3. Bölüm

GÜMÜŞ MASKE

Hazal Şirin Aydın
grilt998

“Beste,” diyerek bahçe kapısını açan arkadaşıma yeni tanıştığım bir adamla sarmaş dolaş olma görüntüsü eminim iyi bir fikir gibi gelmemişti. “Ah, sanarım yanlış bir zamanda geldim.”

Pars’ın uzun bedenin arkasından görünmeyen kafamı çıkardım. “Bekle birlikte gidelim.” Diyerek kollarından çıktım Pars’ın. Bir anlığına beni bırakmak istemiyormuş gibi kolumu tutsa da beni bırakmıştı. Sesiz bir şekile bahçe kapısına yürüdüğümde Helin’in bakışları bendeydi. Kapıyı geçmem için açtıktan sonra ardımdan kapattı kapıyı.

“İkinizinde nesi var böyle? Neden daha yeni tanıştığınız adamlarla sarmaş dolaşsınız?” Dediğinde cevap vermedim zaten hemen ardından seslerin fazlalaştığı kısma gelmiştik. Tam oraya geçecekken Helin kolumdan tutup beni kendine çevirdi. Yüzünde kızgın ama anlayışlı bir ifade vardı. “Bak biliyorum kafanı dağıtmak istiyorsun, ya da ne bileyim intikam almak felan ama bu böyle olmaz. Aşktan ayrıldığın gece kendini başka bir aşkın kollarına bırakamazsın beste. Bu kimseye değil senin aşkına saygısızlık olur. Anlıyor musun beni?”

Başımı sallayarak onu onayladım.

“Hadi gidelim en son Liva’yıda o şekilde gördüğümde azarlayıp eşyalarını alması için masaya göndermiştim şimdi dışarda olmalı.”

Sessizlik içinde dışarıya doğru ilerledik. Sanarım eğlence burada bitmişti.

Aslında daha yeni başlıyordu.

Liva’yi gördüğümüzde araba kapının önünde duruyordu Liva arkaya ben öne bindiğimizde Helin kapıyı sertçe kapatarak arabayı sürmeye başladı, siniri dışardan oldukça belli oluyordu. Liva mekanda sürekli olarak sarhoş gibi davranmıştı, tıpkı planladığımız gibi herkes buna inanmıştı. Baygın gözleri bir anda normal haline döndü ve kambur olan vücudu doğruldu.

Öne doğru eğildiğinde Helin ona şaşkın gözlerle bakıyordu. Bana bakarak “Ne yaptın?” diye sordu.

“Yapmam gerekeni.” Dedim.

“Benim haberim olmadan ne halt dönüyor burada?” Helin’in sesi kızgınlığını belli ediyordu. Liva göz devirerek arkaya doğru geri gitti.

“Sen Gümüş Maskenin davasına karışmak istemediğini söylemedin mi?” Onun seside aynı öfkeyi barındırıyordu. Bu dava şimdiden bize zarar veriyordu ve daha çok vereceğine emindim. Ancak eğer güç sahibi olmak istiyorsak hepimiz bu riski almalıydık ve bunu istemeyen tek kişi Helin’di.

“Bunun olayla ilgisi nedir Liva?” Direksiyonu sıktığını hatta haddinden daha fazla sıktığını önce bembeyaz kesilen sonrada kızaran elinden anlayabiliyordum, bunun sonu iyi bitmeyecekti.

“İlgisi ne mi?” Diye yükselerek öne eğilen Liva. “İlgisi şu gerizekalı, eğer o davayı alamazsak ölürüz. Anladın mı beni? Ölürüz.” Arabanın gittikçe yükselen hızı iyiye işaret değildi.

“Sana en başından bu işi almayalım dedim! Bizim bu işlere girmememiz gerekiyordu.”

“Ama girdik! Çünkü güç istiyoruz, çünkü güce ihtiyacımız var. Beste bizi daha ne kadar koruyabilir sence? Birlik bizi illaki bulacak.” Sıkıntılı bir nefes aldığında sinirden sıktığı ellerini açıp kapatarak gevşemeye çalıştı.

“Yolun sonunda birbirimizden ayrılmak istemiyorum.” Derken Helin’in sesi ağlamaklıydı. Liva ile bir anlığına donup kaldığınızda ikimizde şoktaydık. Helin’in şu zamana kadar ağladığını çok nadir görmüştük. İki kez ağlamıştı ve ikisi de bir cenazedeydi.

Bizi de bir cenazede görmek istemiyordu.

Liva’nın da aynı şeyleri düşündüğüne emindim, kısa bir anlığına göz göze geldiğimizde nihayet vazgeçeceğini düşünmüştüm ancak bir şey demeyip geriye yaslandığında kararından dönmeyeceğini belli etmişti. Helin yaşarmış gözlerini biz eve gelene kadar kurutmuştu. Arabadan hiç birimiz ses çıkarmadan indiğimizde birbirimizden ayrılmayacak kadar bağlı birbirimizle konuşmayacak kadar bağımsızdık.

Sessizce hepimiz odalarımıza geçerken şirkette olanlar aklıma gelmişti. Kimin yaptığını bulmadan uyuyamazdım. Helin ve Liva’nın odalarına geçtiklerini gördükten sonra kendi odama gitmek yerine alt kata indim. Salonun baş köşesinde duran tabloyu kenarından tutup kendime doğru çektiğimde tarama sistemi devreye girdi ve önce bedenimi sonrada gözlerimi taradı.

“Hoş geldiniz Cam Maske.” Robotik sese içimden küfrederken açılan kapıdan içeri girdim. Hala sistemde Cam Maske olarak gözüküyordum. Babam yüzünden.

Aşağı doğru inen merdivenlerde ilerlerken açılan kapı arkamdan kapandı. Bu evdeki diğer iki kişi bu kapıdan haberdar olsa da seslerini çıkarmıyorlardı çünkü onların laneti bu maskelerdi. Bu kapıdan içeri girmeye çalışırlarsa üstleri tarafından öldürüleceklerdi. Liva ve Helin yer altı dünyasının önde gelen iki isimlerinin kızlarıydı, bu işleri babaları öldükten sonra onlar yürütmeliydi ancak onlar yüzlerine birer maske takarak insanları ve adaleti kandırmak istememişlerdi.

Söylediklerine göre küçüklüklerinden beri adaletin yanında savaşmak hayalleriydi ancak doğdukları dünya buna engeldi çünkü o dünya kendi adaletini yaratıyordu ve bu adalet ölümü esas alıyordu. Babalarından bunu miras almak istemiyorlardı ve ikisi de hukuk okumuştu. Babaları buna izin vermişti çünkü iki kızda onları manipüle etmişti.

Babalarına göre devletin içinde adamları olmuş olacaktı ancak kızların planı bu değildi ve o gece biz üç kız karşı karşıya geldiğimizde üçümüzde babalarımıza rest çekmiştik. Onlar o dünyada hain olarak duyuruldular ve ölüm emirleri herkese ulaştırıldı çünkü kendilerini koruyacak güçleri yoktu ve savundukları adalete gidemezlerdi. Bana ise hiç bir şey olmamıştı çünkü ben her şeyi ilmek ilmek işlemiştim. Beni öldürmek kolay değildi çünkü en az bir bölge lideri kadar güçlüydüm.

Her ne kadar Cam Maske olarak en alt tabakada görülsem de herkes öyle olmadığımı çok iyi biliyordu.

Ben her iki adalete de inanmıyordum ancak kendi adaletimi yaratmak gibi bir amacımda yoktu. Ben sadece kaybettiğimi düşündüğüm o anıları istiyordum.

Merdivenlerin sonuna gelerek ikinci bir kapının karşısında durduğumda robotik ses bu sefer “Lütfen belirtilen bölüme baş parmağınızı koyunuz.” Dedi. Robotik sesi dinleyip parmağımı oraya yerleştirdim.

Kapıdan onaylandığına dair bir ses geldiğinde yavaşça açıldı. İçeriye girerek kapıyı ardımdan kapattım. Bilgisayarlar kamera sistemine bağlıydı. Kameralar sadece evdekiler değildi.

Bilgisayarların birinden şirketi seçtiğimde ekranlar bölünmeye başladı. Telefonumu çıkarıp Hande’nin beni aradığı saate baktım. 23:52’de beni aramıştı o saate gelmeden güvenlik görevlilerini arayıp ambulansı çağırdığını hesaba katarsak bir saat öncesine bakmam gerekiyordu.

Ama önce emin olmam gereken bir şey vardı.

Kamera görüntülerini bir saat geriye alıp Hande’nin çalıştığı bölüme baktım. Gerçekten de orada duruyor, işlerini hallediyordu. Görüntüleri hızlandırarak bir saat boyunca ne yaptığını izledim. Daha sonra silah sesleri gelmeye başladığında görüntüleri tekrar geriye sararak çalışanların bilmediği ama bilgisayarlarda olan ekran kaydediciden ne yaptığına baktım.

Yakında İtalyanlarla olacak olan toplantımız hakkındaki bilgileri düzenliyordu. Bir saat boyunca ekranda ne yaptığını hızlandırmadan detayı detayına izledim ancak bir şey yoktu.

Kamera açısını bu sefer silah seslerinin geldiği saatte dışarıya doğru ayarladım. Otopark alanından ters bir şekilde gelen siyah zırhlı bir araçtı. Güvenliklerden biri elindeki sigarayı bırakmadan arabaya doğru ilerledi. Diğeri eli belinde her an tehlikeye hazır bir şekilde bekliyordu ancak arabaya yaklaşan aptalın ne yaptığı hakkında fikrim yoktu.

Çok beklemeden olacağını bildiğim şey oldu. Bir silah sesi sessiz sonsuzlukta yayıldı ve kurşun adamın alnından geçti. Geriye doğru savrulan bedenin ardından arabanın camları açılarak şirketin giriş alanını taramaya başladılar. Güvenlik son anda kendini geriye atmıştı. Adamlara dair herhangi bir ipucu bulmak için görüntüleri yaklaştırdım ancak elleri ve yüzleri kapalıydı. Aracın plakası yoktu ve mobese kayıtlarında bir süreden sonra izlerini kaybettirmişlerdi.

Mobeseye yakalandıkları son yer boş bir otobandı ve bir anda yok olmuşlardı. Tünele girmiş ve bir daha çıkmamışlardı. Kayıtlarla oynadıklarını anlamak zor değildi. Telefonumu çıkararak rehberde en üstte duran ismi aradım.

“Evet?”

“Bugün ki saldırıdan sonra kayıtlarla oynanmış. Aslını bul.”

“Ne zamana lazım?”

“Bir saatin var.”

Telefonun kapanma sesinden sonra yavaşça kulağımdan indirdim. Kayıtları bir saatten önce bulacağına emindim ama bana bir saatten önce ulaşmayacaktı. Son zamanlarda birinin işlerine bulaşmamıştım, hatta olması gerektiğinden daha sessizdim çünkü yakın zamanda yapmam gereken yüklü bir iş vardı. Benimle sorunu olan kimse yoktu, elbette bir neden olmadan herhangi birine bulaşmanız bu dünyada garip karşılanmazdı ancak şuan benim tehlikeli bölge olduğumu bilmeyen yoktu.

Bu benim yaydığım tehlikeden dolayı değil alanıma girmeye çalışan bir köpekbalığından kaynaklıydı. Pars Rodriguez son zamanlarda İspanya’lar dan beni bulmuştu. Uzun zamandır benim hakkımda bilgi topladığını, kan akan bir yer bulmaya çalıştığını biliyordum. Babama çektiğim restten sonra ilgisini çekmeyi hiç beklemediğim kişilerin ilgisini çekmiştim.

Bunun başında iki kişi vardı. Gerçi kişi demek yanlış olurdu. İspanya’da ki mafya dünyası ve ne alaka olduğunu bir türlü bulamadığım CIA vardı. İspanya mafyaları belki bizim dünyamıza bulaşmak için beni kendi taraflarına çekmek istiyor olabilirlerdi peki ya CIA? Bunu düşünmenin zamanı değildi.

Bana bulaşılmaması gereken bir zamanda bana bulaşılıyordu ki bu zaman sırf etrafımdaki köpekbalığından değil ellerimle kazıyarak tüm zorluklarla çektiğim o reste konan köpekbalığı yüzünden de yanlış bir zamandı. Ne bakımdan olursa olsun patlamak üzere olan bir bombaydım. Onlar benim ne kadar sinirli olduğumu bilmeseler de Pars’ın namını bilmeyen yoktu.

O geldiği yere ölümü getirirdi. Ve ben ölümün içindeydim, yani bu demek oluyordu ki bunu yapan kişi benim düşmanım değildi ve bana benim yapmadığım bir şey için bedel ödettiriliyorsa bunun sebebi genelde tek kişi olurdu. Babam.

Ondan ayrıldığımı, bağımsızlığımı ilan ettiğimi bilmeyen yoktu ancak hala onun yaptıklarının bedelini ödüyordum. Tepem atmak için yer arıyordu ve şuan tam olarak atmıştı. Buna daha fazla izin vermeyecektim. Herkese ondan ayrıldığımı resmen göstermenin zamanı gelmişti ve buna babamda dahildi.

Cam maskenin aslında rütbesinden çok daha güçlü olduğunu bilmeleri gerekiyordu artık.

Telefonun yakında çalacağını biliyordum ne kadar belalı biriyle uğraşacağımı bilmediğim için ne olur ne olmaz diye elimin altındaki adamların çoğuna hazırlanmalarını emrettim. Üzerimi değiştirip geldiğimde silahları belimdeki kayışlara takarken telefonum çaldı. Açmak için ekranı yukarı ittim ve hoparlörü açtım.

“Evet?” Diyen taraf bu sefer bendim.

“İstanbul’dan çıktıktan sonra fazla uzaklaşmamışlar.” Fazla uzaklaşmamışlar mı?

“Gebze?” Diye sorarken elim belimdeki kayışlardan uzaklaştı.

“Evet.” Sesi buz gibi çıkmıştı. Gebze’de oturan tek kişi vardı.

“O olduğundan emin misin?” Çok kısa bir sessizlik olduğunda bunun iyiye işaret olmadığına emindim.

“Onlar kesinlikle Serkan’ın adamları Beste.” Onun ismini duyduktan sonra telefona uzanarak kapattım.

Anlaşılan bu sadece babamla ilgili değildi.

Serkan babama rest çektiğim o gün bana nedensiz bir şekilde cephe almıştı, belki de bir düşmanı daha olmasını istemiyordu. Özellikle o kişinin çocukluk arkadaşı olmasını ve bunu engellemek için canımı yakmaktan çekinmeyecek gibi duruyordu. Dişlerimi dudaklarıma geçirerek onları ezmeye başladım. Eğer o benim canımı yakmayı kabullendiyse benim tereddüt edecek bir şeyim yok demekti. Serkan’ın canını nasıl yakardım?

Onu can evinden vurmanın bir yolu olmalıydı.

Geçirdiğimiz onca zaman gözlerimin önünden geçti. Serkan pek bir şey anlatan tiplerden değildi genelde acısını kendi içinde yaşardı. Hafızamı biraz daha zorladım gözlerim kısılırken aklımdan bir kelime geçti. Duru, kardeşi.

“Daha yeni iyileşme yoluna girdi.”

“Neyi vardı ki?”

“Kanser,” anlık olarak duraksadı, dizlerimin üstünde duran kafasını bacaklarıma sürttü. “Her gece onu kaybedecekmiş gibi hissetmekten yoruldum. O benim canfezam.”

Kardeşini sadece bir kez görmüştüm, daha yeni hastaneden çıkarılmıştı kanseri tamamen yenmiş bir şekilde. Abisi önceki gün teselliyi benimle konuşurken bulduğu için onu görmeme izin vermişti. 16 yıllık arkadaşımın kardeşini ilk kez o gün görmüştüm aynı zamanda bu sondu. Ancak bana onu nerde tuttuğunu söylemişti, eğer ona bir şey olursa kardeşi bana emanetti. Ancak şimdi ben bu bilgiyi kendi yararıma kullanacaktım. Bunu istemiyordum ancak bu dünyada kalıcı olmak istiyorsam bunu yapmak zorundaydım, insanlığımı bir kenara bırakmak bu dünyada benim görevimdi.

Telefonuma uzanarak masanın üstünden aldım. Rehberde Funda’nın ismini bulduktan sonra onu aradım. Telefon uzun uzun çaldı, tam kapatacakken açılma sesi geldi ardından küçük bir homurtu.

“Umarım beni bu saatte aramanın çok iyi bir sebebi vardır Beste.” Olmasaydı beni öldüreceğini iyi biliyordum. O azımsanamayacak derecede tehlikeli bir katildi ve benim tarafımda olması içime güven veriyordu.

“Canlı yayın ayarlamanı istiyorum. Olabilecek en kısa sürede, kameraları hazırladığımda sana haber veririm.” Bir kaç hışırtı sesi geldiğinde uykudan uyandığını ve yatağından çıktığını biliyordum. Normalde böyle bir şey isteyecek biri olmadığımı biliyordu, bu dünyada fazla barınamayacağımı ve çok yakında soluğumu keseceklerini düşünüyordu. Ben bu dünyaya ait hiç bir şeyi yapmak istemiyor olabilirdim ancak bu yapamayacağım anlamına gelmiyordu.

“Dur bir dakika dur,” sesi soluksuz gelmişti. “Ne canlı yayını ne oluyor Beste?”

“Sadece dediğimi yap Funda.” Daha fazla beklemeden telefonu kapattım. Evden çıkarken kızların uyuduğundan emin olduktan sonra eve getirttiğim güvenliklere dışarı çıkmamaları için talimat verdim.

Arabama atladığımda ilk durağımız Beykoz’du.

<>

SERKAN ÖZTÜRK

“O hiç bir şey yapamaz emin ol, onu çocukluğundan beri tanıyorum. Evet Beste gerektiğinde sert biri olabilir ama bu şeyler onu aşıyor, bu dünyada fazla barınamaz. Hatta daha şirketi kimin tarattığını bile bilmediğinden o kadar eminim ki,” elimdeki kadehte buzlar erimek üzereydi ve daha hızlı erimeleri için yavaş yavaş çeviriyordum kadehi. “Babasına o resti çekerek büyük bir hata yaptı.”

“Bence onu fazla hafife alıyorsun Öztürk.” Dedi karşımda ki adam. Yarı İspanyol olmasına rağmen Türkçeyi akıcı konuşabiliyordu. Kaşlarımı çatarak onu süzdüm.

“Bence sende onu fazla büyütüyorsun Pars, onu bizden daha iyi tanıyacak değilsin. Buraya neden geldin veya da neyin peşindesin bilmiyorum ama köpekbalığı burnun bu sefer yanlış kokunun peşinde.” Cümlemi bitirir bitirmez patlayan silahların sesiyle ayağa fırladım. Belimdeki silaha uzanırken dört bir yandan kuşatıldığımızı gelen seslerden anlayabiliyordum.

“Ne oluyor!” Diye kükrediğimde Mert koşarak yanıma geldi. Elinde silahla bir taraftan birileri geliyor mu diye bakarken diğer taraftan bana cevap veriyordu.

“Abi kim bilmiyoruz bir anda ateş etmeye başladılar çoğu kişi eve gitti zaten sayıca azdık bir anda saldırınca nerdeyse herkes öldü.” Silah sesleri azalmaya başlarken içimdeki öfke ve merak birbirine karışıyordu.

“Kim lan o alçak!” Sağ taraftan gelen adım sesleriyle o tarafa döndük Mert elindeki silahı gelene çevirdi ancak odağımıza giren on kişiyle birlikte yavaşça geri indirdi. Benimse gözlerim kardeşimin omzunda duran elin sahibine odaklıydı.

“Senin yaptığın alçaklık değil mi sence Serkan?” Beste yüzünde tehlikeli olan bir tebessümle benden yaklaşık on adım uzakta durdu. Ellerimi tedbirli bir şekilde kaldırarak yanlış bir şey yapmasını engellemek amacıyla konuşmaya başladım.

“Beste şuan sinirlisin ama sakin olman gerekiyor.” Gözlerimi kardeşime çevirdim. “İyi misin canfezam?” Gözlerini yavaş yavaş bir kaç kez kırptı ama bana cevap vermedi. Ona bir şey yapmış olamazdı değil mi? Gayet sağlıklı duruyordu. Arkasına dönüp Beste’ye baktı.

“Beste Abla abime cevap verebilir miyim? Sadece oyundan bahsedeceğim söz.” Beste kardeşimde olan bakışlarını bir anlığına bana çevirdi sonra tekrar ona bakarak onayladı. Ne oyunuydu bu?

Kardeşim gülümseyerek bana döndüğünde kendimi kötü bir şey olmadığına dair telkin ettim. “Abi biz Beste ablayla ideaya girdik, eğer ben onun yaptığı hiç bir şeye itiraz etmez ve seninle konuşmazsam beni o geçen gördüğümüz Fransa’daki Barbie evine götürecek.” Sevinçle yerinde zıplarken ben düşünüyordum.

“Beste ablan sana ne yapacak canfezam?” Diye sordum sakın tutmaya çalıştığım sesimle.

“Beni öldürecek.” Yerimde sarsıldığımda bir iki adım ileri gittim. Çekilen silahların sesini duyduğumda koluma bir el yapıştı.

“Abi dur, canını seveyim dur. Destek ekipler yolda.” Diye fısıldadı Mert. Ondan kurtulmak istediğimde daha sıkı yapıştı koluma.

“Ama yalancıktan yapacak ben aslında ölmeyeceğim. Şimdi yere yatacağım oda beni yalancıktan öldürecek.” Hiç bir şey yalancıktan olmayacaktı ya da olacaktı. Beste yapmazdı.

“Abim dur.” Dedim yere yatmak için eğildiğinde. “Canfezam dur!”

“Duramam abi yoksa Beste abla götürmez beni.” Gözlerimi Beste’ye çevirdim ama o bana değil kardeşime bakıyordu. Yapmazdı değil mi? Yalancıktan olacaktı her şey, Beste yapmazdı. Bir ikilemin arasında kalmış karşımda kardeşimin canı ile bir kumar oynuyordum. Karşımda Beste vardı, kardeşimi emanet ettiğim kadın. Beni babası olarak gören kardeşime anne olmasını istediğim kadın. Benim tanıdığım Beste yapmazdı.

“Şimdi gözlerini kapat güzelim benim.” Dedi şefkatli sesiyle. Beste yapmazdı, şuan bile şefkatle yaklaşıyordu ama eğer öldürmeyecekse neden yapıyordu bunu? Beste elindeki bıçağı göz önüne çıkardığında tersini çevirmesini bekledim ama yapmadı. Onu öldürecekti. Can parçam canfezama ölüm gibi yaklaşıyordu. Arkamda geldiği yere ölüm getiren bir adam da vardı.

“Hayır!” Onlara doğru koşmaya başladığımda silahlar bir kez daha bana doğru yöneldi ama durmadım. Onlarda durmadı, patlayan silahtan çıkan kurşun bacağıma saplandı ama benim derdim kurşunun sesinden korkan kardeşimdi. Canım kurşundan değil ama onun sesinden korkan kardeşime yandı, canım bu dünyada barınmak için bir can almak üzere olan kadına yandı.

“Benim ne yapabileceğimi anlaman için!” Diye bağıran sesini duydum Beste’nin. Yere doğru sendelediğimde bir anlığına kararan gözlerimi onlara çevirdim ve gördüm. Bıçak ayağa kalkıp yanıma gelmeye çalışan kardeşimin göğsüne saplandı, narin, küçük bedeninden dışarı çıkan kan katilinin yüzüne fışkırdı. Duru’nun gözleri, gözlerimdeyken bedeni dondu ve gözleri geriye doğru kaydı. Acıyla haykırdığımda ona doğru koşmak istedim ama boşluğuma gelen tekme ile nefesim kesildiğinde acıyla olduğum yere yıkıldım. Durmadan bana bir hayvanmışım gibi vurdular ama canım yanmadı, yanan kalbimdi.

Duru’nun bedeninden gözlerimi ayıramadım. Tekmeler kesildiğinde sürünerek ona doğru gittim. Bedenini kollarım arasına aldım.

“Canfezam,” ellerimi düşüp duran başını sabitlemek için kullandım. “Canfezam aç gözlerini. Hadi güzelim benim.” Cevap vermiyordu. “Duru! Sen bunca zaman ölümden kaçtın benim birtanem hadi aç gözlerini.” Yüreğim yangın yeriydi ve içinde ki herkes can verirken yangını başlatan kadın hemen yanımda duruyordu. İlk kurbanı, o kalbin sahibi ise kollarımın arasında. Göğsünden akan kana ellerimi bastırdım. Dursun diye ne dualar ettim ama yaratan duymadı sesimi. İçeriyi silah sesleri doldurmaya başladığında kulaklarım çınlamaya başladı. Çınlayan kulağıma rağmen bir çarpıntı sesi duymak için kulağımı o minik kalbin olduğu yere yasladım. Ses gelsin diye yalvardım ama gelmedi.

Cevap vermeyeceğini biliyordum ama durmadım uyanması için her şeyi yaptım. Ellerimden çekilen bedenini tutmak için her şeyi yaptım ama onu benden aldılar bir kez daha. Ölüsüne bile sarılamayayım diye aldılar onu benden. Benden alsınlar ama yaşasın istedim, uyansın yeter dedim.

Ama o uyanmadı.

“Sana onu hafife alamaman gerektiğini söylemiştim.” Yukarıdan gelen sesle başımı ona çevirdim. “Herkes onun acımasızlığından birer pay alıyor.” Ona cevap veremedim. Kafamın arkasına güçlü bir şekilde vurulduğunda gördüğüm son şey kardeşimin benden giden ölü bedeniydi.

 

Bölüm : 01.01.2025 22:29 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Hazal Şirin Aydın / AŞKIN ZEHRİ / GÜMÜŞ MASKE
Hazal Şirin Aydın
AŞKIN ZEHRİ

22 Okunma

6 Oy

0 Takip
3
Bölümlü Kitap
Hikayeyi Paylaş
Loading...