
Herkese merhaba.
Bu bölüm uzun ve bir çok olay içermekte yavaşça ve sakince okuyun.
BU KİTAPDAKİ KİŞİ VE KURIMLAR TAMAMEN HAYAL ÜRÜNÜ OLUP GERÇEKLİĞİ KESİNLİKLE YANSITMAMAKTADIR.
🌙
Bir çocuğun hayal rehberi
Yanlış
Bir kızın vazgeçilmiş hayalleri
O gün babam elimi tutarken ve sen onun karşısında dururken anne, birlikte olmamıza rağmen bunun yeni bir başlangıç değil bir son olduğunu biliyordum. Gözlerinde ki nefret babamın yanında duran bana ulaşıyor pişmanlık kokan o kokuya karışıyordu.
Ne olursa olsun senin yanında duracağım anne söz.
Yanlış
Beni kendinden iten sen oldun anne.
🌙
ALEV SARIKAN
Canım burnumdaydı. Üç gündür hem eğitim görüyor hemde dayanıklılık testine giriyorduk. Uyuşturucu krizine girip bayıldıktan sonra Akın’ların yanında uyanmamın üzerinden üç gün geçmişti. Bu üç günde dinlenebileceğimi düşünürken eğitimler daha da sıklaşmıştı. Bir süreliğine akademik dersler kaldırılmış onun yerine fiziksel kondisyon ve silah eğitimi dersleri arttırılmıştı. Günün yarısını fiziksel kondisyonda diğer yarısını silah eğitimlerinde harcıyorduk ve ben henüz tam olarak iyileşlememiştim.
Aynı gruplara bölünüyorduk ama üçüncü grup kaldırılmış bir ve ikinci gruba dağıtılmıştı. İlk grup fiziksel kondisyon dersi ile başlarken diğer grup silah eğitimi ile açıyordu günü.
Şu üç günde geliştiğimi buram buram hissediyordum. Gelişimim gayet iyi olmasına rağmen şimdi lider eğitimine katılacaktım. Liderlere özel bir eğitim olduğunu Asya'dan öğrenmiştim ama bu kadar çabuk uygulanmaya başlayacağını bilmiyordum. Asya'nın birazdan buraya geleceğini bir asker haber vermiş ve hazırlanmamı söylemişti yaralarımın sızısı yavaş yavaş diniyordu ama acısı yok sayılmazdı.
Bu eğitimler neyime yetmiyordu gerçekten anlamıyordum ancak onlara karşı çıkacak gücüm yoktu. Akın, Mert ve İlayda ile uyandıktan sonra neler olduğunu konuşmuştuk ve bu konuşmada Aras'ın söyledikleri de yer alıyordu.
‘Her şey onun için kuruldu. Onun buradaki amacını yerine getirmesi için varım. ‘
Ayrıca ona güvendiğimi düşündüğü için başına bir şey gelmeyeceğini de söylemişti. Ona cidden güvenmiştim ama artık güvenmiyordum. Burada ne amaçla vardım, ne amaç güdülerek testler benim için hazırlanmıştı hiç bir fikrim yoktu ama Aras'ın delirdiğini düşünüyordum ve belki de İlayda’nın da. Ona ne yapmışlardı bilmiyordum ama bu sadece bana yaptığı şey ile ilgili olamazdı.
Aras’ın bahsettiği deli kız gibiydi ama o kızın bile deli olduğuna inanmamışken bu çocuğa inanmamak saçma geliyordu. Açıkçası ne yapacağımı, ne düşüneceğimi şaşırmıştım. Alper ile bu konuyu konuşmuştum, daha doğrusu sadece bilgi vermiştim. Bugün beşli bir araya gelecekti.
Ben, Akın, Alper, Mert ve İlayda.
Neler konuşulacağı az çok belliydi. Sorular bitmiyordu. Bu cevapları almamızın tek yolu birlik olmaktı. Ancak bir eksiğimizin olduğunu düşünüyordum ve bu da Aras’tı. Ancak ona güvenemezdim eğer dedikleri doğruysa burada neler olduğunu çözmemize izin verilmezdi. Ondan bu toplanma sonrası cevap alamadığım soruların cevaplarını gizli gizli alacaktım.
Deneylerden sonra Dark'tan gelen istekleri kaçırdığımı düşünmüştüm ama yoktu. Hiç bir şey göndermemişti. Bu deneyden sonra gelen bir kızdı ve okula bu yıl gelen birinci sınıflardandı o yüzden tanımıyordum. Akın ve Mert kızın elinde herhangi bir kağıt parçası olsa da aradıklarını ancak bulamadıklarını söylemişti. Dark hiç bir şey göndermemişti.
Dışarıda neler oluyordu?
Bir kaç gündür ne Asya ne de ekibi yoktu. Bugün ilk defa yanımıza gelecekti ve o da büyük ihtimal beni liderlik eğitimine göndermek içindi ancak sadece bu olamazdı. Bunu herhangi birine söyleyip beni eğitime başlatmak onun için zor değildi. Eğitimlerle ya da deneylerle ilgili bir şeyler olmalıydı.
Odamdan üzerime hırkamı aldıktan sonra çıktım. Fiziksel kondisyon dersinden sonra duş almak için odama girmiş ve yaklaşık iki saattir çıkmamıştım. Kapıyı kapattıktan sonra beyaz boşluğa bakarken uzun zaman sonra ilk defa kendime değil insanlara odaklandım.
Sağ köşede kızıl saçlı bir kız ağlıyordu. Yanında arkadaşları vardı ama onlarında durumları pek iç açıcı değildi. Başka bir tarafta yere öldürecekmiş gibi bakan bir çocuk vardı. Diğer bir yanda sanki olan şeyler onlara hiç etki etmiyor gibi gülen bir grup vardı.
Ruhlarını kaybetmemek için uğraşmaları güzeldi. Diğerleri ise dayanamıyorlardı. Her eğitimden sonra veya önce deli gibi ağlayan kızlar görüyordum. Zor geliyordu. Hayatlarında belki sadece koşmak veya yoga gibi aktiviteleri yapan insanlar bu kadar ağır bir eğitime girmeyi kaldıramıyordu.
Deneylerden sonra mesela, ilk iki deneyden sonra kafasına neden sıkmadığını sorgulayan insanlar görmüştüm. Üçüncü deneye ben girmemiştim ancak uyandığımda ve ortak alana çıktığımda insanların çöktüğünü görmüştüm. Gözlerindeki o ruhun söndüğünü. Diğer deneyler gibi değildi muhtemelen. Bilmiyordum çünkü kimsenin anlatmaya dili varmıyordu.
"Alev," diye duvar dibinden seslenen Alper ile ona döndüm. Eli ile gel işareti yaptığında insanları incelemeyi bırakıp yanına gitmek için hareket edeceğim sırada çokta uzaktan gelmeyen bir çığlık sesi duydum.
Alper'e dönük olan yüzüm anında o tarafa döndüğünde eli ile ağzını kapatan uzun saçlı bir erkek gördüm. Önünde durduğu odanın yanına geldiğimde onu hızla itip ne olduğuna baktığımda şok olmuştum.
Arkamdaki insanların lanetlerini ve küfürlerini, ağlayış ve hıçkırıklarını duyabiliyordum. İçeriye girip ayakları sallanan çocuğa baktım. Yatağının çarşafını metal avizeye bağlamış ve kendini asmıştı. Dudakları morardığına göre intihar edeli uzun süre olmuş olmalıydı yine de teyit etmek için boynundaki nabza baktım ama yoktu. Ölmüştü.
Ayaklarının hemen yanında duran yana doğru devrilmiş tekli koltuğu kaldırıp üstüne çıktım. Kapıdaki insanları uzaklaştırmaya çalışan Mert ve Akın'ın sesini duyabiliyordum. Avizeye atılan düğümü çözdüğüm an çocuğun bedeni bir robot misali hareketsizce yere yığıldı.
Koltuktan inip boynuna sarılı çarşafı çözdüm. Çözdüğüm çarşafı açıp üzerine serdiğimde Alper içeri giriyordu. "Herkes çok korktu, panik halindeler ne yapacağız?"
Koltuğu kenara çekerken ona bakıyordum. Gözleri üzerini beyaz çarşafla örttüğüm cesedin üstündeydi.
"Ne yapacağız derken? Hiç bir şey yapmayacağız. Bizi ilgilendiren bir şey yok." Dedim.
Bana bakmadığımda ikisi arasında gezdi gözlerim. Üzülmüş gibi duruyordu. "Onu tanıyor musun?" Dedim gözlerini hala üzerinden çekmemesi üzerine. Kendine gelip bana baktığında başı ile onayladı. "Okulun futbol takımındaydı." Dedi sadece. Alper futbol değil basketbolla ilgileniyordu ama popüler bir insan olduğu için tanıdığı fazlaydı.
"Aramızdan biri daha ayrıldı." Dedi sakince. Sakinliği ve yüzündeki yaralar iyi bir birleşim değildi. Yaralar dışında yoksulluk çekmemiz de vardı ve ikimizde berbat durumdaydık ancak aldığımız eğitimler dinç durmamızı sağlıyordu.
"69. Sadece 69 kişi kaldı." Dedim başımı sallarken. Umutsuzluk içimize girmek için boşluk arıyordu ve açıkçası işi çokta zor değildi.
"Buradan canlı çıkabileceğimizi düşünüyor musun?" Dedi bakışları bana dönerken. Anlaşılan onun içine çoktan girmişti.
"Sen düşünmüyor musun?" Derken ellerimi eşofmanımın cebine sokuyordum. Tekrar yerde yatan cesede baktı.
"Umudum kırılıyor. Buradan çıksak bile artık bir katil olarak yaşayacağız. Asla normal bir insan olamayacağız."
"Biz bu cinayetleri isteyerek işlemedik. Eğer mecbur olmasaydık katil olmayacaktık. Bu benim düşünce tarzım ve oldukça haklı olduğumu düşünüyorum. Eğer sen öyle düşünmüyorsan bil ki kendini öldürmeye yer arıyorsun."
Ne söyleyeceğini merak ederek ona bakıyordum ama o cevap veremeden kapıdan bir kaç kişinin girmesi üzerine onlara baktım. Önce askerler sonra Asya ve Ceren girdi içeriye. İkisi geride kalırlarken askerler cesedi ellerinde getirdikleri taşıyıcı sedyeye koydu. Beklemeden kapıdan çıktıklarında Asya bana döndü.
"Kimdi?" Diye sordu sadece. Elbette kim olduğunu bildiğini biliyordum ancak o şuan beni sınıyordu. Kimi ne kadar yakından takip ettiğimi görmek için. Ben her ne kadar ilgilenmiyor gibi görünsem de olabildiğince her şey hakkında bilgi almaya çalışıyordum. İnsanları gözetlemek uzmanlık alanımdı. Bazen gözetlemeden öğrendiğim şeylerde oluyordu ve Akın’ın ben yokken ne yaptığını da duymuştum. Gözüme iyi biri gibi geliyordu başlarda ancak son zamanlarda bu deneylerin onu değiştirdiğini düşünüyordum. Yaptığı bir kaç acımasızlık kulağıma geliyordu, buna rağmen bize karşı iyiydi.
"İbrahim Karasu, ikinci sınıf mühendis öğrencisiydi. Öleli uzun süreli oluyor, büyük ihtimalle gece intihar etti."
"Nereden anladın?"
"Dudakları morarmıştı ve teni soğuktu." Dedim sadece. "Onun öldüğünü biliyordunuz yine de buradakilerinde görmesini istediniz değil mi?"
Asya'nın kaşları çatılırken bunu nerden bildiğimi sorguladığını biliyordum. O değil ama Ceren sordu bu soruyu. "Bunu da nereden çıkardın?"
"Odalarda kamera ve ses kayıt cihazları olduğunu bilmediğimizi mi sanıyorsunuz?" Dedim sakince. Ceren güldü yavaşça. Bu o kadar sinsi bir gülüştü ki bir an kendimden şüphe ettim.
"Üç gün önce siz üçüncü ölüm deneylerindeyken bütün kamera ve ses kayıt cihazları kaldırıldı. Ufak bir yenilemeye gidiliyor diyelim. Birinin ihaneti sonucu." Son kelimelerinde sesi kısılmış kafasını başka yere çevirmişti ancak yine de duymuştum. Birinin ihaneti neden kamera ve ses kayıt cihazlarının kaldırılmasına sebep olsundu ki?
"Şimdi bize kameraların olmadığını mı söylüyorsunuz? Demek odamda sonunda rahat rahat yatabileceğim." Derken amacıma ulaşmayı umuyordum. Eğer buradaki kameralar gittiyse teknoloji şirketiyle ilgili bir durum vardı ve bütün binadaki her şey gitmiş olmalıydı. Dark boş durmuyordu. Güzel.
Ceren güldü. "O kadar mutlu olma aptal sadece bir gün içinde kameralar tekrar takılacak."
Alacağım bilgiyi aldıktan sonra odadan çıkmak için ilerledim. Kapıdan çıkarken bize hiç bir şey demediler. Açık alana çıktığımızda herkesin sırada olduğunu gördüm Alper ile yan yana giderken ona planımı anlatmaya başladım.
"Kameralar yarına kadar yok. Burada neler döndüğünü öğrenmek için daha mükemmel bir fırsat olamaz. Ayrıca eğer kameraları kaldıracak kadar ve buna ihanet diyecekleri kadar büyük bir durum varsa Dark boş durmuyor demektir. Her şey lehimize ilerliyor bu güzel." Derken yerimize gelmiştik bile.
"Ben lider eğitimine gittiğimde Akın'lara durumu açıkla. Ben bir şekilde tekrar arşive gireceğim. Dark'ın benden istediklerini almam gerekiyor." Alper başını iki yana salladı.
"Bunu tek başına yapamazsın. Seninle olacağım. Eğitime henüz başlamadık ve kendi kendimize gidiyoruz bizi gözetleyemezler çünkü kameralar yok. Seni götürdüklerinde seni takip edeceğim. Sen eğitimi bitirdiğin an birlikte gideriz." Dediğinde onu onaylamak istemesem de onayladım.
Biz konuşurken Asya ve Ceren odadan çıkmış tekrar karşımıza geçmişlerdi. Asya söze girmek için hazırlanırken dikkatimi onlara verdim.
"Eğitimlerinizin sonucunu bugün aldık ve hem diğer bölüğü hemde diğer binaları geride bırakacağınız kadar iyi ilerlediğinizi gördük. Fiziksel anlamdaki gelişiminiz gayet güzel ilerliyor ancak zihins-
Konuşmasını dinlerken bir anda çalan siren ve bembeyaz alanı kırmızıya boğacak kadar canlı renk veren ışıkla dikkatim dağıldı. Asya neler olduğunu anlamak adına askerlere seslenirken ortamı bir anda panik kaplamıştı. Denekler yerinden oynayamıyordu çünkü üstümüze onlarca silah doğrultulmuş durumdaydı.
"Dikkat dikkat bütün deney binalarına sesleniyorum bütün eğitmenler derhal dördüncü binaya gelin. Tekrar ediyorum bütün eğitmenler derhal dördüncü binaya gelin. Tehlike kodu 1-1-7-4 tekrar ediyorum..."
Karşımızdaki beş eğitmen askerleri dinlemeyi bırakıp uyarıyı dinlediğinde bir kaç saniye bakışmanın ardından hepsi bir hışımla kapıdan çıktı. Asya askerlerle konuştuktan sonra, “Hepiniz eğitimlerinize hepiniz!" Dedikten sonra oda çıktı hızla. Neler olduğunu çözemiyordum lakin bir şeylerin yolunda gitmediği belliydi.
Güzel.
İçimdeki ses kafasında öyle planlar kuruyordu ki bu beni bile şaşırtacak derecedeydi. Buraya, onlara olan nefretimi daha önce hiç fark etmemiştim. Sanki burada olmak benim görevim gibi gelmişti her seferinde asla yadırgamadan sırf yaşamak için ne deniyorsa onu yapmıştım. Ama artık değişme vakti gelmişti. Güç konum değiştiriyordu. İlk önce bu işin içinde kimlerin olduğunu bulacak burayı yok edecek bu yok olma sırasındaysa boynumdaki o lanet çipi çıkaracaktım.
"Birinci grup fiziksel kondisyon dersi için yerlerinize geçmeniz duyurulur. Lütfen çiplerin hareket yönüne doğru ilerleyin." Hoparlörlerden çıkan robotik sesle birlikte nabzımızın hemen yanındaki çip atmaya başladı. Alper ile bakıştıktan sonra yürümeye başladık. Olabildiğince arkada kalmaya çalışıyorduk arkamızda asker olmaması işimizi kolaylaştırıyordu.
Fiziksel kondisyon derslerinin olduğu bölgeye yaklaştığımızda yavaşladık. Bir merdivene bir insanlara bakarken içeri girenleri gördüğüm an merdivenlere doğru döndüm. Alper peşimden gelirken etrafta asker var mı diye bakınıyordum. Sağ tarafta gördüğüm askerle anında duvara yapıştım. Bir kaç saniye bekledikten sonra yavaşça kafamı çıkardığımda asker dümdüz önüne bakmaya devam ediyordu bu askerlerin neden sadece önlerini hedef aldıklarını anlamıyordum sadece dümdüz önlerine bakıyorlardı sağ ve solda ne oluyor ilgilenmiyorlardı.
Kaşlarım çatıldığında neler olduğunu sorguluyordum. Onunla göz göze geldiğimden emindim. Yavaşça geri çekilip Alper'e dönmek üzereyken hemen karşımızda olan askerle bakıştık. İçimdeki tehlike çanları çalarken korkuyla yutkundum. Ellerimin titremeye başladığını hissediyordum. Asker elindeki silahı doğrulttuğunda gözlerimi kapattım. Bunun bu kadar çabuk son bulacağına inanamıyordum.
Bir kaç saniye daha bekledikten sonra beklediğim şeyin gerçekleşmemesi ile gözlerimi açtım. Asker yavaşça bize doğru yaklaştı ve hiç bir şey yapmadan yanımızdan geçip gitti. Tuttuğum nefes o anda dışarı çıktığında neler olduğuna anlam veremiyordum. Asker geldiğimiz koridora doğru ilerledi ve bizimkilerin olduğu bloğa girdi.
Alper'e döndüğümde o da bana korku ve merak içinde bakıyordu. Bilmiyorum dercesine omzumu silktiğimde tekrar önüme döndüm. İtiraf etmeliydim en korktuğum anlardan biriydi bu. Koridora tekrar baktığımda sağ taraftaki askerde gitmişti. Ne oluyordu?
Merdivenlerle tekrar bakıştığımda boş verip oraya doğru ilerledim. Alper ile birlikte hızlıca merdivenleri tırmandık. Arşivin olduğu kata girdiğimde buradaki askerlerin arttığını gördüm. Üstelik arşivin iki yanında da askerlerde vardı. Bir plan oluşturmaya çalışıyordum. Önceki eğitimleri hatırlamaya.
Alper omzuma dokunduğunda ona döndüm. Kulağıma doğru yaklaştı ve fısıldamaya başladı, “Vur kaç gibi yapalım. Birini vurup geri çekilelim diğerleri oraya geldiğinde onlara dokunmadan arşive girelim." Fikir güzeldi ama elimizde silah yoktu.
"Neyle vuracağız Alper? Elimizde silah yok." Geri çekilip alt katı gösterdi. Elimi tuttuğu gibi merdivenlerden inmeye başladık. Son bir iki basamak kaldığında bana döndü tekrar. "Sol tarafta kalan odayı görüyor musun?" O tarafa baktığımda gözüme çarpan onlarca silahla içim ferahladı. Ancak onu almak için koridordaki askerleri alt etmeliydik.
Kafamla askerleri işaret ettim. "Onları ne yapacağız?" İkimiz bakıştığımızda ne yapacağımızı artık biliyorduk. Aynı anda harekete geçtiğimizde o sağa ben sola doğru ilerledim. Yere olabildiğince yakın bir şekilde yavaş adımlarla askerin arkasına geçtim. Alper ile göz göze geldiğimizde ikimizde hızla askerlere yükseldik ve şah damarlarına doğru kafalarını hızla çektik. Önümdeki askerin boynundan gelen çıt sesiyle yavaşça yere bıraktım onu.
Askerler sadece önlerine odaklandıkları için işimiz kolaydı. Hemen yan taraftaki askere doğru ilerledim. Arkasına geçtiğim gibi onunda boynunu kırdım. Diğerine doğru ilerleyecekken aşağıdan gelen silah sesleriyle yerimde sıçradım. Hemen arkama dönüp baktığımda seslerin nereden geldiğini anlamaya çalışıyordum ama çok fazla ses vardı. Bütün bina dört taraftan kuşatma altında gibiydi ama hiç bir tehlike sireni yoktu.
Bunu şimdi düşünemezdim. Önce bu işin içinde kimin olduğunu bulacak ondan sonra ölecektim. O silahlar buraya gelmeden önce hemen gitmeliydik. Tekrar önüme döndüm ama askerler harekete geçti içeri girdiler ve silahlanmaya başladılar. Ne sikim oluyordu böyle?
Onları izlerken Alper yanıma geldi. Geldiği yöne baktığımda herkesi öldürdüğünü gördüm. Bu bir anlığına beni ürperti ama umursamamaya çalıştım. Askerler silahları aldıktan sonra merdivenlere doğru döndüler. Görüş açılarında olmadığımız için yanımızdan öylece geçip gittiler. Herkes çıktığında ayağa kalktım ama tam o sırada bir asker daha kapıdan çıktı. Görüş açısında olduğum asker silahını kaldırdığı anda geriye doğru Alper tarafından çekildim.
Nefes nefese duvara yaslandığımda korkuyla yutkundum. Ölebilirdim. Nefesimi düzeltmeye çalıştığımda askerin adımlarının sesini duydum. Alper'e döndüğüm an o hemen yanımızdaki odaya soktu bizi. Kapıya yaslanıp çığlık atmamam için ağzımı tuttuğunda nefes nefeseydim hala. Askerin adım seslerini dinledik bir süre. Yavaş yavaş uzaklaştığında Alper'e çevirdim gözlerimi. O da bana bakıyordu.
Gözlerinin yeşili yakından daha da belli oluyordu ancak çok küçük bir kısmını görebiliyordum çünkü göz bebekleri neredeyse bütün gözünü kaplamış durumdaydı. Elini çekmesi için gözlerimle işaret ettiğinde elleri titreyerek geri çekildi ancak vücudu aynı yerinde duruyordu. Dip dibeydik. Onu ne kadar sevsem de bu benim için fazlaydı. Geri çekilemezdim arkamda kapı vardı ama onu ittirebilirdim.
Elleri kaldırıp omuzlarına koyduğum anda elleri tuttu. Kulağıma doğru yaklaştı," buradan çıktığımızda seninle konuşmak istediğim bir konu var." Sesi nefes nefeseydi ve bu kulağımı huylandırıyordu. Geri çekilirken ben onun kulağına yaklaştım.
"Neden şimdi söylemiyorsun?" Diyerek geri çekildiğimde göz göze geldik. Başını yavaşça omzuma koydu ama bakışları bana doğru bakmayı sürdürüyordu. Kalbim bu bakışlarla çarpışını hızlandırmaya başladı. Dudaklarını yaladı yavaşça. Oraya baktığımda bunu fark ederek gülümsedi. Aramızdaki o çekim hissedilebilirdi. Kafasını hafifçe kaldırıp boynuma yaklaştı. Fısıltısı ile nefesini hissedebiliyordum. Bu hoşuma gidiyordu ancak bir anda hiç gelmemesi gerek bir yerde aklıma Akın geldi. İçime dolan ihanet hissine anlam veremedim ama kurtulamadım da. Alper boynuma fısıldadığında içimdeki o his dahada arttı.
"Senden hoşlanıyorum." Boynuma bir öpücük kondurduğunda kafamı iki yana salladım. İçimdeki o his beni boğmaya ruhumun yaşam enerjisini söndürmeye başlamıştı. Alper durmadığında ellerimi omzuna koyduğum gibi onu ittirdim. Başımı öne eğdiğimde içimdeki histen kurtulmaya kalbimi ferahlatmaya çalışıyordum. Alper omzuma dokundu.
"Sorun ne?" Dedi titreyen gözleriyle. Ona bakmayı sürdürdüğümde bir şeyleri anlamış gibi geri çekildi. "Özür dilerim. Ben sandım ki..." başımı iki yana salladım.
"Sorun değil." Dedim sadece. Aramızdaki o sıcak çekim bir anda mesafeler arasındaki o soğukluğa dönüştü. "Hızlı olmalıyız, o silah sesleri nereden geldi bilmiyoruz buraya da gelebilirler." Dediğimde başını salladı. Kapıyı yavaşça açıp etrafa göz attım. Kimse olmadığını gördüğümde silahların olduğu odaya girdik. İkimizde elimize bir tabanca aldığımızda merdivenlere doğru yöneldik. Arşivin olduğu kata geldiğimizde oradaki askerlerin hala kıpırdamadan orada olduğunu gördüm. Bütün askerler yer değiştirirken onlar burada kalıyordu.
Arşivi mi koruyorlardı?
Elimdeki silahı arşivin ters yönünde konumlanan askere doğrulttum. Kafasını hedeflediğim gibi silahı ateşlediğimde kurşun kafasını deldi. Arkasındaki beyaz duvara kırmızı kanlar sıçradı. Bu görüntü beni geriye doğru çekti ama direndim. Bakışlarım o askerde kaldı. Bacağıma gelen darbeyle kafamı aşağıya doğru çevirdim.
"Neden herkesi öldürüyorsun?" Dedi hıçkırarak. "Neden beni katil yapıyorsun?" Gözleri dolu doluydu. Firar eden her damla yaş çenesinde toplanıyor asla durmayan yeni damlalar o topluluğu yıkıyor ve yere düşmeye zorluyordu.
"Annemi neden öldürdün?" Bacağıma bir darbe daha geldi. O bendim. Benim küçüklüğümdü. Üzerimde babamın laboratuvar önlüklerinden biri vardıBoyuma göre oldukça uzun olan o önlük küçüklüğümün en büyük eğlencesiydi ama şimdi kana bulanmıştı. İki yandan bağladığım at kuyruklarım bozulmuştu. Oysa nede çok severdim saçlarımı. Bozulduğunda çığlıklar atardım.
"Senin yüzünden bu haldeyim." Hıçkırıkları durmuştu. "Seni ben, beni sen öldürüyorsun." Yüzündeki kurumuş damlalar gülümsemesine bir ürkütücülük kattı. "Deliriyorsun Alev. Deliriyoruz."
"Alev!" Alper'in sesiyle gerçekliğe geri döndüğümde ona doğru döndüm. O beni anında arşive doğru sürüklerken askere doğru baktım. Diğerleri oraya doğru gitmişti. Arşivin önündeki askerler vurulmuştu. Ben vurmadığıma göre Alper vurmuş olmalıydı. Kapıyı açmaya çalıştı ama açamadı.
Yavaş yavaş kendime geliyordum. Askerlerden birinin cebinden kartı aldığım gibi kapıya okuttum. İçeri girdiğimiz gibi kapıya barikat örmeye başladık.
Alper'e doğru dönüp," sende bu iş." Dediğimde başını salladı. Geçen sefer bilgisayarlara bakma fırsatım olmadan çıkmıştım. Dolaplarda istediğim bilgi olmadığına göre hepsi bilgisayarda olmalıydı.
Bilgisayarı şifre gerekmeden açtığımda karşıma direk 'ÖLÜM DENEYLERİ 1. BİNA' dosyası çıktı. Dosyayı açtığımda arkamdan Alper'in küfür sesini işittim.
"Buda ne sikim böyle?"
🌙
Ölüm deneyleri 4. Bina/ Acil durum toplantısı
İçeriye korku ve merak içinde giren her eğitmen ilk önce yöneticiye bakıyordu. Ardından yanında duran daha önce hiç görmedikleri ancak kim olduğunu bildikleri o adama kayıyordu gözleri.
Beyazlaşmaya başlayan kahve saçları, ölüm saçan siyah gözleri ve karanlık bakışları herkesin ürpermesine yol açıyordu. Yanındaki yirmili yaşlarındaki kadın ilk defa bütün eğitmenleri gördüğü için merakla bakıyor ancak bakışları saniyede bir emir aldığı kurucuya kayıyordu.
Kurucu sabırsızlık ve içindeki taşmayı bekleyen öfke ile saatine bakıyordu. Eğitmenlerin hepsinin çoktan burada olması gerekiyordu. Masaya baktığında sadece ikinci binanın eğitmenlerinin eksik olduğunu gördü. Büyük potansiyelin olduğu o binanın eğitmenleri henüz gelmemişti. Sırf o potansiyel için biraz daha bekledi.
Sabrının kırıntılarını harcarken içeriye beklenen eğitmenler geldi. Onlarında bakışları aynı şekilde önce yöneticiye ardından kurucuya kaydı. Ürpererek bakışlarını çektiklerinde bakışları süren tek kişi Asya İkra Şenoğluydu. Onu daha önce görmüştü. Korkusuz olan bu kadın kurucuyla daha önce tanışmış ona büyük bir minnet ve hayranlık beslemişti ancak kurucu o hislere karşın sadece nefret ile doluydu.
Başlarına gelen bu sorunun en büyük nedeni o kadındı. Eski nişanlısı yüzünden şimdi tüm ülke deneylerden haberdardı. Dark'ı yanına çekmeye çalışmıştı ancak o zekasını bir kez daha konuşturmuş kurucunun asıl niyetini anlamış ve onları ifşa etmişti. Kanıtlarla tek tek. Üstüne üstlük en büyük desteği sağlayan başbakanlar gözaltına alınmıştı hiç biri tek kelime etmiyordu ancak kurucu deneyleri tehlikeye atamazdı. Henüz bir saat önce başbakanların öldürülme emrini vermişti.
Herkes yerine geçtiğinde yönetici boğazını temizledi ve kurucuyu beklemeden söze atıldı.
"Her şey ortaya çıktı ve şuan devlet adım adım her yerde bizi arıyor." Dediğinde toplantı salonunu ölümcül bir sessizlik kapladı. Ceren'in bakışları Asya’ya döndü. Asya yavaşça yutkunduğunda cerenin bakışlarını yoksaydı.
"Devlet bizim yanımızda değil miydi? Onlar sayesinde katliamları gizlediğimizi sanıyordum?" Dedi yöneticinin oğlu. Yönetici ağzını açamadan kurucu girdi söze.
"Devletten bir kaç yetkili isim bizim yanımızdaydı. Ancak birinin ihaneti sonucunda çoğu gözaltına alındı diğerleri de ölüm deneylerinden elini çekti. Şuan tekiz. Kimse bize yardım etmeyecek. Çaresiz olduğumuzu sanıyorlar ancak bu deneyi ben yarattım her adımını ben organize ettim devlet hakkında o adamlardan daha çok şey biliyorum. Şuan itibariyle işimize yaramayan bütün denekler öldürülecek. Çok az bir sayı kalacağı için hepsi bir araya getirilecek ve bina değiştireceğiz. Diğer binalar yok edildi bütün denek ve eğitmenlerle birlikte. Sadece 1. Bina hayatta ve şimdi bu binada da işe yaramayan eğitmenler yok edilecek."
Bu sözlerin ardından toplantı salonunda derin bir sessizlik hakim oldu. Eğitmenler bakıştıklarında sanki anlaşmış gibi hepsi silahlarını kurucuya çevirdi. İkinci binanın eğitmenleri dışında.
Diğer binaların eğitmenlerinden biri ikinci binanın eğitmenlerine baktı. "Delirdiniz mi siz? Öleceksiniz diyor kaldırın şu lanet silahları!"
"Onlar ölmeyecekler. Bu yüzden rahatlar." Dedi kurucu sakince. Eğitmenler tekrar bakıştığında içlerine huzursuzluk çökmeye başlamıştı. Tam o huzursuzluk anında ilk önce cam tarafında ilk sırada oturan eğitmenin alnından geçti kurşun sonra sırayla ayakta olan bürün eğitmenler kanlar içinde masaya yığıldı. Hayatta kalan beş eğitmen ve yöneticinin oğluydu.
Ceren yutkunarak masaya baktığında neler olacağını merak ediyordu. Suçlamak istiyordu ancak ağzını açtığı anda öldürüleceğinden korkuyordu.
Yöneticinin yanında duran genç kız gördükleriyle korkudan titriyordu ancak tek mimiği oynamıyordu. Arkadaşının öldürülüp öldürülmediğini merak ediyordu ama bir yandanda yaşadığından emindi. Kurucuya kaydı gözü. Onun gözbebeğiydi Alev Sarıkan. Yıllarca hayatını adamıştı sırf bu deney için.
"Şimdi," dedi yönetici. Herkes pürdikkat ona baktı." Fiziksel anlamda geliştiler ancak zihinleri hala yetersiz. Onlara hayatları boyunca unutamayacakları bir an yaşatmamız lazım. İkinci ölüm deneylerinde en değer verdikleri insanları öldürdüklerini zannediyorlar onlara bunun yalan olduğunu göstereceğiz. Hepsi tekrar o kişiyi öldürecekler. Dışarı çıkacağız onlar görevlerini tamamladıklarında yeni binaya götüreceksiniz. Her şey ince işçilik ile yapılacak. Tek bir hatada fişimizi keserler. Anlaşıldı mı?"
"Evet efendim." Büyün eğitmenlerden aynı anda çıkan ezber cümleden sonra kurucu ayağa kalktı. "Bugün halledilecek bu iş."
🌙
Alev Sarıkan
"Çabuk ol." Dediğim gibi bir kaç adım arkamızda kalan cesetleri yok sayarak koşmaya başladım. Alper arkamdan koşarken saydırıyordu. Neler olduğunu bilmiyorduk ancak şuan da bu binadaki herkes ölüydü.
C-12'ye geldiğimizde kapının açık olduğunu görmemle içimdeki mutluluğu durdurmaya çalışarak yavaşça girdim. Kapıdan girdiğimde gördüklerimle adımım havada kaldı. Suratımdaki ifade donarken ağzım istemsizce şokla açıldı. Alper yanıma geldiğinde onunda kalakaldığını görebiliyordum.
Gözlerimi kırpıştırarak kendime gelmeye çalıştım. Ağzım bir açılıyor bir kapanıyordu. En sonunda elim ağzıma gittiğinde o şok ifadesini dile getirdim.
"Hassiktir."
Sesimi duyanlar kafasını yavaşça kaldırdığında şokum gittikçe artıyordu.
"Ne oluyor lan burada?!" Dedi Alper. Sesi fazla çıktığı için birkaç asker ona döndü. Alper onlara bir bakış attıktan sonra Akınların yanına doğru ilerledi. Bende peşinden gittim. Akın ona doğru yaklaştıkça ikimizi daha fazla süzüyordu.
"Ne oluyor burada? Herkes nerde?" Dedi Alper. Akın cevap vermedi bana bakmaya devam etti. Onun bir adım gerisinde duran Aras girdi söze.
"Ne olduğunu kimse bilmiyor. Hepimizi bir odaya topladılar sonra burada gördüğün herkesin ismini okuyup bir köşeye geçmemizi söylediler. Orada sizinde isminiz vardı ama siz yoktunuz, her neyse. Ve bizim dışımızdaki herkesi vurdular. Beş binadaki herkes öldürüldü."
"Aras çok güzel bir noktaya değindi. Sen neredeydin ikinci binanın öncüsü? Bütün bölük oradayken sen neredeydin? Herkes öldürülürken?" Diğer binalardan olduğunu düşündüğüm kız bana korkusuzca bu soruyu sorarken bende korkmadan cevaplamalıydı değil mi? Tek bir mimiğimde şüphelenirlerdi. Aras kıza sakin olmasını söylediğinde ben cevap vermek için hazırdım.
"Eğitime giderken askerlerin telsizine gelen duyuruyu duydum."
Aras kıza dönük olan suratını bana çevirdi. Diğer herkes gibi. "Ne duyurusu?" diye sordu. Yüzünde bir umut parçası ve korku vardı. Yılların ardından burada öleceğinden korkuyordu. Bir de umudu vardı. Kurtulabileceğine dair.
Yüzümde yine tek mimik oynamadı. "İfşalandılar." Dedim sadece devam etmedim. Alper’e bir baş hareketi yaparak odama gitmemiz için işaret yaptım. Bunu herkes içinde konuşmayacaktım ve onlarda peşimden geleceklerdi. Alper ile aynı anda adım attığımızda Aras arkamızdan nereye diye seslendi ama pek salladığımız söylenemezdi.
Odamın önüne geldiğimizde çabucak içeri girdik. Yatağımın ayakucuna oturduğumda Alper ile bakışıyordum. O anlar zihnimde bir bir dönerken ihanet hissi yine sardı bedenimi. Bana ne oluyordu böyle? Alper'i bunca zaman arkadaşım olarak görürken aşkında ona karlı hisler mi besliyordum? Yaptıkları hoşuma gitmişti ta ki Akın aklıma gelene kadar. Ona ihanet etmişim gibi hissettirecek ne yaşamıştım ki onunla?
O bazen... tatlı olabiliyordu, belki bazen şapşal. Hakkını yememek lazımdı çokta zekiydi ayrıca yakışıklı ama buradaydık işte. Ölmemek için çabalıyorduk kurtulmak için. Belki başka bir yerde başka bir zamanda karşılaşsak olurdu ama şuan olmazdı olamamalıydı. Ne Alper ne Akın.
"Ne düşünüyorsun?" Diyen Alper le daldığını fark ettim. Başımı iki yana sallarken hiç bişey diye mırıldandım. Bana dikkatle bakarken gözleri biraz daha kısıldı.
"Gülümsüyordun?" Dedi sorarcasına. Öyle mi yapıyordum? Yüzüm anlık bir afallamasın ardından hemen savunmaya geçti.
"Hayır, gülümsemiyordum. Yanlış görmüş olmalısın." Dedim başımı iki yana sallarken.
"Kesinlikle gülümsüyordun." Dedi bakışları aşağı inerken.
"Gülümsemem suç mu?"
"Öyle bir şey demedim," dedi bir hışımla başını kaldırırken. "Beni reddettin ama şimdi..." ayakları yerdeki halıyı delmek istercesine hareket ediyordu. "Bana gülümsüyorsun." Kafasını kaldırıp bana doğru bir gülücük attı.
"Hayır," dedim. Bunu bu kadar hızlı söylememeliydim, kalbi kırılacaktı.
"O zaman?"
"Alper ben..." bakışları derin bir hüzne bulandığında neden birdenbire ruh halinin değiştiğine anlam veremedim.
"Sen ondan hoşlanıyorsun. Değil mi?" Gözbebekleri titreyerek sorduğu bu soru içime kordan bir alev düşürdü. Hoşlandığım biri için değil arkadaşım olduğu içindi bu. Bir kez daha yüreğinde bir yangın başlatmıştım birinin.
"Kimden?" Dedim aptala yatarak. Yüzünde acı bir gülümseme oluştu.
"Akın’dan." Dediğinde cevabı kafamda duymama rağmen anlık olarak kala kaldım. Ondan cidden hoşlanıyor muydum ki? Sadece bir hayranlık olabilirdi gelip geçici olabilirdi bunun için evet diyemezdim.
"Saçmalama istersen." Dedim gülerek. O gülümseme bir anda kahkahalara dönüştü. Alper bana deliymişim gibi bakarken ben gülümsememi durdurmaya çalışıyordum. Kapı bir anda açıldığında yüzümdeki kahkahanın kırıntıları olan gülümsemeyle oraya baktım. Kapının kulpunda eli olan akın bana sorgularcasına bakıyor ardından bakışları karşımdaki Alper’e dönüyordu.
Akın’ın arkasından zıplayan İlayda’yı gördüğümde tekrar kahkaha atmaya başladım. Çok komik görünüyordu. Ben karnımda bir şeylerin düğümlendiğini hissederek karnımı tuttuğumda herkes odaya giriyordu.
"Noluyor be buna?"
"Ne bileyim delirdi birden."
"Kızda haklı şimdi bişey diyemiyorum."
Biri elini sırtına koyup sıvazlamaya başladığında nihayet sakinleşiyordum. Kim olduğuna baktığımda Mert'i gördüm. Sırtıma kitlenmiş orayı ovalıyordu. Yaptığı yine komiğime gitmeye ve beni güldürmeye başlayacakken durdum. Gülecek dermanım kalmamıştı.
"İyi misin şimdi?" Diyen İlayda’yla ona döndüm ve başımı salladım. Yavaşça kendimi düzeltip dik oturduğumda odadakilere baktım. Aras yoktu.
Alper ve Akın karşıdaki duvara sırtlarını vermiş bana bakıyorlardı. İlayda tam karşımda ellerini beline koymuş beni azarlamaya hazırlanıyor gibi duruyordu. Mert yanından kalkıp İlayda’nın yanına gitti.
"İyi olduğuna göre anlat bakalım ne oluyor? Neredeydin, pardon neredeydiniz?" Son kelimesini söylerken Alper’e dönmüş ters bir bakış atmıştı. Bu hali yüzümde ufak bir tebessüm oluşturdu.
"İfşalandılar da ne demek?" Mert’in komik ve espiretüel hali son bulmuş oldukça ciddi bir şekilde bana bakıyordu. Boğazımı temizleyerek söze hazırlandım.
"Yan odalardan birinde sabah intihar eden çocuğu hatırlıyorsunuz değil mi?" Dediğimde başını salladı Mert ve İlayda. "Biz çocuğu yere indirdiğimizde içeri Asya ve Ceren girdi bir şekilde üç gündür kameraların çalışmadığını ve bugünde çalışmayacağını öğrendik. Aslında planım lider eğitimine gittiğimde çıkışta kameraların olmaması sayesinde tekrar arşive girmekti ama Asya’ların uyarıyla gitmesi işime geldi Alper’de peşime takıldı. Dark’ın benden istediği şeyleri hatırlıyorsunuz değil mi? Arşive o yüzden gittik. Gerekli isimlerin listesini alırken dışarda ne olduğunu merak ediyordum. Haber sitelerine girdim. Fark etmişler öğrencilerin kaybolduğunu. Yasal işlemler başlamış halk ayaklanmış her yerde bizi arıyorlar."
Karşımdaki ikili şokla bana yaklaştılar. Akın yaşlandığı duvardan ayrıldı. "Ciddi misin sen?" Diye sordu büyük bir umutla. Başımı salladım gülümseyerek.
"Bu çok... çok güzel bir haber. Allahım teşekkür ederim. Çok teşekkür ederim." İlayda avuçlarını yüzüne yaslamış teşekkürlerini iletirken bir yandan da mutluluktan ağlıyordu. Mert omzuma dostça vurduktan sonra İlayda’yı teselli etmeye başladı.
Gözlerim hiç bir tepki vermeyen Alper’e kaydığında yere bakarak bir şey düşündüğünü gördüm. Ona ne olduğunu soracakken akına döndü bakışlarım istemsizce. Elleri yüzünden kaymış boynuna inmişler yüzü tavana doğru kalkık bir şekilde gülümsüyordu. Şimdi bizim için bir umut vardı. Öleceğimizi sandığımız bu yerden yaşayarak kurtulabilirdik.
"Bir sorun var." Dedi Alper iyiliğin ve umudun içine karanlıkla girerken. Dördümüzünde bakışları ona döndüğünde Mert küfretti.
"Yine ne var şerefsiz ne var? Bırak iki dakika umutlanalım! Piç herif ya." Alper Mert'e sadece bir bakış atmakla yetindi. Bana döndü bakışları ama o sırada ben yanıma oturan Akın’a bakıyordum. Bana göz kırptıktan sonra Alper’e döndü. Ben şokumu bir kenara bırakıp Alper’e döndüğümde Alper gözlerinde anlamadığım şeylerle bakıyordu bana. Ne akına ne diğerlerine sadece bana ve bu öyle ağır bir yük yüklüyordu ki bana o habersizce devam ediyordu buna.
"Neden herkesi öldürdüler sizce? Bir düşünsenize bizi silmeye çalışacaklar belki de? Sanki hiç buraya gelmemişiz gibi hiç bunları yaşamamışız onların hiç bir suçu yok gibi?"
"Bunu yapacak olsalardı bizi neden bırakasınlardı ki?" Diye sordu İlayda.
"Azaltmaya çalışıyorlar." Dedim başım yavaşça eğilirken.
"Ne?" Dedi Akın yanımda.
"Sayımızı azaltmaya çalıyorlar." Dedim daha gür bir sesle.
"İyide niye yap-" Mert’in sözünü bölüp devam ettim.
"Büyük ihtimalle nerde olduğumuzu öğrendiler ve sayımızı olabildiğince azaltıp başka bir yere götürecekler. Azıcık düşünün anlamak zor değil. Her bölükten bir kaç kişi hayatta. En iyileri alıp gerisini yok ediyorlar. Asker yapmak istedikleri kişileri neden bir anda katletsinler bunun başka ne sebebi olabilir ki?"
Herkes sus pus olduğunda bu sessizlik bir kaç dakika sürdü. Bu sessizliği bozan çalan siren sesiydi. Hepimiz anında birbirimize baktığımızda bunun hayra alamet olmadığını biliyorduk. Mert, Akın ve İlayda kalkıp hızla çıktıklarında Alper ile ikimiz kaldık.
"Hazır mısın?" Dedi bana. Ellerindeki titreme ve vücudumdaki panikle başımı iki yana salladım.
"Bunu bir daha nasıl yapacağımı bilmiyorum." Dedim çaresizlikle. Elleri omuzlarımı tuttu.
"Yapmak zorundayız ancak bir yolunu bulursan Alev sakın bir daha aynı şeyi yapma. Unutma oraya bir şeyi bırakmak için gideceğiz. Hala yanında değil mi?"
Avuçlarımdaki hayati değer taşıyan kağıt parçasını tekrar kontrol ettim. Başımı salladığımda odadan çıktık. Şimdi verilecek bu görev bizim buradan kurtuluşumuz için yapacağım en büyük adım olacaktı. Yakalanırsam biterdim. Bir hata ölümüm olabilirdi.
Tedirginlikten oluşan alnımdaki su damlacıklarını sildim. Ben böyle görünmezdim ve eğer böyle devam edersem şüpheleneceklerdi. Avucumdaki kağıtla birlikte cebime soktum elimi. Sonra şuana dek hep yanımda olan özgüvenimle yine en sona yürüdüm.
Herkes nereye geçeceğini şaşırmış bir şekilde etrafa bakarken benim direk yerime geçmezler herkes benim sağ tarafıma doğru sıralanmaya başladı. Yanıma bir gölge düştüğünde bunun Alper olduğunu düşündüm ancak başım yana doğru döndüğünde akın olduğunu gördüm. Bana yandan çarpık bir şekilde gülümsedikten sonra önüne döndü. Alper Akın’ın hemen yanında onun yanında ise İlayda Mert ve Aras vardı. Hepimizin yan yana olması anlık bir güven duygusu sağladığında bu beni gülümsetti.
Hepimiz sessizce bu koca boşlukta beklerken sonunda hiç kapanmayan kapıdan Asya, Ceren ve Semih girdi. Asya'nın yüzünü buruşturmasıyla sanki bir anda koku duyum açıldı. Ortam aşırı yoğun bir kan kokusuyla kaplıydı. Bir kaç metre ilerdeki bir odada yüzlerce ceset olduğunu varsayarsak bu normaldi ancak asıl garip olan benim buna alışmamdı. Dark beni eğitirken bile kan kokusundan midem bulanırdı.
Asya bir anlığına baktı bize sadece. Hiç bir şey demeden. Yüzünde bir acı var gibiydi ama anlayamıyordum.
"Hepiniz diğer deney için hazır olun. Bu sefer dışarı çıkacaksınız." Ve hemen ardından içeri askerler geldi. Hepimizin yanına bir asker geldikten sonra yanımdaki asker beni çektiğinde itiraz etmeden ilerledim. İşte şimdi kurtuluş için yapılan planım başlıyordu.
Ne yapacaktım bilmiyordum ama ne yapmayacağımı çok iyi biliyordum. Bu sefer Pelin ölmeyecekti.
🌙
Pelin Sarıkan
Tik. Tak. Onu öldürmeliyim.
Tik. Tak. Ben katil değilim.
Tik. Tak. Onu öldürmeliyim.
Tik. Tak. Ben katil değilim.
Tik. Tak. Onu öldüreceğim.
Tik. Tak. Sen katil değilsin.
Saatin akrebi ilerliyor zaman geçiyordu. Bense bir ikilem arasında sıkışmış zamanı hiçe sayıyordum. Önemli değildi zaman bana köleydi. Ben neyi ne zaman istersem zaman o anı içine almak zorundaydı. Asıl soru şuydu: onu öldürmeli miydim?
'Korkuyor musun?' Dedi içimden bir ses bana.
'Neyden?' Diye sordum.
'Katil olmaktan?'
'Deli gibi.'
'Ama bunu yapmak istiyorsun?'
'Delirdim galiba' dedim içimdeki sese gülerek.
"Pelin?" Diyen titrek sesi duyduğumda avuçlarımın arasına gömülü olan suratımı hafifçe kaldırdım. Ayağındaki yeni beyaz spor ayakkabılardan başlayarak önce buz mavisi kotuna ardından beyaz bluzuna en son yeni şekil verilmiş saçına kaydı bakışlarım. Bir cehennem zebanisi nede güzel görünüyordu değil mi?
Otuzlu yaşlarının sonundaki bir kadın değil de yeni yeni açmaya başlayan bir çiçek gibi görünüyordu. Bütün kötülükleri yiyen bir etçil bitki gibi değil saf ve masum beyaz bir lale gibi duruyordu. Üstüne hiç leke gelmemiş bir lale gibiydi. Oysa bilirdim ben içinde neler barındırdığını. Yıllardır yok saydığım iğrenç işlerini.
"Söyle." Dedim susuzluktan kuruyan boğazımı temizleyerek. O günden sonra su bile içmemiştim yemek yemek bir kenara dursun. Yıllardır mideme gömdüğüm o zehirli atıklar bugün midemi paramparça ediyor bir lokma yememe engel oluyordu.
"Dışarı çıkacağım, evde kal olur mu?" Baktım sadece. Yerimde doğruldum sırtımı rahatça yasladım koltuğa. Olay çıkarmalı mıydım yine? Yoksa yok mu saymalıydım?
"Çık." Sözümle bir kaç saniye baktı bana tartarak. Sonra yavaş yavaş kapıya doğru gitti. Sonunda kapının kapanma sesi geldiğinde rahatladığımı hissettiğimde beynim yavaşladı. Aşırı düşünmeyi bıraktı. Kaslarım gerilmeyi bıraktı. Rahatlamanın verdiği mayışıklıkla koltuğa uzandım.
Gözlerim hiç bir düşünce olmadan huzurla kapandı.
<>
"Pelin," diyerek omzumdan dürten sesi bir an anneme benzettim. Yoklayarak uyumaya devam ettim ancak bir kere daha, “Pelin," diye seslenilmesi ile bunun annem olmadığını anladım ancak bu çok daha kötüsüydü. Yine hayal görüyordum. Yine ablam gelmiş gibiydi.
Yavaşça gözlerimi açtım. Beynim yine bana oyun oynadığına göre uyumama izin vermeyecekti. Yerimde doğruldum kendime gelmek için süre tanıdım. Hayali ablam karşımda gözleri dolu bir şekilde bana bakıyordu her zamanki gibi. Bu sefer farklı giyinmişti ama beyazlar içindeydi.
Susuzluğum tavan yaptığında annemin olmaması üzerine mutfağa gitmek için ayaklandım. Hayali arkamda bırakarak mutfağa girdim. En son etraf darmadağandı. Toplamış olmalıydı. Beynim bir anda o geceye doğru kaydığında dur diyemedim.
"Bırak! Pelin bırak!" Ağlamaklı sesi beni daha da sinirlendiriyordu anlamıyor muydu? Tuttuğum saçlarını kafasıyla birlikte güçlü bir darbeyle tezgaha doğru savurdum. Tezgahın üzerindeki bardaklar darbenin şiddetiyle birlikte sarsılıp kırıldıklarında onun acılı inleme sesini duydum.
Ellerini tezgaha yaslayarak güç almaya çalıştı. Sonunda kafasını kaldırdığında elini başına götürdü orada biraz oyalandıktan sonra geri çektiğinde elindeki kanla göz göze geldi. Dağınık ve ıslak saçlarının arasından bana baktı bir kez daha.
Yavaşça yaklaştı yalvaran gözleriyle titreyen elleri omzuma gitti ağır ağır. "Pelin,"
"Pelin," omzumdaki gerçek bir elin hissiyatıyla anında geri çekildim. Elin sahibine döndüğümde yine hayallerimden biriyle karşılaştım. "Bu hayaller fazla gerçekçi olmaya başladı." Dedim mırıldanarak. Nasıl gerçekmiş gibi hissettirebilirdi?
Boş vermeye çalışarak dolabın kapağını açtım. Şişedeki soğuk suyu alıp tezgahın üzerindeki pembe kalpli bardağıma doldurdum. Suyu içtiğimde bardağı geri çektim ağzımdan. Bardağın üzerindeki bir iki damla kurumuş kanı elimle silmeye çalıştım. Çıkmayınca tırnaklarımla kazıdım. Kan bir an o kadar iğrenç geldiki hemen elimi yıkamak için lavaboya uzandım.
Elimi deterjanla sürte sürte ovaladığımda derim kızarmaya başladı. Çıktığını hissetmiyordum o yüzden biraz daha hızlı sürteceğim anda elimi tuttu. Kafamı yavaşça yan tarafıma çevirdiğimde onu gördüm. Bana bakmadan elimi duruladı. Sonra alttaki dolabı açıp her zaman bulunan havlulardan birini alıp elimi kuruladı. Nihayet bana baktığında ben delirmek üzereydim.
O gerçek miydi?
"Beni neden görmüyorsun?" Diye sorduğunda hızla elimi çektim. Kaşlarım çatık yüzüm sorgular biçimdeydi.
"Sen ölüsün." Dedim kararlılıkla. "Hayal bu." Başını salladı akan gözyaşlarıyla.
"Benim Pelin, benim ablacım."
"Sen gerçek değilsin." Bana tutunmaya çalışan ellerini ittim. "Git dedim ya!"
"Bana bak, bana bak!"
"Ne var ne! Bıktım hayallerden ne var! Ölüsün işte öldün sen!"
"Ölü insanları hissedebilir misin Pelin?" Elleri bana yaklaştı. Koluma sarıldığında bu his gerçekti. "Ölü insanlar sana bu hissiyatı verebilir mi?"
"A-abla?" Dedim yutkunarak. "Sen misin gerçekten?" Gözlerinden süzülen yaşlarla başını salladı.
"Benim ablacım, benim." Dediğinde kollarımı açıp ona sarıldım hızla. "Abla," dedim hıçkırarak. Tuttuğum gözyaşları akıyordu bir bir. "Abla!" Dedim. "Nerdeydin abla? Ölmediğini düşünmek istedim ama bu beni delirtiyordu kabul etmek zorunda kaldım." Dediğinde kafamı çektim yavaşça.
Bana ne yapacağını bilemezmiş gibi baktı bir süre.
"Abla? Neredeydin?"
"P-Pelin ben... ben bir süre gitmek zorundaydım. Bu yüzden böyle bir şey yaptım."
"Ne?" Dedim şaşkınlıkla. "İyide neden? Neden gitmek zorundaydın?"
Yüzü şefkatini yok ederek yine duygusuzluğa büründü. "Her şeyi fazla sorguluyorsun. Sadece kabul et." Diyerek sağ tarafa döndü. Ne olduğunu anlamayarak ona baktığımda iyi olduğunu tartmak için vücudunu dizerken elindeki silahı gördüğümde korkarak bir adım geri çekildim.
"Ya da etme." Diyerek bana döndü tekrar.
"N-ne...?" Bile demeye kalmadan elindeki silahın kabzası ile bana vurdu. Görüşüm kararırken kendimi ayık tutamadım.
🌙
DARK
"Sınırlarını aştığının farkında ol." Boğuk sesi içinde tehlike barındırıyordu. Ancak ben zaten bunların olacağının farkındaydım.
"Her şeyin gayet farkındayım efendim ancak beni artık durduramayacaksınız."
"Alevin seni affedeceğini mi sanıyorsun?!"
"Affedip affetmemesi önemli değil kurtulsa yeter. Sizin hastalıklı zihniniziniz onu yok etmesine izin vermeyeceğim."
"Sen kim oluyorsun? Ben sana emretmesem varlığından bile haberdar olmayacaktın!"
"Sorunda bu ya, ben ona bu kadar değer verirken siz ona bunu nasıl yapıyorsunuz?" Cevabı kapatılan bir telefondu.
İçimdeki sıkıntıyla derin bir nefes aldım. Bu iş zor olacaktı.
"Dark! Dark!" Diyen Tuğçe'nin sesi ile ona döndüm.
"Ne oldu?" Dedim.
"Şuna bak." Anlamayarak önüme getirdiği bilgisayarla ekrana döndüm.
Dark,
Ben Alev, şuan sana deneylere ait bir bilgisayardan yazıyorum. Dışarıda neler yaptığını gördüm böyle devam et. Deneyler çoğu deneği öldürme kararı vermiş ve hayatta kalan herkesi öldürüyorlar. Sadece bir kaç kişi hayatta kalacağız. Buna bende dahilim. Ölüm deneyleriyle ilgili çoğu detay şuan karşımda. 2020'den beri devam ediyor. Benden istediğin yetkili isimlerin listesi zihnimde. Bugün bir deney için dışarı çıkacağız. Eve gideceğim ve notu oraya bırakacağım. Senden istediğim tek şey eğer Pelin yaralıysa onu derhal hastaneye götür. Eğer ona bir şey yapmadıysam her şeyi anlat. Liste onun yanında olacak unutma. Benden istediğin diğer şey... Asya'ya selamını ilettim. Karşılığında güzelde bir cevap aldım. Her neyse sakın geri bir mail gönderme sana nerde olduğumuzun konumunu buraya bırakıyorum çıkar bizi buradan. Sen gelene kadar belki gitmiş olabiliriz ama illaki bir kanıt kalacaktır. Ayrıca boynumuzda bir çip var Dark, kaçmamı engelleyen yek şey şu lanet çip. Senin üretimin. Bana bunu nasıl çıkaracağımı bir şekilde göster. Şimdilik görüşmek üzere.
Bir numaralı öğrencin,
Alev.
"Çabuk," Tuğçe'ye döndüm. "Çabuk hazırlanın çabuk. Yetişmemiz lazım."
<>
Arabayı park ettiğim gibi dışarı çıktım. Mahalleye göz gezdirdiğimde herhangi bir şüpheli şey aradım ama yoktu. Çoktan gitmiş olmalıydılar. Ya da hiç gelmemiştir olabilirlerdi. Karşımdaki binaya doğru hızla adımlarla ilerleyip içeriye girdiğimde direk merdivenlere yöneldim. Beşinci kata ulaştığımda kapının açık olduğunu görerek yavaşladım. İçeride kim var bilmediğim için elimdeki silahı iyice kavrayıp kapıyı ayağımla iterek tamamen açılmasını sağladım.
Yavaş adımlarla her odayı kontrol ederek oturma odasına gelene dek kontrol ettim. Sıra oraya geldiğinde koltuğun üstünde yatan pelini gördüm. Yanına gidip nabzına baktığımda hala yaşıyor olduğunu anladığımda diğer odalara bakmak için çıktım oradan.
Önce mutfağa sonra yatak odalarına baktıktan sonra evin temiz olduğunu kanaat getirdim. 'İsimler Pelin’in yanında olacak.' Kulağıma gelen Alev’in sözleri anında tekrar pelinin yanına dönmemi sağladı. Koltukta yatan Pelin'i sırtüstü çevirdiğimde başından akan kanı gördüm. Sadece bayıltmış olmalıydı ana kan akması normal değildi. Kurşun sıyırmış olabilir miydi?
Kan akan yerde elimi gezdirdiğimde kurşuna dair hiç bir şey yoktu. Bu kan Pelin'e ait olamazdı. Bu bir an beni düşündürdü. Alev onları kandırmak için kanını kullanmış olmalıydı. Bunu boş vererek silahı tekrar yerine koydum. Pelinin sağına soluna baktıktan sonra avucunun kapalı olduğunu gördüm. Elini açtığımda beni bir kağıt parçası karşıladı. Kağıdı açtığımda istediğim şey nihayet benim elimdeydi.
Şenay Çorlu
Fikret Ömer İpekli
Tarık Özkan
Kenan Avcı
Salih Dumanoğlu
Ve dahası. Toplamda on beş isim vardı. Çoğu valiydi. İllerdeki okulları ve daha bir çok şeyi yöneten valiler bu deneye destek veriyordu demek ki. Yönetici sandığımdan daha çok yere erişim sağlıyordu. Kağıdın arkasına baktığımda zaten bildiğim konum yazıyordu. Şimdi yapmam gereken onlar hepsini silmeden benim oraya gitmemdi.
Kapının olduğu yerden ses gelince Dark o tarafa döndü. Tuğçe elindeki silahı beline tekrar takarken Dark’a bakıyordu.
"Tuğçe," dedim. Tuğçe vereceğim emire hazır şekilde bekliyordu. "Sende konum var oraya gidin ama gizli olsun herkes ayrılmıştır zaten fazla dikkat çekmeyin."
"Emredersiniz." Diyerek çıkışa yöneldi Tuğçe o sırada arkamdaki kız ayılmaya başlıyordu. Ona bir bakış atıp çıkmak için hazırlandığımda beni kolumdan yakaladı.
"Neler oldu?" Dedi mırıldanarak. Kaşlarımı çatarak on baktım. "Hatırlamıyor musun?" Diye sordum. "Ablam cidden yaşıyor mu?" Diye sorduğunda başımla onayladım. "İyide neden öldüğünü düşündürdü bize?" Diye sordu merakla.
"Belki de sizden kurtulmak istemiştir."
"Ne?"
"Gereksiz işlerle uğraşma diyorum. Ablanın seni cidden sevdiğini düşünüyor musun? Ya o anneni?" Pelin bana şokla bakarken bakışları yavaşça hüzne bulandı. Acımasızca kolumu kurtardım ondan. "Ablanın umurunda bile değilsin. Onu rahatsız etmeyi bırak artık."
Geride bir adet enkaz bırakarak çıktım kapıdan. Şimdi yapacağım şey bir çocuğun duygularından kat be kat daha değerliydi. Aşağı indiğimde hazırda bekleyen askerlere kuleliye gideceğimizi söyledim. Arabaya bindiğimde yapacağım tek şey kalmıştı artık. Vicdanımdan sonunda kurtulabilecektim.
Arabayı çalıştırıp Kuleliye doğru yola çıktım.
<>
"Bay kimliksiz? Bugün herhangi bir görüşmen yok neden buradasın?" Diye sordu benimle dalga geçtiğini sanan sekreter bozuntusu.
"İstenilen şeyi getirdim. Şimdi dalga geçmeyi bırak herkesi çağır." Dediğimde az önceki alaycılığı bir anda toz oldu. Kaşlarını kaldırarak doğru söyleyip söylemediğimi kontrol etmeye çalıştı. Derin bir nefes vererek ellerimi saçlarımdan geçirdim.
Katlanmış kağıdı iki parmağımın arasından ona gösterdiğimde göz göze geldik başını aşağı yukarı sallayıp beni onayladı ve herkese haber vermeye gitti. Girişte bulunan koltuklardan birine oturduğumda derin bir nefes aldım. Gözlerimi kapatıp olacakları düşünmeye başlayacakken telefonum çaldı.
Telefonu cebimden çıkardığımda Tuğçe olduğunu gördüm.
"Evet?"
"Herkes gitmiş, belge yok her şey toz olmuş gibi ancak..." ses gelmeyince yenilemesini bekledim ama devam etmedi.
"Ancak ne?"
"Burada yüzlerce ceset var Dark."
"Gizli şekilde yürütün operasyonu. Kimsenin haberi olmasın. Birlikte çalıştığımız şu timi çağıracağım. Hira’ya haber veriyorum şimdi."
"Tamam. Dark ayrıca sana bahsettiğim konu... o listede var mı?"
"Hayır, kendini yetkili listesine eklememiş. Eklesede bir şey değişmez onun yöneticinin en büyük destekçisi olduğunu biliyoruz. Bu listeyle nereye kaçarlarsa kaçsınlar en büyük destekçilerini gözaltına alacağız. Fazla dayanamayacaklar. Şimdi kapatıyorum."
Telefonu kapattıktan sonra Hira’ya mesaj attım. Ardından beklerken dinlenmek adına gözlerimi kapattım bir süre .
🌙
Dark'ın Tuğçe'yle konuştuğu an lobi/ İlahi bakış açısı
"Efendim," dedikten sonra bekledi bir süre ama zaten cevap gelmeyeceğini biliyordu. "Kendisinin elinde bir liste var. Deneylerdeki yetkililerinin isimlerinin yazılı olduğu ve toplantıya girmek üzere."
Sözünü bitirdiğinde derin bir nefes alma sesi işitti. Bu bile ilkti onun için. Sesini ilk kez duyuyordu. Bu bir nefes sesi olsa dahi.
"Durdur onu. Derhal." Anlık bir şok yaşadı genç adam. Bir sağa bir sola gitmeleri kesildi. Nefes sesini duymasının şokunu yaşarken ilk defa gerçek sesini duyuyordu.
"A-anlamadım." Diye kekeledi ister istemez. O kimseyle konuşmaz yazılı olarak emrini bildirirdi. Sadece mesajla iletilmeyecek bir durumda aranır ondada sesini duymazdı asla. Kim olduğunu bilmezdi nasıl göründüğünü ama gücünü bilirdi. Tek hatasında öleceğini.
"Toplantıya girmeden öldür onu." Sinirli sesi onu kendine getirdi. Şimdi şok olma zamanı değildi. Harekete geçecekken bir kelime daha duydu,
"Aptal," dedi yönetici. Neler olduğunu anlayamadı genç adam. "İçeri girdi bile." Diyen sesi hem öfkeli hemde sıkıntılıydı. Genç adam korkudan titremeye paniği vücudunu ele geçirmeye başlamıştı. Ne olacaktı şimdi? Yetişememişti. Ölecek miydi?
"Sana doğru yola çıkan bir araba var. Kuleliye girmeyecek ordan uzakta olacak. Konumu atacaklar sana. Hemen oraya git."
"Emredersiniz efendim ancak... ne alacağım?"
"Bomba," dediğinde yönetici genç adam tekrar bir şok yaşadı. Titrek nefesi korkusunu gayet net gösteriyordu. "Onlar harekete geçmeden hepsi ölmeli. Yakalanamayız."
Genç adam yutkundu. Yapmak istediğinden emin değildi. Onlarca canı almak kolay değildi.
"Yapmazsan ne olur biliyorsun değil mi?" Genç adamdan ses çıkmadı. "Önce anneni gözünün önünde öldürürüm. Sonra o silahı sana verir karınla çocuğunu kendinin öldürmesini sağlarım. En son seni acıdan kıvrandırana kadar işkence eder sonra ölüme terk ederim. Anladın mı beni? Şimdi git o bombayı al ve yerleştir. İstersen üzerine giyip canlı bomba olarakta gidebilirsin. İster misin?"
"Hemen gidip bombayı alacağım ve yerleştireceğim efendim." Cevabı yüzüne kapatılan bir telefondu. Genç adam korkarak bombayı almaya gitti. Eğer başkalarının katili olmazsa kendi katili olacaktı.
🌙
İlahi bakış açısı/Kuleli toplantı salonu
"İsimler elimizde. Verilen konuma askerler gönderildi. Artık onları tek tek gözaltına alıp öğrencilerin yerini öğrenebiliriz. Bizi durduran ne?!"
Toplantı salonu gerginlikle dolup taşarken içindeki sıkıntıyı bastıramayan genç adam sözlerini dışarıya taşımıştı. Genel kurmay başkanı karşısındaki adama bakıyor ne yapacağına karar vermeye çalışıyordu ancak cevap basitti.
Tek bir baş hareketi vermesi yetti. Toplantı salonundaki herkes ayaklandı. Selamlarını verdiler ve hepsi aceleyle toplantı salonundan çıktılar. Genel kurmay başkanı herkes çıktıktan sonra genel kararları alt rütbesine bıraktı ve kuleliden ayrıldı.
Konum belliydi. Çevredeki bütün kameralar tek tek tarandıktan sonra harekete geçmek için araçlar hazırlandı. Bütün askerler araçlara binmek üzereyken bombaları yerleştiren genç adam son kez baktı. Binanın dışına çıktı biraz uzaklaştı.
Gözlerindeki yaşlar, içindeki vicdan azabıyla son kez derin bir nefes aldı.
Ve düğmeye bastı.
Bütün kuleli binası büyük bir sesle birlikte kırmızı alevler içinde kaldı. Gürültü genç adamın kulağını çınlattı. Zarar gelmemesi için kendini savunarak arkasını döndüğünde artık geri dönüşü yoktu.
🌙
Alev Sarıkan
"H-hayır," dedim gözlerimdeki yaşlarla. Üzerime gelmelerini engellemek için kaçmaya çalıştım ama ellerim kelepçeliydi.
"Hayır! Hayır gelmeyin! Hayır," hıçkırıklarım umurumda değildi. Zavallı görünmek umrumda değildi. "Gidin hayır.!" Yüzüme savrulan bir tokat kulağımın çınlamasına sebep oldu. Yüzüm sağa dönmüştü darbenin etkisiyle. Yavaşça tekrar eski yönüme döndüğümde artık dibimdeydi.
"Artık geri dönüş yok." Başımı salladım iki yana gözyaşları içinde.
Ruhum artık ölü sayılırdı.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |