Gerçekler fazla göz önünde olduğunda inandırıcılığını yitiriyordu. Önümde Aden’in günlüğü sayfası açık bir şekilde dururken başımı tavana kaldırdım. Yazdıklarının ağırlığı göğsümün ortasındaydı. “Yaşanan her şey bu satırların intikamı mı?” Diye mırıldandım. Bir yandan da Eser kafamı karıştırıyordu. Aden’e “Her şey son bulacak.” Derken kast ettiği bu ölümler miydi? Fakat Aden amcasının da onların yanında olduğunu söylemişti. Kayra’nın annesi ise ölmeden önce Eser ile tartıştıklarını söylemişti. Saflar değişmiş olabilir miydi?
Telefonum titreyince elime alıp gelen mesajlara girdim. Koray’dan bir sürü mesaj vardı.
Koray; Maktul yine doğum gününde ölmüş. Ölüm yeri Sardıç Otel. Yaş 44.
Olaya şahit olduğumdan bunları biliyordum.
Koray; Maktulün bir çocuğu var. Eşi sorguya alındı ve son zamanlarda odasından çıkmadığını, büyük bir depresyon içinde olduğunu söyledi.
O da öleceğini biliyordu. Diğer mesajı okuyacakken tekrardan telefonum çaldı.
“Seninle konuştuktan sonra tekrardan tiyatroyu araştırdım ve bir şey buldum.” Dedi nefes nefese.
“Maktullerin tiyatroda çalıştığı zaman orada çalışan Melih adında bir adam var ve bil bakalım şu an nerede?” Dediğinde sabırsızlıkla söyleyeceğini bekledim.
“Aden’in oynadığı dizinin setinde ışıkçı olarak çalışıyor.”
Öğrendiğim bilgi ile gözlerim büyüdü. “Semih adamın doğum gününü bulman lazım.”
“İşte en şaşırtıcı kısım da bu. Adamın doğum günü bugün.”
Hızlıca saate baktığımda gece ikiye geldiğini gördüm. Demek ki bu gece ölmeyecekti. Katilimiz birkaç saat önce bir cinayet işlemişken Melih adında ki adamı yarın öldürecek olmalıydı.
“Bu adam iki şüphelim ile de aynı yerde. Ayrıca ilk maktullerin doğum günü aynı gün, bunların ise aralarında bir gün var. İlki tesadüf olabilir ama ikincisi için bu tesadüf çok fazla. Özellikle seçmiş gibi.”
Semih’in olan bitenden haberi olmadığı için “Yarın bende seninle sete geliyorum. Bul bir bahane umrumda değil ama seni yalnız bırakmayacağım.” Dedi. Ben artık çalışmıyorum demek isterdim fakat Aden’in işe geri dönme teklifini kabul edecektim. Yarın o sete gitmek zorundaydım. “Tamam gel. Semih her zaman yaptığın gibi çok konuşursan çok mutlu olurum. Ağzından laf al.” Homurdanmalarını dinlemeden telefonu kapattım.
Koray’ın diğer yazdıklarına göz gezdirdim. Genel bilgileri söylemişti, önemli bir şey gözükmüyordu. Oflayarak telefonu masaya koydum.
Yalandan karakterimin söylediklerini yutması gerekiyordu. Günlüğü bulduğum yere geri koyduktan sonra odadan çıktım. Ev tamamen sessizdi. Odasının kapısı açıktı ayrıca içeri girse kapının sesinden duyardım. Odayı karıştırmak istesem de şu an çok riskli gözüküyordu. Merdivenlerden inerek bahçeye çıktım. Aden kucağında Nova ile oturuyordu. Dudaklarını oynattığını görsem de bu mesafeden ne dediğini anlayamıyordum. Yanına yaklaşana kadar geldiğimi görmedi.
“Aden bey.” Diyerek dikkatini üstüme çektim. Beni görünce olduğu yerde toparlandı. “Uyuyamadın mı?” Omuz silkerek karşısına oturdum.
Ben gelince Nova Aden’den ayrılarak yanıma geldi. Aden sahte bir kızgınlık ile “Hemen sattın beni.” Diyince gülmeye başladım. Nova ise Aden’i umursamadan patilerini bacaklarıma koydu.
“Ben size bir şey söylemek istiyordum.” Önünde ki kahve bardağına uzanacakken durdu. “Tabi Alara, bir sorun mu var?”
Derin bir nefes aldım. Endişeli gözükmek adına parmaklarım ile oynamaya başladım. “Alara söylesene.”
“Benim için kolay değil fakat geri dönme teklifiniz hala geçerli mi diye soracaktım.”
Yüzüne baktığımda düz dudakları kıvrıldı. Gülüşü büyüdüğünde ise “Kusura bakma şaşırdım.” Dedi. Az önce geri dönmemi istiyordu o yüzden reddeceğini düşünmüyordum.
“Hala haksız olduğunuzu düşünüyorum ve söyledikleriniz hoş değildi.” Daha kötüsünü söylememek için kendimi tutarak “Ama bunların sinirle olduğunu düşünüyorum. Ayrıca işimi seviyorum.” Diye devam ettim.
Rüzgar etrafımızdan eserken cevabını bekliyordum. Kırmızı ışığın yansıdığı gözleri yüzümde gezinirken gülümsemesi sabitti. “Haksız olduğumu kabul ediyorum. Sinir ile söylenen veya yapılan hiçbir şey doğru değildir.”
Sinirle yapılan şeylerden biri de işlediği cinayetler olabilir miydi? “Her zaman sinirinizin kurbanı mı olursunuz?”
Dudaklarını üste kıvırarak başını iki yana salladı. “Hayır, öyle insanların kurbanı olurum.” Söylememesi gereken bir şey söylemiş gibi gözlerini yumdu. “Neyse konumuz bu değil.”
Aden ile konuşmadan önce katil olduğunu düşünüyor, konuştuktan sonra ise kurban olduğunu düşünüyordum. Bir insan ikiside olabilir miydi?
Sahte bir sevinç ile “O zaman işe geri mi dönüyorum?” Dedim. Arkasına yaslanarak başını gökyüzüne kaldırdı. “Evet Alara geri dönüyorsun.”
İçimden çok mutsuz olsam da dışarıya yansıtmadan güldüm. O lafları işittikten sonra geri dönmek Elçin’in tarzı olamazdı ama Alara mecbur kalabiliyordu. Ayrıca tekrardan Nihal’e ve sahte romantik sahnelere maruz kalacaktım.
“Saat sekizde yola çıkacağız. Kahvaltı sahnesi çekileceğinden erken gitmemiz lazım. Biraz uyusan iyi olur.”
Nova kucağımdan indiğinde ben de ayağa kalktım. “Tamamdır. Gerçekten çok teşekkür ederim.”
Gözlerini kısarak sevincimi izledi. “Bu kadar istekli olduğunu bilmiyordum.”
Bilmiyordunuz çünkü değilim demek isterdim.
“Yani Murat Soner’in radarında olan bir dizide olmak kariyerim açısından kötü olabilir.” Dedim dalga geçerek. “Fakat bu işe ihtiyacım var.”
Arkamı dönüp gidecekken aklıma Semih gelince geri döndüm. “Bir şey daha var.”
“Geri mi çıkıyorsun işten?” Gülerek kafamı salladım.
“Şimdilik değil. Ailem beni Semih’e emanet etti o yüzden gelip iş yerimi görmesini istiyorlar. Sizin için bir sorun olur mu?”
Eve girmek için ayağa kalktı. Onunla beraber Nova da arkasından geliyordu. “Olmaz tabi ki. Giderken onu da alırız.”
Tekrardan teşekkür ettikten sonra Aden ışıkları kapatırken ben odama geçtim.
İçimden yalanlar ve yalanlar Alara diye geçirdim. Bir gün senin sonun olacak.
Yatağa yattığım da Aden’in kapısının gıcırdadığını duydum. İki ayrı odada birimiz katil şüphelisi, birimiz dedektif. İkimiz de birbirinin kimliğinden bihaberdik.
Bunları düşünerek uykuya dalmadan önce Semih’e sabah hazır olması için mesaj attım. Ardından bir sürü bildirim gelse de saatten şikayet ettiğini bildiğim için bakmadım.
Uykunun kolları beni karanlık bir yere götürdüğünde gözlerimi açtım. Etrafımda birbirine geçmiş kırmızı ipler vardı. Tam ortalarında dururken her yanım zifiri karanlıktı. Kontrol edemediğim bedenim hareket ettiğinde iplerden birine dokundum. Parmağımın ucundan yayılan elektrik ile geri çekildim.
Karanlığın ötesinde “Alara.” Diyen tok bir ses duydum. Tanıdık fakat bir o kadar da uzaktı. İçimde ki duygular dışarı taşmak üzereydi. Kuruyan dudaklarımı aralayarak “Baba.” Diye mırıldandım. “Sen misin?”
Karanlığın ortasında babamdan bir cevap bekliyordum. “İpin ucu çok karanlık kızım.” Vücudum titremeye başladığında gözyaşları yanağımdan süzüldü.
Çaresizce “Baba neredesin?” Diye bağırdım. “Yanındayım kızım. Aradığın ipin ucundayım.”
Arkamı döndüğümde babamın silüetini gördüm. Doktor önlüğü üstündeydi. Maskesini çenesinin altına indirmiş bana bakıyordu. Adım atmak istedim fakat önümde ki elektrikli ipler buna izin vermiyordu. Babamın yanına gidemiyordum.
Ağlayarak “Baba seni çok özledim.” Diye bağırdım. Sesimin ona ulaşması için tekrar ve tekrar söyledim. Fakat babam gülmüyor, üzgün bir şekilde bana bakıyordu.
Gözlerini kapattığında birkaç damla yaş süzüldü. “Özür dilerim kızım.” Dediğinde neden özür dilediğini anlayamıyordum. Gözlerimi aşağı doğru indirdiğimde etrafıma sarılı kırmızı ipin ucunun babamın avucunda olduğunu gördüm. Sımsıkı tutuyordu. “Bunu istemedim kızım.” Derken verdiği savaşı görebiliyordum. Damarları sıkılaşıyor, eli beyazlıyordu fakat ipi bir türlü bırakamıyordu. Silüeti silinirken dudaklarım mühürlenmişti. Yine babam gidiyordu ve ben veda edemiyordum.
Tamamen yok olduğunda elinden süzülen ip boğazıma dolandı. Nefesim kesilirken ellerim ile gevşetmeye çalıştım fakat işe yaramıyordu. İpler tüm vücudumu sararken hissettiğim nefes ile gözlerimi açtım. Yanı başımda çalan alarm ve gözüme vuran güneş gerçekliğe döndüğümü gösteriyordu. Kalp atışlarım oldukça artmıştı. “Bu da neydi?” Diye söylendim.
Uzun zamandır babamı rüyamda görmemiştim. İçimden bir ses bunun bir işaret olduğunu söylese de inanmak istemiyordum. Babamın bu işler ile alakası olamazdı. O bir hiç uğruna ölüme mahkum edilmiş bir masumdu. Yaşadıklarımın bağlantısı olamayacak kadar sevgi dolu bir babaydı.
Kapımın çaldığını duyunca bu düşünceleri aklımdan atmaya çalışarak yatakta doğruldum. “Alara uyandın mı?”
“Şimdi uyandım Aden Bey.” Diye seslendim. “Hazırlandıktan sonra aşağı gel kahvaltıyı hazırladım.” Elim ile yüzümü ovarak yataktan kalktım.
Birkaç gündür tam uyuyamadığım için kısa süreli uyku iyi gelmişti. Üstümden Aden’in kıyafetlerini çıkararak yatağa bıraktım. Sandalyeye astığım elbisemi giydikten sonra esneyerek aşağı indim.
Aden çayları dolduruyordu. “Günaydın.” Dediğimde bana bakmadan “Günaydın Alara, geç otur.” Dedi. Özenli bir şekilde hazırlanmış masaya oturduğumda çay bardağını önüme koydu. Kendisine de doldurduktan sonra karşıma oturdu. “Umarım rahat uyumuşsundur çünkü bugün biraz uzun sürebilir.”
Önümdeki balı ekmeğime sürerken kafa salladım. “Gayet iyi uyudum. Kahvaltı tahminimden daha sessiz geçmişti. Beraber masayı topladıktan sonra Nova’ya veda etmek için yanına gittim. Kocaman sarılarak “Umarım tekrar görüşürüz Nova.” Dedim. Aden karşıdan gülümseyerek bize bakıyordu. “Görüşürsünüz.” Dedi sessiz bir şekilde.
Nova’ya uzun bir veda ettikten sonra evden çıktık.
Yoldayken Semih’i aradım. Birkaç çalıştan sonra telefonu açtı.
“Sabahın bu saatinde uyandığım için çok sinirliyim. Hemen söyle.” Dediğin de güldüm. “Beş dakikaya oradayız. Çık hadi.”
Homurdanarak “Tamam çıkıyorum.” Dedi. Söylediğim yalan belli olmasın diye “Ailem istemese çağırmazdım seni.” Dedim. Semih anlamış olmalı ki “Ailen dışında hiçbir güç beni bu saatte uyandıramaz zaten.” Diye karşılık verdi.
Telefonu kapattığımda Aden meraklı gözlerle bana baktı. “Çok uzun yıllardır arkadaş olmalısınız.”
“Öyleyiz. Altı yıl olmuştur.” Daha fazla da olabilirdi tam hatırlamıyordum. Bana kalsa çocukluğumdan beri yanımda olduğunu düşünürdüm.
“Ünlü olmanın eksilerinden biri de herkesin seninle paran ve ünün için arkadaş olması.” Aden’in yalnız olduğunu anlamıştım. İş haricinde çalan bir telefonu ya da buluşacağı kimse yoktu. “Ben olurum. Yani teknik olarak maaş veriyor olabilirsiniz ama bunun için arkadaş olmayacağıma söz verebilirim.”
Yutkunduğunda şaşırmış gibi duruyordu. Bir şey demeden yola baktı. Neden cevap vermediğini bilmiyordum ama gerçekten arkadaşı hiçbir zaman olmayacaktım. O bilmese de tek amacım gerçek kimliğini öğrenmekti. Başka bir şekilde tanışsak belki olabilirdi ama şu an yanında duruyorsam o da bu iş bitene kadardı.
Evimin önüne geldiğimizde kapıya yaslanan Semih’i gördüm. Bir bacağını ötekinin önüne koymuş telefona bakıyordu. Arabanın sesini duyunca bize baktı ve el sallayarak kapıya koştu.
“Günaydın.” Diye bağırarak arka koltuğa bindi. “Günaydın.” Dedik Aden ile aynı anda.
Arkamı dönerek Semih’e baktım. “Nasılsın?” Kocaman esnedikten sonra gözlerime baktı. “Gayet iyiyim. Siz nasılsınız?”
Bir cevap verecek mi diye Aden’e baktım. “Uykusuz ama iyi.” Dedi yola bakarak.
Semih her şeyden habersiz gibi davranıyordu. Yolculuk boyunca gündelik şeylerden konuştuk. Sahil kenarında bir restoranın önünde durduğumuzda etrafta ki kameraları gördüm. Arabadan indiğimizde Semih yanıma geldi. “Adam bu.” Telefonundan fotoğrafı gösterdiğinde görünüşünü hafızama kazıdım. Orta yaşlardaydı, siyah saçlarına beyazlık daha uğramamıştı. Yapılı ve sert bakışlıydı.
“Aden hoş geldin.” Gelen ince ses ile derin bir nefes aldım. Nihal karşıdan büyük bir mutluluk ile Aden’e doğru geliyordu. Aden tek eliyle sarılarak “Hoş buldum.” Dedi. Nihal'in bakışları bana dönünce dudakları aralandı. Tekrar gelmemi beklemiyordu. “Alara seni burada görmek ne kadar güzel.”
Samimiyetsiz tavrına bende aynı şekilde karşılık verdim. “Seni de Nihal.”
Deniz kenarında güzel bir restoranı kapatmışlardı. İçeride masalarda oturan figüran oyuncular vardı. “Herkes yerine geçsin. Aden nerede?” Ortada bağıran adam yönetmen olmalıydı. Aden Nihal’e gözüyle işaret verdi. “Hadi gidelim. Alara gel sen de.” Başımı sallayarak çantamdan kameramı çıkarttım. Çantamı Semih’in eline tutuşturdum. Semih arkadan beni takip ederken sahneye başlamalarını bekledim. Beraber masaya oturduklarında fotoğraflarını çektim.
Aden Nihal’in sarı saçlarına parmağını doladığında Semih’e dönerek kusuyormuş gibi yaptım. Semih ise açık dudaklarıyla izliyordu. Beğenmeyeceğine ve dalga geçeceğine emindim.
Fotoğrafları çekerken göz ucuyla Melih’i izliyordum. Elinde ışığı tutarak Aden ve Nihal’i izliyordu. Garip bir hareketi yoktu. Diğer bütün maktuller öleceğini bilmenin korkusuyla yaşarken Melih hiç öyle değildi. Yaşananları bilmiyor muydu yoksa farklı bir şey mi vardı çözememiştim.
Yönetmen ‘’Animatör girsin.’’ Diye bağırdığında bir tane adam telaşla yanına geldi. ‘’Arif Bey animatör arkadaş gelmedi.’’ Adam korkulu bakışlarıyla yönetmeni izliyordu. Arif Bey’in göz kapakları titredikten sonra şiddetle ayağa kalktı. Gür sesiyle ‘’Ne demek gelmedi!’’ diye bağırdı.
Aden ve Nihal oldukları yerden kalkarak sinirden köpüren Arif Bey’in yanına geldiler. Nihal ‘’Hocam ne oluyor?’’ diye sordu. Arif Bey parmaklarını şakaklarına götürerek sakin kalmaya çalıştı.
‘’Tavşan kostümünü giyecek animatör gelmemiş. Şu an birini bulmamız imkânsız.’’
Aden oflayarak etrafa baktı. ‘’Sahneyi yarına ertelesek?’’
Hayır, sahne ertelenemezdi. Melih’i gözümden kaçırmamam gerekirdi. Aklıma gelen ilk fikir ile ‘’Semih oynar!’’ diye bağırdım. Etraftaki herkes sessizleşerek bana döndü. Semih kolumdan tutarak ‘’O Semih ben değilimdir umarım Alara.’’ Dese de bahsettiğim Semih oydu.
Yönetmen ‘’Semih kim?’’ diye sorduğunda parmağımla Semih’i gösterdim. ‘’Benim arkadaşım. Ortaokulda oyunculuk yapmıştı zaten.’’
Semih’in oyunculuk ile asla alakası olmasa da bunu söylemek zorundaydım. Aden minnettar bir şekilde Semih’e baktı. ‘’Bunu yaparsan bizim için çok büyük bir iyilik yapmış olursun.’’
Fısıldayarak ‘’Aynı şekilde bana da.’’ Dedim. Semih çantamı yere fırlatarak ‘’Tamam yaparım.’’ Diye kabullendiğinde gülerek ona döndüm. ‘’Seni çok seviyorum.
Ne kadar mutsuz olsa da kostümü giymek için önündeki kadını takip etmeye başladı.
Yönetmen Arif Bey rahat bir nefes verdi. ‘’Oyuncumuz hazır olana kadar on beş dakika mola!’’
Aden yanıma geldiğinde ona baktım. ‘’Gerçekten çok iyi oldu. Arif’in çenesini çekemezdim zaten acelem var.’’
Acelesi olması aklıma takılmıştı. ‘’On beş dakika şansınız var.’’ Dediğimde kravatını gevşetti. ‘’Aslında haklısın.’’ Başka bir şey demeden yanımdan uzaklaştığında arkasından baktım. ‘’Şu muhabbetten sonra o zeki katilin sen olduğuna olan inancım azaldı.’’ Diye mırıldandım.
Dikkat çekmeden etrafta dolaşırken Melih yakın bir mesafemde durdu. Telefonu çaldığında kulağına götürdü.
‘’Buyurun kimsiniz?’’ Karşı taraftan ne duyduysa mimikleri dağıldı.
‘’Ne deposu? Beyefendi kimsiniz?’’
Elini masaya koyarak ayakta durmaya çalıştı. ‘’Eşim mi?’’ Başka bir şey demeden gittiğinde arkasından hızlı adımlarla yürümeye başladım. Kameramı ve diğer yük olan eşyalarımı hızlıca koltuğa fırlattım.
Katil eşiyle tehdit ediyor olmalıydı. Melih ölümüne gittiğini bilmeden koşuyordu. Aden birini öldürmek için on beş dakikayı yeterli görüyor olmalıydı. Setten çıktıktan sonra telefonuna bakarak sağa döndü. Yanımda kendimi korumam için hiçbir şey yoktu ama bu fırsatı kaçıramazdım.
Melih etrafındaki kimseyi görmeden ilerliyordu. Kalp atışlarım yükseliyor, insanlar bulanıklaşıyordu. Melih telefonundan konuma bakarak sola döndü. Bu sokak oldukça ıssızdı. Yıkılmış binalar, duvarlarına çizilmiş grafitiler vardı. Sokakta bir tek biz vardık. Melih’e yakalanmamak için köşede birkaç dakika bekledim.
Aden ortadan kaybolduktan sonra hemen telefonun gelmesi tesadüf olamazdı fakat birkaç dakika içinde nasıl buraya gelip aramıştı? Ertelenmeyeceğini anladığı zaman panik yapmış gibi görünüyordu. Eşini daha önceden buraya getirmiş olmalıydı. Ne ile karşılaşacağımı bilmiyordum ama her şeye hazırdım.
Melih tekrardan köşeyi döndüğünde peşinden gittim. Aynı yerden döndüğümde demirden büyük bir depo önüme çıktı. Önünde çöp torbaları, duvarlarında yazılar vardı. Havasından bile tehlikeli olduğunu anlayabiliyordum.
Kapısı hafif aralık bırakılmıştı. Melih etrafta olmadığına göre içeri girmiş olmalıydı. Kapıyı iterek içeri girdim. Etraf tozlu ve karanlıktı. Birkaç tane pencereden güneş ışığı belirli yerlere vuruyordu. Topuklarımdan ses çıkmaması adına yavaş yavaş yürümeye başladım.
Burada bir canlının olduğuna dair hiçbir kanıt yoktu. “Neredesin!” Diye fısıldadım.
Büyük bir yerdi fakat etrafta kimsenin olmaması canımı sıkıyordu. Sessiz bir şekilde ilerlerken Melih’in bağırışını duydum. “Lütfen bırak onu!”
Sesindeki acı oldukça yüksekti. İleride ki kolonun arkasında bedenini gördüğümde hızlıca koştum. “Hey!” Diye bağırsam da bana dönmedi.
Yanına kadar koştuğumda kambur duran bedenini dikleştirdi. “Hoş geldin Alara.” Dediğinde olduğum yerde durdum. Beni nereden tanıyordu?
Bana döndüğünde elinde ki silahı gördüm. “Demek ki çok zeki değilsin dedektif elçi.”
Büyük bir dalga vücudumdan geçtiğinde olduğum yerde sendeledim. Bir tuzağın içine düşmüştüm. “Beni nereden tanıyorsun?”
Gülüşü büyüdü. “Seni bulmak için çok uğraştım. Hayatımı mahveden o kişiyi bulmak için.”
Hayatım boyunca hiç görmemiştim. Ne siması ne de ismi tanıdık gelmiyordu. “Hayatını mahveden mi?” Onu oyalarken bir yandan da etrafa bakıyordum. Pencerelerden kaçmam imkansızdı. Buradan kapıya kadar koşsam kesinlikle vurulurdum. Yanımda kaçmam için hiçbir şey yoktu. Hareket etmeden önce iyi düşünmeliydim. Bir sürü kolon vardı belki kaçarken saklanmak için yardımcı olabilirdi.
Boynunu esneterek büyük bir kahkaha attı. “Baban, Serdar Kaya beni mahvetti Elçin.”
Karşımdaki adamın nefreti o kadar büyüktü ki vücudu titriyordu. “Babam kimseye zarar vermedi.” Elindeki silahı sallayarak bana doğru yaklaştı. “Baban benim bütün aileme zarar verdi! Yıllarca onların yanında bu anı bekledim ama yeter!”
Onlar mı? Kimlerden bahsettiğini anlamamıştım. “Onlar kim? Neden bahsettiğinizi bilmiyorum.”
Adımımı arkaya attığım gibi “Sakın kıpırdama!” Diye bağırdı. “Tamam sakin ol, buradayım. Beni yakaladın, istediğini yapabilirsin ama gerçekten bahsettiğin şeyler hakkında bir bilgim yok.”
Karşımdaki adamı küçümsemem gerekirdi. Bu olayı araştırdığımı bulmuş, bilerek ismini Semih’in görebileceği kurbanlar listesine eklemişti. Fazlasıyla zekiydi.
“Baban çok fazla çocuğun hayatını mahvetti! Hapiste çürüyüp ölmeyi bile hak etmiyordu. Herkesten sakındığı kızı ise suçla savaşıyor he!? Sen de aynı baban gibisin.”
Son cümlesi fazlasıyla gurur vericiydi. “Bana ulaşmak için mi onca canı öldürdün?”
Kaşlarını kaldırdı ve alay eder gibi suratıma baktı. “Senin gerçekten bir gram aklın yokmuş dedektif. Onları öldüren ben değilim. Öldürmek istediğimiz tek kişi sensin.”
Yine çoğul eki kullanmıştı. Bu işi tek başına yapmıyordu.
Omuz silktim. “Kabul, beni gafil avladın. İstediğin intikamı alabilirsin.”
Bu kadar kolay teslim olmam onu şaşırtmıştı. “Ama önce hikayeni öğrenmeme izin ver. Babam hayatını mahvettiyse bunu öğrenmeye hakkım var.”
Şüpheli bir şekilde baktı. “Kaçmayacak mısın?”
“Düşündüğün kadar zeki olmayabilirim ama aptal da değilim. Boş bir deponun arka kısımlarındayız. Kendimi korumam için hiçbir şey yok ve kaçabileceğim tek kapı da oldukça uzak. Yani pek bir seçenek bırakmadın bana.”
Silahı tutan eli az da olsa gevşedi. “Her şeyi anlatamam çünkü ölmek istemiyorum fakat koruduğun baban bir katil. Arkadaşını kurtarmak için birçok insanın hayatını önemsemeyen bir katil.” Gözleri doldu. “Katilleri yakalayıp suç ile savaştığını söylüyorsun ama gözünün önündeki katili savunuyorsun.”
Dediklerine inanmıyordum fakat sabah gördüğüm rüya ve üstüne duyduklarım beni tetikliyordu. Babam da rüyamda her şeyin suçlusu olduğunu söylemişti, şimdi ise karşımdaki adam aynılarını söylüyordu. Sabit fikirli yanım bile şüphelenmeye başlamıştı ama canımdan çok sevdiğim kişiydi o benim. Hayatımı ya da başkasının hayatını mahvetmeyecek kadar iyi kalpliydi. Kalbim buna inanmak istediğinden güzel anıları hatırlatmaya çalışıyordu.
Alara uzandığı çimlerde yuvarlanırken bankta oturan babası onu izliyordu. Küçük kız beyaz elbisesini düşünmeden yuvarlanıyor, gülücükleriyle neşe saçıyordu. Babası ise onun aksine içinde ki sıkıntıyla boğuşuyordu.
Alara ayağa kalktığında sendeleyen adımlar ile babasının yanına geldi. “Baba bugün film gecemiz!” Babası onun hevesli hallerini gülerek izledi. Bu dünyadan göçeceğini biliyordu. Zamanında sahip çıkamadığı vicdanı ise kızına bırakacağı tek miras olacaktı.
Her gün yıkadığı ama yine de kirli kalan elleri ile kızının kahküllerini düzeltti. “Tabi ki prensesim. Ne izlemek istersin?”
Alara’nın düşünmesine gerek yoktu. “Kötüler ile savaşanları izleyelim baba.” Dediğinde babası alacağı cevabı çoktan biliyordu. O küçük yaşında bu kadar merhametli olması her seferinde onu şaşırtırdı. “Neden o filmleri çok seviyorsun?”
Alara gülümseyerek babasına yaslandı. “Çünkü kötü insanlar cezasını buluyor ve başka insanlara zarar veremiyor. Bence bütün dünya böyle olsa daha güzel olurdu.”
Küçücük kızı daha sekiz yaşındaydı. Dünyada ki kötülerin ve ceza çekmelerinin farkında olacak kadar olgundu. Babası bununla gururlansa bile korkuyordu. Her zaman böyle filmleri izletmesinin bir sebebi vardı. İleride yanında olamayacağını biliyor ve kendini koruyacağına emin olmak istiyordu.
Bir yandan da diğer çocuklar gibi olmaması canını sıkıyordu. Bunları değil de barbie filmlerini izletseydi kızının daha aydınlık bir dünyası olabilirdi. İçinden özür dilese de Alara’ya “Haklısın.” Diyebildi.
Küçük kızı bir hışımla ayağa kalkarak “Ben de kötüler ile savaşıcam baba!” Diye bağırdı. Babasının istediği buyken neden kalbi ağrıyordu? Kızının kollarından tutarak dizine oturtturdu. Büyük gözleri ile onu izlerken boğazına bir yumru oturdu. “Alara’m, güzel kızım.” Diyerek saçlarını sevdi. Kendini bu konuşmaya hazırlıyordu.
“İleride başarılı bir dedektif olmaya ne dersin?” Kızının gözleri olduğundan daha da büyüdü. “Bu çok havalı baba. Olabilir miyim?”
Gözleri dolduğunda kafasını havaya kaldırdı. “Tabi ki başarabilirsin. Kendini bütün kötülerden koruyabilir ve aynı zamanda onları yakalayabilirsin.”
Kızını çok büyük bir yük ile baş başa bıraktığının bilincindeydi ama onu bir şekilde saklaması gerekiyordu. Kimse kızının dedektif olabileceğini tahmin etmeyecekti. Böylece kendini koruyabilirdi.
“Sen de yanımda olacaksın değil mi baba?”
Serkan için güneş kaybolmuş, kara bulutlar gelmişti. Kalbindeki ağrı bütün vücuduna yayılarak onu hapis ediyordu. Kurumuş dudaklarını oynatmaya çalıştı. Kızının belini saran kirli elleri titredi. Kendinden iğreniyordu, bir bataklığa batıyordu ve tek çırpınışları kızını kurtarmak içindi. Alara’nın güzel yüzüne baktı. Kendi kızı olduğuna inanamıyordu.
Cevabını alamayan Alara korkarak babasına baktı. “Baba neden bir şey demedin?”
Serkan tekrardan kızını kandırdı ve kocaman gülümsedi. “O nasıl soru birtanem? Tabi ki yanında olacağım, ben seni bırakmam.”
Kalbimden beynime tırmanan anılar ile yutkundum. Babamın yüzü gözlerimin önündeydi. Bana bakıyor ve gülümsüyordu. “Hayır Alara.” Dedi içimde ki ses. “Yıllar önce nasıl inkar ettiysen şimdi de edeceksin.”
Öyle yapacaktım. Herhangi bir kanıt yoktu, aynı yıllar önce olmadığı gibi.
Arkada duran ellerimi çaktırmadan arka cebime götürdüm. Melih hala bağırıyordu fakat ne dediğini duymuyordum. “Ailenin babam yüzünden öldüğünü söylemiştin değil mi?” Dediğimde kafa salladı.
"Babamın bana bıraktığı eşyalar arasında bir mektup vardı. Bir ailenin bıraktığı bir mektup. O zamanlar arkadaşının sanmıştım ama sanırım sana ait. Vermeme izin verir misin?”
Bakışları titrediğinde kolları aşağı savruldu ve silah parmaklarının arasından kaydı. “Sana inanmıyorum.” Dese de doğru olma ihtimali için canını verecek gibiydi. Cebimdeki kağıdı çıkararak parmaklarımın arasında tuttum. “Babam zaten öldü. Artık onu koruma gibi bir şansım yok. Dediklerin doğruysa artık yaşamam içinde bir sebep yok. Hayatımı kötü katilleri yakalamaya adamışken babamın öyle biri olduğunu söylüyorsun. Buna ikna olduktan sonra yaşayamam.” Yutkundum. “Bu mektup ikimizin de bazı cevapları almasını sağlayacak. Oradaki ipi al ve ellerimi bağla. Eğer gerçekten senin ailense beni öldürmene izin vereceğim.” Kutuları saran halatı gösterdiğim de bakışları kutu ve benim aramda döndü.
Gözlerimi kırparak duygusal bir ses ile konuştum. “Senin ailen öldü ve bunun suçlusunun benim babam olduğunu söylüyorsun.” Burnumu çektiğimde göz yaşları yanağımı ıslattı. “Hayatımı riske atarak savundum babamı çünkü her zaman iyi bir insan olduğunu sandım. Benim saçımı seven, benimle uyuyan adamın aslında yastığının altında insanların hayatını alan bir bıçak varsa bütün hayatım yalan demektir.” Dizlerim titredi ve yere düştüm. “Bu benim için ölümden daha acı. Şimdi ikimizi de kurtar ve dediğimi yap lütfen.”
Yerde ağlayarak bağıran bana baktıktan sonra kararını vermişti. İpin düğümünü çözerek kutudan aldı ve arkama geldi. Tek eliyle iki bileğimi sıkıca tutarak düğüm attı. “Mektubu ver.” Dediğinde parmaklarımı yapabildiğim kadar yukarı kaldırdım. Tek çekişte aldı ve karşıma geçti.
Hızlı olmalıydım. Kağıdı açarken parmakları uzattım ve belli etmeden düğümü açmaya başladım. Okuduğu her satırda bakışları titriyordu. Anlaması için oldukça az bir zamanım vardı. Tamamen kağıda odaklanmışken bakışları değişti. “Benim adım Mert değil.” Dediğinde çözdüğüm ipi yere bırakarak ayağa kalktım.
Hızlı adımlar ile karnına tekme attığımda elinde ki kağıt savruldu. Sersemlemesini fırsat bilerek silaha uzandım fakat kolumdan tutup ittiğinde vücudum arkada ki kutulara çarptı. Beklemeden koşmaya başladım. “Buradan çıkışın yok dedektif elçi.” Arkamdan bağırışını ve adımlarını duyabiliyordum. Bedenimi kolonların arkasına saklayarak ilerliyordum.
“İnci katilinin öldürdüğü birinin mektubunu bana verdin ve bunun cezasız kalacağını mı düşünüyorsun?”
Polisler birazdan burada olurlardı. Cesede son kez göz gezdirirken elleri dikkatimi çekmişti. Sol eli serbest bir halde sahnede dururken sağ eli yumruk şeklindeydi. Özellikle yapılmadığı sürece öldükten sonra böyle kalamazdı. Eldivenlerimi düzelterek parmaklarını açtım. Avucunun içinde bir kağıt vardı. Fazla vaktim yoktu. Fotoğrafını çekerek mektubu cesedin yanına bıraktım.
Aden’in yanına gitmeden önce Koray’ı aradım. Polis sirenleri sesini bastırıyordu. “Ne oldu elçi?”
Kalabalıktan uzaklaştım. Cesedin sağ eli yumruk şeklindeydi. Baktığımda içinde bir kağıt olduğunu gördüm. Daha sonra cesedin yanına bıraktım.”
Kekeleyerek “Sen ne ara oraya gittin? Aradığımda haberin yoktu.”
O görmese de göz devirdim. “Yaptıklarıma şaşırmayı bırakmalısın Koray. Haber vermek için aradım.”
Konuşacakken telefonu suratına kapattım. Daha fazlasına gerek yoktu. Fotoğrafı Semih’e attıktan sonra hızlıca mesaj attım.
“Bana bu fotoğrafın acil çıktısını çıkar ve otelde ki kamera görüntülerini sil.”
Anında görmüştü. “Hallediyorum.” Yazdığında derin bir nefes verdim. Fotoğrafa baktığımda kısa bir mektup vardı.
--
Hissediyorum, öleceğim. Bunu bilmek artık beni korkutmuyor ama geride kalan çocuğum kalbimi parçalıyor. Ona bir şey olmasından korkuyorum. Yaşamak istiyorum ama ölümün artık bir zorunluluk olduğunun farkındayım. Son cümlelerim çocuğum Mert için. Yaşa oğlum, her şeye rağmen çok güzel yaşa. İnci katilinin aldığı bir can da ben olacağım ama sen hep gül oğlum.
Semih sette bana mektubu verdiğinde arka cebime koymuştum. Son cümlelere kadar olan her şey Melih’in hikayesine uyuyordu. Zaman kazanmamın tek yolu buydu. Bacaklarım ağrısa da saklandığım kolondan bir diğerine koştum. Ölümün çok uzak olduğunu hissetmiyordum ama pes etmeyecektim.
“Elimde can vereceksin orospu!”
Bu işin bir yerde ölümüme sebep olacağını hep biliyordum ama şimdi değildi. Yaşamaktan çok Semih’i düşünüyordum. İşim yüzünden hiçbir zaman tam olarak vakit geçirememiştik. Belki de gerçek bir dost bile olamamıştım. Daha kendi hayatımda ve Semih ile yapacağım çok şey vardı. Burada son bulamazdı.
Sessizliğe kucak açan depoda tek duyduğum kalp atışlarımdı. Koşmak tek çaremdi. Olduğum yerden çıktığımda sert bir yumruk ile yere düştüm.
“Her şey buraya kadarmış dedektif elçi.” Melih’in bakışları ruhsuzdu. Gerçek bir katil gibi bakıyordu. Yere bakan silahı kaldırdı. “Son sözün var mı?”
Tekrardan ayağa kalkacaktım ki bir el silah sesi duyuldu. Refleks olarak ellerimi yüzüme sardım. Vücudumda bir acı aradım fakat yoktu. Vurulmamıştım. Bu kısa mesafeden ıskalamasının imkanı yoktu. Ellerimi çektiğimde Melih’in karnını tuttuğunu gördüm. Silah parmaklarından düşerek ayak ucumda durdu. Yüzündeki renk solarken nefes almakta zorlanıyordu.
Gözleri kapanırken vücudu kendini yere bıraktı. “İyi misin?” Duyduğum kız sesi ile arkamı döndüm.
Karşımda elinde silah tutan bir kız vardı. Siyah saçları yüzünün önüne gelmişti. “Sen kimsin?”
Kafasını eğerek çekik gözleriyle bana baktı. “Hayatını kurtaran insana ilk sorun bu mu olur?” Yanıma gelerek kalkmam için elini uzattı. Kafam git gide karışırken yerden destek alarak ayağa kalktım. “Kimsin dedim.” Diye tekrarladığımda oflayarak elini cebine götürdü.
Çıkardığı polis kimliğini gözümün tam önüne getirdi. “Polis Ferda. İkna oldun mu?”
Önümde ki rozeti elim ile ittim. “Neden buradasın?”
Silahı bir kenara atarak “Asıl soruları benim sormam gerekmez mi dedektif elçi?” Dediğinde cevap veremedim. Bir polis kimliğimi öğrenmişti. Bu benim için ölümden beterdi. “Ben dedektif elçi falan değilim. Set fotoğrafçısıyım.”
İkna etme çabama kahkaha attı. “Her şeyi duydum Elçi. Beni kandıramazsın.”
Sert bir şekilde yutkundum. “O zaman önce ben söyleyeyim.” Kollarını önünde kavuşturdu. “Adım Ferda Yılmaz. Buradayım çünkü Melih’in suçlu olduğunu söylediğim hiçbir polis bana inanmadı. Ben de tek başıma peşine düştüm. Sıra sende.”
Kaçacak bir yerim veya bahanem yoktu. “Duydun işte dedektif elçi. Şimdi gidip diğer polislere söyleyebilir ve tebrik alabilirsin.”
Dudakları yukarı doğru kıvrıldı. “Dediklerin gerçekten mantıklı fakat yapmamak için bir teklifim var.”
Oflayarak bedenimi duvara yasladım. “Hiçbir teklifi kabul etmem. Git ve söyle.”
“Ben salak değilim elçi. Söylemeye kalktığım an engelleyeceğini bilecek kadar tanıyorum seni. O yüzden karşılıklı konuşabiliriz.”
Karşımdaki kızın farklı bir enerjisi vardı. Dediği gibi salak birine benzemiyordu. “Polis olduğumdan beri her zaman aşağılandım ve hor görüldüm. Buna rağmen mesleğimi asla bırakmadım.”
Aşağılanmak ve hor görülmek oldukça aşina olduğum hislerdi.
“Seninde aynılarını yaşadığını biliyorum. İnsanların dediklerine ve çıkan haberlere çok kere şahit oldum. O yüzden tek isteğim seninle beraber çalışmak.”
Gözlerim büyüdüğünde kahkaha attım. “Dediğin gibi söylemeye çalıştığın an engellerim. O yüzden bu teklifi kabul etmek için hiçbir sebebim yok.”
Yerde olan silaha baktığında bakışlarım onu takip etti. “Anında karşıdan cevap alabileceğim bir telsizim.” Bakışlarıyla yerde kanlar içinde yatan Melih’i işaret etti. “Yaşamasına izin verirsem bana şahit olacak bir tanığım ve bir silahım var. Şu an engelleyebileceğini zannetmiyorum.”
Karşılıklı kozlarımızı oynuyorduk. “Sana güveneceğimi mi sanıyorsun? Hayatım boyunca kimseyle beraber çalışmadım.”
“Yalnız olmak tercih değil zorunluluktur. Sen kendini kandırmaya devam et.” Kelimeleri beni esir aldığında bir şey demedim.
“Bana hiçbir bilgi vermek zorunda değilsin. Polis olduğum için sana getireceğim bilgiler olur.”
Bu kadar istekli olması garipti. “Bunu neden istiyorsun?”
Bakışları arkamda bir yere takıldı. “Çünkü hiçbir zaman başarımı görecek insanlar olmadı. Tek isteğim işimi yapmak ama buna izin verilmiyor.”
Cümlelerinin arkasında ki görüntüler gözümün önünden geçti. Benim yaşadıklarımı anlatıyordu. Ciddiye alınmamak, arka plana atılmak.
İçimdeki iki taraf savaş verirken gözlerinin içine baktım. Her şeyin ötesinde kimliğimi bilen birini yakınımda tutmak en mantıklısıydı. Uzaktayken kontrolüm dışındaydı.
Ellerimi önümde bağladım ve birkaç adım atarak karşısına geçtim. “Yanlış yapmak gibi bir şansın yok çünkü yapmadan önce anlarım. Benden hiçbir şey duyamazsın ama fikirlerini söyleyeceksin. Tek bir sorunda kendini hiç ummadığın yerlerde bulursun.”
Korktuğunu titreyen göz bebeklerinden anlıyordum fakat geri adım atmadı. “İlk öncelikle ne olursa olsun beni tehdit etme hakkın yok. Ayrıca merak etme ne yaptığının bilincinde olan bir insanım.”
İş hayatımda ilk defa yanımda biri olacaktı. Hayatımı şans eseri kurtaran bu kızın olacağını hiç düşünmezdim ama bana başka bir şans bırakmamıştı. Güçlü bir kızdı. Hem fiziksel hem de ruhsal olarak. Dik duran omuzlarından özgüveni taşıyordu.
Birbirimize kitlenmişken arkasından koşan birini gördüm. Sesleri duyan Ferda hızlıca yerdeki silahını alarak arkaya döndü. Koşarak gelen kişiyi gördüğümde gülmemek için dudaklarımı dişledim. Semih üstündeki tavşan kostümü ile zar zor koşarken koltuk altında kocaman bir tavşan kafası tutuyordu. Yüzü kıpkırmızı olmuştu.
Yanımıza geldiğinde etrafa bakıyor ve ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Nefeslerinin arasından “Alara.” Dedi. Ferda tanıdığımı görünce silahını indirdi.
Ellerini dizlerine yaslayarak “Mesajını anca gördüm. Ne oldu burada?”
“Demek diğer adın Alara dedektif.”
Ferda’nın söylediği ile Semih panik ile doğruldu. “Dedektif mi? Kim dedektif? Alara mı? Saçmalamayın lütfen.” Devam edecekken elim ile durdurdum. “Merak etme Semih kim olduğumu biliyor.”
Bunun imkânsız bir şey olduğunu bilen Semih’in kafası daha çok karışmıştı. “Ne demek biliyor? Sen kimsin ki?”
Ferda bana yaptığı gibi kimliğini çıkararak Semih’e gösterdi. Semih tavşan kafasını fırlatarak kolumdan tuttu. “Sen bir polise kimliğini mi söyledin?” Uzun zamandır ilk defa bu kadar sinirlendiğini görüyordum.”
"Canımın keyfine söylemedim Semih. Senin bulduğun Melih aslında beni öldürmek isteyen biriymiş. Beni burada tuzağa düşürdü. Ferda ise beni kurtardı ve öyle kim olduğumu öğrendi.”
Kafasını arkaya çevirerek yerde yatan adama baktı. “Seni öldürmeye mi çalıştı?” Diye sorduğunda sesi titriyordu. “Merak etme iyiyim.”
Kollarını kaldırarak sıkıca sarıldığında kalbimin sıcaklığını hissettim. Ölüme yakın olduğumda dahi düşündüğüm tek isim oydu. Onsuz bir hayatta asla yapamazdım.
Duygusal yanım geçtiğinde bedenimi saran tüylere baktım. “Semih iyiyim ama bu kostümle biraz daha sarılırsan gerçekten bayılacağım.”
Kırmızı bir yüzü ve kocaman bir tavşan bedeni vardı. Ne kadar istesem de onu ciddiye alamıyordum.
“Seni bulamayınca çok endişelendim Alara.”
Ferda gülmeye başladığında “Evet korkudan bembeyaz olmuşsun.” Diye mırıldandı. Dayanamayıp ben de güldüğümde Semih ikimize bakıyordu. “İki dakika da beni sattığına inanamıyorum.”
“Artık buradan çıkabilir miyiz?” Yerdeki mektubu alarak geri cebime koydum.
Semih kocaman bir tavşan olarak önden yürürken Ferda’nın yanına geçtim. “Aden Karahan’ın fotoğrafçısıyım. Beni Alara olarak biliyor. Belli etmemen gerektiğini söylemeli miyim?” Olumsuz bir şekilde kafasını salladı.
“Şimdilik bilmen gereken bu kadar. Gerisini anlatacağım.”
Depodan çıktığımızda derin bir nefes aldım. Sadece bir saat içinde ölümden dönmüş ve beni kurtaran bir kızı yanıma almıştım. Dün söyleseler inanır mıydım? Asla.
Sete yaklaştığımızda Aden’e ne yalan uyduracağımı düşünürken binanın önünde ki kalabalığı gördüm. Semih arkasını döndü. “Alara seninde bilmen gereken bir şey bar.”
Yüz ifadesinden iyi bir şey olmadığını anlayabiliyordum. “Ne oldu?”
Derin bir nefes alarak geriye doğru adımladı. “Setten çıkmama izin vermediler. En sonunda güvenlikler tutunca senin hayatının tehlikede olduğunu söyleyerek çıktım. Seni arıyor olabilirler.”
Ciddi olup olmadığını anlamak için birkaç saniye bekledim. “Lütfen şaka yapıyor ol.”
Kalabalığın arasından nefes nefese çıkan Aden ile göz göze geldiğimizde şaka yapmadığını anlamıştım.
Bakışlarımız buluştuğunda içindeki korkuyu net bir şekilde görebiliyordum. Göğsü hızlıca inip kalkıyordu. Onun katil olduğunu yakalamak için gittiğim de aslında onu arkamda bırakmıştım. Gittiğim yerde ki katil Aden değildi.
Semih veya Ferda bir şeyler dese de duymadım veya duymak istemedim. Tek odaklandığım Aden’di. Kendimi büyük bir düğümün içinde gibi hissediyordum. Şu an anlamıştım, çok derin bir olayın içindeydim. Eğer katil Aden ise rolünü çok güzel oynuyordu ama bir tek o değildi. Çok başka şeyler daha vardı.
Ben bunları düşünürken Aden’in ne ara yanıma geldiğini anlamamıştım. Kalbim bu davada ilk defa korkudan çarptı. “Alara iyi misin?”
O korkudan sesimin çıkmadığını düşünse de ben beynimin içinde kaybolmuştum. Bir sürü düğüm vardı ve ben kayboluyordum. Kollarımdan tutarak sarstı. “Cevap versene Alara.”
Gerçeğe dönerek gülümsemeye çalıştım. “İyiyim.” Cümlemi bitirmeden kendine çekip sarıldığında nefesim kesilmişti. Kokusunu en derinlerde hissettim. Beni sımsıkı saran kollar bir katilin kolları mıydı?2
Okur Yorumları | Yorum Ekle |