
Bu hayatta ödediğim bedelleri düşünüyordum. Kaybettiğim bebeğimi annemi babamı. Solup giden renklerimi. Asafı düşünüyordum.
Eğer hayat onu bir kez daha elimden alırsa o zaman ben diye bir şey kalmazdı artık. Elif diye biri yaşamazdı. Çünkü yeterince yas tutmamışmıydım.
O korkuyla o sinirle o gece nasıl yattım nasıl uyudum bilmiyorum ama düşüncelere dalmak istememiştim. Sadece yarın onu göreceğim anı düşünmüştüm. Öylede uyumuştum. Sabahda erken kalkıp herkese kahvaltı hazırlamaya kovulmuştum. Kafamı toplamak için bir kaçıştı. Fatih baba Asuman anne bendeki gerginliği görünce biraz sorgular gibiydiler.
Çünkü bugün Asafı görmeye gidecektim nasıl mutsuz olurdum? Ama işte mutsuz gibiydim. Korkularım beni mutsuzluğa yitiyordu. Bu mutsuzluğumun sebebide oydu.
"Hadi Elif kahvaltın bittiyse çıkalım."
Alinin konuşmasıyla ona bakıp başımı salladım. Bardağımdaki çayı içip ayağa kalktım.
"Asafa bir şey diyor musunuz?"
Asuman anneye baktığımda başını hayır anlamında salladı.
"Yok kızım sadece onu çok sevdiğimizi söyle. Bizde zaten yarın göreceğiz."
Yanına yaklaşıp yanağına bir buse kondurdum.
" Dikkat edin kendinize."
Fatih babayada veda edip hazırlanmak için odama çıktım. Bakışlarım yatağın üzerindeki elbiseye takıldı. Mavi renkte çiçekli elbise. Tıpkı eskiden sevdiğim gibi.
Gülümsedim. Yeniden renkler hayatıma girecekti yeniden mutlu olacaktım buna inanıyordum. O yüzden korkularımı bir kenara atıp o mavi elbiseyi üzerime giydim. Küçük çiçeklerle süslenmiş, kolları kısa, dizlerime kadar uzanan boyuyla birazcıkda göğüs dekoltesiyle abartı olmuş gibiydi ama sonuçta o istemişti değil mi?
Saçlarımıda tepeden topuz yapmış yüzümede hiç bir makyaj yapmadan çantamı alarak aşağı inmiştim. Beni bu renkte gören herkes biraz şaşırmışlardı fakat hepsinin gözünden beğeni vardı. Ali ıslık çalmış, Asuman annenin gözleri dolmuş, Fatih baba maşallah güzel kızıma demiş, Bayram ise sadece uzun uzun bakmakla yetinmişti.
Hepsine teşekkür edip kapıya doğru ilerledim. Arkadamdan gelen Bayram nihayet sessizliğini bozmuştu.
"Çocukluğumdaki küçük kız çocuğuna dönmüşsün. Tıpkı o zamandaki gibi yine çok güzelsin. Maviler gözlerinin rengini ortaya çıkarmış."
Duyduklarımla ayaklarım birbirine dolansada düşmemek için dengemi sağlayabilmiştim. Fakat dönüpte Bayramada hiç bir şey söyleyememiştim.Arabaya binmiş Asafa gidene kadar susmuştum.
İçimde garip bir mutluluk vardı günler sonra nihayet onu görecektim. Biraz zor izin almışlardı daha doğrusu Hasan abi almıştı. Özel bir izindi o yüzden müdürün odasında görüşecektik. Keşke böyle görmeseydim ama işte. İşteler, sebepler, nedenler...
Adımlarım o kapıya yaklaştıkça kalbim daha hızlı atmaya başlamış karnıma ağrılar giriyordu. Sanki yeniden aşık olmuştum resmen karnımda kelebekler uçuşuyordu.
Görevli kapıyı iki kez tıklatarak önden içeri girdi. Bense dışarıda kalmış gel komutunu bekliyordum. Dakikalar geçmiş ve o komut gelmişti. Ayaklarım içeriye doğru adımlar attıkça kalbim yerinden çıkacak gibiydi. Sonunda ise o bal gözler görüş açıma girmişti. Ayakta dikelmiş kollarını açarak bana bakıyordu.
"Buyrun Elif hanım sadece on beş dakikanız var haberiniz olsun."
Birileri bir şey söylüyordu ama ben duymuyordum. Karşımda günler sonra gördüğüm sevdiğim adam vardı.
Hasretini çektiğim. Beni görünce yüzünde kocaman gülümse oluşmuştu. Daha fazla dayanamadım hızlı adımlarla ona doğru koşup sıkıca sarıldım. Yüzümü boynuna gömüp kokusunu içime çektim.Onunda elleri belimi kavramış beni kendine tamamen yaslamıştı.
"Elif!"
İsmim dudaklarından bir fısıltı gibi çıkarken gözlerimi kapadım. Elimi ensesine götürüp saçlarına dokundum.
"Elif Elifim seni çok özledim. Bu özlem çok başka bir şeymiş, tarif edilemeyen."
Saçlarına dokundum, yüzüne gözlerine hatta kirpiklerine kadar dokundum. Özlem, hasret çok farklı duyguydu, kirpiklerine kadar özlüyordu insan. Ellerim tekrar yüzünü bulurken bu sefer sakallarını yavaşça okşadım.
"Çok uzamış sakalların."
O hiç cevap vermeden sadece gözlerime bakıyor yüzümün her ince ayrıntısına kadar izliyordu. Bakışları en son kıyafetime kayınca benden biraz uzaklaşarak ayak ucumdan başlayıp yukarıya kadar incelemeye başladı. En son bakışları göğüs dekoltemde durunca sertçe yutkundu.
"Mavilerim ortaya çıkmış mı?"
"Hı hı!"
Elimle omzuna sertçe vurup yüzüme bakmasını sağladım.
"Yeterince oyalandın bence. "
Saf saf "Nerede oyaladım demez mi?"
Dudaklarımdan bir kahkaha koptu. Dayanamayıp tekrar sarıldım, bu defa o başını boynuma gömmüştü. Boynuma dudaklarını değdirdiği an ise birden ürperip uzaklaşmaya çalıştım ama izin vermedi.
"Asaf dur biri felan gelir valla rezil oluruz."
Asaf beni hiç duymuyor boynuma küçük küçük öpücükler konduruyordu. Sakin olmayan kalbim artık iyice raydan çıkmıştı. Dudakları boynumdan yukarı çıkarak yüzümü buldu. Önce yanaklarıma, sonra gözlerime burnuma izler bıraktı. Her bir öpücüğünde aşk vardı hasret vardı.Alnı alnıma dayayarak bir iç çekti.
"Ben seni gerçekten çok sevmişim. "
Hala beni bu kadar sevdiğine inanamıyordu.
"Hala oradamısın sen? Evet çok sevdin beni. Önemli olan şimdi de aynı duyguları hissetmen."
Beni sevdiğini söylemesini bir kez daha duymak istiyordum. Gözlerime bakarak eskisi gibi söylemesini istiyordum.
"Eğer hissetmesem bu halde olur muyum? Yolunu gözler miyim?"
Tekrar itiraf gelmemişti ama bu söyledikleri bile çok güzeldi.Bir süre daha öyle kalmış sonra koltuğa geçip oturmuştuk. Ellerimiz sımsıkı bağlı sadece birbirimize bakıyorduk. Bu sefer ben onu baştan aşağı incelemeye başladım ama yüzüm düşmüştü. Hiç iyi gözükmüyordu. Zayıflamıştı rengi solgun gibiydi. Birde sağ gözünün alt tarafında hafif morluk vardı. Elimi kaldırıp baş parmağımla oraya dokundum.
"Buraya ne oldu morarmış gibi? Ayrıca zayıflamışsında bir şey yemiyor musun sen?"
Elimi aceleyle yüzünden çekip tekrar avuçlarının arasına aldı.
"Beni bırak şimdi sen nasılsın iyi misin? Toparlayabildin mi kendini?Annen için çok üzüldüm inan. Keşke yanında olabilseydim."
Annemi soruyordu ama ben şuan başka şeylerde takılı kalmıştım.
"Dün gece saçmaladığın gibi hala devam ediyorsun? Ben olmasam ne demek? Beni bırak ne demek? Ben iyiyim iyi olmaya çalışıyorum. Dışarıdayım en azından ama sen kendine bir bak ne olmuş böyle sana? Sanıyorsun ki Elif hiç bir şeyin farkında değil. Ama farkındayım. Bu morluk kavgadan dolayı oldu değil mi? O adam içeridede boş durmuyor."
"Elif!"
"Ne Elifi? Hasan abiye söylediklerin ne peki öncelik Elif demen ya sen? Peki bundan sonra sen olmasan Elif olur mu düşündün mü? Önce sen iyi olacaksın dikkat edeceksin kendine. "
Ardı ardına öyle konuşmuştum ki biraz soluklandım o hala bana hayran bir şekilde bakıyor sanki önemli bir şey inceliyormuş gib pür dikkat inceliyordu. Bu öfkemi daha da kabartmıştı.
"Ben kime söylüyorum ama duyan kim."
"Annem nasıl oldu? İyiler mi onlar?"
Hala cevap yoktu. Duymazlıktan geliyordu. O zaman bende öyle davranacaktım.
"İyiler onlarda yarın gelecek."
Kısa ve net cevap en iyisi böyleydi. Bakışlarımı ondan çekip yere bakmaya başladım.
"Elif!"
Başımı kaldırıp bakmadım. Hatta gözlerim dolmuş ağlamaya bile başlamıştım. Çünkü hiç iyi gözükmüyordu. Ne kadar öyle gözükmeye çalışsada yapamıyordu. İlk gördüğümde hasretim gözlerimi kör etmiş farkına varamamıştım ama oturunca görebilmiştim. Ben ağlarken onun parmakları çenemi bulmuş kendine çevirmişti.
"Hayatta kalmaya çalışıyorum. Senin için kızım için ailem için. Ama zorluyorlar beni. Her köşeden sıkıştırmaya çalışıyorlar. Kızımın yerini öğrenmeye çalışıyor. Seninle tehdit ediyorlar. Arafta kalmış gibiyim. Burda elim kolum bağlı durmak çok zor. Sadece senin bir gülümsemen, sadece senin kokun beni biraz daha ayakta tutabilir. On beş dakikamız ve on dakikamız gitti bile. Ama ben sana doyamadım. Sadece beş dakikamız kaldı."
Dudaklarımdan bir hıçkırık koptu yüzümü onun ellerinden kurtarıp tekrar başımı eğdim. Gözyaşlarım tek tek ellerime damladı. O benim gülümsememi görmek istiyordu ama ben ağlıyordum.
"Özür dilerim ağlamak istemiyorum ama biliyorsun sulu gözlüyüm tutamıyorum kendimi."
Konuşurken bile ağlamaya devam ettim. Asaf dayanamayıp beni kendine çekip sımsıkı sarıldı. Ellerimi boynuna geçirip başımı omzuna koydum.
"Geçecek her şey. Bir gün her şey bitecek. Mutlu bir hayat bizede uğrayacak. Bunun için elimden ne geliyorsa yapacağım. Senin bir daha ağlamana izin vermeyeceğim."
Asafa inanmak istiyordum ama işte amalarla vardı. Sustum sadece sarıldım, sadece kokusunu içime çektim sadece kokumu içime çekti. Ve böylece beş dakikada bitmiş bulundu. Kapı vuruldu içeriye biri girdi. Ama biz hala birbirimizden ayrılmamıştık.
"Süre bitti."
Duyduğumuz sesle Asafla birbirimizden zorla kopup Bayrama baktık.
"Senin burada ne işi var?"
Asaf sinirle konuşurken ben yanağımdaki yaşları silip son kez sevdiğim adama döndüm. Ne çabuk geçmişti o beş dakika, eğer ağlamasam biraz daha özlemimi giderecektim. Ama yine ben beş dakikayı ağlayarak harcmıştım.
"Elifi götürmeye geldim. "
Asaf Bayramla konuşurken çenesinden tutup bana çevirdim. Ellerim sakallarını bulmuş incitmeden dokunuyordum bu yaptığım harekete onuda şaşırtmıştı.
"Kendine dikkat. Canın Allahın emaneti o emanete sahip çık. Bizim için kendin için. "
Asaf söylediklerimi anlamaya çalışırken yüzümü yüzüne doğru yanaştırıp yanağına öptüm. Uzunca sanki bir daha öpmek nasip olmayacak gibi. Başımı geriye doğru çekerek yüzüme kocaman bir gülümseme yerleştirdim. Tıpkı onun istediği gibi. Sonrada ayağa kalkıp Bayrama doğru yürüdüm. Asafta ayağa kalkmış bana bakıyordu galiba. Öyle hissediyorum bir ara bakışlarım Bayrama kaydı hadi gidelim dercesine. Oda bana baktı baktı sonunda başını salladı. Kapıyı açıp tam çıkacakken Asaf öyle bir söz etmiştiki elim kulpta donup kaldı.
"Elifi gözünüzün önünden ayırmayın. Bir saniye bile. Onu her zaman koruyun olur mu?Senin koruyacağını biliyorum. Eğer bana bir şey olursada o sana emanet."
Ben böyle sözler sarf etme dedikçe hala ölümden bahsediyordu. Allah aşkına bu adamın derdi neydi? Sinirle ona doğru dönüp yüzüne baktım ama bana bakmıyordu. Tam ağzımı açıp konuşacaktım ki Bayram benden önce davrandı.
"Sen söylemezsen sanki korumayacağım. Onu ne pahasına olursa olsun koruyacağım için rahat olsun. Ama bir an önce çık. Çünkü ben bir polisim ölümün ne zaman geleceği belli olmaz. Baktın ki senden önce ben ölmüşüm."
Hayretler içinde Bayrama baktım, ne konuşuyordu bunlar. Artkık öfkem iyice tepeme çıkmıştı.
"Ya Allah aşkına siz ne söylüyorsunuz? Siz kimi kime emanet ediyorsunuz? Siz nasıl ölümden bahsediyorsunuz? Ben yeterince ölüm görmüşken bunu nasıl benim yanımda konuşursunuz?"
Elimi kaldırıp işaret parmağımı onlara doğru salladım.
"Ben kendimi korurum size ihtiyacım yok. Ben kendimi yaşatırım ama yeterki siz ölmeyin tamam mı?"
Son sözlerimi söyleyip ikisinede sırtımı döndüm. Kapıyı hızlıca açıp odadan çıktım. Onlar arkamdan seslenselerde durmadım. İkisinide öyle sinirliydim ki yüzlerini görmek istemiyordum. Hızlı adımlarla kendimi dışarı attım. Bir süre durup konuşulanları hazmetmeye çalışıyordum. Başımı kaldırıp gökyüzüne baktım. Mavilikleri gitmiş yerini kara bulutlar kaplamıştı. Birden şimşekler çakınca irkildim.Gökyüzünün kararması kalbimi ağrıtmıştı.Elimi kalbime götürdüm. Şimşekler çakarken hala gökyüzüne bakmaya devam ediyordum.
" Eğer bana bir şey olursa o sana emanet."
"Baktın ki senden önce ben ölmüşüm."
İkisinin sözleri kulaklarımda yankılanırken sanki ölümün adım adım yaklaştığını hissediyordum. Birine doğru yaklaşıyordu ama kime bilmiyordum. Biri daha gidecekti hayatımdan hissediyordum. Adım adım yaklaşıyordu. Hep diyorum ya fırtına öncesi büyük sessizlikti.
Ve bu sessizlik tam bir hafta sonra bozulmuştu. Asafın mahkemesi olmuştu. Mahkeme günü adliyenin önü gazeteciler ve insanlarla doluydu ve bu insanlar uçak kazasında hayatını kaybedenlerin yakınlarıydı. Hepsi adalet için toplanmıştı haklarıydı ama masum bir insanı suçluyorlardı. Asıl suçlu dışardayken Asaf içerideydi. Bu yüzden Asafı adliyenin arka kapısından sokmuşlar onlardan uzak tutmuşlardı ama mahkemede olanlar olmuştu. Bir kaç kişi askerleri polisleri aşıp Asafa saldırmaya çalışmışlardı. O anlar yaşadığımız korku panik bizi bizden almıştı. En kötüsüde Asafın bir bakışı vardı. Ben kötü bir insan değilim, ben katil değilim diye bağırmak istiyordu fakat konuşamıyordu. O bakışı gördüğüm an sandalyeye çaresizce çökmüştüm.
Biz ne hale gelmiştik? Asafı ne hale getirmişlerdi? Onun elinde olmadan bir kadın hayatını buralara kadar sürüklemişti ve masum insanların canını almakla suçlanıyordu.
Bütün deliller onu gösterirken Asafın elinde ise hiç birşey yoktu. Sadece geçirdiği uçak kazasının kanıtları ve hafıza kaybına dair rapor. Geriye kalan bütün suçlar ona yıkılmıştı. Uçak saldırısı; silah kaçakçılığı daha nicesi. Resmen vatan haini ilan edilmişti. Bir zamanlar vatanı için herşeyi yapan adam şimdi de hainlikle suçlanıyordu. Bütün deliller bir bir açıklandıkça Asafın omuzları çökmüş başını yerden kaldıramamıştı. Gözyaşları içinde sessizce fısıldamıştım.
Başını eğme ne olur. Oda sanki duymuş gibi bakışlarını bana çevirip bakmıştı.
Yapamam diyordu üzerime yıkılan bunca suçla başımı kaldıramam o insanların yüzüne bakamam.
Gözlerimiz sessizce konuşurken koca mahkemede sanki ikimizden başka kimse yoktu. Başımı sağ omzuma doğru yatırarak acıyla tebessüm ettim. Ama senin suçun yok ki.
Engel olamadım. Uğraştım ama yapamadım. Bende suçluyum diyordu hala ısrar ediyordu.
Kaşlarımı havaya kaldırırak senin suçun değil dedim yine inanmadı.
O esnada Hasan abi kazadan önce Asafın polislerle birlikte çalıştığına dair deliller sunmuştu o bile yetmemişti. Hafızasını kaybetmeden önce olduğu için kanıt yerine konulmamıştı. Çünkü onu suçlu göstermek için ortada yeterince kanıt vardı. Metin her şeyi ince ince işlemiş Asafı tuzağa düşürmüştü. Hatta benide bu suçlara ortak edecekken Asafın bir hamlesiyle kurtulmuştum ama o.
O gün sabah Hasan abiyle konuştukları konu buydu ve ben şimdi anlamıştım. Her şeyi bile bile bu tuzağa yürümüştü ve ölene kadar hapis cezasını almıştı.
Cezayı duyduktan sonra bende herşey kopmuştu. Asaf ise sadece gülümsüyordu. En olmayacak zamanda gülmesi beni dahada perişan etmişti. Çünkü bu gülümse pes edişinin bir kanıtıydı. Biz bağırarak karara isyan etmiş Asaf masum demiştik fakat kimse inanmamıştı.O elleri kelepçeli salondan çıkarken hala gülmeye devam ediyordu. İşte o zaman anlamıştım gerçekten pes etmişti.
Pes edişini fırsat bilen Metin ise bir kaç gün sonra içeriden adam tutmuş ve onun en savunmasız halinde sırtından bıçaklamıştı.
Asafın bıçaklandığını duyduğum an zaman durmuş kalbim durmuştu. Nefes almayı bırakmıştım. Acı içinde kıvranırken telefona bir mesaj düştü. Elim titreyerek mesajı açmak istemiştim belki Asaftan haber vardır diye. O telefonu açıp mesaja girdiğim an karşıma video çıktı. Sanki ne göreceğimi biliyor gibi başımı sallıyor hıçkırarak ağlıyordum. Video oynatıldı ve Asafın bedeni görüş açıma geldi. Bir kaç adam karşısında durmuş birşeyler söylüyorlardı. Birinin elinde bıçak vardı. Başka biri gelip Asafın arkasından sertçe omzuna vurdu oda bakmak için arkasını döndüğünde işte o an elinde bıçak olan adam bıçağı sırtına sapladı.
Dudaklarımdan bir çığlık koptu elimi ağzıma götürüp sıkıca kapadım. Duyulmasın istedim çığlığım. Asaf yüz üstü yere düşerken görüntü gitmiş başka bir görüntü gelmişti. O görüntüde Mercan vardı. Pis sırıtışıyla karşımda duruyordu.
"Sanırım mesajı almışsındır Elif. Kocamı öldürtecek kadar gözüm döndüyse kim bilir daha neler yaparım? Bu yüzden bana kızımı vereceksiniz. Eğer hala inat etmeye devam edersiniz. Yapacaklarımın devamı gelir. Sevdiğin insanların canını yakarım Elif. O ailem dediğin insanları yok ederim. O yüzden düşün taşın. Kocamı göz önüne al."
Ben ne söylemiştim ölüm adım adım geliyordu ve ben hissetmiştim diye. O karabulutların neden üzerime çöktüğünü şimdi anlamıştım. Ölüm bir kez daha Asafımın kapısını çalmıştı ve başkalarının kapısını çalmaya devam edecekti.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 13.67k Okunma |
1.09k Oy |
0 Takip |
37 Bölümlü Kitap |