
Hayat, yüklerimiz konusunda oldukça bonkördür. Çoğu zaman ne kadarını taşıyacağınız konusunda sizinle iddiaya girer. Bu iddiayı siz kazanırsınız tecrübe edinir, yolunuza devam ederdiniz. Bu iddiayı kazanan hayatın kendisi olursa, size bıraktığı yüklerin altında ezilir ve orada kalırdınız.
Toz ve dumanın birbirini kovaladığı bu salonda hayat tekrardan karşıma çıkmış ve bana bir yük daha vermişti. Şanssızdı çünkü daha hiç kaybetmemiştim.
Semih’in mesajının bıraktığı şok dalgasını atlatana kadar herkes dışarı çıkmıştı. Salonda bir ben, bir de ceset vardı. Sahneye doğru yürürken risk almamak adına gözlerim ile etrafı tarıyordum. Böyle bir durumda kimsenin kalmayacağına emindim.
Cesedin önüne geldiğimde telefonumu çıkararak Semih’in mesajına tekrardan baktım. Önümde sarışın bir adam vardı. Boğazından bir halat ile bağlanmış ve yetmediği gibi kalbinden bıçaklanmıştı.
Bu daveti kim ayarladıysa bu iş ile bir bağlantısı vardı. Katil değildi ama kesinlikle ortaktı. Bir yanım bu işin içinde Eser’in olduğuna oldukça emindi. Dizlerimin üstüne çökerek önümdeki bedene doğru eğildim. Kalbindeki bıçaktan etrafa yayılan kanlar kurumuştu. Adam buraya düşmeden çok daha önce ölmüş olmalıydı. Çantamdan çıkardığım eldivenleri elime geçirdim.
Boğazındaki halata dokunarak boynunun geri kalan kısmına baktım. Herhangi bir boğuşma izi gözükmüyordu. Bedenine baktığım da ceketinin yakasına geçirilmiş olan inciyi gördüm. Tavandan aşağı atacağını bile planlamış, bu sebep ile inciyi düşmeyeceği bir yere sabitlemişti. Telefonum çaldığında bıraktığım zeminden aldım. Polis Koray arıyordu.
Cinayet hemen duyulmuş ve polislere gitmiş olmalıydı. Telefonu açmadan eldivenlerimi geri çantama koydum. Sesimin tonunu ayarlamak için hafifçe öksürdüm.
Habersiz olduğumu göstermek için ‘’Ne var?’’ diyerek telefonu açtım.
‘’Elçi yine bir cinayet işlenmiş. Aden Karahan’ın olduğu bir davette.’’ Arkasından yoğun bir şekilde siren sesleri geliyordu. ‘’Devamı?’’ derken bir yandan da adımlarımı kapıya doğru yönelttim. ‘’Şu an olay yerine gidiyoruz. Gelişmeleri sana haber vereceğim.’’
Başka bir şey demeden telefonu kapattım. Kapıdan çıkmadan önce ellerim ile gözlerimi ovarak rimelimi yüzüme bulaştırdım. Saçlarımı dağıttım ve duruşumu kambur hale getirdim.
‘’Bu kadar fazla rolden sonra Aden değil ben oyuncu olmalıymışım.’’ Diye mırıldandım.
Kalabalığın boğuk seslerini uzaktan duyuyordum. Kapıyı açtığımda rüzgâr insanların arasından geçerek sert bir şekilde yüzüme vurdu.
‘’Çok korkunçtu. Kim böyle bir şey yapabilir?’’
‘’Haberlere çıkan seri katil olmalı. Sanırım yakalanana kadar evden çıkamayacağım.’’
Herkes bu konuyu konuşurken yalpalayan adımlarım ile aralarından yürümeye başladım. Bakışlarımı yerden kaldırmıyordum.
‘’Alara.’’ Aden’in bağırışını duyduktan sonra yüzümde saniyelik bir gülümseme oluştu.
Yanıma geldiğinde kafamı kaldırdım. Nasıl bir haldeysem bakışları üzerimde dolaştı. ‘’Seni kaybedince bir şey oldu sandım. İyi misin?’’
Herkes korkmuş ve panik halindeyken Aden onların aksine fazlasıyla soğukkanlıydı. Yutkundum. ‘’Aden Bey, nasıl iyi olayım?’’
Ellerini boğazına götürerek otele doğru baktı. ‘’Bu kadar korkunç bir şeyi kim yapabilir anlamıyorum.”
Gözlerim dolduğunda burnumu çektim. “İnci katili olduğunu söylüyorlar.” Dudaklarını yukarı kıvırdı. “Olabilir.”
Dağılmış saçlarımı eli ile düzeltirken vücudum titriyordu. “Gel hadi gidelim biz.” Önümden gidecekken “Polis sorgulamayacak mı?” Diye sordum. Olduğu yerde kafasını bana doğru çevirdi. “Daha sonra gideriz karakola, sorun olmaz. Bu halde burada bekleme.”
Kafamı salladım ve peşinden ilerledim. Olay yerinden hemen ayrılmak istiyordu. Korktuğu şeyler mi vardı? Tek derdinin ben olduğuna asla inanmıyordum. Ona ayak uydurarak peşinden gittim ve arabaya bindim. Çantamı kucağıma alarak sıkıca tuttum.
Göz ucuyla bana baktıktan sonra arabayı çalıştırdı. ‘’Güvendesin artık. Korkacağın bir şey yok.’’ Hareket etmeden durdum.
‘’Kusura bakmayın her gün bir cinayete tanıklık etmiyorum.’’ Dediğimde içten bir şekilde güldü. İmkânım olsa bende bu yalana kahkaha atabilirdim. Evimin yolunu tarif ederken telefonumu çıkarıp Semih’i arıyor gibi yaptım.
‘’Telefonu açmayacak zaman mı Semih?’’ diye kendi kendime mırıldandım. Aden’in bakışlarının bende olduğunu hissedebiliyordum.
‘’Anahtarın yok mu?’’ diye sorduğunda kafa salladım. ‘’Aceleyle çıktım evden yanıma almamışım.’’
‘’Amcamın bu kadar aceleyi hak ettiğini bilmiyordum.’’ Dediğinde istemsiz göz devirdim. ‘’Sevgilin için bir sorun olmayacaksa benim evimde kalabilirsin bugün.’’
‘’Bir sevgilim olmadığı için sorun olacağını düşünmüyorum fakat rahatsızlık vermek istemem.’’
‘’Gidecek bir yerinin olmaması daha çok rahatsızlık verir Alara.’’ Dedi sert bir ses tonuyla. Kabullendiğimi belli etmek için ‘’Teşekkür ederim.’’ Dedim.
Semih’in evde olduğunu biliyordum ayrıca çantamın derinlerinde evimin anahtarı vardı fakat bu fırsatı geri çeviremezdim. Gidecek bir yerimin olmadığını anlayınca davet edeceğini biliyordum. Eğer bu cinayet ile bir alakası varsa evinde bir şeyler bulabilirdim.
Ayın yansıyan ışığı yolumuzu aydınlatırken ikimizde sessizdik. Yolun etrafındaki ağaçlar şehirden uzaklaştığımızı gösteriyordu. Gözlerimi kapatıp uyumak istiyordum fakat güvensizliğim yüzünden Semih hariç tanımadığım kimsenin yanında uyumazdım. Camdan dışarı bakarken cesedin görüntüsünü hayal ettim. Bıçak hedefi tam kalbinin ortasından vurmuştu. Katil her şeye anlam yüklerken bunu rastgele yapmış olamazdı. Daha önce ilgilendiğim cinayetleri düşündüm. Hiçbir olay inci katiline benzemiyordu.
Kendimi gizlemek zorunda olmasam her şey daha kolaylaşabilirdi fakat yapamazdım. İnsanların beş yıl önceki sesleri hala kulağımda çınlıyordu.
‘’Asıl katil sensin!’’
‘’Defol git bu ülkeden.’’
‘’İğrenç birisin.’’ Ve daha niceleri…
Hak ettim mi? Sanmıyorum. İlk o zaman anlamıştım, bir insanı öldürmek için onun ruhunu yok etmeniz gerektiğini. Buna izin vermiştim, onlarda yargılarıyla, sözleriyle beni kendi benliğimden koparmışlardı. Acıtmış mıydı? Fazlasıyla.
Hayatın verdiği yükleri ilk defa taşıyamamış ve ezilmiştim. Altından kalktığımda ise artık kim olduğumun bir önemi yoktu. Başka bir kimlikte, başka bir bedende işime devam etmiştim. Bana her şeyi yapabilirlerdi ama işimi elimden alamazlardı.
Geçmişin sarmaşıkları yine beni yakaladığında yutkundum. Dikenleri hala bedenimi kanatsa da umursamamayı öğrenmiştim. Araba durduğunda derin bir nefes aldım. ‘’Geldik, inebilirsin.’’ Aden’e bakmadan kapıyı açtım. Gördüğüm manzara yeşillikten ibaretti. İleride ışıkları yanan birkaç ev dışında her taraf sessizlikti.
Arkamı döndüğümde iki katlı bir ev gördüm. Demir kapısının önünde hiçbir güvenlik yoktu. Evin tüm ışıklarının kapalı olması annesi ile yaşamadığını gösteriyordu. İçten içe sevindiğimi inkâr edemezdim. O kadın normal değildi.
Aden’i takip ederek demir kapıdan girdim. Evin etrafında oturmak için puflar ve masa vardı. Çardak yanmasa da görebileceğim ışıklar ile donatılmıştı. ‘’Burası çok güzelmiş.’’ Dedim kendimi tutamadan. ‘’Öyledir fakat pek gelen olmadığından ışıkları yanmaz.’’
Yüzündeki buruk gülümseme yalnızlığını gösteren derin bir izdi. Aden kapıyı açarken ‘’Işıkları tek başına da yakmalısın.’’ Dedim. Elinde anahtar ile bana döndüğünde samimi gözükecek bir şekilde gülümsedim.
İçeri girdiğimizde evin ışıklarını yaktı. Beyaz ışık büyük bir salonu aydınlatıyordu. Ben etrafı incelerken Aden montunu çıkarıp askılığa astı. ‘’O zaman hızlı bir ev turu.’’ Dediğinde onu takip ettim.
‘’Burası salon.’’ Koltukların yanından geçerek evi dolaşmaya başladım. Öylesine bakıyor gibi dursam da her kısmını hafızama kazıyordum. Gri koltukların ortasında camdan bir sehpa vardı. Üstünde iki tane mum duruyordu. Karşıdaki televizyonun üstündeki raflar da bir sürü kitap vardı. Yakınlaşarak parmak ucumda yükseldim. ‘’Kitap okumayı sever misin?’’
‘’Evde olduğum çoğu zaman okurum.’’
Kitaplarda şüphe uyandıracak bir şey yoktu. Beyaz kapağı olan kitap ilgimi çektiğinde ‘’Bakabilir miyim?’’ diye sordum. ‘’Tabii ki, sormana gerek yok.’’ Uzanarak raftan aldım.
Yu Hua’nın Yaşamak adlı kitabıydı. Üstünde altı siyah çizgi vardı.
‘’Çok duymuştum ama okumadım.’’
‘’Kesinlikle okumalısın. Sen de kalsın.’’
Ciddi mi diye baktığımda öyle olduğunu gördüm. ‘’Sizi bugün tanımış olsam o cümleleri sarf eden kişi olmadığınıza inanacağım.’’
Nefes sesini duysam da arkamı döndüm. ‘’Alara o konuyu konuşmalıyız.’’
‘’Ev turu diyordunuz.’’ Dedim konuyu es geçerek. Bozmadan ‘’Öyle olsun. Burası da evin mutfağı.’’ dedi.
Ocaktaki tencere haricinde etrafta hiçbir şey yoktu. Tezgâhın koyu yeşil rengi oldukça güzel gözüküyordu. ‘’Ev zevkiniz güzelmiş.’’
Aden yanımdayken merdivenlerden gelen ayak sesiyle irkildim. ‘’Nova gel kızım.’’ Dedi Aden yere çömelerek. Merdivenlerden hızla inen köpek Aden’in üstüne zıpladığında içimdeki tedirginlik yok oldu. Aden’in kucağında sevdiği köpek adeta gülüyordu. Bu bir golden retrieverdı.
İkisinin oynamasını yüzümdeki gülümseme ile izliyordum. Aden yerden kalktığında ‘’Bak Nova bir misafirimiz var.’’ Diyerek beni gösterdi. Yabancı olduğum için çekineceğini düşünürken hızlı adımlar ile önüme geldi. ‘’Merhaba Nova.’’ Eğilerek tüylerini sevmeye başladığımda dilini çıkararak kucağıma geldi. ‘’Sen ne kadar tatlı bir köpeksin öyle.’’ Sevmeye devam ettikçe daha çok yanaşıyordu.
Aden ‘’Kendisi fazla sıcak kanlıdır.’’ Dediğinde ona hak verdim. Kendimi Nova’yı sevmekten alıkoyamıyordum. Yorulduğunda kucağımdan inerek koştu ve koltuğa zıpladı.
‘’Üç yıldır Nova ile beraberim.’’ Dedi Aden koltukta uzanan köpeğine bakarak. ‘’Gerçek bir arkadaş olmalı.’’
‘’Artık ailem oldu. Hadi gel yukarıyı gösteriyim hem sana da bir şeyler vereyim giymen için.’’ Dediğinde itiraz etmedim.
Siyah merdivenlerden çıktığımızda geniş bir koridora vardık. Sağ ve sol köşede olmak üzere iki tane oda vardı. Koridorun duvarlarındaki tablolar evin kasvetini önlüyordu. Sol tarafı gösterdi. ‘’Sen orada kalabilirsin. Birisi gelirse diye o odayı kullanmıyorum.’’
‘’Burası ise benim odam.’’ Kapı yüksek bir gıcırdama sesi ile açıldı. Burası aradığım ipuçları için önemli bir yerdi. Kapının hemen yanında siyah kenarlı bir boy aynası vardı. Yanında ise raflarında kitap ve kutuların olduğu bir dolap bulunuyordu. Kutuların birçoğu eskimiş ve tozlanmıştı. Bütün ev temizken bir tek kutuların toz tutması oldukça garipti. Tekrardan gıcırdama sesini duyduğumda Aden üç kapağı olan gardırobunu açmıştı.
Kıyafetleri oldukça düzenliyken sağ alttaki bir kısımda yığılma olmuştu. Koyulan kazaklar özellikle öyle bırakılmış gibiydi. O kısıma dokunmadan bir kazak ve eşofman uzattı.
’’Bunları giyebilirsin.’’ Elinden alarak dışarı çıktım ve bana gösterdiği odaya geçtim. Diğer yerlerin aksine bu odanın sarı loş bir ışığı vardı. Odada yalnızca bir yatak ve üstünde defterlerin durduğu bir masa vardı. Giyindiğimi düşünmesini fırsat bilerek defterleri elime aldım. İlk ikisinin bütün sayfaları boştu. Deri kapaklı olanı açtığımda ise ‘’Sevgili Günlük’’ yazısını gördüm. Sayfaları çevirsem de tek dolu olan ilk sayfaydı. Kısıtlı vaktimi düşünerek olduğu yere bıraktım. Daha sonra geldiğimde okuyacaktım.
Yatağa koyduğum kıyafetleri hızlıca giydim. Eşofman bol geldiğinden belindeki ipi sonuna kadar çekerek bağladım. Kapısının açıldığını duyunca kazağı giydim ve odadan çıktım.
Beni gördüğünde gülmemek için kendini sıktı. ‘’Komik olduğunu düşünmüyorum Aden Bey.’’ Desem de gayet komik göründüğümün farkındaydım.
‘’Yok, tabii ki komik değil.’’
Sürekli resmi kıyafetler ile gördüğümden üstündeki sweatshirt garip hissettirmişti fakat takımların içinde olduğundan kat kat daha iyi göründüğünü inkâr edemezdim. Her zaman yapıştırdıkları saçını yıkadığında dalgaları ortaya çıkmıştı.
Merdivenlerden inerek mutfağa geçti.
‘’Aç mısın? Sana da bir tabak koyuyorum.’’
‘’Saçlarınızı neden doğal haliyle bırakmıyorlar? Bence daha iyi.’’ Ardından ekledim. ‘’Ayrıca evet açım.’’
Ocağın altını açtıktan sonra tahta kaşık ile karıştırdı. ‘’Makyaj kısmı öyle uygun görüyor. Büyük ihtimal patron rolünde oynadığımdan resmiyete önem veriyorlar.’’ Koltuğa oturarak bir elimi başlığa yasladım. Oturduğumu gören Nova yanıma kıvrılınca diğer elimi yumuşak tüylerinde gezdirerek sevmeye başladım.
Tenceredeki makarnayı tabaklara doldururken onu izliyordum. Otelden çıkarken oldukça şüpheli davransa da şimdi oldukça normaldi. Cinayet önceden işlenmemiş olsaydı, o anda yanımda olması güçlü bir savunma olabilirdi. Polis Koray’ın çoğu bilgiyi attığına emin olsam da yanında bakmak istemiyordum.
‘’İçecek olarak şarapta var çay da. Hangisini tercih edersin?’’ İki seçeneğin farklılığı beni güldürmüştü. ‘’Şarap içerim.’’
Şarabı bardaklara koyduktan sonra tabaklarla beraber tepsiye yerleştirdi. ‘’Uzun zaman sonra ilk misafirim olduğun için bahçede yemeliyiz.’’ Başıyla dışarıyı gösterdiğini gören Nova büyük gözleriyle bana baktı. Onu bırakıp gideceğimi düşünmüş olmalıydı.
‘’Olur ama Nova da gelsin.’’ Bana baktığını gören Aden hafif bir gülümsemeyle kafasını salladı. ‘’Gel hadi kızım.’’ Nova zıplayarak koltuktan indi ve Aden’in yanına koştu.
Dışarı çıktığımız da rüzgâr yerini hafif bir serinliğe kaptırmıştı. Şehirdeki binaların sakladığı yıldızlar ise Aden’in gökyüzünde oldukça belirgindi. Havayı içime çekerek puflardan birine oturdum. Nova ise çimlere uzanmıştı. Aden tepsiyi alçak olan masaya bıraktıktan sonra ışıkları açtı. Kırmızı ışık etrafımızı sardığında ortam olduğundan daha fazla güzelleşmişti.
Pufu karşıma çekerek oturdu. Hazırladığı tabağı önüme alırken ‘’Bu ışıkların sönük olması kesinlikle haksızlık.’’ Dedim. Kafasını kaldırarak etrafa baktı. ‘’Sanırım haklısın.’’
‘’Genelde haklı olurum ama insanlar inanmıyor.’’ Bardağı dudaklarına yaklaştırmışken içemeden gülmeye başladı. ‘’Yine haklısın diyeceğim fakat aynı kapıya çıkıyor.’’ Cevap vermeden omuz silktim.
‘’Alara gerçekten özür dilerim. Sana onları söylememeliydim.’’ Bir yanım asla inanmazken bir yanım sözlerinde samimi olduğunu düşünüyordu.
‘’Artık önemi yok zaten.’’
‘’Bu işe geri dönmeyeceğim demek mi oluyor?’’ Cevap vermeden önce önümdeki makarnadan bir kaşık aldım. ‘’Bu kadar güzel senaryosu olan bir işi bırakmak beni çok üzse de geri döneceğimi sanmıyorum.’’
Daha önce de güldüğüne şahit olmuştum fakat bugün gördüğüm en içten olanlarıydı. ‘’Gerçekten kötü bir senaryo. Dün Murat Soner’in eleştirisini izledim. On dakika boyunca o kadar çok gömmüş ki.” Sonda gözlerini büyülttü. “Tabi hepsinde çok haklı olduğu için ben de güldüm.”
Sohbet devam ederken bir yandan şaraplarımızı içerek gülüyorduk. Kendimi normal bir anda gibi hissediyordum. Aden’in cinayet şüphelisi olmadığı, benim gerçekten fotoğrafçı olduğum bir an.
“Semih senin erkek arkadaşın değil mi?” Öyle sanmasına şaşırmamıştım. “Hayır çok yakın arkadaşım. Hatta ailem.”
Elinde ki şaraba bakarak gülümsedi. “Aile kavramına birini koyabilmen ne kadar güzel.”
“Nova da senin ailen değil mi?”
Uzun uzun gözleri kapalı yatan köpeğine baktı. Aralarında ki bağı görebiliyordum. Gözleri kısıldı. “Öyle.”
Ailesine annesini değilde Nova’yı koyuyordu. Menajeri olması aralarında aile bağından çok iş bağı oluşturmuş olmalıydı.
Konuyu dağıtmak için “Oyuncu olmaya nasıl karar verdiniz?” Diye sordum. Tiyatro ile ilgili bir şey söylemesini umuyordum.
“Karar vermedim. Ben doğduğum anda oyunculuk kaderime yazılmıştı. Küçük yaşlarda kurslara, tiyatrolara gittim. O zamanlar ne yaptığımın farkında bile değildim.”
Kendi seçimi olmadığı hiç aklıma gelmemişti. Neden küçük bir çocuk oyuncu olmak için zorlanırdı ki? “İstediğiniz meslek değil o zaman.”
Derin bir nefes aldı. “Hayır hiç olmadı fakat bütün yıllarımı oyunculuğa verdiğimden başka şansım kalmamıştı.” Gözlerinde ki isteksizliği görebiliyordum. O yüzden her ortama bu kadar yabancı kalıyordu. “Hala değiştirme şansınız var.”
Omuz silkti. “Artık kabullendim.”
Kırmızı ışık Aden’in bütün çaresizliğini ortaya döküyordu. Bir fotoğraf stüdyosunda netleşen bir kare gibiydi. Oyuncu olmak istememişti ama olmuştu, o dizide oynamak istememişti ama oynuyordu. Bahsettiği hiçbir şey kendi tercihi değildi.
“Gittiğiniz tiyatrolar peki? Onlar bu işe ısınmanıza yardımcı olmadı mı?” Diyerek konuyu tiyatroya getirdim.
Nova’yı seven eli durdu ve bakışları tek bir noktada takıldı. Hiçbir mimik göstermeden “O tiyatrolar bana oyunculuk harici her şeyi öğretti.” Dedi.
Sert ses tonundan ve enerjisinin değişmesinden güzel anıları olmadığını anlamıştım. Hala aynı yere bakıyor sanki düşündüğü yere gidiyordu. “Özür dilerim yanlış bir şey sorduysam.” Dediğimde kendine gelerek bana döndü. “Hayır Alara yanlış bir şey demedin.”
Yalandan bir gülümseme ile eski kasvetinden kurtulmaya çalıştı. “Sen peki? Nasıl fotoğrafçı olmaya karar verdin?”
“Aslında en başta astronot olmak istiyordum. Derslerin zorluğunu görmem ile yaklaşık bir ayda bu hayalimden vazgeçtim. Zaten o zamanlar ortaokula gidiyordum.” Yalandan anlattığım hikayeme kahkaha attı. “Daha sonra edebiyat ile uğraşmak istedim fakat ondanda sıkıldım. Bir gün babam bana bir fotoğraf makinası aldı. Gezdiği bir ikinci el dükkanında bulmuş. Siyah küçük bir kameraydı ve sadece siyah beyaz çekiyordu. Onunla başladı bütün hikayem. Vazgeçirmeye çalışanlar çok oldu tabi, para yok dediler çoğunlukla ama hayallerimin değeri bahsettikleri paradan daha fazlaydı o yüzden önemsemedim.”
Gözleri ışıldadığında etkilenmiş gibi duruyordu. Hikayenin bir kısmı doğruydu, babam bana bir fotoğraf makinası almıştı ama artık ne babam, ne de fotoğraf makinam vardı. Aden gibi zorunda kaldığım durumlar olmamıştı. Dedektif olmak istediğimde de babam arkamdaydı. Aile bu noktada önemini gösteriyordu. Biz bir yol çizebilirdik ama kiminin ailesi o yola çukurlar dizerdi, kiminin ailesi ise çiçekler ile donatırdı.
Babam benim yoluma çiçek dizerken kendine de çukur kazdığının farkında değildi.
Saatler ilerlerken hava da soğumaya başlamıştı fakat buradan kalkmak istemiyordum. İnsanın içini rahatlatan bir yerdi. Üşüyen ellerimi kendime sararak ısıtmaya çalıştım. Aden gülümseyerek ayağa kalktı ve içeri doğru geçti.
“Nereye?” Dememe kalmadan eve girmişti. “Nova babanın cevap verme yetisi hiç gelişmemiş.” Dediğimde beni anlamış gibi ağzını açarak güldü.
“Bak sen bile beni anlıyorsun. Keşke hayvanlar insanların yerine geçse. İnsanlar ile aynı dili konuşuyoruz ama yine de beni anlamıyorlar.”
Üstüme değen ipek kumaş ile vücudum irkildi. Omuzumdan vücudumu beyaz bir şal sarmıştı. Aden’in kolları şal ile birlikte bileklerime kadar uzandı. Kulağımda nefesini hissettiğimde hareket edemedim. “Kimseye kendini anlatmak zorunda değilsin. Bırak onlar seni anlasın Alara.”
“Bazen anlaşılması zor biri oluyorum.”
“Seni anlamak için uğraşmaya değer.”
Başka bir şey demeden kollarını çektiğinde farkında olmadan tuttuğum nefesimi bıraktım. Başımın döndüğünü hissediyordum. İçimden “Kimsin sen Aden Karahan?” Diye geçirdim. Bir seri katil mi? Yoksa hayatın zorunda bıraktıklarıyla boğuşan bir oyuncu mu?
Her hareketi başka bir kişiliği gösteriyordu. Otelden çıkarken gerçek bir katil şüphelisiydi. Olduğu gibi kalmaması beni zorluyordu. Bir fırtına da bir sağa bir sola gidiyordum ama bir tarafı seçmem gerekiyordu.
Daha sonra okumak için koyduğum günlük geldi aklıma. Hem günlüğe hem de telefona bakmalıydım. Semih’in bulduğu şeyleri veya Koray’ın gönderdiklerini incelemeliydim.
Ayağa kalktığımda omzuma koyduğu şalı pufa bıraktım. “Ben uyusam iyi olur. Bayılmak istemem.” Omuzumdan düşen şala bakarak gülümsedi. “Tabii nasıl istersen. Rahatına bak bir şey olursa seslen.” Kafamı sallayarak eve doğru yürüdüm.
Arkamdan “Alara.” Diye seslendiğinde Aden’e döndüm. “İyi geceler.”
“Size de iyi geceler Aden Bey.”
Aralık olan kapıyı iterek içeri girdim. Yukarı çıkarken göz ucuyla televizyon sehpasında duran çerçeveye baktım. Aden’in sıkıca Nova’ya sarıldığı bir fotoğraftı. Aklıma düşen fikir ile kaşlarımı çattım. Evinin hiçbir yerine annesi veya bir başkasıyla fotoğrafı yoktu. Çeşitli tablolar veya Nova vardı.
“Annesini sevmemek kesinlikle doğru bir tercihti.” Diye söylenerek yukarıda bana ayırdığı odaya çıktım. İçeri girdiğim an telefonumun melodisini duydum. Yorganın üstüne baktığımda ekranda Semih’in ismi vardı. Ona haber vermeyi unuttuğum için delirmiş olmalıydı. Kendimi hazırlayarak telefonu açtım.
“Alo Semih.” Dedim korkuyla. İlk önce rahat bir nefes verdiğini duydum. Sonrası ise adeta bir kıyametti.
“Elçin sen salak mısın? Yüz kere aradım neredesin sen?” Diye son ses ile bağırdığında telefonu kulağımdan uzaklaştırdım.
“Özür dilerim. Aden için gittiğim davette inci katili yeni bir cin-“ Anlatırken sözümü kesti.
“Duydum haberlerde. Aklım çıktı sana ulaşamayınca.” Sesindeki korkunun sebebi olmak beni üzmüştü. “Gerçekten özür dilerim. Aden’in evini araştırmak için ona geldim ve telefonumu alamadım.”
Hala sinirli olsa da bir şey demedi. “Lütfen bana haber vermeyi unutma. Çok korktum Elçin çok.” O görmese de gülümsedim. “Söz veriyorum bundan sonra olmayacak.”
“Sözünü aldığım eve geldiğinde işkence çektirmeyeceğimi göstermiyor. Neyse bu tiyatro işini anlatmam lazım.”
Gerçekten işkence çektirecek olmasını düşünmemeye çalışarak onu dinledim.
“Ölen üç kişide zamanında bu Minar tiyatrosunda çalışıyormuş ve bu kadroya Aden ile amcası da dahil. Tabi Aden o zamanlar çocukmuş.”
Taşlar az da olsa oturmaya başlıyordu. Bu intikam hikayesi tiyatroya bağlıydı. Katil yıllar sonra kendi oyununun başrolü olmuştu ve çoğu hikayede başroller ölmezdi. Aden’in tiyatrodan bahsettiğinde yüzünde oluşan nefreti hatırladım, aynı katilin nefret ettiği gibi.
“Orada başka kimlerin olduğunu bulabildin mi?” İsimleri bilirsek onları koruyabilirdik. Öldürme tarzını bozmayacaktı.
“Maalesef ona dair hiçbir bilgi yok. Her şey özellikle silinmiş.” Son kelimesini duymam ile başıma sert bir ağrı girdi.
“Kız ses versene. Ne oldu?” Semih’i tekrardan korkutmak istemiyordum. “Düşünüyordum sadece. Kapatıyorum ben yarın görüşürüz.” Diye geçiştirdim.
“Tamam dikkat et kendine. Bir şey olursa önce beni arıyorsun zaten sonrasına gerek kalmaz.”
“Emredersiniz kahramanım.”
Telefonu kapattıktan sonra parmaklarım ile şakaklarımı ovmaya başladım. Bir anda bu kadar şiddetli bir baş ağrısının sebebini anlayamıyordum. Önemsememeye çalışarak masanın önündeki sandalyeyi çektim. “Bakalım gerçek sen kimmiş?” Yerine bıraktığım günlüğü alacakken daha önce bakmadığım bir çekmece dikkatimi çekti. Bir elim ile günlüğü tutmaya devam ettim.
Eskimiş kulbundan tutarak çektiğimde yalnızca tek bir fotoğraf vardı. Kaşlarımı çatarak fotoğrafı elime aldım. Kocaman bir gülümseme ile kameraya bakan bir erkek çocuğu vardı. Bu Aden olmalıydı. Gülüşü ve göz şekli aynıydı. Eskiden tombul olan yüzü büyüdükçe şekillenmişti. Aden’in omuzundan itibaren olan kısım yırtılmıştı. Beyaz kesikler Aden’in gülüşünün yanında belirgindi. Arkasına baktığımda beyazlıktan başka bir şey yoktu.
“Neden kesmiş olabilirsin?” Diye mırıldandım. Bir sonuca varamayacağım için fotoğrafı aklıma kazıdım ve geri yerine koydum. Asıl işim olan günlüğe geldiğimde içimden bir his pişman olacağımı, hiçbir şey bulamayacağımı söylüyordu. Diğer yanım ise ona kahkahalar ile gülüyor ve asla yanılmayacağını söylüyordu.
Kendim ile daha fazla savaş vermeden kapağı açtım. Bozuk bir yazıydı fakat kelimeleri anlayabiliyordum.
Sevgili Günlük;
Bu satırları yazmak çok zor çünkü korkuyorum. Birinin okumasından ve beni suçlamasından. Ben tiyatro okumak istemiyorum. O kurstaki herkesten nefret ediyorum. Hayır, birine söyleyemem çünkü kimsem yok. Annem ve Eser Amcam da onlar ile beraber. Eser amcam her yanıma geldiğinde katlanmamı bir gün son bulacağını söylüyor ama istemiyorum. Ne yaptıklarını sorma çünkü cevaplayamam. Beni bugün psikoloğa götürdüler. Doktor Ilgın Abla çok iyiydi ve benimle annem gibi ilgilendi. Yani anneler öyle ilgilenir, sanırım. Ona neden burada olduğumu sordum ve bana güzel kalbimden dolayı olduğunu söyledi. Asıl onların burada olması gerekmiyor mu? Dedim. Onlar kim? Dedi, cevap vermedim. Ben de psikolog olmak istiyorum. İnsanların ruhunu görüp onlara ilaç vermek, kötülüklerden kurtarmak istiyorum. Merak etme, bunu da kimseye söylemeyeceğim. Bunları neden yazdığımı bilmiyorum ama kimse okumaz değil mi? Okumasınlar. Bir gün sevilecek miyim diye çok soruyorum kendime. Ya ömrümün sonuna kadar kimse beni sevmezse? Hep onlardan kaçıyorum umarım onlar da benden kaçar. Çok mu acımasızcaydı? Bunu söylemediğimi varsay çünkü ben onlara benzemek istemiyorum.
Merhabalaar umarım beğenirsiniiz💛
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |