazlıktan geldi. Pelin'e izin verildi. Bu Banu Sarıkan yalvararak balkona çıkan dek sürdü.

Pelin Sarıkan ilk defa o zaman içindeki iyilikten yoksun kaldı ve karanlığa bulandı. Neredeyse annesinin katili olmak üzereyken durduruldu.

🌙

 

 

 

 

 

Bölüm : 23.02.2025 15:06 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...