16. Bölüm

Anka kuşu

Çilem Akpınar
gulumse_gulumse

Daha küçük kız çocuğuyken güçlü olmayı öğrenmiştim. Yedi yaşında bir çocuk güçlü olmak zorundaydı. Annesi tarafından başka bir adam için terkedilen ben güçlü olmak zorunda bırakılmıştım. Babam annemin gitmesiyle kendi içine kapanmıştı. O benimle ilgileneceği yerde ben onunla ilgileyordum. Hiç unutmam annemin terkettiği gün dış kapının oraya çökerek hüngür hüngür ağlamıştı. Onu gördüğüm an koşarak yanına çökmüş küçük ellerimle gözyaşlarını silmiştim.

"Ağlama babam bak sen ağlarsan bende ağlarım."

 

Dudaklarım çoktan büzülmüş gözlerim çoktan dolmuştu. Çünkü ben annesi her ağladığında ağlayan, babası her düştüğünde küçücük ellerimle gözyaşlarını silen kızdım. Sonraki günler babamla ağladığımız çok olmuştu. Koyun koyuna düşer bizi terkeden insan için ağlardık.

 

Annem hayatın en büyük darbesi vuran kadındı. Belkide onun sayesinde güçlüydüm. Onun sayesinde mücadeleciydim. Kendi küllerinden doğan bir Anka kuşu misali. İşte ben o zaman küllerimden doğmaya başlamıştım. Devamıda gelmişti. Önce kendimi yakmış kül olmuştum gözyaşlarım ise şifa olarak yeniden doğmama sebep olmuştu. Bu Asaf'ın ölümüylede devam etti, bebeğimi kaybettiğimde de. Şimdide devam ediyordu. Asafın yaktığı ateş beni küle çevirirken bir süre düşmüştüm ama yeniden ayağa kalkmıştım. Bunu yabancı insanlar başarmıştı. O iki polis. Bayram ve Ali.

 

Beni hastaneye götürmüşler yaralarımı sarmışlardı. Şimdide arabayla evime kadar bırakıyorlardı. Evimin bahçesine girdiğimizde anda Can'ın arabasını gördüm. Kendiside duvara yaslanmış öylece bekliyordu.

 

"Bu kim?"

 

Ali'nin sorusuyla bir iç çektim.

 

"Kendisi benim kardeşim oluyormuş."

 

"Oluyormuş derken?"

"Bende yeni öğrendim."

İkisi bana tuhaf tuhaf bakarken daha fazla açıklama gereği duymadım.

 

"Her şey için teşekkür ederim. Özellikle Bayram sana. İki gündür her düştüğümde yetiştin çok sağol."

 

İkiside cevap vermeyince arabanın kapısını açıp tam çıkacaktım ki Ali hemen inip benden tarafa geldi. Bu sefer Bayram gelmemişti. Ön koltukta oturmuş aynadan bana bakıyordu. Bir süre gözlerime baktı sonra çekti gözlerini. Bende Ali'nin elinden tutarak kendimi dışarıya attım. Can benim geldiğimi görünce koşarak yanıma ulaştı.

 

"Abla!"

 

Onu duymazlıktan gelerek Ali'ye döndüm.

 

"Tamamdır bundan sonrasını ben hallederim. Tekrar teşekkür ederim."

 

Ali başını sallayarak elini elimden çekti. Boşta kalan elimi Can'a doğru uzattım. Can bir elime, bir bana bakarken ne yapacağını şaşırmıştı.

 

"Tutsana oğlum."

 

Benim cümlemi duyduğu an elimden tutarak yanıma geldi. Elleri kolumu bulup yürümem için destek oldu. Onunla evin arka tarafındaki bahçeye geçip sandalyeye oturduk. Bir süre dinlenip kendime zaman verdim. Oda başı yere eğmiş elleriyle oynuyordu.

 

"Neden geldin?"

 

Sesimi duyduğu an başını kaldırıp bana baktı.

 

"Seni merak ettim."

 

"İki gündür niye ortada yoksun. Senin yerine hep başkaları yardım etti. Her düştüğümde başkaları oldu. Ama sen yoktun."

 

"Ben sandım ki beni görmek istemezsin. Ondan gelemedim."

 

"Evet istemiyordum. Ama seni hep aradım."

 

Doğruydu ağladığımda düştüğümde gözlerim hep onu aramıştı.

 

"Kızgın mısın bana?"

 

"Kızgınım kırgınım öfkeliyim. Ben şuanda herkese öyleyim. Tek sana özel değil. Çünkü herkes bana ihanet ediyor,üzüyor. Sen üzsen çok mu? "

 

"Abla!"

 

Elimi kaldırırak konuşmasına engel oldum.

 

"En başından belli biliyordun beni. Bilerek yanaştın yanıma. Benim hakkımda herşeyi bildiğine şaşırıyordum. Çok salakmışım. Ben cidden çok salağım. Gözümün önünde olan şeyleri göremiyorum. Halbuki hissediyordum seninle ilgili bir şeyler. Mavi gözlerine baktıkça tıpkı bana benzeyen gözler diyordum ama salak ben anlamıyordum."

 

Can ağlayarak ellerimden sıkıca tuttu.

 

"Öyle söyleme, ne olursun yapma."

 

"O kadın annen benden o mu bahsetti."

 

Başını aşağı yukarı salladı.

 

"Ne zaman aklına geldim peki? Beni ne zaman hatırladı Can?"

 

Çünkü benim hayatımda olan insanlar beni unutuyordu. Beni hatırlamak için ise hiç birşey yapmıyorlardı.

 

"On yedi yaşımda öğrendim. O zaman bana her şeyi anlattı. Babamın öldüğü gündü. Ölüm var dedi o yüzden hiç bir sır kalmasın istedi."

 

Acıyla tebessüm ettim.

 

"Ben koskoca bir sırdım öyle ya! Evlat olmak yerine bir sır. "

 

"Abla annem çok pişman inan. Seni bıraktığına, aramadığına."

 

Bu sefer dudaklarımdan acı kahkahalar koptu.

 

"Çok pişmanmış öyle mi? Arkasında bir çocuk bıraktı. İki enkaz bırakıp gitti. Neden başka birine aşık olduğu için. Sırf o adam için beni terketti. Babamı terketti. Şimdi pişman olsa ne yazar? En kötüsü de ne biliyor musun? Ben onun başka bir adam için beni terkettiğine hiç bir zaman inanmadım. Taki seni öğrenene kadar."

 

Gözlerimden akan yaşlara hiç müdahale etmedim. Aksın hakkettiği gibi ağlasın.

Can da bana katılmış sesli bir şekilde ağlıyordu. Sonra ayağa kalkıp dizlerimin önüne çöktü. Başını bacaklarıma koyarak daha da ağlamaya başladı.

İç çeke çeke, bende ona sessizce ortak oldum.

 

"Abla annem ölüyor. Hiç zamanı yok."

 

"Can bende ölüyorum. Ben her gün ölüyorum. Onun gittiği günden belli ölüyorum."

 

"Biliyorum çok zor affetmek ama ne olur bir kere konuşsan onunla. Son kez dinlesen onu. Zamanı kalmadı yoksa gözleri açık gidecek abla ne olur."

 

Can'ın gözyaşları içinde yalvarmasıyla başımı başının üstüne koyup gözlerimi kapadım. Derin bir nefes aldım.

 

"Benim gözlerim o gün gittiği kapıda kaldı Can o geldi mi?"

 

Son sözlerimi söyleyip saçlarına bir öpücük kondurarak ayağa kalktım.

 

"Yine düştüm yine ağladım ama yarın tekrar ayağa kalkacağım. Çünkü ben güçlü bir insanım. Hemde çok."

 

***

 

Bir hafta geçti. Kendimi toplamam kafamı toplamam için tam bir hafta. Kimseyle konuşmadan kimseyle iletişime geçmeden kendi halimde sessiz sedasız köşeme çekilmiştim. Resim odamda son bir tabloyu tamamlamak için kendimi oraya kapatmıştım. Bu hafta sonu sergim vardı. O son parçayı yetiştirmem gerekiyordu ve yetişmişti. Bu süreçte neler mi oldu? Fatih babayla o yüzleşme olmadı. Benden sakladıklarını ona sormadım. Asuman anne ise kendi halindeydi. Bana yemekler yapıyor iyileşmem için elinden geleni yapıyordu. Onun sayesinde ayağa kalmıştım.

 

Diğerleri ise Hasan abi bana ulaşamaya çok çalıştı ama izin vermedim. Konuşulması gereken konular vardı. Sadece bir süre akılımı toplamak istiyordum. Doğru hamleler yapmak için zihnimin boşalması lazımdı. Tabi Asaf'ın Bayramı öğrenmesi bomba etkisi yaratırken nasıl öğrendi onu bilmiyorduk. Emniyet şuanda beklemedeydi. Sanırım Asaf'ın eskisi gibi onlarla iş birliği yapmasını bekliyorlardı ama unuttukları bir şey vardı. Hafıza kaybı. Koskoca sorun

ortada dururken bunu beklemek gerçekten saçmaydı. Çünkü o Asaf değildi. O şuanda Emirdi ve Emir asla Asaf gibi olamayacaktı. Bununla yüzleşmem ağır olmuştu ama gerçek olan buydu.

Her defasında yaralayarak sırtını dönüp gitmesiyle öğrenmiş olmuştum. Bu bir hafta içinde hiç aramadı. Neden işe gelmiyorsun diye hesap sormadı. Merak etmedi beni derken bir gece balkona çıktığımda evin dışında bir araba gördüm. Onun arabasıydı. Orda bekledi bir saat boyunca ama arabadan çıkmadı. Beni gördüğünü bildiğim halde inmedi. Ne o yüzünü gösterdi bana ne bende bakmaktan vazgeçmedim. Üşümeme rağmen duvara yasladım onu bekledim. O bekleyiş bir saat sürdü. Sonrada çekip gitti.

 

Gün geçtikçe aramıza giren mesafeler çoğalsada canımı yakmasına rağmen ağlamadım. Bizim aramıza ölüm girmişti bu neydiki? Ben onun ölümüyle savaşmış, kahrolmuştum. Bu yaptıkları hiç birşeydi. Nefes aldığını bildiğim sürece varsın yaksın canımı. Çünkü ölümün telafisi yoktu. Onun öldüğünü sandığım yıllarda çektiğim acıların yanından geçemezdi.

 

Onunla tek iletişime geçtiğim an ise sergi davetiyemi yollamak oldu. Hem ona hem biricik karısına davetiyeyi atmıştım. Görmeleri lazımdı benim yıkılmadığımı. Küllerimden tekrar doğduğumu. Özellikle Mercan'ın hamleleri merak ediyordum.

Metin şimdilik sessizdi. Benim içeri köstebek olduğumu bildikleri halde sessizlikleri koruyorlardı. Bu arada düşen uçakla ilgili her gün bir açıklama yapıyorlar kendilerinin suçu olmadığını içeride hain olduğunu söylüyorlardı. Onuda gözaltına almışlardı ama yine hiç bir şey çıkmamıştı. Bu süreçte bana ihtiyaç vardı fakat kafamı dinlemek için kenara çekilmiştim. Şimdilik sergiyle ilgileniyordum.

 

Ve büyük gün gelip çatmıştı. Son kontrolleri yapmak için sergi salonuna gitmiştim. Yanımda Eda benim heyecanlı halimi yatıştırmaya çalışıyordu.

 

"Elif bak her şey yolunda Allah aşkına biraz daha sakin olur musun?"

 

Derin bir nefes alıp verdim.

 

"Bu benim ilk sergim Eda eğer bir şeyler yanlış giderse ayağa kalkamam. "

 

Öyleydi son bir senedir hazırlandığım emeklerimin olduğu bu sergi güzel geçmesi lazımdı.

 

"Çok güzel geçecek arkadaşım sen sadece biraz sakin ol tamam mı?"

 

Başımı salladım ama gelde bunu kalbime anlat. Bakışlarım son iki resme kayarken bir iç çektim. Biri bebeğim için, birini kendim için yaptığım resimlerdi.

Bebeğim için yaptığım resime hamile olduğumu öğrendiğim gün başlamıştım. Onun heyecanıyla ilerlemiş ama onu kaybedince devam edememiştim. Taki geçen haftaya kadar. Bu resim bitmeyi hak ediyordu. Kızım için değerdi.

 

"Hadi sen git hazırlan birazdan misafirler gelmeye başlarlar."

 

"Tamam ben gidiyorum ama sen kontrol etmeye devam et."

 

Edaya son ikazımı ederek yanından ayrıldım. Giyinme odasına girince içime bir sıkıntı oturdu. Çünkü bügün siyahtan başka renk hayatıma girecekti. İlk defa yastan çıkacaktım. Yeniden hayatıma renk gelecekti. Bakışlarım mor elbiseme kaydı. Asafın en sevdiği renk, en sevdiği elbisem. Bu elbiseyi ilk evlilik yıldönümüzde almıştı. Yıllar önce alınmasına rağmen hala modası geçmemişti. İç çekerek üzerimdekileri çıkartıp onu giyindim. Aynanın karşına yavaş adımlarla geçerken bakışlarım yerdeydi. Çünkü bu renkli halimi

görmek ihanet ediyormuşum gibi hissettiriyordu. Kızıma ona...

 

Yavaş yavaş aynanın önüne geçtim. Bakışlarımı yerden kaldırdım ve karşımdaki yıllar önce bana benzeyen kadına baktım.

Gözlerim baştan aşağı bedenimi süzdü. Gözlerim yine dolmuştu. Dişlerimi dudaklarıma geçirerek kendimi sıktım. Çünkü ağlamak istemiyordum. Bugün olmazdı. Bir süre kendimi sakinleştirmeye çalıştım. Aynadaki gözlerime baktım.

 

"Çok güzel kadınmışsın Elif!"

Yıllardır söylenmeyen bu sözü bugün kendime hediye ediyordum. Dizlerimin üstünde biten mor kalem bir elbise. Ön tarafı tamamen kapalı sadece sırtımda bir dekolte detayı vardı. Sırtımdaki o dekolte detayı ise o öyle istemişti. Sadece sırtımdaki dövmenin gözükmesi için. Sadece onu görebilmek böyle birşey almıştı. Bana yakışacağını düşünmüştü. Öylede olmuştu. Çok beğenmişti. Anılarım aklıma hücum ederken kapının çalınmasıyla kendime geldim. Eda kafasını uzatmış bana bakıyordu.

 

"Ben Elif hanımı aramıştım?"

 

Tebessüm ederek ona baktım.

 

"Ay Eda gel içeri şu saç makyajıda halledelim."

 

"Kızım sen böylede güzel olmuşsun. Valla hiç makyaj yapmasanda olur."

 

Ona cevap vermeden makyaj masasının önüne oturup son hazırlıklarımıda onunla birlikte tamamladım.Hafif bir makyaj, saçlarım tepeden topuz. En sade haliyle artık hazırdım.

 

"Bir dakika Elif senin sırtında dövme mi var?"

 

"Evet!"

 

"Ben niye bilmiyorum?"

 

"Çünkü hep sakladım. Sadece bir kişiye özeldi. Ama artık değil ."

 

Eda sırtımdaki dövmeye bakarken kimden bahsettiğimi anlamıştı. Ama dile getirmedi. Son kez aynada kendime baktım ve odadan nihayet çıkmıştık. Aşağı indiğimizde misafirler yavaş yavaş gelmeye başlamıştı.

 

"Eda Burcu hoca geldi değil mi?"

 

"Evet geldi canım!"

 

Burcu hoca benim üniversiteden hocamdı. Bana bu sergiyi açmam için çok destek olmuştu. Ona çok büyük borcum vardı manevi anlamda.

 

Gelen misafirleri karşılarken herkes beni gördükçe şaşırıp durdu. Çünkü karşılarında bambaşka Elif vardı.

 

"Fatih amcalar gelemiyor değil mi?"

 

Eda'nın sorusuyla ona dönerek başımı salladım.

 

"Yok Asuman annenin kardeşi rahatsızlandı onun yanına gitmek durumunda kaldılar. O yüzden onları çağırdım ya yoksa çağıramazdım. "

 

"Asafları diyorsun değil mi?"

 

"Evet!"

 

Biz Edayla konuşmaya dalarken karşından gelenleri görünce şok oldum.

Barış,Bayram, Ali

 

Yüzümde kocaman gülümsemeyle onlara doğru giderken üçünün bakışı beni buldu. Ve donup kaldılar. Resmen yürümeyi bırakmışlar beni süzüyorlardı. Onların bakışını görünce yanaklarım kızarmaya başlamıştı. Umarım yanaklarım fazla kızarmaz umuduyla yanlarına doğru ilerledim.

 

"Barış komiserim biz doğru yere geldiğimizden emin miyiz?"

 

Ali'nin yüzündeki şaşkınlık diline vurmuştu.

 

"Lan adres burası o kadar salak değiliz herhalde."

 

Onların bu haline gülümserken nihayet yanlarına ulaşmıştım.

 

"Lütfen tuhaf bakışlarınızı değiştirir misiniz?"

 

Çünkü utandığımdan her an dönüp kaçabilirdim.

 

"Elif hanım sizsiniz değil mi?"

Ali hala emin olamıyordu.

 

"Sence Ali?"

 

"Elif hanım bugün çok farklı görünüyorsunuz?"

 

Barış bile böyle düşünüyorsa gerçekten farklıydım .

 

"Arkadaşlar evet benim Elif! Bu arada hanım sözcüğünü atalım sadece Elif."

 

"Çok güzel olmuşsun Elif!"

 

Alinin iltifatı üzerine yüzümde kocaman gülümseme oluştu.

 

"Teşekkür ederim. Sizde hoşgeldiniz! Buyrun lütfen!"

 

Elimle onları içeriye davet ederken Barışla Ali yanımdan geçip içeriye girdiler. Geldiğinden belli sessizliği koruyan Bayrama baktığımda göz göze geldik. Onunda hala şaşırmış bakışları geçmemişti. Yüzüme öyle bakıyordu ki, diğerlerinin baktığı gibi değildi. O bakışları hissettiğim anda kalbimde farklı bir şey oluştu ama üzerinde durmadım. Boğazımı temizleyerek kendime gelmeye çalıştım.

 

"Sende hoşgeldin Bayram!"

 

"Hoşbulduk!"

 

İyi bari konuşma yetisi kaybetmemişti.

Ama o öyle baktıkça bende geriliyordum.

Yerimde huzursuzca kımıldanırken elimle onada yol gösterdim.

 

"Hadi sende içeri geç!"

Bir süre baktı yüzüme sonra kendini toplayarak yanımdan hızlıca ayrıldı. Arkasından şaşkınca bakarken kolumun dürtülmesiyle yanımdaki kişiye baktım.

 

"Elif o neydi öyle?"

 

Edanın sorusuyla kaşlarımı kaldırdım.

 

"Ne neydi?"

 

"O aranızdaki çekim?"

 

Ne demişti o?

 

"Çekim mi yok artık Eda!"

 

Eda'ya öyle bir şey olmadığını açıklamaya çalışırken nihayet gecenin misafirlerinin geldiğini gördüm.

 

"Elif sana diyorum. Hem sen nereye bakıyorsun öyle?"

 

Eda benim nereye baktığımı görünce "Gelmişler hemde el ele!" Diye bir pot kırdı.

 

Bakışlarım o ellere kayınca sertçe yutkundum. Kaç kere gördüğüm halde bunu atlatmanın bir yolu yoktu. Çünkü o eller bana aitdi şimdi ise başkasını tutuyordu. Bunu atlatmak kolaymıydı?

 

O birleşen ellerden çektim gözlerimi ve Asaf'a baktım. Oda zaten bana bakıyormuş. Aynı diğerleri gibi, sanki bir yabancı görmüş gibi. Baştan aşağı süzerek, en sonda gözlerimde durakladı.

 

Günlerdir görmediğim elalarına hasretle baktım. En son bana öfkeyle bakan gözleri şimdi farkla bakıyordu. Neydi bu fark? Şimdi daha mı tanıdık gelmiştim? Bu elbise belki geçmişe götürecekti? Yanlarına doğru ilerlerken gözlerimiz hiç ayrılmadı.

 

"Hoşgeldiniz Emir Bey!"

 

"Hoşbulduk Elif hanım!"

 

Tıpkı iki yabancı gibi.

 

"Elif hanım bu siz misiniz?"

 

Aramıza gereksiz birinin girmesiyle bakışlarımı ondan çekip Mercana baktım.

 

"Hoşgeldiniz Mercan hanım!"

 

"Hoşbulduk!"

 

Onunda bakışları beni baştan aşağı süzerken suratı biraz düşer gibi oldu bu yüzden kocasının eline dahada sarıldı.

 

Bir süre üçümüzde ne yapacağımızı bilmeden öyle karşılıklı durduk. En son Eda el atarak bana yardımcı olmuş onları içeriye davet etmişti. Asaf yanımdan ayrılırken gözleri elbisemi buldu. Baktı baktı ve arkasını döndü. Az önce olanları sindirmeye çalışırken gözlerimi kapatıp sakin olmaya çalıştım.

 

"Elif bu gece uzun. Kendine gelmek zorundasın. "

 

Kendi kendime teskin ederken nihayet bende içeriye girmiştim. Etrafıma baktığımda ise herkes resimlerime bakmaya ilgilenmeye başlamışlardı bile. Bende misafirlerin yanına tek tek giderek onlarla daha çok ilgilenip hemde inceledikleri resimleri anlattım. İlerleyen saatlerde ise küçük bir açıklama yapmak için karşılarına geçtim. Hepsi büyük dikkatle bana bakarken benim bakışlarım Asaftan başladı Mercan derken Bayramda durdu. Neden onda durduğumu anlamazken gözlerimi hemen kaçırdım.

 

"Yeniden hepiniz hoşgeldiniz! Beni böyle önemli günde yalnız bırakmadığınız için tekrar teşekkür ederim. Umarım geldiğinize değmiştir. Umarım resimlerimi beğenmişsinizdir. Çünkü her bir resimde her bir tabloda benim duygularım yansıyor. Onları çizerken hep farklı duygularla savaştım. Her birinde ayrı hüzün her birinde ayrı mutluluk var. Ama en çok hüzün var. Birde siyah renk. Biliyorsunuz beş yıldır hayatım siyaha büründü. Bütün renkler gitti sadece siyah kaldı. Sadece o. Bir yas sürecindeydim halada öyle. Ama bu gece farklı olsun istedim bir gecede olsa hayatıma renk gelsin istedim. Bu yüzden karşınıza farklı çıktım."

 

Gözlerim onun gözlerini bulurken ikimizinde gözleri dolmuştu. Asaf'ın gözleri dolmuştu. Onun haliyle sarsılırken bir anda nerede olduğumu unutmuştum.

 

"Benim için önemli olan iki resim var. Belkide içlerinden en önemli tablolar. Biri Anka kuşu olan tablo, o benim aslında. Kaç kere düştüğümü kaç kere yeniden ayağa kalktığımı simgeliyor. Mücadeleci sabırlı olduğumu hiç bir savaşı kaybetmediğimi gösteriyor. Önemlisi nedir biliyor musunuz?"

 

Bu defa bakışlarım direk Mercanı buldu. Çünkü ne kadar savaşçı olduğumu, asla yıkılmadığımı beni yaksada yeniden doğacağımı duysun istiyordum

"Ölsemde kendimi yaksamda yada başkalarını ateşe vermeye çalışsada ben her zaman küllerimden doğacağım."

 

Bence mesaj alınmıştı. Çünkü suratı öyle bir hal almıştı ki her an beni boğmak istiyor gibiydi.

 

"Diğer resim ise kızım için. Fasulyem yani bebeğim onu ilk öğrendiğim anda o resmi çizmeye başlamıştım. Sanki kız çocuğum olacaktı ve ben hissetmiştim. Çünkü bir kız çizmiştim. Ellerinde uçurtma, masmavi gökyüzünün altında yüzünde kocaman gülümsemesiyle bana bakıyordu. Annesine...Gözlerini babasından almış, gülümsemesi benden küçük bir çocuk. Fakat o çocuk hiç büyüyemedi hep o resimde kaldı."

 

Konuşmamın sonlarına doğru sesim kısılmış devamını getirememiştim. Ben susunca salonda birden alkış sesleri yükseldi. Başımı kaldırıp karşımdaki kalabalığa baktım. Herkes bana gururla bakıyordu. Onlara bende mutlulukla karşılık verdim. Sonrada orada daha fazla kalamadım. Herkese selam verip hızlı adımlarla oradan uzaklaştım. Tuvalete doğru giderken kolumdan tutulmasıyla duraklamak zorunda kaldım. Tam arkamı dönüp kim diyr bakarken,

 

"Dur sakın arkanı dönme!"

 

Asaf'ın sesiyle durakladım.

 

"Ne oldu?"

 

"Bu!"

 

Ne olduğunu merak etmiş tam dönecekken bu sefer kolumdan çekiştirerek hızlıca yürümeye başladı. Adımlarım ona yetişmeye çalışırken bir taraftan da kolumu kurtarmaya çalışıyordum.

 

"Asaf nereye gidiyoruz? "

 

Bana cevap vermeden bir odaya hızlıca girmiş ve kapısınıda hızlıca kapatmıştı. Tam dönüp neler oluyor diye bağıracakken dönmeme izin vermeden kolumu hafiften bükerek yüzümü kapıya yaslamıştı.

 

"Şişt sakın dönme!"

 

Anlamıyordum ki ne oluyordu? Sırtım ona dönük, yüzüm kapıya yapışmış öylece duruyordum.

 

"Asaf sen ne yapmaya çalışıyorsun?"

Öfkeyle konuşurken o beni hiç duymuyordu. Sessizliği beni iyice çileden çıkatırken kolumu elinden kurtarmaya çalıştım ama izin vermedi. Tam tekrar deneyecektim sırtımda hissettiğim dokunuşla dona kaldım.

 

"Bu dövme!"

 

Dövme demişti. Ben yanlış duymuş olamazdım değil mi? Parmakları dövmenin üstünde yavaşça gezerken vücudum gerildi. Kendimi uzaklaştırmaya çalıştım ama dokunuşları kopmadı. Sertçe yutkunarak Asaf diye fısıldadım.

 

"Elif bu dövme anka kuşu değil mi?"

Bölüm : 24.03.2025 03:54 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...