9. Bölüm

İTTİFAK TOHUMLARI

Hazal Şirin Aydın
grilt998

🌙

Bir çocuğun hayal rehberi

Yanlış

Bir kızın vazgeçilmiş hayalleri

~*~

"Anneemmmmm." Diyerek sarılmıştım sana. Çok yoruldun evi temizlerken diye yanına oturmak istemiştim.

Seni öpmek için sana eğildiğimde elini yanağıma yapıştırıp itmiştin beni.

"Öpme beni." Demiştin. Belki çok sıcaklamışsındır diye moralimin bozulmasına izin vermedim sarılmak istedim.

"Uzaklaş benden, bir uzak dur Alev ya!" Diye bağırmıştın bana.

Ben ilk kez o zaman anlamıştım beni sevmediğini ama biliyor musun buna rağmen hayal rehberimi sana verdiğim sözlerle doldurmaya devam ettim.

Burada yanlış olan tek bir şey yok.

Çünkü baştan sona her şey bir hata.

🌙

Aşk harbiden aptallıkmış.

Ben neden kimseye güven olmayacağını bile bile kendimden on yaş büyük birine aşık olmuştum ki? Ben neden bunu kendime yapmıştım? Ben bunca yıl kalbimi annemden dahi saklarken nasıl bir adamın eline bırakmıştım hem de öldüreceğini bile bile.

O başkasına aşıktı.

Hayır.

O Asya'ya aşıktı.

O güneşti, bense asker.

Dark onu öldüremediği için beni öldürmüştü. Güneş Asya, karanlıkta kalan çocuk Dark.

Sen. Kendini. Salamazsın. Kendine gel. Derhal.

Ben yıkılamazdım. Hele bir adam için asla yıkılamazdım. Ben onca ölen insana rağmen pes etmemişken, onca cinayet işleyip pes etmemişken bir adam için yıkılamazdım.

Yanında başkaları var. Ağlamak istiyorsan bile bekleyeceksin. Mecbursun.

Mecburum.

"Hey, iyi misin?" Akın elini omzuma koyup beni kontrol etti. "Ne yazıyor o notta?" Sadece notu merak ediyordu.

Sen kimseye güvenemezsin.

Ama güveniyormuş gibi yapabildim. Kafamı kaldırıp gülümsedim sadece. Ardından başımı salladım.

"Gayet iyiyim," onlara ne kadarını anlatacaktım? Belki de yalan söylemeliydim. "Oturun, konuşalım." Ben yere çökerken bir kaç saniye bana baktılar ardından onlarda beyaz zemine oturdular.

"Şimdi," Derince nefes alıp verdim." Burada konuşulan her şey aramızda kalacak tamam mı?" Sadece başlarını salladılar ama tedirgindiler. Umursamadım. Anlattım.

🌙

"Bu kadar kolay mı senin için?" Dye sordu Akın. Öyleydi.

"Ben kendimi küçük düşürecek tek hataya düşmem. Düştüğüm an o hatayı yerle yeksan ederim. Tıpkı buraya yapacağım gibi. Şimdi ya benimlesiniz ya da gidersiniz. Seçiminizi yapın."

Bir kaç saniye cevaplarını bekledim. Ardından odama doğru yürüdüm. "Sabaha kadar vaktiniz var." Diye seslendim giderken. Şimdi ne yapacakları onlara kalmıştı ya benimleydiler ya da ölüydüler. Burada yaşamalarına imkan yoktu. İlayda silahlar hakkında bir bok bilmiyordu direnci düşüktü, gücü olmasına rağmen.

Mert ve Akın’sa İlayda’yı bırakacaklarına ölmeye yeğlerlerdi. Biliyordum. Çünkü onları gözlemiştim her adımlarını, tek tek. Bu onlara özgü değildi herkese böyle yapardım. Gün geldiğinde illaki işime yarardı.

Okulda sessiz sakin görünmez olan o kız değildim. Ben bir duvar olamazdım. Dümdüz olamazdım. Aksine belirli bir popülerliğim vardı. Diğer çevre okullar tarafından bilinirdim. Edebiyat yarışmaları ilgimi çekerdi, bu sayede çevrem fazlası ile genişti.

Ve nihayet onca gözlem okul arasındaki o entrikalarla boşa harcanmamış olacaktı. Benimle birlikte olmak zorundaydılar. Çünkü yaşamak istiyorlardı. Herkes gibi.

Girdiğim karanlık odanın önce ışığını açtım ardından yatağıma ilerledim. Alper'in buraya gelmesi iyi olmuştu. En azından bir süre ilgiler ona kayardı. Asya'dan bir süre uzak kalırdım. Alper fazlası ile meraklı ve cesurdu. Buraya olan merakı büyüyecek ve Asya'yı gözü görmeyecekti. Bu sayede sorun çıkaracaktı ve bende o kadar dikkat çekmeyecektim. Alper’e güvenebilir miydim? Emin değildim. Ama bazı konularda yardımına ihtiyacım olacağından emindim.

Gözlerim yavaş yavaş kapanmaya başladılar. Yarın ne olacağı muammaydı ama en azından şimdilik her şeyi boş verebilirdim.

🌙

"Kim bu karanlıkta kalan çocuk hiç söylemiyorsun.!" Mızmızlanmam onu güldürdü. Başıma bir öpücük bıraktı.

"Benim." Dedi. "Karanlıkta kalan çocuk benim. Sana şimdiye kadar o çocuğun hayallerini anlattım şimdi neden karanlıkta kaldığını anlatacağım." Gülümseyerek başımı salladım.

"Ama," dedi." Bu hikayenin son bölümü olacak güzelim." Kaşlarım çatıldı.

"Ne yani hayallerini gerçekleştirmeyecek mi?" Dedim şaşkınlıkla.

"Önce güneşini bulması gerekiyor güneşi olmadan o hiç bir hayalini gerçekleştiremez. Hatırlasana sana anlattığım her masalda güneşim olduğunda diyerek anlattım."

"Güneşin ben olsam ya?" Dedim flörtüz bir havada. Bakışları dudaklarıma kaydı. Nefesimi ona üfledim. "Seni aydınlığa çıkarsam. Isıtsam. Hayallerini gerçekleştirsem?" Daha da yaklaştım. "Olmaz mı?" Deyip kucağına çıktım. Elleri belimi sardı.

"Benim güneşim başka biri," dediğinde gülümsemem soldu. Kim olduğunu soracakken dudaklarıma minik bir buse kondurdu." Ama istersen güneşi gölgeleyecek bulut olabilirsin, o gelene kadar sana ait olabilirim." Dediğinde güldüm.

"Onun hiç açığa çıkmamasını sağlayacağım," onu öptüm. "Ve sende," bir daha öptüm." Hep bana ait olacaksın." Onu tekrar öptüm.

"Ben her zaman ona ait olacağım ama ondan nefret ediyorum." Saçımı kulağımın arkasına sıkıştırdı." Sana ise bayılıyorum. Sen benimsin." Diyerek öptü beni tekrar.

"Peki ya sen?" Geri çekildim. "Sen bana ait misin?"

Ondan ayrıldığım için kaşlarını çattı. Beni çekmek istedi ama izin vermedim. Omuzlarına bastırdım. "Sen bana ait misin Dark?"

"Lanet olsun! Evet, evet sana aitim. Gel lütfen." Tatminle gülümseyip ona doğru çekildim.

🌙

Ben lanet olasıca bir aptaldım. Gördüğüm rüya bunun bir kanıtıydı. Bu bir anıydı ve rüyaya evirilmişti.

Uyandığımdan beri doğruca tavana bakıyordum. Sol gözümden bir yaş süzüldü.

Bunu kendime nasıl yapmıştım?

Lanet olsun kalbim ağrıyordu. Burnum sızlıyordu. Ben lanet aptalın teki olan bir aşıktım. O başkasına aşık olduğunu söylemesine rağmen ona sarılmanın hayalini kuruyordum. Kokusunu içime çekmenin.

Ben neden bunu kendime yapıyorum?

Daha fazla dertlenmeyi kes ve ayaklan.

Yatakta doğruldum. Ayaklarımı dışarı doğru uzattım. Yıkılamazdım. Yataktan kalkıp belimi esnettim. Bir kaç esneme hareketi yaptıktan sonra tamamen açıldım. Banyoya girdiğimde temiz kıyafetler gördüm. Yine beyazlardı ama yeniydiler sonuçta. Direk giyinmek yerine önce duş almayı tercih ettim. Sıcak suyu açıp ısınmasını beklerken üzerimi çıkarmaya başladım.

Omzumdaki yara tamamen iyileşmiş sayılmazdı ve Asya'nın işkencesi yüzünden acısı katlanmıştı. Banyo dolaplarında işime yarayacağını umduğum şeyler aramaya başladım, alt dolapta bir ilk yardım çantası buldum. Yarayı duştan sonra pansuman yapmam daha iyi olurdu temizlesem yeterdi. Islak mendil ile yaranın etrafını sildim biraz kan akmıştı. Ardından su geçirmez bantlardan yapıştırdım.

Bacağımdaki yara daha fenaydı. Anlaşılan dikiş atılması gerekiyordu çünkü oldukça fazla kan akmış ve yara açılmıştı. Bunu başkasına söylemek istemiyordum, dikişi kendim atsam da olurdu. Daha önce yapmadığım şey değildi.

Önce bacağımdaki yaranın etrafını temizledim. O sırada akan su sesi başımın ağrısına bir tık iyi geldi. Yarayı temizledikten sonra şişelerdeki sıvıların isimlerine baktım ve birinin uyuşturucu olduğunu gördükten sonra başını kırıp şırınga ile içindeki sıvıyı çektim.

İlk yardım çantasını da yanıma alıp yere oturdum. Şırıngayı yavaşça yaraya yakın bir damara sapladım ve enjekte ettim. Canım yanmıştı. Bir kaç dakika sonra uyuştuğunu hissettiğimde bu sefer bacağıma soğuk sprey sıktım ve dikiş iğnesini elime aldım.

İğne etimden geçti ancak hissetmedim. Rahatlayarak bacağımı dikmeye başladım. Yaklaşık beş santim uzunluktaki yara yavaşça kapandı. İğneyi son kez geçirip kestim. Başımı fayansa dayadım. Alnımda boncuk boncuk terler biriktiğini hissedebiliyordum.

Çantayı kapatıp kenara koydum ve ayağa kalktım. Saçımdaki tokayı çözüp, bacağıma da su geçirmez bantlardan taktım. Ardından sıcak suyun altına girdim. Bedenim kısa bir kasılmanın ardından kendini gevşetti.

Bütün kaslarımın gevşediğini hissettim. Buraya geldiğimizden beri o kadar stresliydim ki bu çok iyi gelmişti. Saçımı şampuanlarken bugün ne yapacağımı tartmaya başladım. Artık o bahsettikleri ortak yemek olayı gerçekleşmesi yakındı. Hatta bugün bile olabilirdi.

Akın, Mert ve İlayda üçlüsü. Ne karar verecekleri belliydi ama reddetme ihtimalleri de aklımdan çıkmıyordu. Onların yardımına ihtiyacım yoktu ancak burada bazı zamanlar beni idare edebilecek işlerime yardım edebilecek insanların olmadı iyi olurdu.

Her şeyi tek başıma yapmama gerek yoktu. Evet tek başıma halledebilirim ama neden bunu zor yoldan halledecektim ki?

Saçımdaki şampuanı arındırdıktan sonra suyu kapattım. Tezgahın üzerinde duran bornozla kendimi kuruladım. Üzerimi giymeden önce bantları çıkardım. Bu sefer verilenler beyaz bir tayt ve beyaz bir sweetti. Beyaz çorap, ayakkabılar ve iç çamaşırları zaten klasikti.

Taytı giydikten sonra sweeti gitmeden omzuma pansuman yaptım ve son parça kıyafetide giydim. İlk yardım çantasını yerine yerleştirdim. Bantları attım. Saçlarımı tarayıp kuruttuktan sonra aynadan baktım kendime. Nedense bugün daha sağlıklı görünüyordum.

Banyodan çıktım. Bir kaç saniye boş boş yere baktıktan sonra odadan çıkmaya karar verdim. Kapıyı açtığımda görüş alanıma eli havada bir Akın girdi. Bir adım geri çekilip kaşlarımı kaldırdım.

"Evet?" Derken bir yandan Mert ve İlayda’yı süzüyordum. Onlarda üzerlerindeki tişörtleri sweetle değiştirmişlerdi.

"Teklifin," dediğinde ona döndüm." Kabul ediyoruz." Başımı sallayarak onu onayladım. "O zaman biraz konuşalım." Dedim ve kenara çekilmesini bekledim. O ise içeri doğru bir adım attı.

"Ne yapıyorsun?" Dedim şaşkınlıkla. O da bana afallayarak baktı. Bir bana bir içeri baktığımda rahatsız oldum. "Konuşmayacak mıyız?" Dediğinde yüzüme gelen sıcak nefesi sayesinde dibime kadar geldiğini gördüm. Hızla tekrar bir adım geri atarken," burada değil dışarıda." Dedim.

Kafasını sallayarak geri çekildi. Odadan çıkıp kapıyı kapattım. Sağ tarafa döndüğümde şaşırdım. Orda bir kapı vardı. "Bu da ne? Bu burada yoktu." Kapının üstüne baktığımda Alper yazdığını gördüm.

"Ne yani artık son değil miyim?" Diyerek fısıldadım. Bu nedensizce kötü hissetmeme sebep olmuştu.

"Gece biz yatarken yoktu, sabah uyandığımızda buradaydı." Dedi Akın’ın arkamdan gelen sesi.

"Anladım." Dedim sadece ardından onlara doğru döndüm konuşabileceğimiz bir yer ararken bir duvar dibine doğru ilerledim. Onlarda ardımdan geldiler.

"Önceliğimiz burayı taramak, burada bizden başkaları da var, size anlattığım gibi 2020 den beri sürüyor ve illaki o tarihten beri burada olan biri vardır. Tabi başka bir yere göndermediyseler." Derken göz devirdim. Bu lanet yerde ne olacağını bilecek kadar tanımıyordum burayı.

"Katledilen okulların ismini biliyor musun?" Dedi Akın. Neden sorduğunu anlamasam da başımı salladım.

"Hepsini değil ama ilk okulu ve bir çoğunu biliyorum. Neden sordun?"

"İlk katledilen okulun ismi ne?" Neyi öğrenmek istiyordu?

"Aydın koleji." Dedim sadece. Elbet söyleyecekti sebebini.

Önce baka kaldı bir kaç saniye. Sonra hafiften gözleri doldu ama toparladı kendini. Bir okulun ismi onun gözlerini dolduracak kadar değerli olamazdı, demek ki başka bir şey vardı. Kaşlarımı çatıp beklemeye başladım. Önce Mert'e sonra İlayda’ya döndü. İkisi de gülümsediler ona. Umut doluydu gülümsemeleri.

Seninki de bir zamanlar böyleydi. Yani en azından eskiden umut doluydu.

Ben artık içimden gelerek gülmüyordum bile. Her şey bir role dönmüştü. Her yüz ifadesi yalandı. Her mimik. İnsanlar o kadar iyi oyuncu olmuşlardı ki bedenleri bile onlara kanmıştı. Evet demişlerdi, o gerçekten mutlu, sahiden gülümseyebilirim ama öyle değildi hepsi karşıya oynan bir oyundu.

Bana oyun oynadıkları için bende onlarla oynamıştım. İşte bu benim gülümsememi almıştı. Zehir diye geçirdim içimden o an. Vücuduna yavaşça işleyip seni yok eden hırsın ateşi.

"Neler oluyor? "Dedim düşüncelerimden sıyrılıp. Gözlerindeki ışıltı ile bana döndü. Bu bir anlığına beni afallattı.

"Sence o okuldan birileri hala yaşıyor olabilir mi?" Dedi hevesli hevesli. Masum geldi gözüme o an.

"Eğer başka bir yere nakletmedilerse olabilir." Dedim. Masum gelse de yalan söyleyemezdim. Birden bana atıldı. Geriye doğru adım atacağım sırada o kollarını bana sardı. Ben ne olduğunu anlayamazken o kulağıma fısıldadı.

"Bana bunu söylediğin için teşekkür ederim, bana dünyaları bağışladın Alev." Dedi. Nefesi boynuma vuruyordu ve bu beni gereğinden fazla rahatsız ediyordu. Ellerimi kaldırıp onu itecekken bu çok kaba bir hareketmiş gibi geldi ve omzuna iki kere vurup geri çekilmeme sebep oldu.

"Bana neler olduğunu anlatacak mısın?" Dedim sadece. Önceki söylediğini es geçtim. Bunu fark etti ama bir şey demedi.

"Aydın kolejinde kuzenim okuyordu. Ailesi ile herhangi bir problemi yoktu ama bir anda iletişimi kesti kaçırıldığını sandık,polise gittik ama yurt dışına gittiği kayıtlarda gözüküyordu. O adresi aldık oraya gittik ama yoktu izini kaybettirdi. Teyzem hep ona bir şey olduğunu söyledi ama biz onun bizi terk ettiğini sandık ama şimdi," dedi bunları anlatırken yere bakıyordu ve şimdi gözlerini bana kaldırmıştı.

"Belki de o da burada, bizimle aynı şeyleri yaşadı. Bizden çok daha küçükken. Belki buradaki deneyler esnasında öldü belki de okuldaki katliamda ama artık bizi bile isteye terk etmediğini biliyorum." Sol gözünden bir damla yaş firar etti ama anında yok etti onu. Bu halde ona bir şey sormak istemiyordum ancak öğrenmem gereken şeyler vardı.

"Aydın kolejinin katliamı 2020 de yapıldı. Karantinadaydık sokağa çıkma yasağı vardı. Nasıl oldu da kuzenin okula gitti?" Diye sordum. Bu bizi bir şeylere çıkarabilirdi.

Önce bir süre düşündü. "Karantinanın başlarına doğruydu dışarı çıkabildiğimiz zamanlardı, okullar sınavlar için bizi çağırıyordu. O zaman onuncu sınıfların sınavı vardı o zaman gitmişti. O zamandan sonra haber alamadık. Onu araştırmamızda baya sürdü dışarı çıkma yasağı tam o zamanı vurdu." Dediğinde kafamda bir şeyler oturdu.

Plan yapmak için ağzımı açacağım sırada dijital kapının açılma sesi geldi, bakışlarım oraya kaydığında diğerlerinin odağı da orası oldu.

"Sanarım gitme zamanı geldi he, ne dersiniz?" Diyerek yanlarından ayrıldım. İçeriye her zamanki beşli girdi. Garip bir şekilde Asya da siyah giyinmişti. İlkleri görüyorduk.

Akın’ın anlattıklarında eksik vardı. Sadece bir öğrenci belki ailesinden gizli başka bir ülkeye kaçabilirdi ki bu da imkansızdı çünkü on sekiz yaşını geçmiyordu hadi onu geçtim yüzlerce öğrenci nasıl olurdu da bir anda ortadan kalkardı? Hiç mi şüphelenmezlerdi? Bu işte bir bok vardı ama neydi?

"Denekler derhal sıraya!" Diye bağırdığında ben yerime geçmiştim bile. Önümden bir kaç kişi yerlerine geçmek için ilerlediler. Yanıma bir gölge düştüğünde bakışlarımı oraya kaydırdım. Alper yanımdaydı. O da bana bakıyordu.

"Selam," dedi sadece. Bende başımı sallamakla yetindim. Başkaları ile konuşurken içimi bir suçluluk duygusu kaplıyordu. Başka birine aşık olan bir adam için. Rezildim. Tam olarak rezildim. Asya’ya baktım. İçime giren herhangi bir kıskançlık olmadı. Dark’ın onu sevmesi Asya'nın suçu değildi. Ama Dark’ın benimle oynaması... işte bu tamamen onun suçuydu.

"Evet sevgili denekler," diyerek dikkatleri üzerine çekti Asya. Sesi boşlukta çağlıyordu. "Bugün diğer binalarla tanışacaksanız, burada toplamda beş bina vardır," bir yandan konuşurken bir yandan da önümüze bir simülasyon açtı. Bize açık açık buradan bahsetmesi garipti. "Altın, gümüş ve bronz. Bunlar binalardaki güç seviye basamaklarıdır. Siz ikinci binadasınız yani gümüşte. Her binada iki bölük bulunur. Siz gümüş binasının ilk bölüğüsünüz, bu binadaki ve diğer binalardaki bölüklerle bugün tanışacaksınız. Geriye kalan iki bina safir ve zümrüttür bu binalardan biri özel denekler için diğeri büyük kapsamlı eğitimler için tasarlandı. Buraya giriş çıkışlarınız çok nadir olacak. Her binada özel eğitim salonu, spor salonu, deney alanları ve daha birçok alan bulunur. Bunun dışında sizler içinde alanlar vardır. Sinema salonları, oyun alanları ve benzeri şeyler. Binayı zaten gezeceksiniz o yüzden fazla uzatmıyorum.

Diğer binalarla tanışma amacınız aslında bir tür sınav, sizi bir tür ölümsüz askere çevirmeye çalışıyoruz ve bunu sizi bir alana hapsederek yapamayız. Dış etkenlere karşıda hazır olmanız gerekiyor, size verdiğimiz eğitimler pekala yetecektir ancak eğer bu binada hayatta kalamayacaksanız zaten burada olmanız gereksiz demektir." Konuşurken yanına gelen askere döndüğünde bir süre onu dinledi ardından Ceren’e eğildi. Ceren başını onaylar anlamda salladıktan sonra asker ve Asya geri gittiler ardından Ceren öne çıktı.

"Evet," dedi. "Asya'nın dediklerini duydunuz burada oldukça dikkatli olmalısınız. Size bir eğitmen tavsiyesi, burada kimseye güvenmeyin. Bırakın başka bir binayı, kendi bölüğünüzdeki kişilere bile güvenmeyin. Burada oldukça dikkate çekiyorsunuz çünkü ilk defa bir katliamın ardından bu kadar çok hayatta kalan var. Uyarımı yaptıktan sonra bir diğer konuya geçeyim," dedi derin bir nefes aldı elindeki tablete bir bakış attı ardından tekrar bize konuştu.

“Sizi her seferinde bir anda bir yere götüremeyeceğimiz için bir şeylerden haberiniz olması gerekiyor, istediğimiz asker kıvamına gelmeniz için sadece deneyler yeterli değil aynı zamanda fiziksel ve zihinsel kondisyonunuzu da geliştirmelisiniz. Bu etkinlikten sonra hepinize programlar dağıtılacak artık boş boş oturmak yok. Gününüzün çoğu spor salonlarında geçecek. Vücudunuzun hamlığı gittikten sonra fiziksel kondisyon için eğitimlere başlayacaksınız. Fiziksel olarak gelişirken bir yandan da dayanıklılığınızı da arttıracağız. Siz birer asker olacaksınız o yüzden belli başlı şeylere karşı durmayı öğrenmek zorundasınız.

Uyuşturucu, alkol ve sigaraya karşı bağımlılık geliştirmenizi sağlayacağız ve sonra bir anda bu bağımlılıkları bırakacaksınız. Bağımlılık testini geçtikten sonra zihinsel dayanıklılık testine geçeceksiniz ve bu en zor olanı olacak. Zihniniz pek çok alanda zorlanacak. Bu son aşama. Bu aşamadan sonra askeri eğitimi tamamlayıp genel akademik dersler alacaksınız. Her hafta on kişi ile adım adım ilerleyeceğiz. Sırayla hepiniz bu testlere gireceksiniz. Unutmayın ne kadar çabuk geçerseniz bu testleri o kadar çabuk biter çekeceğiniz işkence. "Ellerini iki defa birbirine vurdu." Şimdi gitme zamanı. Birileri ile tanışma vaktiniz geldi." Diye şakıdı. Sesi fazla neşeli geliyordu ve bu şüphelenmeme sebep oluyordu. Asya tekrar eski yerine geçti.

"Sizi götürmeden önce kuralları anlatayım. Diğer binalardaki deneklerle olan iletişiminize karışılmaz, birbirinize ister aşık olun ister öldürün. Ancak hiç bir şeyi toplu olarak yapamazsınız hepiniz tek olmak zorundasınız. Diğer bölük binalarına eğitmenler izin vermediği sürecek giremezsiniz. Kaçmaya çalışamazsınız çalıştığınız anda sizi öldürme yetkimiz var ve bu etkinlikten sonra artık gözleriniz bağlı gezmeyeceksiniz binada gözleriniz açık kalacak ancak bu istediğiniz yere girme hakkını size vermiyor," derken özellikle bana baktı. Bir anlığına bilip bilmediğini düşündüm ama bilseydi bu kadar sakin olamazdı. Ben düşüncelerim arasındayken hepimizin yanına bir asker geldi. O sırada Asya tekrar sözlerine başladı ancak bu sefer Alper’e özellikle bakıyordu.

"Bir diğer kural ise her deneyden sonra buraya okulunuzdan biri gelir. Ve bu haftanın şanslısı Alper Denizoğlu oldu. Ancak kendisinin son sırada olması pek iyi olmadı," bana bir bakış attı." Alper lütfen Alev ile yer değiştirir misin?" Dedi. Lütfen?

Alper hızla beni yana kaydırdı ve doksan numara oldu. Bense onun yerine geçerek yine sonuncu yani doksan bir oldum.

"Şimdi," diyerek sesini iyice yükseltti Asya. Askerler emir almış gibi gözlerimizi bağlamaya başladılar. "Bütün askerler deneklerle birlikte H-12 ye derhal!" Dedi. Bir süre hareket etmeden bekledim nede olsa en son ben gidecektim ancak arkamdaki asker beni öne doğru itiyordu bunu ikinci kez yapınca anladım ki ilk ben gidecektim. Artık ilk ben mi olacaktım? Bu biraz kafamı karıştırdı ama ses etmedim.

Dijital kapının açılma sesini duydum ardından ilerlemeye başladık. Beş dakika süren düz bir yolun ardından merdivenlere geldiğimizde gözlerimiz bağlı olduğu ve göremediğimiz için tedirgin oldum ancak bir kaç basamaktan sonra rahatça inmeye başladım asker bir yandan da beni kolumdan tutuyordu düşmemem için. Artık bu son kez gözlerim bağlı bir yere gidişimdi.

Açıkçası birden bire her yeri göz bandıyla gezdiren insanların göz bandını kaldırması garipti ancak bunu sorgulamak için önümde uzun bir yol vardı ve bu dertlerimin en küçüğüydü. Dayanıklılık testlerine girecektik, elbette her gün rahatımıza bakıp boş boş oturmamızı beklemeyeceklerdi onlar asker istiyorlardı, ona göre eğitim vereceklerdi bu kadar rahat oluşum bir şeyleri gözden kaçırdım mı acaba düşüncesini yaratıyordu.

Yüzüme vuran soğuk hava ile düşüncelerden sıyrıldım. Yanımdaki asker kolumu bıraktı ve gitti bir kaç saniye sonra dijital kapının açılma sesi geldi ve yüzüme vuran rüzgar arttı. Göz bandım benden ayrıldı. Bir kaç saniye gözlerimin alışmasını bekledim.

Görüşüm yerine geldiğinde yanımdaki asker beni ilerlemem için iteliyordu. Ona ters bir bakış atıp ilerledim ancak gördüklerim bir anlığına bana fazla geldi. Kafamı 360 derece çevirdim. Aman tanrım burası gerçekten fenasaldı. Tek kelime ile muhteşemdi.

İçeride anlattıkları beş binanın tam ortasında bir dünya heykeli onun altında da bir çeşme bulunuyordu. Dünyanın kara parçaları altından su kısmı ise gerçekten suydu, boya değil. İçerideki suyun dönüşünü görebiliyordunuz. Görüp görebileceğim en iyi heykellerden biriydi.

Ondan daha iyi olan ise binalardı. İçeride altın gümüş ve bronz derken bu kadar ciddiye almamıştım ama tasarımları harikaydı. Bu beş binanın yüksekliğine bakarken üstümüzde bir gökyüzü değil bir kubbe vardı ve camdandı. Safir ve zümrüt ise apayrı bir şeydi, bizim binalarımızın aksine o iki binanın girişinde bir arma vardı. US yazıyordu damganın ortasında bir an Amerika ile burası arasında bir bağ aradım ama saçma geldi. Savaş için yetiştiriliyorduk neden başka bir ülkenin bundan haberi olsundu ki?

Gelen seslerle dikkatim dağıldı. Bizim bölüğümüzün hepsi içeriye girmişti ve şaşkın şaşkın bakıyorlardı. Bu bir anlığına beni gülümsetti. Onlara bakarken bakışlarım kapıya kaydı ve bizim binamızın diğer bölüğü giriş yaptı. Asya ve yanındaki iki kadın bana doğru geldiler. Tam önümde durduklarında benim bakışlarım bronz olan binadan çıkanlardı.

En az bizim kadar varlardı, bir kaç kişi eksiktiler sadece. Bir kız ile göz göze geldim ama anında bakışlarını benden çekti. Asya'nın boğazını temizlemesi ile gözlerim ona döndü. Gözleri önce yüzümü taradı, sanki... ne bileyim endişeli gibiydi. Ama benim için mi yoksa başka bir şey için mi bilmiyordum. Her ne olursa oldun ikinci seçenek daha mantıklı.

Doğruydu.

"Gümüş binasının ikinci bölüğünün öncüsü ve baş eğitmeni," diyerek bana döndü. Biraz daha genç olan kızı gösterdi." Bu Süheyda ikinci bölüğün öncüsü, bu da," diyerek eğitmeni gösterdi." Şenay, baş eğitmenlerden biri." Diyerek onları tanımamı sağladı. İkisinin de bakışları masum görünüyordu ama gözlerindeki küçümsemeyi görebiliyordum.

"Bu da Alev ilk bölüğün öncüsü." Diyerek onlara beni tanıttı ama onlar zaten benim kim olduğumu biliyor gibiydiler.

"Memnun oldum Alev’ciğim, demek öncü sendin," bunun altından bir şey çıkacaktı. "Uzaktan bakınca pek de," gözleri omzumda ve topallayan bacağımda gezindi. Yüzümdeki yaralara da baktı. Bu kadın ondan nefret etmemi istiyorsa çok doğru yolda ilerliyordu. "Öncü gibi durmuyorsun." Demek öyle.

Hafifçe gülümsedim. İçimdeki şeytan uyanıyordu. Uyanıyordu değil güzelim uyandı bile.

"Bir öncü sizin gözünüzde nasıl olmalı Şenay hanım." Dedim. Sesimdeki hafif alaycı ton onun sinirlerini bozdu. Bu kadın mükemmeliyetçi. Koz bir.

"Sen bölüğündeki tüm deneklere örneksin sen yara almamalısın ki onlar da yara almasın, sen kendini korumalısın ki onlarda kendini korumayı öğrensinler." Zavallı öncüye döndü bakışlarım. Ona bakarak Şenay'a hitaben konuştum.

"Galiba sizin bölüktekiler biraz salak he, ne dersin? İşin zor gerçekten sırf o salaklar senin her yaptığını taklit ediyorlar diye her dakika kendini koruyorken bir de onları düşünmek zorundasın." Sonra Şenay'a döndüm. "Çok şükür ki bizim bölükteki denekler o kadar aptal ve güçsüz değiller hepsi birbirinden akıllı ve inanın bana ihtiyaçları bile olmuyor ben onlara sadece bir parça cesaret veriyorum o kadar. Sizin bölüğünüze bakıyorum da bence buranın amacına uymuyorlar. Emir alarak nereye kadar gelebilirler ki değil mi?"

Sonra Asya’ya döndüm.

"Bence siz bu bölüğü eğitmeyi bir daha düşünün." Dedim göz kırparak. Asya bana gülümsedi, ilk defa bana katıldığını hissettim. Gözleri bendeyken bir anlığına arkama kaydı ve gözleri büyüdü. O sırada üzerime doğru gelen bir elin karaltısını gördüm.

Yüzüme gelen eli tuttuğum sıra bir ses yankılanıyordu koca alanda. "Sen kim oluyorsun ki hadsiz!" Elini tutuşum sertleşti. Gözlerim ona kaydı ama o bileğini tutan elime bakıyordu.

"Senin bana el kaldıramayacağın, bana vuramayacağın biri oluyorum." Elini iterek kendimden uzaklaştırdım." Eğitmen olabilirsiniz ama sınırlarınızı bilin."

O ise beni dinlemeden arkasına dönüp gitmeye başladı. Şenay denen kadının arkasından bakarken omzumda bir el hissettim ardından kulağıma ulaşan bir fısıltı. "Şimdiden sınırlarını herkese göstermen iyi oldu denek bir ama unutma bu sana hem bir sürü dost hem de düşman kazandıracak." Dedi ardından yanımdan uzaklaştı.

Bir süre yere bakarken ne yaptığımı düşündüm, daha sakin mi kalmalıydım?

"Hey," gelen sesle başımı kaldırdım, aynı üçlü başımdaydı yine. Akın, Mert ve İlayda.

Akın ağzını açıp konuşmaya devam edecekti ki Mert araya bir bomba misali girdi.

"Mükemmeldin abi mükemmel, nerde lan senin tacın? Nerde?!" Salak kahkaha ata ata söylüyordu bunu.

"O kadına var ya ben bile gıcık oldum, ve sadece hareketlerini görüp," ellerini yanaklarına koyup ağzını açtı ve süzülmeye başladı. "Sen nasıl dayandın o kadına ya, ben en başından siktir git derdim."

İlayda durduğu yerden gülerek söze dahil oldu. "Hiç bir bok diyemezdin." Dedi.

"Yooo, derdim bir kere."

"Diyemezdin."

"Derdim."

"Hıhı aynen derdin."

"İlayda susar mısın lütfen."

"Gelde sustur."

Gülerek izlediğim bu tartışma bir anda elle hissedilebilecek bir gerginliğe dönüştü. İlayda’nın son sözünden sonra Mert ona kitlenmişti ve aralarındaki bakışma tutkulu bir bakışmayı bile geçebilecek kadar vardı.

"Oraya gelirsem susturmaktan fazlasını yaparım güzelim, ayarlarımla oynama benim."

Bir öksürük krizi bedenimi sarstığında nefesim kesilinceye kadar onlara baktım şaşkın şaşkın ama öksürük bir anda boğulmaya dönüştü. Bir kaç saniye boyunca nefes alamadım. Akın sırtıma vuruyordu hafif hafif ama bu beni daha da tıkıyordu. Elimi kaldırıp onun elini tuttum çekmesi için. Diğer eli hala vuruyordu, tuttuğum elini sıktım. Eli bana vurmayı kesti. Bir kaç saniye içinde kendime geldim, tekrar doğrulurken elimi Akın’ın elinden çekmek istedim ama o elimi tuttu.

Ona döndüm ama o elime kitlenmişti. Ellerimize. Saçmalama dedim kendi kendime çekmek istedim ama yine izin vermedi.

"İyi misin Alev?" Derken yanıma yaklaştı İlayda, onunda gözleri ellerimize kaydı ama Akın inatla bırakmıyordu tam ağzımı açıp bir şey demek üzereyken İlayda kolumu sertçe çekip kendine yakınlaştırdı. Akın’ın eli elimden ayrıldığında kendine gelmiş gibi etrafa baktı.

"Buda ne?" İlayda doğrudan bileğime bakıyordu oraya baktığımda derimin altından yanıp sönen kırmızı ışığı gördüm. İlayda’dan kurtulup kendime yakınlaştırdığımda ışık zayıfladı ve söndü.

Buda ne halttı böyle?

"Demek kurban sen oldun he öncü?" Arkamdan gelen sesle oraya döndüm. Ama derim o an bir acı ile kaplandı, inleyerek elimi tuttum.

"N-ne oluyor?" Diyen sesi duydum.

"Kuzen, naber ya?" Acımı unutup ileri bakmak istedim ama o ışık tekrar yanmaya başladı ve derim yandı.

"A-Aras sen?’

Bileğimdeki acı geçti ama ben kan ter içindeydim. Sesim çıkmasa bile çok fazla canım yanmıştı. Kendimi yere attım. Bakışlarım bileğime döndüğünde o damgayı gördüm. US.

Buda ne halttı böyle?

Önce hangisini araştırmak ve cevabını öğrenmek istersin Alev?

Milyon tane sorunun içine iki tane daha eklendi aman ne güzel.

🌙

 

 

 

 

Bölüm : 23.02.2025 14:49 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...