10. Bölüm

KANYAŞI

Hazal Şirin Aydın
grilt998

Bir çocuğun hayal rehberi

Yanlış.

Bir kızın vazgeçilmiş hayalleri.

~*~

Annemmmmm.

Dün karnelerimizi alıp dışarı çıktığımızda, sana karnemi gösterdiğimde ellerinde tuttuğun o winx'li cüzdanı bana verdiğinde öyle mutlu oldum kiiiii.

Bana kocaman sarılışın, yanaklarımdan öpüşün benim için en büyük hediyeydi. Teşekkür ederim annem.

Ve şunu bil ki eğer ben bir şeyler başardığımda sürekli böyle ödül alacaksan sen bana daha çoook hediye alıp öpeceksin beni. Elimden geleni yapacağım. Sana söz anne kendimi sana sürekli öptüreceğim.

Burada yanlış olan neydi anne?

~*~

Yardım et bana!

Söyleyebildiklerimden daha fazlasını anla.

-Franz Kafka

🌙

"Hey, iyi misin?" İyi olduğum pek söylenemezdi. . "Alev, lütfen bana cevap verir misin? Eğitmenlere haber vermeli miyiz?"

"Şokta falan mı acaba?"

"Bu şok değil dostlar o sadece seçildi." Gene neye seçilmiştim? Ben lanetle miydim amına koyayım neden her boktan şey beni buluyordu. Acı vücudumu çoktan terk etmişti ama başım hala önüme eğikti ve yerde dizlerimin üzerinde oturuyordum. Seçilme lafını duyduğumda çoktandır bakmak istediğim o kişiye baktım.

Aras Demir.

Akın Demir’in kayıp kuzeni. 1.80 boylarında vücudu gelişmiş bir şeydi. Gerçi burada olup gelişmemesi saçma olurdu. Lise iki de kaçırıldığını göz önüne alırsak altı yıldır buradaydı. Bizden büyüktü. Ben zaten Akın’lardan bir yaş büyüktüm ama Aras daha büyüktü.

"Ne boka seçildim ben yine?" Dedim bezgince, bir yandan da ayaklanıyordum. İki ayağımın üstüne bastığımı görene kadar ayakta durduğumu hissetmiyordum. Ayaklarıma basmayı kesip Akın’ın kuzenine çevirdim gözlerimi.

Ellerini eşofmanın ceplerine koymuş üstten üstten bakıyordu. Aslına bakarsan o kadar kısa değildim, bu adam çok uzundu. Aramızdaki on santimlik fark yine de kendimi kısa hissetmemi sağladı. Vücudunu baştan aşağı süzerken onunda bileğinde benimkine benzer şekiller gördüm. O nereye baktığımı anlamış gibi elini cebinden çıkardı ve bileğini öne doğru uzattı.

Bileğindeki dövme benzeri şeyle benimki arasındaki tek benzerlik ortasındaki damgaydı. US. Bunun anlamı neydi? US bana Amerika’dan başka bir şey çağrıştırmıyordu. Burayla olan bağlantısı ne olabilirdi? Belki bir şirket kısaltması? Ya da baş harfler?

"Ne demek olduğunu biliyor musun?" Diğer elini kaldırıp o iki harfin üzerine koydu. Başımı yavaşça iki yana salladım. O biliyor mu diye ona baktığımda tepkisizdi." Bizde bilmiyoruz ama deneyler tarafından seçilen biri bu iki harfin kurucuya ait olduğunu söyledi." Omzunu silkti." Tek sorun herkesin onun deli olduğunu söylemesiydi. Ancak neden ölüm deneyleri bir deliyi seçsindi? Burada tonlarca, her yönden güçlü insanlar varken? Sence de garip değil mi?" Diye bana sordu.

Haklıydı. Eğer deneyler tarafından seçilmemiş olsaydı belki inanmazdım ama her türlü doğruluk payı bırakırdım. Yüzde bir olsa bile bir ihtimal olurdu ki deneyler tarafından seçilmesi bu ihtimali birden bire yüzde elli yapardı. Burada güçlü askerler yetiştiriliyordu bir deli değil. Psikolojik açıdan yetersiz olanlar zaten en başta öldürülmüştü onun -her kimse- yaşaması imkansızdı hadi diyelim yaşadı, seçilmesi imkansızdı. Bunda yüzde birlik bir ihtimal bile yoktu.

Başımı salladım haklı olduğunu söylemek adına.

"Pekala, bu dövme benzeri şey ne?" Diye sordum. Bir an konuyu bu kadar hızlı değiştirdiğim için gerildim ama söyleyecek bir şeyim yoktu. O da sanki bunu beklemiyormuş gibi bir iki saniye bana baktı ardından kafasını iki yana salladı. Garip olduğumu düşünüyordu, düşünebilirdi çünkü bende aynısını onun için düşünüyordum. Akın’a neden sarılmıyordu? Ona neden bakmıyordu?

"Kendi bölüğünün yöneticisi sensin artık. Zaten öndermişsin ama artık bu resmi bir şey oldu. Burada her ay düzenli olarak bölük yöneticileri ayrı bir eğitim alırlar. Buradan asker olarak çıktığımızda, tabii eğer çıkabilirsek timlerin yöneticileri bizler olacağız ve hayatım, bu dövmeye sahip kişiler burada özeldir. Dokunulmazlığımız var, diğer deneklere göre daha fazla hakka sahibiz ve işimiz olan çoğu yerin anahtarları bize verilir."

"Kimden alıyoruz? Yani anahtarları, kimden alıyoruz?" Hevesle sormam onu bir an güldürdü. Sonra bana baktığında -herhalde ciddi olmamam gerekiyordu- ciddi olduğumu gördü. Oda ciddileştiğinde bileğimi tuttu. US harflerini gösterdi.

"Anahtar sensin. Seni seçen çip, anahtar o." Dedi. Bu çip beni kendi kendine mi seçmişti? Yoksa biri çipin beni seçmesini mi sağlamıştı? "Çip başkası tarafından kontrol edilemez, çipler bir arada kendi kendilerini yönetirler her çip birbiri ile bağlantılı ve sizin bölükteki diğer insanlara bağlı çipler arasından sendeki çip seçildi. Çipler senin fiziksel gücünü, psikolojik dayanıklılığını ve deneyin sana verdiği ekstra gücü analiz eder. Eğer en güçlü sensen yönetici sensindir. Her neyse bugünlük bu kadar bilgi yeter. Hadi yemeğe gidelim."

Son cümlelerini söylerken omzuma iki kere vurdu ardından Akın’a kaçamak bir bakış atıp önden yürümeye başladı. Anlayamıyordum neden onu görmezden geliyordu? Bakışlarımı Akın’a çevirdiğimde gözlerinin dolduğunu gördüm. Bu içimi burktu. İlayda ve Mert onun yanında duruyorlardı ama o Aras’ın arkasından bakıyordu. Beni gördüğünde gülümsedi. "Sen daha çok ilgisini çektin. Herkesi nasıl kendine hayran bırakıyorsun görüyor musun?" Alaylı cümleleri aptalcaydı.

"Acını bu aptalca sözlerle gizleme kendini küçük düşürüyorsun. Eğer neden görmezden gelindiğini öğrenmek istiyorsan git ve hesap sor. Aptal bir aylak değil, güçlü bir kale ol." Sözlerim sertti ancak amacım kalbinin kırılmamasıydı. Eğer böyle zayıf olursa burada kalamazdı. Bir an beni öldürecekmiş gibi baktı, ardından gözlerini kaçırdı.

Aras’ın ardından arkasında kalanları umursamadan yemekhane olduğunu düşündüğüm yere gitti. İlayda mert ve ben arkasından bakıyorduk.

"Biraz ağır oldu sanki söylediklerin." Dedi Mert. Yaptığımın yanlış olduğunu söylerken bile tereddüt ediyordu. Onları bu kadar korkutuyor muydum? İlayda, Mert'e bakıp gözlerini devirdi.

"Sanki değil, ağırdı! Ya gözlerinle gördün Aras onu umursamadı bile. Kendi akrabası ona böyle bir darbe vurmuşken neden üstüne gidiyorsun. Ağlamak yasak mı Akın’a he! Yasak mı?! Canı yandı çocuğun canı!" Siniri çok fazlaydı. Ayrıca yersizdi.

"Akın’ın canını ben yakmadım bu bir. Ayrıca Akın bebek mi? Her olaya böyle ağlayacaksa burada kalamaz. Eğer o kendine yersizce üstüne gelindiğini düşünseydi kendi söylerdi. Avukatı mısın sen benim üzerime geliyorsun? Ayrıca o lafları bana değil sevgili Akn’ın kuzenine söyleyeceksin."

Ağzını açmadı. Sadece gözlerime baktı. Onu anlamam için, ama ben reddettim. Onun sırtını sıvazlayacak biri değildim ben. Yardımına koşmazdım. Ben bencildim. Bunu anlaması gerekiyordu. Çaresizse ona yardım etmezdim, ben daha önemliydim. Bendim ya. En önemli olan bendim. Kendim yaşamadan kimseye yardım edemezdim. Ben ufak sorunlarda insanların sırtını sıvazlayacak yumuşak kalpli o insan olursam büyük sorunları çözecek buradan çıkmamızı sağlayacak o kötü insan kim olacaktı?

Ona şimdi Akın adına yardım etsem, gözlerindeki çaresizliği görüp Akın’ın peşinden gitsem kim Aras'ın peşinden gidip bilgi alacaktı. Ben o gözlerdeki çaresizliğe bir kere başka bir gözde gördüğümde inanmıştım. Benim kanımdan benim canımdandı üstelik o. O bana ihanet etmişken ben şimdi nasıl inanacaktım ona? Benim annem bana ihanet etmişken bir yabancıya nasıl inanacaktım?

Yapma ama. Kalbin acıyor yapma.

Kalbim acıyor. Çaresizce ona yardım etmek istiyorum. Yardım etmeli miyim?

Sana ihanet ederse kalbin bundan bin kat daha çok acıyacak yapma. En azından acısı şimdi daha az.

Kafamı iki yana salladım. Onlara sırtımı dönüp Aras'ın peşinden ilerledim. Çoktan yemekhaneye girip ortadan kaybolmuştu ama yine de ilerledim. Onlardan olabildiğince uzaklaştım. Yemekhaneye girdiğimde burasının gittikçe daha da ilginçleştiğini gördüm. Burası deney sırasında gördüğümüz gibi değildi. Beyazlıktan oluşmuyordu.

Her binanın rengine sahip beş metre uzunluğundaki iki masa vardı. En başta iki safir masa. Ardından zümrüt, altın, gümüş ve bronz. Bu masaların arka planındaki duvar çiçeklerden oluşuyordu, yeşillikler daha fazlaydı. Ve yine dünya şeklinde bir motif vardı üzerinde kara kısımları altından, su kısımları ise safirdendi.

Her binaya ayrı yemek alma bölümleri vardı. Her bölük kendi binalarının olduğu yemek bölümünden yemeğini alıyor ardından masasına geçiyordu. Gözlerim, Aras’ı ararken girişte göz göze geldiğim kızla tekrar kesişti. Gözlerini kısıp bana doğru ilerledi.

Nihayet yanıma geldiğinde ben hareketsizce hala aynı yerde duyuyordum. Gözlerini beni süzmek için kullandı bir kaç saniye boyunca. Gözlerini bana kaldırdığında mavi gözleri başka gözlere çok benziyordu. Buradaki herkesin gözleri bana birilerini çağrıştırıyordu. İlayda’nın ki anneme benziyordu mesela, Akın’ın ki babama... bu kızın gözleriyse Hira’nın gözlerine benziyordu.

"Az önce yaptığın şov takdir edilesiydi. Bir eğitmeni nasıl çıldırtmayı başardın?" İğneleyici sözlerinin üzerimde herhangi bir etkisi yoktu. Gülümsedim.

"Neden sordun? Taklit mi edeceksin yoksa?" Sağ gözü seğirdi. İkimizin de birbirimizi ilk kez görmemize rağmen haz etmediğimiz açıktı.

"Hayır, aksine. Senin yaptığını bir eğitmene asla yapmamaya çalışacağım." Beynim aydınlanmaya başladı. Ne yaptığımı anladığımda, beni uyardığını da yeni anlıyordum.

"O bir eğitmen Alev Sarıkan, ve sen bir eğitmeni karşına aldın. Öğrendiğim kadarıyla o kadın hata yapmayan mükemmeliyetçinin teki ve sen bugün onu rezil ettin. Sence sana hiç bir şey yapmayacak mı, burada böyle büyük bir forsu varken? Kendine dikkat etsen iyi olur."

Söyleyeceğini söyledikten sonra arkasına bakmadan gitti. Arkasından onu izlerken o sırada beni izleyen Aras ile göz göze geldim. Aradığım kişiyi bulur bulmaz ona doğru gittim.

"Neden buradasın?" Sorgularcasına kaşımı kaldırdım. Ne demek neden buradayım? Ne biçim bir soruydu bu? "Neden Akın'ın yanında değilsin?"

"Neden Akın'ın yanında olayım?"

"Neden benim yanımda olasın?" Sorumun ardından bir salise bile geçmeden cevap vermesi beni şaşırttı.

"Ne demek istiyorsun?"

"Akın'a değer veriyor musun?" Bu da nerden çıkmıştı böyle?

"Asıl sen ona değer veriyor musun? Bence asıl tartışılması gereken konu bu." Dedim dik başlılıkla beni o kadar köşeye sıkıştıramazdı.

"Önce ben sordum küçük hanım."

"Küçük hanımı senin bir yerlerine sokarım. Dikkat et laflarına."

"Bunu bana sen mi söylüyorsun?" Dedi alayla.

"Ben söylüyorum. Eğer sen abuk sabuk kelimeler kullanmazsan böyle cevaplar almazsın."

"Konuyu mu değiştirmeye çalışıyorsun."

"Aksine sadece sınırları belli ediyorum. Şimdi soruma cevap ver, asıl sen Akın'a değer veriyor musun?" Cevabı almadan vazgeçmeyecektim.

"Ona değer verip vermemem neden bu kadar umurunda?"

"Çünkü sana güvenip güvenemeyeceğime bu şekilde karar vereceğim. Daha akrabasına herhangi bir değer vermeyi bilmeyen biri ile bir şeyleri yürütemem."

"Sen insanlara değer veriyor musun da bana değer verip vermediğimi soruyorsun? Ben sana güvenebilir miyim bu konuda?" Bu soru beni duraklattı. Haklı.

Cevapsız kalmam bazı şeyleri anlamasını sağladı. Ağzımı açacağım sırada bir anons yankılandı koca alanda.

"Binalarınıza dönmeniz için son yarım saatiniz."

Bu anonsla birlikte aç kalmamak için Aras'ın yanından ayrıldım. Yemeğimi aldıktan sonra binama ait sıraya geçtim.

Yemeğimi yerken bu sırada düşüncelerim beynimi istila etti. Yarım saatlik sürede hem yemeğimi yiyip hem de düşündüm, aynı anons sesi tekrar yankılandığında bu sefer gitmemiz için askerler gelmeye başlamıştı. Yemekhanenin olduğu bölümden çıkarılıp ana bahçeye geçtik. Önce altın bina içeri girdi ve onlar girerken başlarında bulunan kişi dikkatimi çekti.

Aras Demir.

Bileğimdeki dövmenin aynısı ondada vardı.

Bunu fark etmemem aptallığımdandı. Hep kendini de dahil etmişti konuşmalara, bense sadece bilgi alıyordum cümlelerindeki öznelere dikkat etmiyordum. Burada uzun süredir bulunuyordu, yöneticiydi, ek hakları vardı, dokunulmazdı.

O bir şeyler biliyordu. Hayır. Aradığım her şeyi biliyordu. Ne yapıp edip Aras’ı kendi tarafıma çekmeliydim, bana bir şeyler anlatmasını sağlamalıydım.

Sırtımdan dürtüklendiğimde ilerlemeye başladım. Bu sefer gözlerimiz bağlanmadan geçtik kapıdan. Bize izin veriyorlardı. Görmemiz bakmamız için ama neden şimdi? En başında bunu neden izin vermemişlerdi?

Dört kat yukarı çıktıktan sonra sola döndük ve dümdüz ilerlemeye başladık. Beş dakika süren kısa bir yolculuğun ardından bir kapının önünde durduk, askerler dijital ekrana doğru giderken benim gözlerim kapının üzerinde yazan yazıya takılmıştı.

Deney C-14.

Bundan korkmalı mıydım bilmiyordum ama içime huzursuzluk girmesine izin vermedim, ancak o kapının dışında bir boşluk bulmak adına süzülmeye devam etti. Varlığı canımı sıkıyordu ama göremediğim şeyi kovamazdım.

Askerler bizimle birlikte içeri girmediler, artık serbest olduğumu anlayıp odama gidecekken kapının sağındaki dijital iki ekran dikkatimi çekti ve oraya doğru ilerledim.

Dediklerini yapmışlardı. Artık bir programımız ve dayanıklılık eğitimine girecek kişilerin adı vardı. Bu hafta eğitime gidenlerden biri ben değildim ve tanıdığım yoktu hepsini ismen tanıyordum ama konuştuğum kişiler arasında yoktular. O yüzden dikkatimi programa verdim.

Saat yedi buçukta sirenler çalıyordu ve sekize kadar kahvaltımızı yapmamıza izin veriyorlardı. Ardından gelen beş saatlik spor salonu programı vardı, altında not olarak her deneğin spor programlarının yarın kişiye özel olarak dağıtılacağı yazıyordu. Hepimiz aynı değildik, gelişmemiz gereken yerler farklıydı bu mantıklı olduğu için geriye kalan saatlerde ne yapacağıma baktım.

Spor salonu derslerinden sonra fiziksel kondisyon dersleri vardı buradada not bırakılmıştı. Genel askeri eğitim verilecekti. Bu kısımda üç saatlik zaman dilimi geçirdikten sonra yarım saatlik molanın ardından akademik dersler başlıyordu ve akşam sekize kadar sürüyordu. Akşam yemeği yendikten sonra serbest bırakılıyorduk ancak altındaki notta ortak alanda bulunan spor salonunda istediğimiz kadar vakit geçirebileceğimize dair izin verilmişti.

Program bu kadardı ve sadece yarının programı vardı, günlük olarak değişebilirdi. Spor salonunun nerde olduğunu bulmak için etrafa bakınırken bir topluluk olduğunu gördüm ve oraya ilerledim. Erkekler tarafından istila edilen kapıdan geçtiğimde burasının en çok vakit geçireceğim spor salonu olduğunu gördüm. Burası en az ortak salonun yarısı kadar büyüktü ve her şeyden fazlası ile vardı. Doksan kişi aynı anda giremezdik ancak üç grup halinde bitirebilirdik sporu.

Son kez içeri bakıp odama gitmek için dışarı çıktım. Bugünden sonra oldukça yoğun bir program bizi bekliyordu. Artı olarak dayanıklılık eğitimi alacaktık, kesinlikle nefes aldırmayacaklardı. Bundan sonraki sıkı programlı hayatımın beni bunaltacağını bildiğim için bu gecelik kaçış planımı içeren düşüncelerimi bir kenara bıraktım ve kendime tatil ilan ettim.

Yatağa yattığımda düşünceler beynime dolmaya çalıştılar ancak izin vermedim. Burada boş zamanda yapabileceğim herhangi aktivite yoktu. O yüzden tek seçenek olan uykuyu seçtim ve o güzelliğin kollarına bıraktım kendimi.

🌙

Sabah çalan sirenler beynime bıçak misali saplanırken uzun zamandır etmediğim muhteşem küfürlerimi sıralıyordum. Bir süre daha sirenler çalmaya devam ettiler o süre zarfında zaman zaman içimden zaman zaman bağırarak sövdüm.

Sesler sustuğunda bir süre bomboş tavana baktım. En sonunda kahvaltı için yarım saatim olduğunu hatırlayarak ayağa kalktım. Genel işleri halledip odadan çıktığımda çoğu kişi kapının önünde duruyordu.

Bende onlara katıldığımda kahvaltılarımın burada olduğunu gördüm. Hızlıca yemeğimi alıp bir yere çöktüm. Sefil hayatı sürüyorduk gerçekten. Ben yemeğimi bitirene kadar insanları izledim. Artık kimse oflayıp puflamıyordu. Burada olmaya alışmıştık. Hepimizin yüzünde birer mutsuzluk ve bıkmışlık vardı.

Kahvaltıyı bitirip çöpe attım. Spor salonuna eşofman ve sweetle mi gideceğimi düşünürken kapılar açıldı. Ben Asya'yı beklerken hiç tanımadığım bir kadın girdi içeriye. Yaşlıydı. O kadar soğuk bakışları vardı ki içim titredi bir anlığına. Herkes suspus olmuş ona bakıyordu.

Kadın bir günah işlemişiz gibi bizi süzdü bir süre sonra gözlerini devirip önüne büyük boyutta kutuları koyması için askerlere işaret verdi. İki kutu sağda iki kutu solda olmak üzere dört kutu vardı.

"Spor salonunda giyeceğiniz kıyafetler. Kızlar sağdan erkekler sol taraftan alsın." Dedikten sonra ellerini öncen birleştirdi ve dümdüz önüne bakmaya başladı. Bende kendime tuhaf derdim. Buradaki herkes ayrı bir manyaktı.

Kadına doğru ilerleyip sağ taraftaki kutuların önünde durdum içinden kıyafetlerimi alıp odama geçtim. Beyaz bir tayt üstüne beyaz bir sporcu atleti, beyaz spor hırkası ve spor ayakkabılar vardı. Onları giyip tekrar çıktım dışarıya. Birkaç kişi dışında kimse yoktu.

Gelen kadın elinde bir listeyle yanındaki askere konuşuyordu. Odamın yanındaki boş duvara yaslanıp beklemeye başladım. Ben beklerken yanımdaki kapı açıldı içeriden üzerindeki beyaz tişörtü ve eşofmanı ile Alper çıktı. Bana bir bakış attı kapıyı kapattı ve bir anlık tereddütten sonra boş kalan kısma yaslandı. Şimdi ikimiz omuz omuza duruyorduk.

İkimizde ileriye bakarken konuşmaya başladı.

"Burada neler olduğunu merak etmiyor musun?"

"Neler olduğu açık değil mi? Bizi öldürmeye çalışıyorlar." Dediğime ikimizde güldük. Yavaş yavaş yüzümdeki gülümseme silinirken tekrar konuştu.

"Neyi kastettiğimi biliyorsun Alev. Sence kim var bu işin içinde? Neye göre seçildik?" Önündeki boşlukta olan gözlerini bana çevirdi ama ben ona bakmadım. "Neden ölmedik?"

Dudağımı büktüm sadece. Omzumu silkip," Tanrının işi işte." Dedim. "Hala bize çektireceği varmış. Öylece ölüp gitmemize izin vermediğine göre."

"Kötüler ölmez derlerdi de inanmazdım, şimdi bakıyorum da," dediğinde ona baktım. Gözlerimiz birbirine takıldı." İki kötü o kadar büyük bir katliamda hayatta kaldığımıza göre haklılar desene."

İkimizin gözünden de aynı anlar geçtiğine emindim çünkü onunda gözlerinden aynı acı geçti. İçimiz yandı ama sesimiz çıkmadı. Kötülük kanımıza karışmıştı iyiliği yenmek üzereydi ve dışarıya bakmak için gözlerimize tutunmuştu. Çıkmak için irislerimizi yumrukladığında, bu bize gözyaşı olarak döndü ama onu yoksaydık. İkisini de. İyiliği de acımızı da. Alper hayatımda çok bir yer kaplamasa da aylarca sırt sırta diyebileceğim bir zaman dilimi geçirmiştik ve o aylar benim için bir devrime eşitti ama biteli çok olmuştu.

"Buraya toplanın!" Diyen kadının sesi ile kendimize geldik. Alper’i arkamda birakarak önden gitmeye başladım.

Birkaç kişinin arkasında kalsamda kadını net olarak görebiliyordum.

"Hepiniz aynı anda aynı dersleri almayacaksınız. Üç gruba bölüneceksiniz. İlk grup genel programla devam edecek diğer iki grup ilk olarak sporla başlamak yerine akademik derslerle veya da fiziksel kondisyon dersleri ile başlayacak. Genel programdan devam edenlerin ismini sayıyorum, isimlerini saydıklarım spor salonuna geçebilirler.

Birkaç kişinin ardından adım söylendiğimde salona doğru ilerledim. İçeri girdiğimde neyden başlayacağımı düşündüm bir süre ama nerden geldiğini bilmediğim bir kaç kişi karşıma geçtiğinde onları izlemeye başladım. Altı kişilerdi içlerinden ikisi kısa bir bakışla beni süzdükten sonra diğerlerinin buraya gelmesini söylediler.

Herkes toplandığında bir süre aval aval bakıştık.

"Herkesin programı ayrı olacak çünkü hepiniz aynı seviyede değilsiniz hepinizin vücudu kitle endeksi farklı, fazla kiloları olanların önce kilo kaybı yaşamalarını sağlayacağız, fazla kilosu olmayanlar direk vücutlarını geliştirmeye başlayacaklar. Hepinizin kas türlerinin hangi bölgelerde eksik olduğu elimizdeki belgelerde mevcut. Şimdi ismini okuduğum programını alsın incelesin, sonra biz size yardımcı olacağız." Hepimizden onaylayan mırıltılar geldikten sonra isimleri okumaya başladı.

İki kişi sonra İlayda’nın adının okunması ile ona baktım. Aynı gruptaydık demek. Programı alıp eski yerine dönerken onu izledim ve ayrılmaz üçlünün yine ayrılmadığını gördüm. Akın ve Mert’te buradaydı. Mert ona baktığımda göz kırptı, herhangi bir tepki vermeden önüme döndüm. İsmimin okunması ile programı aldım.

Herhangi bir kağıt beklerken dosya almam beni şaşırttı. Dosyanın içindeki ilk belge kişisel bilgilerimi diğer sayfa vücut kitle endeksim ve gelişmiş yönlerimi içeriyordu. Sayfayı bir daha çevirdiğimde bu sefer eksik yönlerimi gördüm. Kaş yapım gelişmişti ancak erimeye başlamıştı ki bu uzun zamandır spor yapmamamdan kaynaklanıyordu. Bacak kaslarım yeterince sağlam ve fazla değildi aynı şekilde kollarımda. Fazla kilom yoktu.

Programımın fazla ağır olmaması beni mutlu etti. Gelişmiştim, sadece yeterli değildi. Önceden karargahta uyguladığım programa benzer bir program uygulayacaktım.

Yanıma konuşma yapan eğitmen geldi. Sırayla hangi alette kaç tur yapacağımı söyledikten sonra yanımdan ayrıldı. Koşu bandına ilerleyip sistemli olarak hızımı arttırarak başladım ve kendimi sporun o eşsiz gücüne bıraktım.

Teker teker yapmam gereken bütün uygulamaları yaptım. Arada eğitmenin gelip beni kontrol etti ve yanımdan ayrıldı. Bu süre zarfında kimseden ses çıkmadı herkes kendisine odaklıydı. Spor salonun sadece nefes seslerinden oluşması huzur vericiydi.

Bir ara biseps yaparken nefes almak amacıyla etrafıma baktığım sırada tüm hocaların bir köşeye çekildiğini ve bizi izlediklerini fark ettim. Bunu umursamadan devam ettiğimde terler alnımdan süzülüyordu ve kaç saat geçtiğini merak ediyordum. Dosyadaki bütün uygulamaları bitirmiştim.

Son turu yaptıktan sonra kafamı arkaya atıp nefeslendim. Gözlerimin önüne bir gölge düştüğünde oraya baktım ve bir su şişesi olduğunu gördüm. Suyu alıp kana kana içerken ayağa kalkmıştım ve herkesin benim gibi olduğunu gördüm. Galiba bitirmiştik.

Bir süre herkes nefeslendi sonra yine aynı adam konuştu. "İyi işti çocuklar, sakin ve iyi bir zaman dilimiydi. Hepiniz kendinizi geliştirmek istediğinizi çok net gösterdiniz. Bu gruptan iyi şeyler çıkacağı belli oldu şimdilik serbestsiniz. Gidin ve temizlenin."

Odama doğru giderken yorgunluktan geberiyordum ama iyide gelmişti, vücudumda ki gerginliğin dışarı çıktığını hissediyordum. Odaya ulaştığımda kendimi direkt banyoya attım. Sıcak su bedenimden süzülürken arındığımı hissediyordum.

Pekte uzun olmayan bir duşun ardından kabinden çıktığımda aynı kıyafetlerimi giymek rahatsız hissettirecekti ama el mecburdu. İçeride bıraktığım kıyafetleri almak için çıktığımda yatağımdaki yeni spor kıyafetlerini gördüm. Eskileri nereye gitti diye etrafa baktım ama yoktu. Bu odada başka bir kapı olduğu artık kesindi. İnanılmaz rahatsız edici bir durumdu ama görmezden gelmeye çalıştım. Ölmekte pek iyi hissettirmezdi.

Banyoya tekrar girip üzerimi giyindim saçlarımı kurutup topladım ve odadan tekrar çıktım. Açık alana baktığımda diğer gruplarında geldiğini gördüm. Odamın yanında bekleyen askeri görmemiştim ve onu gördüğümde irkildim ama belli etmeden ona bakmaya devam ettim. Bana doğru döndü ve eliyle ileriyi işaret etti. Kapıya doğru ilerlemeye başladığımda arkamdaydı.

Kapının önünde durduğumuzda bileğimi alıp kapıya bağlı ekrana okuttu. Ekranda adım gözüktükten sonra boynumda bir nabız hissettim, deli gibi atmaya başladı. Başımı refleksle sola döndüğünde o deli gibi atış kesildi. Ekrandaki o sesi duydum o sırada.

"Lütfen nabzın hızlı attığı yöne doğru ilerleyin." Robotik ses bana rehberlik ettiğinde dediğini yaptım. Koridorda ilerledikçe o nabzın gerçek olmadığını hissetmeye başlamıştım. Atan nabzım değildi. Çipti.

Kalbimin duvarlarında dolanan huzursuzluk anlık bulduğu boşluktan içeri süzüldü ve kalbimi kapladı. Bu iyi değildi.

Kendimi kötüye itmeye izin vermeyerek düşüncelerimi boşverdim ve sadece gitmem gereken yere varmak için ilerlemeye başladım. Nereye gideceğimi bilememenin saflığı ile bir süre zaman kaybettim. Beni yönlendirecek herhangi bir asker yoktu. Beynim burayı keşfetmem için emir veriyordu ama izlendiğimi hissediyordum. Şimdi değildi ama bir gün burayı keşfedecektim. Önce bir boşluk kazanmalıydım.

Sonunda metal bir kapının önünde durduğumda nabız kesildi. Yanlış yönümü acaba diyerek etrafımda döndüm ama nabız tekrar atmadı. Bulmuştum. Geldiğim yolu anında aklıma kazıdım tekrar aptal bir avanak gibi gezmek istemiyordum.

İçeri girdiğimde herkesin burada olduğunu gördüm onların yanına doğru geçtim önümüzde yine eğitmenler vardı.

"Evet son kişide geldiğine göre fiziksel kondisyon eğitimine başlayabiliriz ama önce biraz bilgi vereyim," konuşan kadın bir eğitmendi, oldukça gotik bir tipe benziyordu. Şimdiye kadar gördüğümüz eğitmenlerden farklıydı. "Burada spor salonunda aldığınız eğitim gibi sadece vücudunuzu geliştirmek için olmayacaksınız burası askeri bilgileri aldığınız bölüm.

Hem fiziksel hem de akademik dersler var. Ancak akademik derslere sonra başlayacağız çünkü o ne yapmanızı öğrendiğinizde uygulayacağınız kuralları içeren bölüm. Öncelikle size her türlü silah, bıçak ve bomba kullanmayı öğretmemiz gerekiyor. Bunun yanı sıra birebir dövüşte savunma ve saldırıyı öğreneceksiniz. Bugün sadece silah eğitimine odaklanacağız. Daha önce silah kullanan var mı?"

Sorusu ile sadece ben el kaldırdım. Kadın bana baktı. "Tahmin ettiğimiz gibi. Fazla kişi yok. Hatta bir kişi hariç hiç yok. Tek kişi dışında hepsini eğitim odasına götürün."

Kadının söylediklerinden sonra anlık olarak Akın ile göz göze geldik. Tedirgin olmuştum ama belli etmeden beklemeye başladım. Herkesin sağ taraftaki kapıdan içeri girmesi ile kadın bana döndü ve eli ile ileriyi işaret etti. İşaret ettiği yönde ilerlemeye başladığımda adımlarım ne yapacağını bilemez tarzındaydı. Kadın bunu fark etti mi bilmiyorum ama önüme geçti Akın’ların girdiği kapının zıt yönündeki kapıya girdi. Karşı karşıyaydık.

Kadın silahların olduğu bölümlere ilerlerken ben etrafımı süzüyordum.

"Evet, şimdi Alev Sarıkan bana neleri kullanabildiğini göster bakalım." Benim kim olduğumu bilmediğini sandığım için ismimi söylemesine anlık olarak şaşırdım ama sormak yerine başımı salladım sadece. En başta olan silahı alıp odacıklardan birinin içine girdim. Hedefe tek gözümü kısıp baktıktan sonra ateş ettim, beklemeden tüm silahları alıp teker teker hepsi ile hedefi vurdum.

On iki silahın ardından hedefi yanımıza gelmesi için harekete geçirdi kadın eğitmen. Hedef önüme geldiğinde gururun içime dolmasına engel olamadım. Hepsi on ikiden değildi ama çoğunluk öyleydi. Okçuluğun bu kadar çok işime yaramasını çok seviyordum benim için çok ayrı bir anlamı vardı.

"Güzel, hafif silahlarda iyisin, o zaman şimdi ağır silahlara geçmeye ne dersin öncü?" Dedi kadın. Bu iş hoşuma gitmeye başlamıştı. Gülümseyerek başımı salladım.

Önüme silahlar bir bir gelirken zamanın nasıl geçtiğini anlamadım bile. Ancak bittiğinde kendimi çok iyi hissediyordum. Odadan çıktığımızda diğer kapıdan giren herkesin orda olduğunu gördüm. Benim aksime hiç terlememişlerdi. Onların yanına geldiğimde kadın eğitmen bana bir havlu ve su verdi.

"İyi işti öncü." Dedi sonra yanındaki adama döndü ve birlikte başka bir odaya doğru ilerlediler. Adamlardan biri yarım saatlik bir molamız olduğunu söylediğimde kendimi yere attım. Yeni fark ediyordum ki kollarım çok ağrıyordu. Art arda silahlarla atış yapmak bu bedeli ödememi sağlıyordu.

Kafamı arkadaki duvara yasladığımda burayı incelemeye başladım. Burası aynı kaliteli malzemeden yapılmıştı ama kahverengiydi. Dekor olarak modern şeyler tercih edilmemişti, gören doğa içindeki bir eğitim yeri sanabilirdi. Ben etrafa bakarken yanıma Akın, Mert t ve İlayda üçlüsü oturdu. Bir süre sessiz kaldılar ama dördümüz bir arada olduğumuz sürece sessiz kaldığımız hiç olmamıştı ve yine aynısı oluyordu.

"Daha fazla eğitim görüyorsun." Dedi Akın. Görmese de başımı iki yana salladım.

"Size en baştan öğretiyorlar beni ise geliştiriyorlar. Eğer sizde silah kullanmayı bilseydiniz aynı eğitimi görecektik."

"Bu bir şeyi değiştirmiyor her türlü seninle aynı seviyede olamayacağız, her zaman bizden daha fazlasını göreceksin."

"Rahatsızsın bu durumdan sanki kanka?" Dedi Mert. Yarı alaycı yarı ciddiydi. "Şahsen ben çok rahatım, baksana Alev’e soluk soluğa kalmıştı. Bizde tek ter damlacığı yok." Dedi yerinde daha da yayılarak.

"Rahatsız değilim ama.. bilmiyorum bir şey beni huzursuz ediyor."

Boynumda atan nabız ile onu dinlemeyeceğim için mutlu olarak ayaklandım. "Gitme zamanı gençlik."

Çıkışa doğru ilerlerken bu sefer daha rahat bulacağımı hissediyordum ki öylede oldu. Akademik dersleri alacağımız salonu rahatlıkla buldum. Burası on dört sınıftan oluşan bir koridora açılıyordu. Nabız sağ tarafa doğru attığı için tek tek sağ taraftaki bütün odalara girdim.

Sonunda atmayı kestiğinde herhangi bir sıraya geçip oturdum. Benim ardımdan herkes bir bir döküldü. Ben sınıfa bir hoca girmesini beklerken bir hologram yansıdı önümüze. Sıraların açıldığını gerekli malzemenin orda olduğunu söyledi. Sırayı kaldırdığımda defterler kitaplar ve kalemler gördüm.

Sadece fizikle ilgili kitaplar olması dersin ne olduğunu bana gösterdiğinde ofladım pek sevdiğim söylenemezdi. Eşit ağırlıkçıydım ama sözelciler gibi sayısaldan nefret ederdim. Oflaya puflaya gerekenleri masaya çıkarıp bekledim.

Hologram bir robot şeklindeydi bir sağa bir sola yürürken hepimizin bölümlerinin farklı olduğunu farklı dersler almamız gerektiğini bildiğini ama burada askeri bir eğitim gördüğümüz için sayısala ağırlık vereceğimizi söylemesi beni anlık olarak yıktı. O an kendimi normal bir öğrenci gibi hissettim ama burası normal bir öğrenci olabileceğim kadar masum bir kurum değildi. Burası kurum bile değildi.

Derse başladığımızda kafama girmeyeceğini düşünüyordum ama ilginç bir şekilde ders mükemmel geçti. Kafama işlediğini hissediyordum, verdiği örnekler normal hayata uygun olduğu için algılamam kolaylaşıyordu.

Ne kadar zaman geçtiğini bilmiyordum ama dersin bittiğini söylediğinde saatin sekiz olduğunu artık biliyordum. Nabız tekrar atmaya başladı ama onu takip etme gereği duymadan yolu kolayca geldim ve ortak salona ulaştım. Çoğu kişi buradaydı. Gruplardan birinin son dersinin burada olduğunu baz alırsak bu kadar kişi olmadı normaldi. Yemeğimi alıp bir köşeye çekildim, hızlıca yiyip odama geçtim.

Tanrım, yorgunluktan geberiyordum! Kafamı yastığa koyduğumda nasıl uykuya daldım bilmiyorum ama uyandığımda yine sirenler çalıyordu. Bir süre etrafa şaşkın şaşkın bakıp neler olduğunu çözmeye çalıştım sonunda her şey oturduğunda kalkıp hazırlanmaya başladım.

🌙

Programları uygulamaya başlayalı beş gün olmuştu ve yarın ikinci deney vardı. Her şey olağan şekilde gidiyordu, bu haftayı kendime adaptasyon haftası sayıp bir şeyler bulma amacımı ikinci plana atmıştım. Dayanıklılık testleri sürüyordu ve artık bu testler beni geriyordu. Bu hafta seçilen herkes eğitimlerden sonra iki saatliğine alınıyordu ve hiç biri gittikleri zamanla aynı kalamıyordu. Onlara ne yapıyorlardı bilmiyordum ama iyi şeyler olmadığı açıktı. Hazırlanıp odadan çıktığımda amacım spor salonuna gitmekti ama kolumdan tutulmamla o tarafa döndüm.

Gördüğüm yüz Alper'in ki oldu. Suratı bembeyazdı ve şokta gibi duruyordu.

"Hey, iyi misin ne oluyor?" Dedim neler olduğunu anlamaya çalışarak. Alper sanki kolumu tuttuğunu yeni fark etmiş gibi bıraktı ama sonra bana tekrar bir bakış attı sanki bu seferde kim olduğumu idrak etmiş gibiydi.

"Alev," dedi ardından derince yutkundu. "Neden burada olduğumuzu öğrendim." Hassiktir sayın seyirciler. Ciddi olamazdı. Gözlerim şokla açılırken etrafa şöyle bir baktım yakınımızda kimse yoktu.

"Ne demek öğrendin, nasıl?!"

"Alev," gözleri beni taradı. Derince yutkundu," Kan yaşı." Sikerler. Böyle. İşi. "Kan yaşı yeminindeki herkes burada. Bulduğum belgede, özel yemindeki tüm şüpheliler seçildi yazıyor." Saçımı ellerimin arasından geçirdim.

"O zaman biz burada ne arıyoruz Alper?!" Gözleri dolduğunda bana acıyarak baktı.

"Çünkü Hira ölmedi."

Ne?

"Hira ölmedi de ne demek?"

 

 

 

 

 

Bölüm : 23.02.2025 14:53 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...