15. Bölüm

Galata Kulesi

Çilem Akpınar
gulumse_gulumse

İnsan bazen kendini dinlemeliydi. İçindeki yorgun kişiyi, içindeki hüznü...Bütün bunları arka plana atarak hiç bir şey hal olmuyordu. Belkide kendimde en sevmediğim kötü huyumdu.

Her şeyi arka plana at.

Kalbini kıranları

Gözünden bir damla yaş akıtanları

Canını ne olursa yakanları

Her şeyi unut yoluna devam et.

Belkide hayat felsefem buydu. Tamam etrafımdaki insanlar canımı yaktığı an hemen cevap verebiliyordum. Fakat sonra bir şefkate, bir gülümsemeye eriyip bitiyordum. Affediyorum.

Affetmek benim için o kadar kolaydıki... Halbuki bu kadar kolay olmamalıydı. Canını yakanlar seni düşünmeden üzüyorlarsa işte burada affetmek yakışmazdı.

Ama ben affediyordum. Lisede en yakın arkadaşım sınıfın en süslüsü olan bir kızın parfümünü çalmış suçuda bana atmıştı. En ağır aldığım darbeydi. İftara atmıştı ve bunun karşılığında ise bir hafta konuşmamak sonra bir duygu sömürüsüyle affetmek olmuştu.

Dilruba sen onlarla baş ederbilirsin ama ben edemem. Biliyorsun parfüm alacak param yok. Ne olur affet beni.

Sadece bu sözlere kanan bir Dilruba vardı. Sonra attığı kazıkların arkası geldi ve ben gerçekten sevilmediğimi anlamıştım. Gelin görünki huylu huyundan vazgeçemiyordu.

Tamam çok fena kızıdım bana yapılana misliyle karşılık veriyordum fakat sonunda da o kişiyle sarmaş dolaş oluyordum.

Birinci örnek yakışıklıydı. Adam beni istemediğini kaç kere söyledi ama ben duymazlıktan gelmiştim. Her defasında gitmiş hep yitilmiştim.

Sonrada bir iki söze bir öpücüğe su koyuveriyordum. Ne güzel huyum vardı değil mi? Karşımdaki daha kendi duygularından emin olamazken neler hissediyordum.

En son attığım mesaja "Dilruba ben amca değilim. Bak getirme beni oraya."

Böyle bir cevap gelmiş ve görüldü atmıştım.

Ama görüldü atan sen misin? Avukat beyimize görüldü atılmazmış. Kendisi hint kumaşı ya. Beni görmezden geldiği günleri unutuyordu tabii.

Fakat Dilruba böyle şeylerin altında kalır mı? Hayır kalmaz.

Bir söz paylaşmışım aman Allah'ım.

"Bazıları kendilerini bulunmaz hint kumaşı sanıyor ama hiç değiller. Bir gün o görmezden geldiğiniz zamanların çok pis karşılığı olur ve böyle görünmez olursunuz. Tıpkı mesaja görüldü atılıp karşı tarafı sinir etmek gibi. Hahahaja"

Bu storyme bir kalpler geldi anlatamam. Takipçilerimin yarısı beğendi bazılarının da işine gelmedi. İşime gelmeyen o biride benden intikamını fena aldı.

Benim hikayemin ardından oda bir hikaye paylaşmıştı ki olan oldu. Bir resim atmış yürümemek elde değildi Allah'ım.

Kendisi bir avukat ya, ah ne avukat. İşte o cübbesiyle bir resim atmış. Cübbenin altında siyah gömlek, kumaş siyah bir pantolon. Saçına da geriye doğru taramış jöleli tıpkı Memoli gibi. Fakat ben yakışıklının alnına düşen saçlarını seviyordumda buna da düşmüştük. Hele o keskin bakışlar. O cübbenin altında yatan bir kol kasları vardı aman yarabbi. O kaslı kollarını birbirine bağlayınca daha belirgin olmuştu. Her şey buraya kadar muhteşemdimde o resme birde söz yazmış.

"Bu yakışıklığa da görüldü atmak biraz tuhaf. Birde görmezden gelmek dahada tuhaf."

Kim görmezden gelebilirdiki hangi şuursuz gelebilirdi değil mi? Ben mesela gelemiyordum. Böyle resmine bakarken ağzımın suları akıyordu. Resmen biricik telefonumun içine düşecektim.

"Dilruba bu seksiği bakışları kime atıyorsun arkadaşım?"

Feride'nin sesiyle tatlı rüyadan uyanarak yatağımda ona doğru döndüm.

"Sence bu bakışlar kime atılır?"

Feride'yle aramızı düzeltmiştik. Belki fazla tepki vermiştim ama oda yaptığı hatayı anlamıştı. Hep abime olan aşkı yüzündendi, bazen aklı karışıyor salağa bağlıyordu.

"Kız siz ilişkinizi baya ilerlettiniz he."

"Ya ne demezsin. Hatta nikah masasına doğru gidiyoruz."

Feride bana bakıp bir kahkaha bastı. Bu demek oluyordu ki ay sen ne şakacı kızsın .

"Bence oda sana karşı boş değil."

Elimdeki telefonu yatağımın üzerine atıp ayağa kalktım. Pencere kenarına ilerleyip dışarıyı izlemeye koyuldum.

"Bir insan yaptığı davranışların söylediği sözlerin arkasında durmalı. Yada kalbi ne söylemek istiyorsa onu dinlemeleri. Korkak olmamalı Feride. Yağız oğlan korkak, ne yaptığını bilmeyen biri. Bence kendide anlamıyor kendini. Çünkü öyle tutarsız davranışlar sergiliyor ki. Olanları biliyorsun. Önce ne yaptığının neler hissettiğinin farketmesi lazım. Tutarsız olursa böyle gitmez."

Uzun zamandır içimde tuttuklarımı dilime vurunca rahatlamıştım.

"Bence böyle gayet iyi gidiyorsun süründürmeye devam."

Feride'nin sözlerinden sonra yüzümde bir tebessüm oluştu. Bencede iyi gidiyordum. Bu işin sonu nereye kadar giderdi bilmem ama varacak bir yolu vardı.

Ya kalbine doğru yolculuk yapacaktım yada o yolculuktan dönüverecektim.

"Bak ne diyeceğim bugün okulu asalım seninle gezelim. Taksim, Galata yapalım olur mu?"

Ortaya attığım fikri akadaşım hemen kabul etmişti.Bu yüzden hiç vakit kaybetmeden hazırlanmaya başladık.

Üstüme kısa pembe bir gömlek, altıma siyah dar mini bir etek diz kapaklarıma kadar uzun. Saçlarımı ise herzamankinden değişik kıvır kıvır yapmıştım. Aslında kıvırcık saçı seviyordum ama uğraşması zor oluyordu. Geriye ise bir makyajım kalmıştı. Badem gözlerimi ortaya çıkartacak kahverengi tonunda göz makyajı, ruj ise açık pembe renk. Biraz seksi olmak lazımdı değil mi? Böylelikle hazırlığım bitmişti. Üstümede deri siyah ceketimi giyerek arkadaşıma döndüm. Döner dönmez bir ıslık çalmışım güzelliğinden aman Allahım.

Siyah bir tulum giymiş ama o güzel gözlerini ortaya çıkarmıştı. Ela ela bana bakıyordu. Saçlar ise tepeden topuz mis mis olmuştu.

"Varya abim seni böyle görse dibine düşer kızım. Maşallah sana!"

Hemen yanına koşarak elimdeki telefonla resmimizi çektim.

Tabii sonrası direk İnstagram hikayesi.

"Bu iki güzel gezmelere akıyor. Bekle bizi Taksim geliyoruz."

Hikayeyi daha paylaşalı bir dakika olmamıştı ki hemen biri damlamıştı.Telefonun kilidini yavaşça açıp bildirime baktım ve kimi gördüm bilin bakalım. Canım abimi.

"Dilruba kız sizin bu haliniz ne öyle süslenmiş nereye gidiyorsunuz?"

"Abiciğim Taksime gidiyorum yazdım ya!"

"Olmaz gidemezsiniz, siz böyle güzelken hayatta dışarı çıkamazsınız."

"Değil mi özellikle Feride çok güzel."

"Evet hemde çok."

Bir insanın ağzından böyle laf alınırdı. Canım abim ne güzel düşmüştü tuzağıma. Mesajı Feride'ye göstererek onunda şok olmasını bekledim ve şok oldu.

"Dilruba abin bana mı güzel diyor? Ama neden ki ne oldu birden?"

Ah ah bir bilsen sana abayı yaktı ama ben söyleyemem. Söylersem abim beni keserdi.

"Bilmiyorum valla abime son zamanlarda bir şey oldu. Sana karşı pek ilgli."

Bu kadarcık söylesem bir şey olmazdı herhalde.Feride bu kadar söze bir kızardı bir utandı.

"Kız sen kızarınca ne tatlı oluyorsun. Hadi hadi çıkalım yoksa utanman sabaha kadar sürer."

Ve sonunda yurttan çıkmış otobüse binmiştik. Bir saate yakın yolculuktan sonra nihayet Taksim meydanına ayak basmıştık. Önce bir güzel karnımızı ıslak hamburgerle doyurduk. Öyle açtık ki paramız olsa daha yiyebilirdik ama bütçe sınırlıydı.

"Of Feride benim bir an önce işe başlamam lazım. Yavuz abi aramadı galiba kovuldum."

Elimdeki son lokmayı ağzıma atıp bir güzel yedikten sonra peçeteyle elimi sildim. Feride ise hala kibarca yani biraz uyuşuk bir şekilde yemeye devam ediyordu.

"İşallah akşama bitireceksin. "

Saf saf bakarak "Neyi?" diye sormaz mı?

"Feridem hadi güzelim çabuk şu hamburgerini ye, çıkalım gezelim."

Feride başını sallayarak yemeğine devam etti. Bende onu izlemeye. On dakika beklemeden sonra nihayet dışarıya kendimizi atmıştık.

Meşhur İstiklal caddesinde yürürken karşıdan insanların gelişini, bizim olduğumuz taraftan gidişlerini izledim. Kalabalıktan resmen başım dönmüştü.

"Kız burada yürüyünce kendimi bir an fist Lady gibi hissettim he."

Feride bana bakarak bir kahkaha attı.

"Valla bende öyle hissettim kız. Çok önemli burada yürümek ama."

Başımı sallayarak onu onayladım. Biraz daha yürüdükten sonra şükür Galataya gelmiştik. Oraya çıkmak çok istiyordum. Özellikle sevgilimle ama oda olmadığına göre Feride'ye mecbur kalmıştım.

Tabi oraya çıkmak o kadar kolay değildi. Önce önümüzdeki bir çok insanı aşıp geçmemiz gerekiyordu. Yani sırayı.

Sıra ne kadar uzun olsada pes etmek yoktu. Önümde Feride arkasında ben sabırla sıranın bitmesini bekliyorduk.

"Buranın bir efsanesi var biliyor musun?"

Feride bana dönerek merakla ne diye sordu.

"Burayı sevdiğin kişiyle çıkarsan onunla evleniyormuşsun."

"Gerçekten mi?"

"Evet! Keşke abimle gelseydik değil mi? Sizi önden gönderirdim yıllar sonrada evlilik haberinizi alırdım."

Feride yine utanmış yanakları kıpkırmızı olmuştu.

"Aman Dilruba! Sen yine saçmalamaya başladın. Bizi bırakda sen Yağız oğlanı hayal et. Burayı onunla çıktığınızı. Bir sene sonra evlendiğinizi. Sonra çocuklarınızın olduğunu."

"Oha oha, sende hayallerde baya ilerledin kızım. Burayı onunla çıkacağım sonra onunla evleneceğim birde çocuklarımız olacak. Daha neler, daha neler. O hödük bir kere buraya gelir mi? Üstelik benimle. Daha kendini tanımayan kişi o. Burayı gelmeyi bıraksın önce ne istediğini bilsin."

Feride dudaklarını büzerek verdiğim cevaba sessiz kaldı. Oda biliyordu bütün bunların hayal olacağını.

Önüne dönerek beni hayallerde bıraktı. Aslında sırada olan çiftlere bakınca biraz imrenmedim desem yalan olur. Bir an onunla buraya geldiğimizi hayal etmek, sonra işte. İşte buraya kadar virgüldü. Bir türlü biz o noktayı koyamıyorduk. Kendi hayal dünyama dalmışken kulağımın dibimde bir fısıltı işittim.

"Demek o hödük buraya gelmez?"

Sesi işittiğim an arkamı dönerek ona baktım. Yüzünde sırıtışla bana bakıyordu. Yani daha doğrusu dibimdeydi.

"Yok artık!"

"Ne oldu küçük kız?"

Elimi kaldırıp onu göstererek "Senin burada ne işi var?"

"Bura halka açık bir yer değil mi?"

Evet güzel soruydu. Yani bunda bir şey yoktu.

"Ama bugün bu saatte burada olman. Sencede biraz tuhaf değil mi?"

"Yoo hiçde tuhaf değil. Canım buraya gelmek istedi ve geldim."

Ben hala üzerimdeki şoku atlatamazken karşımdaki kişinin gerçek olup olmadığını anlamaya çalışıyordum. O yüzden yanına biraz daha sokularak kolunu cimcikledim ve ardından bir bağırış koptu.

Evet arkadaşlar gerçekmiş. Onun bağırışıyla herkes bize bakarken arkadan Feride'nin aa Yağız oğlan diye bağırma sesini işittim.

"Kızım delimisin sen niye cimcikliyorsun?"

Yağız oğlanın sorusunu es geçerek Feride'ye dönüş yaptım.

"Bir daha ona Yağız oğlan dersen varya fena olur. Ona sadece ben öyle seslenebilirim."

Feride bu çıkışım karşısında biraz tırsada alaylı gülümsemesinden vazgeçemedi.

"Kıskanma moduna da geçmişiz. Oh ne güzel. Aman nazar değmesin."

Canım arkadaşımın yine beyini yanmıştı. En iyisi onu kendi haline bırakmaktı. Tekrar Yağız oğlana dönünce onunda alayla gülerek bana baktığını gördüm.

"Hayırdır, neden gülüyorsun?"

Bir adım daha atarak ayakkabılarının ucunu benim ayakkabılarımın ucuna dayadı.

"Kıskandın sen beni. "

"Kim ben mi? Hemde seni?"

Bu sefer gülen taraf ben oldum.

"Siz kafayı yemişsiniz. Neyse, ne halin varsa gör. Bana bulaşma."

Ben en çok bu inkar huyumu seviyordum. Daima işime gelmeyen şeyleri inkar etmek gibi.

Sırtımı ona dönerek önüme baktım. Bu arada kalbim yine tık tık etmeye başlamıştı.

"Birazdan Galataya birlikte çıkacağız."

Yine kulağımda bir nefes, yine bir fısıltı ve midemde yine bir kasılma. Derin nefes al Dilruba heyecan yok, stres yok. Kendimi sakinleştirince ona dönmeden sesli bir şekilde cevap verdim.

"Ama iki yabancı olarak çıkacağız. Hatırlatırım."

"Belki yanlışlıkla elimi tuttun ve biz sevgili gibi orayı çıktık, o zaman ne olacak? İlerde yanlışlıkla evlenmiş mi olacağız?"

Ah ne doğru tespit ama.

"Bence sen şuan saçmalıyorsun. Lütfen biraz uzaklaşır mısın?"

Tenimde hissettiğim nefesi benim için hiç iyi değildi. Bir an önce uzaklaşması lazımdı. Ama uzaklaşmak yerine dudaklarını kulağımı değdirmez mi?

Yok artık.

Elim istemsizce koluna sararak oradan güç almaya çalıştım. Yoksa düşecektim.

"Yağız oğlan bence sen kaşınıyorsun?"

Kekelemeden konuşabilmiştim.

"Böyle yakın olmak nasıl duyguymuş Dilruba!"

Ah ah öyle kötü duyguymuş ki... Çok haklıydı.

Dudaklarını hala çekmemiş nefesi ise boynuma daha yakından ulaşıyordu. Kendime gelmem lazımdı. Gelip ona haddini bildirebilirdim ama yapmıyordum.

"Sen benim sınırlarımı hep aştın Dilruba. Ve beni bu hale soktun. Tıpkı şuan senin olduğun gibi. O ellerin saçlarımı okşadığında, üstüme düştüğünde sürekli, beni öpmek istediğinde. Bütün bu eziyetleri bana uyguladın ve amacına ulaştın."

Bu hödük neden bahsediyordu acaba?

"Amaç derken?"

"Senden etkilenmem konusunda."

Tam sırtımı dönüp ona soracakken elleriyle kolumu tutarak beni durdu.

"Şimdi sırası değil güzelim. Sonra konuşuruz bunları."

"O bana güzelim mi dedi?"

Kendi kendime konuşurken önden ve arkadan gelen gülme sesleriyle nihayet kendime gelebilmiştim. İkisinide öfkeyle bakarak kollarımı birbirine bağlayıp etrafa bakmaya başladım. Ama kalbim buna izin vermiyordu.

Böyle yolculuk yapıp arkaya geçiş yapmak istiyor gibiydi. Çünkü yolunun orda olduğunu hissediyordu. Yakışıklının kalbine yolculuk.

Bir yarım saat beklemenin ardından nihayet sıra bize gelmişti. Yavaş adımlarla içeriye girdiğimiz an merdivenleri gördüm. Önden Feride arkadan ben giderken bir adım attım sonra ayağım bağcıklarıma takıldı ve dengemi kaybetmiş diz kapağımı merdivene vurmuştum.

Acı içinde sızlanarak bacağımı tutuyor bir yandan da şansıma isyan ediyordum.

"Dilruba iyi misin?"

Yağız oğlan telaşla bana doğru eğilerek bacağıma baktı.

"Bir yerde de sakarlığın tutmasın."

Gözlerim çoktan dolmuş nerdeyse ağlamak üzereydim. Dudaklarımı büzerek üzgün şekilde Yağız oğlana baktım.

"Benim ne suçum var şimdi? Bağcıklarımın açıldığından bile haberim yoktu. Niye kızıyorsun ki sen bana?"

Yağız oğlan tam cevap verecekti arkadan gelen seslerle susmak zorunda kaldı.

"Bu kadar insan sizi mi bekleyecek? Biraz çabuk olsanıza."

İnsanlar çoktan huzursuzlanmaya başlamış bize kızıyorlardı. Haklılardı ama.

Suçlulukla Yağız oğlana bakarak bir iç çektim.

"Merdivenleri çıkarken elimi tutabilir misin? Diz kapağımın acısı geçene kadar sadece."

Yağız oğlan isteğimi hiç ikiletmeden elimden tutarak bana destek oldu. Elinden sıkıca tutunarak yavaş yavaş merdivenleri çıkmaya başladık.

Pardon ama ben az önce elini tutmayacağım dedim ama yine ilk fırsatta dediklerimin tam tersi çıktı.

Başımı hiç yerden kaldırmadan onun hareketlerine uydum. Kibar bir kız gibi sessizce ilerledim. Taki o yine dibimde bitene kadar. Başını eğmiş yüzüme sırıtarak bakıyordu.

"Sen ne demiştim az önce? Burayı birlikte çıkan çiftler evleniyor muydu?

Gözlerimi gözlerinden kaçırarak başka bir yerlere bakmaya çalıştım ama cevabımıda verdim

"Bak sende diyorsun çiftler. Ama biz çift değiliz."

Yürümesi için kaşımla işaret ederek konuyu kapatmak istedim ama hiç kapatacak gibi durmuyordu. Yüzümden ulaşarak aramıza mesafe koydu.

"Çift değiliz ama yanlışlıkla ellerimiz birleşti. Belki gelecektede yanlışlıkla kaderimiz birleşir."

Duyduğum sözlerden sonra tükürüğüm genzime kaçtı ve öksürme tuttu.

Hemen sırtıma vurarak beni sakinleştirmeye çalıştı ama kalbim sakinleşecek gibi değildi.

O yüzden hepsini boşvererek oranın tadını çıkarmaya karar verdim.

En son terasa geldiğimizde ise hayran kalmamak elde değildi. Resmen bütün İstanbul ayağımızın altındaydı. Yağız oğlan tam yanımda onunla buraya çıkmış, bu manzaraya bakıyorduk. Yalnız benim bir arkadaşım vardı fakat kendisi ortada yoktu.

"Feride'yi gördün mü?"

Yağız oğlan bakışlarını bana çevirerek " O önden önden gidiyordu en son. Sonra sen düştün zaten daha da görmedim."

"Bir insan arkadaşını nasıl unutabilir valla biz unutuyoruz. Helal olsun bize be!"

Kendi kendimi tebrik ederken baya gururluydum.

"Valla ben sizden bir şey anlamıyorum. Nasıl arkadaşlığınuz var çözemedim. Her an birbirinizi unutuyorsunuz."

Yalnız çok haklıydı. Bizim bu arkadaşlık bir yerlere doğru gidiyordu ama sonu hayır olurdu işallah.

"Bize ne oldu biliyor musun? Hepsi sizin yüzünüzden oldu."

Yağız oğlan bana şaşkınca bakarken işaret parmağıyla kendini gösterdi.

"Ben ne yaptım ki? Bu arada o sizden biri kim?"

"Abim kim olacak. Feride ona yanık. Onu gördükçe aklı bulanıyor. Ee bende sana devamlı yürüyorum bu yüzden akıl kalmadı. İki arada derede birbirimizi unutmaya başladık."

Yağız oğlan sinsice sırıtarak tam arkama geçti. Tam hayır olsun diyecektim ki elleriyle karnımdan sarılarak beni kendine çekti. Bu arada dudaklarımdan bir hıçkırık çıkmasın mı. Allahım ben o kadar abimle dalga geçerken şimdi hıçkırık bana geçmişti.

"Yağız oğlan ne yapıyorsun?"

Yağız oğlan bana cevap vermek yerine çenesini omzuma yaslayarak yüzümüzü eşitlemiş oldu. Yalnız yan profilden eşitlemişti.

"Ohaa bu işin sonu nereye gidiyor hayırdır?"

Ben heyecanla saçmalamaya devam ederken kulağım dibimde gülme sesi mest ediyordu.

"Demek sende bana yanıksın?"

Hıçkırık

"Demek o yürümelerin yanık olduğundan."

Bir hıçkırık daha.

"Galiba şuanda bende sana fena yürüyorum."

Ardı arkası kesilmeyen hıçkırıklar...

"Galata Kulesiyle Kız Kulesinin aşkını bilir misin?"

Şükür konuyu değiştirmişti ama pozisyonumuz aynıydı. Sımsıcak elleri karnımda, sımsıcak nefesi boynumdaydı.

"Sesin çıkmadığına göre bilmiyorsun.

Kız Kulesi Boğazda yalnız, naif ama büyüleyiciliğiyle İstanbul’un tam kalbinde yer alan bir inci tanesi kadar zarif. Galata Kulesi ise, İstanbul’u tam tepeden izleyen heybetli bir yapı.

Kız Kulesi yalnız biçimde boğazda süzülürken, Galata Kulesi çıkar karşısına, heybetli ve büyüleyici duruşuyla. İki kule İstanbul’un huzurunda birbirine aşık olur, ama kavuşamaz. Çünkü İstanbul Boğazı kavuşmaları için aralarında bir engeldir. İmkansız aşk karşısında günden güne eriyen Kız Kulesine Galata Kulesine mektuplar, şiirler yazar.

Bir gün Ahmet Çelebi çıkıverir Galata Kulesi’nin tepesine. Amacı oradan Üsküdar’a uçmaktır. Çelebi, Galata Kulesinin ısrarlarına dayanamaz ve yüzyıllardır biriktirdiği mektupları da yanına alıp uçmaya karar verir. Ancak salacak sahiline yaklaşırken rüzgarın etkisiyle dağılır yine de dalgalar mektupları Kız Kulesine ulaştırır. O vakit Kız Kulesi Galata Kulesinin ona ne kadar aşık olduğunu anlamıştır.

Aşklarının karşılıklı olduğunu anlar daha da güzelleşirler. Kavuşmaları imkansız olsa da yüzyıllardır karşılıklı bakışarak yaşarlar aşklarını… Nesilden nesle aktarılan bu efsane aşk, İstanbul’un güzelliğine büyüleyici hava getirmiş, şimdi ise hikayelerindeki kadar renkli fenerleriyle dile gelip, mors alfabesiyle birbirlerine “seni seviyorum” diyebilmişlerdir.

İmkânsız olan aşk, artık karşılığını bir şekilde gördüğü için iki kulede parlamış İstanbul’da günden güne."

Hikayeyi sessizce dinlerken derin bir iç çektim.

"Biliyor musun bende hep böyle aşk yaşamayı istemişimdir. Dillere destan, ağızdan ağıza dolaşan herkesin imrendiği."

Ben hayalimi anlatırken Yağız oğlanın burnu bir anda boynumda yer alınca irkildim.

"Bu kokuyu ilk aldığım an nasıl bir şey dedim kendi kendime. Şimdi anlıyorum neden böyle."

"Nedddeen böyllee?"

Kekeleyerek nedenini sormam kalbimin heyecanındandı.

"Çünkü uyuşturucu etkisi var Bağımlı olacak şekilde. Galiba bende yavaş yavaş bağımlı olmaya başladım."

"Yok artık."

İçimden söylediğim şey dışa yansıyınca dudaklarımı ezdim.

"Bana ne yaptığını bilmiyorum. Öyle şaşkın hale geldim ki. Ne isteğimin ne hissettiğimin farkında değilim. İşte bu yüzden dengesizin teki oldum çıktım."

"Yani kabul ediyosun hödüklüğünü?"

Bir süre cevap vermedi. Burnunu boynuma sürtünce artık iyice bitiktim ama ona hissettirmedim. Direk ellerini karnımdan çözerek uzaklaştım. Ondan tarafa dönüp yüzüne baktım.

"Bu temasları yapabilmen için önce kendini affetirmen lazım. En önemlisi hislerinden emin olman. Yarın bana gelip yok sen kız çocuğusun felan demek yok. Ayrıca biraz çapkın kız gibi gözükebilirim ama öyle her oltaya düşmem. Ben sana olta attım, sen yemedin. Şimdi de ben yemiyorum. Öncelikle senin hakkında daha fazla şey öğrenmek istiyorum. Şimdilik isteklerim bu kadar."

Çekik gözleri her söylediğime şaşırsada tebessüm ederek başını salladı.

"Her şeye kabul. Artık yavaş yavaş kalpler arası yolculuğa çıkabiliriz mi demek istiyorsun?"

"Evet çıkabiliriz."

Sonunda yeşil ışık yanmış biz yolumuza devam etme kararı almıştık fakat bu defa yan yana bir olarak. Bu yolculuk benim için ne kadar hayırlıydı bilmiyordum? Fakat kalbime güveniyordum. Aklım ve kalbim doğru yoldasın diyorsa doğruydu.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm : 27.11.2024 12:25 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...