25. Bölüm

Geçmiş silinmiyordu

Çilem Akpınar
gulumse_gulumse

Geçmiş...

Geçmiş demek ne kadar kolaydı değil mi? Ama işte geçmiş geçmişte kalmıyordu. Sen unutmak istesende hayat unutturmuyordu. Şimdi çocukluğum kayıp giden cam kırıklarında canlanıyordu. Gözlerim daldı geçmişe küçük Elifin en çok canının yandığı güne.

 

"Elif kızım ben sana kaç kere söyledim kimseyle kavga etme, bak canını yakıyorsun böyle!"

 

Babam bir yandan bacağımdaki yarayı temizlerken bir yandan da kızıyordu. Kendime zarar veriyorum diye hep kızardı üzülürdü, kendi elleriylede o yarayı iyileştirirdi. Peki onun açtığı yaralar?

 

"Neden kavga ettin o kızlarla hadi anlat bakayım?"

 

Üzgünce başımı yere eğdim. Nasıl derdim annem yüzünden oldu diye. Bu sefer oda bana kızacaktı. O yüzden sustum. Babam elini uzatıp çenemden tutarak başımı yukarıya doğru kaldırdı.

 

"Ne oldu Elif?"

 

Sesi git gide sertleşiyordu. Bu artık anlat demekti. Daha anlatmadan gözlerimden yaşlar akmaya başlamıştı bile. On yaşındaki küçük Elifi izlerken yetişkin Elifde ağlamaya başladı.

 

"Baba o kızlar benimle dalga geçti. Hatta seninle bile dalga geçti. Bende dayanamadım birinin saçını çektim. İşte sonra..."

 

"Onlar sana ne dedi?"

 

Babam sözümü direk keserek araya girmiş gözlerindeki öfke git gide büyümüştü.

 

"Şey dediler. "

 

"Elif!"

 

İsmimi bağırarak söyleyince korkuyla yerimde zıpladım. Ama babam korktuğumu görmedi.

 

"Annemin başka adam yüzünden bizi bıraktığını her şeyin senin yüzünden olduğunu söylediler. Yani sen anneme iyi davransan o gitmezmiş. Kötü davrandığın için gitmiş annem. Ama baba sen anneme hiç kötü davranmadın ki..."

 

Gözyaşları içinde babamın yüzüne bakarken onun gözleri sinirden kıpkırmızı olmuş bakışlarını duvara dikmiş öylece bakıyordu.

 

"Baba annem bizi neden terketti?"

 

Masumca sorduğum bu soru ardından kıyamet koptu. Babam öfkeyle ayağa kalkarak önümüzdeki sehpayı kaldırıp yere attı.

 

"O kadını bir daha bu evde anma demedim mi ben sana."

 

Bu sefer masanın üzerindeki vazoyu alıp pencereye doğru attı ve cam kırıldı.

 

Şuan yerde olan cam kırıklarına bakarken babamın öfkesini görüyordum.

 

"O arkadaşların seninle dalga geçse bile dönüp cevap vermeyeceksin. Ama sen o kadın için kavga ediyorsun Elif!"

 

Babamın artık gözü hiç bir şeyi görmüyordu ne benim korkarak sesli bir şekilde ağladığımı ne kendi ellerinde ki kesikleri. Evi darma duman ederken sadece koltuğa sinmiş babama bakıyordum. Bütün nefretini kusarak bağırıyor annemin canını ne kadar yaktığını o çığlıklarla hissedebiliyordum.

 

"Ben onu bu kadar çok severken o nasıl başka birine gider?"

 

Son söylediği söz bu oldu. Kendini yere atıp sırtını duvara yaslayarak ağlamaya başladı.

 

"Beni geçtim insan kendi çocuğuna nasıl yapar bunu?"

 

Sessizce fısıldıyordu ama ben duyuyordum. En çok merak ettiğimde buydu hadi babamdan vazgeçmişti ya ben? Kendi evladından vazgeçmiydi insan?

 

Babam iç çeke çeke ağlarken beni görmedi. On yaşındaki bir çocuğun ağlamasını duymadı. Korkuyordum bu halinden hep böyle öfke nöbetleri geçiriyordu.

 

Ayaklarımı yere değdirerek yavaşça ayağa kalktım. Bundan sonra babama gözükmem iyi olmazdı. Onun ağladığını görmemi istemezdi. O yüzden o ağladığı zaman yanından koşarak uzaklaşırdım. Yine uzaklaşmıştım. Kendimi evden atarak hızlıca koşmuş mahallenin en uytu yıkık dökük bir binaya saklanmıştım. Burada beni ne babam görürdü ne başka biri. Bir kartonun üzerine oturmuş bacaklarımı kendime çekerek sıkıca sarılmıştım.

 

Çünkü o anda bana sarılan kimse yoktu. Ben kendi kendimin dermanı oluyordum. Ağlamam dahada artınca başımı bacaklarımın arasına gömüp sesli bir şekilde ağlamaya devam ettim. Hep böyle oluyordu ne zaman başıma bir şey açsam babam hep böyle üzülüyordu. Hep böyle öfke nöbeti geçiriyordu.

 

Herşey annemin gidişiyle başlamıştı. Melek gibi babam gitmiş onun yerine öfke dolu bir insan gelmişti. Beni bile gözü görmüyordu.

 

"Bitti, hepsi geçti. Korkma Elif!"

 

Yetişkin Elif çocuk Elife bakarken gerçekten geçti mi diye sormak istiyordu ama oda biliyordu geçmediğini.

 

Biliyordum geçmiyordu.

 

"Hey ufaklık ne yapıyorsun sen burada?"

 

Korkuyla başımı kaldırıp karşımdaki çocuğa baktım. Siyah gözlü kirpikleri kıvır kıvır olan çocuğa. Şimdi o oğlan çocuğu büyümüş karşımda duruyordu.

 

"Bana çok şanslısın demiştin baban en azından seni dövmüyor. Başka babalar gibi değilmiş. Bende o zaman sana hak vermiştim."

 

Bayram benim söylediklerimle yavaşça arkasını dönerek yüzüme baktı.

 

"Elif sen ne saçmalıyorsun?"

 

Hala inkar ediyordu. Elimi ona doğru uzatarak avuç içimi açtım.

 

"O saati bana göster. Eğer saçmalıyorsam saati gördükten sonra sana hak vereceğim."

 

Bakışları bir elimde bir yüzümde gidip gelirken başını sağa sola sallayarak sırtını bana tekrar döndü, tam gidecekken kolundan tutup durdum.

 

"Yapma artık inkar etme.Tanıdım seni seninde beni tanıdığın gibi."

 

Hala sırtı bana dönüktü. Ama ne yapıp edip ona doğruyu söyletecektim.

 

"O küçük oğlan çocuğu o gün bana sıcak bir battaniye verdi. Küflenmiş ekmeğini paylaştı. Bana zarar vermedi. Beni kovmadı. Çünkü kendide evden kaçmıştı. Hep kaçardı. Orayı benim gibi sığınma limanı etmişti. Babasından kaçmak için babamdan kaçmak için oraya sığınmıştık. Onun babası döverdi benim babam bağırırdı. Ama en kötüsü ne oldu biliyor musun? Babam bir gün bana tokat attı. İşte o zaman sana çok kızdım. Hani dedim ben şanslıydım. En azından babam dövmüyor diye ama vurmuştu."

 

Son sözlerimden sonra hızlı bir şekilde önüne dönerek bana baktı. Gözleri dolmuştu.

 

"Sana vurdu mu gerçekten? Ne zaman oldu bu olay? Ben sana ne demiştim eğer baban seni döverse bana geleceksin diye."

 

Sonunda itiraf etmişti. Sonunda on yaşında sığındığım o oğlan çocuğunu bulmuştum. Gözlerim mutlulukla dolarken o ne yaptığını anlamıştı ama geç kalmıştı.

 

"Ben geldim ama sen yoktun."

 

Bir adım geri atıp benden uzaklaştı başını çevirip arkaya baktı. Sonra tekrar yüzüme baktı. Resmen ne yapacağını şaşırmıştı.

 

"Ben!"

 

"Neden söylemedin bana neden sakladın?"

 

En çok merak ettiğim buydu.

 

"Ben sadece geçmişi tekrar hatırlamak istemedim. Geçmişte kim varsa unutmuştum. Geçmişi unuttum ki acılarımıda unutayım diye ama sen tekrar hatırlattın."

 

Gerçekten öyle oluyor muyordu? Gerçekten acılarını unutabiliyor muydun?

 

"Eğer unuttum sandıysan kendini kandırmışsın. Bak geçmişin her an heryerde karşına çıkıyor. Seni bir doğum lekenden tanıdım."

 

Elimi ise hala çekmemiş saati vermesini bekliyordum. Tekrar bakışları elimi bulunca derin bir iç çekerek cebindeki saati çıkartıp avuç içime koydu.

 

"Sen unutmak istemişsin ama geçmişi cebinde taşıyormuşsun."

 

"O en ağrılı gecelerimde zamanın hızlı geçtiğini gösteren bir yol gibi oldu. Canım acıdığı an avuç içlerimde sımsıkı tutar sesini dinler zamanın hızlı geçeceğine inanırdım. Zaman çabuk geçsinki vücudumdaki yaralarda hızlı iyileşsin."

 

Duyduklarımla elimdeki saati sımsıkı tuttum. Gözlerimdeki yaşı serbest bıraktım. Küçük bir çocuk için ne acı bir düşünceydi ne acı bir umut. Kim bilir o çocuk nasıl acılar çekmişti?

 

"Ağlama maviş kız benim için annem yeterince ağladı sen ağlama!"

 

Son sözlerini söyleyip mutfaktan hızlı bir şekilde çıktı. Bense arkasından bakarken hala o oğlan çocuğunun vücudunun her yerinin ağrıdığı hissedebiliyordum. Çünkü izleri vardı hiç bir zaman geçmeyecek izler.

 

Geçmiş omuzlarıma ağır bir şekilde otururken kendimi sandalyeye attım. Avucumu açıp elimdeki saatte baktım.

 

Dedemin yadigarı olan.

 

Babamın babasından kalan benim emanet ettiğim köstekli saatim. Sıcak bir battaniye küflü bir ekmeğe teşekkür manasında verdiğim o saat. Çünkü kız çocuğunun arada kaçtığı o sığınma limanına minnet duyduğunu anca bu şekilde ifade etmişti. En sevdiğini emanet ederek.

 

O gece sabah olmadı. Önce Asafla yaşadıklarım sonra Bayram gerçeği aklımda bir ton ağırlık yapmıştı. Yatakta dönmüş durmuştum. Güneşin doğmasıylada kalkıp mutfağa geçmiştim. Önce pişi yapmış ardında menemen patates kızartması ve en sonunda bademli kurabiye. Asafın en sevdiğinden.

Masayı hazırlayıp tam herkesi uyandırmaya gidecekken hepsinin teker teker mutfağa girdiğini gördüm. Hepsinin bakışları kahvaltı masasında hayal mi gerçek mi olduğunu sorguluyordu. Bakışlarım iki kişiyi ararken biri nihayet mutfağa giriş yapmıştı. Bayram dalgın dalgın yürürken bakışları beni buldu ama hemen çekti.

 

"Elif ben sanırım hala uyuyorum değil mi? Uyuyorum çünkü böyle bir kahvaltı hayatım boyunca görmedim."

 

Alinin konuşmasıyla başımı ona çevirip tebessüm ettim.

 

"Abartma Ali alt tarafı her zamanki yediklerimiz."

 

Ali eliyle önce pişiyi gösterdi sonra diğerlerini en sonda kurabiyeye gelince durdu.

 

"Kızım kurabiye bile yapmışsın. Daha ne olsun."

 

Utanmış, ellerimi saçlarıma götürürek kaşımış gözlerimi kısmıştım. Bu halim gerçeği söylemek için kıvrandığım haldi.

 

"Aslında onu biri için yaptım."

 

"Belli kimin için yaptığın ama o biri hala kalkmadı galiba?"

 

Barış her zaman yaptığı gibi sessiz durmuş durmuş pat diye ortaya laf atmıştı.

 

Ama haklıydı Asaf hala uyanmamıştı.

 

"Siz başlayın ben bir ona bakayım."

 

Fatih abi Bayram sessizliklerini koruyarak sandalyeye geçip oturdular. İkisi içinde gece pek iyi geçmemişti. Tıpkı benim gibi. Onları arkamda bırakıp mutfaktan çıktım.

 

Asafın bu saatte kadar neden uyanmadığını merak etmiştim. Adımlarım odasının yolunu bulurken kapının önünde durup bir süre durakladım. Öyle pat diye girmek olmazdı. Yani müsait olmayabilirdi tıpkı benim dün olmadığım gibi. Elimi kaldırıp bir tıklattım kapıyı ama içerden ses gelmedi. İçimdeki endişe daha fazla büyürken kapı kolunu tutarak yavaşça açtım. Önce başımı uzattım. İçeriye göz atarken yatakta hala uyuduğunu gördüm. Bu sefer kendimi içeri atıp ona doğru yürümeye başladım.

 

Yüz üstü yatmış başını diğer tarafa çevirmiş öylece yatıyordu. Üstünde bir tişört Allahtan çıplak değildi diye düşünürken bakışlarım aşağı doğru kaydı. Beline kadar çarşafla örtülüydü ama eşofmanı gözüküyordu. Alt tarafıda çıplak değildi şükür. Bu ayrıntıyıda düşünmüştüm aslında ama ne gerek vardı.

 

Adımlarım yatağın yanına ulaşınca hafifçe öne doğru eğilip sırtını kibarca dürttüm.

 

"Asaf!"

 

Ama onda tık yoktu. Tekrar kibarca olmayacak şekilde dürttüm. Ama adam uyanmıyordu.

 

"Sanki kış uykusuna yattı. Uyansana be adam. Asaf uyanır mısın artık."

 

Bu defa daha sesli şekilde bağırdım duyması için ama duymamıştı. Yüzünü görebilmek için iyice üzerine doğru eğildim. Saçlarından bir tutam alnına düşmüş göz kapağının üzerinde duruyordu.

 

"Tıpkı eskisi gibi. Uyuma şeklin, ağır uykun. Yüzünün güzelliği. Yüzün sen ama aklın kalbin sen değil. Kokun sen ama bir o kadar yabancı. Eskiden olsa yanına sığınır yüzümü boyun girintine gömer bende yatartım. Ama şimdi yapamıyorum."

 

Ben derin düşüncelere dalarken bileğimden tutulup yatağa çekilmemle bastım çığlığı. Asafın kollarında yerimi alırken benim olmak istediğim yerde tam tersi o yer almıştı. Boyun girintime başını sokmuştu. Elleri karnıma sımsıkı sarılırken ben sırt üstü put gibi yatmış kımıldamıyordum.

 

"Asaf ne yapıyorsun?"

 

"Şişt senin yapamadığını ben yapıyorum. "

 

Boynumda sesi bir fısıltı gibi çıkarken dudukları her konuşmasında temas ediyordu.

 

"Asaf bak içeride insanlar var. Yanlış anlayacaklar. Bırak beni!"

 

O sanki bırak dememişim gibi biraz daha sokularak beni iyice kendime çekmiş yüzünü tamamen boynuma gömmüştü.

 

"Nasıl bir kokun var böyle? Büyülü sanki. Öyle olmazsa rüyalarımda bile alamam kokunu. Gerçekten sen meleksin. Melek olmasan kokun bana ulaşmaz. Beni bu kadar sevemezsin. "

 

Onun dokunuşlarıyla istemsizce gözlerimi kapadım. Hatta biraz daha yanına sokulup başımı başına dayadım.

 

"Ben senin kokuna beş yıldır hasretim. Hasret bıraktılar bizi. Şimdi yanımdasın ama istediğim gibi dokunamıyorum hep bir..."

 

Konuşmamın devamını getiremedim. Hep bir engel var demek istedim. O engeli aşamıyordum.

 

"Hadi Asaf bırakta beni mutfağa geçelim. Bak yanlış anlayacaklar."

 

"Kimse yanlış anlayamaz. Ben senin kocan değil miyim?"

 

Kocan değil miyim? Asaf bunu söylemişti değil mi? Oda bir süre ne dediğinin farkına varamadı ama varıncada başını boynumdan uzaklaştırdı. Sonra elleri koptu bedenimden sonra kendini uzaklaştırdı.

 

Ben hala bıraktığı gibi dururken az önce söylediği şeyi aşmaya çalışıyordum. O benim kocamdı ama değildi işte. Bir adım ötemde dururken biz bir yabancıya dönüşmüştük.

 

"Haklısın hadi geçelim mutfağa!"

 

Sertçe yutkunup başımı salladım. Biz ne zaman mutluluğa doğru adım atacakken gerçekler kapıda bekliyor bizi uyarıyordu. Bu uyarı ağır olsada o yataktan sonunda kalkabilmiş Asafın yüzüne bile bakmadan odadan çıkmıştım.

 

Ama söyleyemediklerimle o kapıda durmuş boş boş yere bakıyordum. Zamanın bizden aldıklarıyla o kadının bizden çaldıklarıyla bir kez daha yıkılmış mutfağa geçmiştim. Herkes iştahla kahvaltısını ederken benim geldiğimi görünce hepsi baktı baktı sonra bakışlarını çektiler. Sanırım yüzümden belli oluyordu nasıl acı çektiğim. Sessizce bir sandalye çekip oturdum. Biraz sonrada Asaf gelmiş yanımdaki boş yerde o oturmuştu. Bakışları masada dolaşırken en son kurabiyeyi gördü. Ben onun izlerken oda bana baktı.

 

"Bademli kurabiye mi?"

 

Tebessüm ederek başımı salladım.

 

"Benim için mi yaptın?"

 

"Evet senin için!"

 

Ben öyle söyleyince gözlerinin içi parlamıştı.

 

"Sanırım tek unutmadığın şey bademli kurabiye."

 

Zamansız bir sözle bakışlarımızı ayırmış ikimiz birden Bayrama bakmıştık.

O söz ondan çıkmıştı.

 

"Elif Eda seni sorup duruyor istersen kahvaltıdan sonra onu bir ara."

 

Ali araya girerek konuyu geçiştirmeye çalıştı. Fakat Asaf bakışlarını Bayramdan çekmiyordu.

 

"Tamam ararım."

 

Aliye cevap verirken bakışlarımı ikisinden çekip tabağıma odaklandım. Zaten o saniyeden sonra kimseden ses çıkmamış sessiz bir şekilde kahvaltı etmiştik.

 

Kahvaltı faslından sonra mutfağı toparlayıp salona geçtim. Herkes bir yere oturmuş pür dikkat Asafa bakıyorlardı.

 

"Ne oluyor burada? Bensiz bir şey mi konuştunuz?"

 

Hepsine şüpheyle bakarken Asaf oturduğu yerden kalkıp bana doğru gelerek karşımda durdu.

 

"Yok bir şey olanları konuşuyorduk. Sen direk hastaneye mi gitceksin?"

 

Şüpheyle gözlerine bakarken söylediğine hiç inanmamıştım. Kesin bir şey olmuştu ve benden saklanıyordu.

 

"Önce alışveriş yapmam lazım.

Kıyafetim yok kaç gündür senin aldığın kıyafetlerleyim. Üstelik eşyalı bir ev bakmam lazım. Annenler çıkıyor bugün hastaneden."

 

"Elif ev işini biz hallettik. Sizi daha korunaklı yer bulduk. Çocuklar sizi oraya götürecek."

 

Hasan abinin sözlerinden sonra minnetle ona baktım.

 

"Teşekkür ederim. Bende ev sorununu nasıl halledeceğim diye düşünüyordum. Üstelik güvenli yer bulmak zor olacaktı"

 

"Senin yaptıklarından sonra bizim yaptıklarımız hiç. Senin kafan rahat olsun. İhtiyacınız olacak herşey ayarlandı. Seni şimdi hastaneye bırakacaklar. Peşindende hiç ayrılmayacaklar. Barış Bayram Ali başka arkadaşlarda olacak. Sonrada Fatihleri alın eve geçin."

 

Bütün bu konuşmaların arasında Asafın ismi hiç geçmemişti. Merakla ona dönerek yüzüne baktım.

 

"Sen benimle gelmiyor musun?"

 

"Benim bir takım işlerim var onları halletmem lazım. Periye uğramam gerek gece çok huysuzlanmış."

 

Hüzünlü gözlerine bakarken içime bir korku çöktü. Ne güzel kaç gündür beraberdik. Fakat yine ayrılmamız gerekiyordu. Üstelik onu bekleyen bir kızı vardı. Ona ihtiyacı olan bir çocuk.

 

"Ama tek olmayacaksın değil mi? Bak o adam hala kaçak Mercan desen öyle. Senin için korkuyorum. İlk hedefleri olabilirsin."

 

Yanıma biraz daha yaklaşarak elimden tuttu.

 

"Korkacak hiç bir şey yok. Polis arkadaşlar benim yanımdada olacak. Yanıma asla yaklaşamazlar tamam mı? Sen şimdi hiç bir şey düşünmüyorsun. Gidip hastaneden onları çıkartıp direk eve geçiyorsunuz."

 

Onlar...Hala ailem diyemiyordu. İstemeyerekde olsa başımı evet anlamında sallamıştım ama içimde kötü his vardı. Sanki bir şey olacak gibi. O korkuyu gözlerimde görmüş olmalı ki elimi daha çok sıktı.

 

"Hadi şimdi gönül rahatlığıyla git."

 

Hüzünlü bir şekilde tebessüm edip elimi elinden çektim. Son defa bal gözlerine baktım. Sonra arkamı dönüp evden çıktık.

 

İlk işim alışveriş yapmak oldu. Kendime Asuman annelerin ihtiyacı derken bir saat öyle geçti. Daha çok ihtiyacım olan şeyler vardı ama zaman kısıtlıydı. Bir saatte yolda geçirirken nihayet hastaneye varmıştık. Bu süre zarfında Bayram benimle hiç göz teması kurmuyor ve konuşmuyordu. Ortamda gergin bir hava vardı üstelik diğerleride hissetmişti.

 

Anlamıyordum neden uzak durmak istiyordu? Ben ona geçmişi hatırlattığım için mi böyle yapıyordu ama önceleri konuşuyordu şimdi ben öğrendikten sonra ne değişmişti?

 

Arkasından düşünceli bir şekilde ilerlerken Alinin ve Barışın biraz ilerimizde olduğunu görünce hızlı bir şekilde yürüyerek yanına ulaştım. Benim geldiğimi görünce kaşlarını kaldırarak ne oluyor dercesine bir bakış attı ama yürümeye devam etti.

 

"Nereye kadar kaçmayı düşünüyorsun? Sanki kötü bir karşılaşma gibi davranıyorsun? Benim o küçük kız, yardım eli uzattığın koruyup kolladığın küçük arkadaşınım. Aslında benim sana trip atmam gerek. Beni yıllar önce bırakan sendin. Üstelik beni tanıdığın halde susanda sendin."

"Seni tanıdığımı nerden çıkardın?"

 

Kolundan tutarak yürümesine engel oldum.Bakışlarını yüzüme çıkartarak gözlerime baktı.

 

"Ben aslında hep hissetim. Senin tanıdık olduğunu kalbim hem hissetti. Seninde bakışlarında vardı beni tanıdığın ama susmayı tercih ettin."

 

"Senin onca sorunun var bende dert olmak istemedim. Üstelik senin beni tanıman sürekli geçmişten konuşman demek ve ben geçmişten konuşmak istemiyorum. "

 

Anlıyordum ve çok haklıydı. Fakat son kez bir şey söylemek istiyordum.

 

"Sana geldiğim gün ama senin gelmediğin tamamen ortadan kaybolduğun gün işte o zaman tokat yemiştim. Sırf annemi özledim onu görmek istiyorum diye babam ilk defa bana vurmuştu. Sonradan pişman olmuştu ama yapmıştı. İşte o gün gözyaşları içinde sana gelmiştim. Canım çok yandı seninde hep böyle mi yanıyor diye. Hala yanıyor ama olmamış gibi yapmıyorum. Çünkü o gün yaşandı ve yok sayarak hiç bir şey geçmeyecek. Sende yok sayarak geçmişi silemezsin unutma olur mu?"

 

Sözlerimi tamamlayıp cevap vermesini beklemeden yanından ayrıldım.

 

Asuman annelerin odasına girdiğimde onların çoktan hazırlandığını gördüm.

 

"Umarım çok bekletmedim."

 

Yanlarına vararak ikisinde sıkıca sarıldım.

 

"Fazla beklemedik kızım merak etme. Asaf nerede bu arada?"

 

"Onun bazı işleri var ama gelecek merak etmeyin."

 

İkisininde gülen yüzü solunca ellerinden tuttum.

 

"Birazcık zamana ihtiyacı var. Sonra istediğiniz gibi hasret giderebilirsiniz."

 

Azda olsa solan yüzleri biraz düzelmişti. Asuman anne ayağa yavaşça kalktı bir elinden ben diğer elinden Fatih baba tutarken telefonum çaldı. Cebimdeki telefonu çıkartıp arayana baktım.

 

Can...İsmini gördüğüm an bütün sıkıntılar kalbime çöktü. O ölmüş olamazdı değil mi?

 

Korkarak aramayı cevaplayıp kulağıma götürdüm. Ses dahi vermeden Can'ın acı dolu sesi duyuldu.

 

"Abla annemiz ölüyor. Ne olur yanına gel son defa görsün seni."

 

Annemiz ölüyor bu öyle cümleydiki sanki ateş gelip yüreğimi yakmıştı. Ne diyeceğimi bilemedim. Asuman annenin elini bırakıp yatağa oturdum. Kulağımda Can'ın yalvarma sesleri öylece donmuş kalmıştım.

 

"Elif ne oldu kızım?"

 

Asuman anne bana telaşla bakarken gözümden bir yaş düştü.

 

"Annem ölüyormuş."

 

Önce ne söylediğimi ikiside anlamadı. Çünkü annemin ortaya çıktığını bile bilmiyorlardı.

 

"Onun yanına gitmem gerek. "

 

Hızlıca oturduğum yerden kalkıp kapıya doğru koştum. Kapıyı açtığımda ise Asafla yüz yüze geldik.

 

"Elif"

 

"Annem ölüyor gitmem gerek."

 

Yanından geçip gidecekken kolumdan tutarak durdu.

 

"Nasıl ölüyor? Ne oldu Elif?"

 

Gözyaşları içinde ona bakarken bakışlarımı arkadaki kalabalığa kaydı. Birden fazla polis bize doğrı geliyordu ve polisler beni koruyan kişiler değildi.

"Emir Bey!"

 

İçlerinden biri Asafa seslenirken oda arkasını dönüp onlara baktı.

 

" Buyrun benim."

 

"Emir Bey bizimle karakola kadar gelmeniz gerekiyor."

 

"Karakol mu? Neden ne oldu ki?"

 

Korkarak araya girmiş ne olduğunu anlamaya çalışıyordum.

 

"Lanet olsun şimdi zamanı değildi."

 

Asafın öfkeyle söylediği sözü duyunca ona dönüp baktım.

 

"Neyin zamanı değildi? Ne oluyor Asaf?"

 

Asaf bana doğru bir kaç adım atıp dibimde durdu. Elleride yüzümü kavrayınca bende herşey kopmuştu. Çünkü çok kötü şeyler bizi bekliyordu hissediyordum.

 

"Elif sakın korkmayacaksın ben iyi olacağım tamam mı?"

 

"Ne demek iyi olacaksın? Onlar seni niye almaya geldiler?"

 

Parmaklarıyla gözlerimden akan yaşları silerken gülümsemeye çalışıyordu ama başarılı değildi.

 

"Sonra Fatih bey sana anlatacak. Ama bir şey yok korkma olur mu? Şimdi senin annenin yanına gitmen gerekiyor. Onunla vedalaşmam lazım."

 

Gözlerimi acıyla kapatıp açtım.

 

"Ama sen?"

 

"Elif önce annen onunla konuşman gerek."

 

"Emir Bey gitmemiz gerekiyor."

 

Asaf son gözyaşlarımı parmaklarıyla silip ellerini uzaklaştırdı benden. Sonra bedeni, son kez gözlerini açıp kapadı. Ben iyi olacağım demekti bu ve arkasını dönüp benden adım adım uzaklaştı.

 

Ayaklarım onunla gitmek istesede gidemedi. Çünkü ardımda bırakmamam gereken bir annem vardı. Her ne kadar o beni ardında bıraktıysa ben onu bırakmazdım.

 

 

Bölüm : 12.05.2025 01:22 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...