14. Bölüm

14. Bölüm

Hacer Kübra Gümüş
hakugu

 

  

Ö K F

🔲🔲🔲

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

"Hissediyorum bazen gözlerinden yaşlar süzülüyor istemeden. Hissediyorum içini çekiyorsun bilinçsizce. Bazen uzaklara dalıp birini gözlüyorsun. İşte o anlarda, seni özlüyorum, bil istedim.

 

 

 

 

 

 

 

Gözler insana gerçek duyguları gösteren tek organdırlar aslında. Utandığımızda kaçırırız, yalan söylediğimizde belli bir noktaya bakarız, hüzünlü olduğumuzda yaş dökeriz, mutlu olduğumuzda ise parıl parıl parlarlar. Öyle bir parlarlar ki herhangi bir sıcaklık olmadan insanın içini ısıtan tek şey olup çıkarlar. Evet öyle, bir çift gözün samimi gülümseyişi kalpleri sıcacık yapar, inanın bana. Minnet, sevgi, aşk ve yoğun hissedilen diğer herhangi bir duygu ile bunu teyit etmeniz mümkündür.

 

Ev halkı teşekkür edip mutfaktan ayrıldıklarında masayı toplamış bulaşıkları da yıkamıştım. Batı sessizce masada oturuyordu. O, gitmemişti. Belli ki hem başka odaya gidip beni yalnız bırakmak istemiyor hem de ne yapacağını bilmediği için öylece duruyordu. Kıyafetleri yine siyahlar içinde, düzenli bir şekildeydi. Belki takıntı, belki nizam içinde olmak hoşuna gittiği için bilmiyorum ama onu bir kere bile düzensiz bir şekilde görmemiştim. Saçları biraz karışsa da yine de temiz ve parlak görünüyordu. Beyaz yüzünde neredeyse hiç görseli bozacak bir şey yoktu. Yeni çıkmaya başlayan çene kısmındaki sakalları dışında benim tenimden bile pürüzsüzdü.

 

Parmakları ile oynarken tüm dikkatini onlara vermişti. Birkaçında yara bandı vardı ve onları yeniden düzenli bir şekilde takıyor sessizce onlarla uğraşıyordu. Başını önüne doğru eğdiği için boynundaki kemik hafif çıkmış, kemiğin altına doğru uzanan dövmenin bir bölümü de kendini sergiliyordu. Siyah sweetinin yakasından görebildiğim kadarıyla ne dövmesi olduğuna baktım ama muhtemelen sırtına kadar uzandığı için asla tam olarak ne olduğunu anlayamayacaktım.

 

Tüm işim bitmesine rağmen oyalandığımı inkar edemeyecektim. Tezgaha dayanarak onu gizlice izlediğim o dakikalarda benden haberi yoktu ama benim için duruyordu. Videoda gördüğüm Batı ile karşımda masumca duran Batı arasında dağlar kadar fark olsa da, bir o kadar da benzerlik vardı. Karşımda duran Batı, masum bir çocuğu, dışlanmış ama kalbi tertemiz kalan bir çocuğu andırıyordu. Videolardaki Batı, kalbi paramparça, delik deşik ama hırçınlaşmayan bir çocuğu andırıyordu.

 

Onu düşünerek izlediğim o anlarda bir anda bana bakınca gafil avlanmış oldum. Telaşa kapılıp hareket bile edemeden ben de öylece ona baktım. Gözlerime bakan gözlerinde herhangi bir ima yoktu. Birkaç defa gözlerini kırpmasına rağmen çevirmedi. Ya da farklı bir hareket yapmadı. Belki de bir şey diyecekti. Gitmemi mi isteyecekti? Ondan önce ben davranmalıyım. Onu mahçup etmek isteyeceğim en son şey olur.

 

"Artık ben de..."

 

"Naneli lolipop almaya gidelim mi?"

 

Cümlemi tamamlayamadan onunkini dinlerken afallayarak ne yapacağımı şaşırdım. Bana ilk defa ortak bir şey yapma teklifini sunması istemeden de olsa şaşırmama neden olmuştu.

 

"A, tabii. Olur."

 

Şaşırdığımı görmesine rağmen herhangi bir şey demedi ve yavaşça ayağa kalkıp sandalyesini düzeltti. Bana doğru yürürken yüreğim boğazıma kadar geldi sanki. Böyle iletişim içinde olunca tüm vücudum heyecana kapılıyordu istemsizce. Eğer biz de, diğer insanlar gibi normal bir şekilde karşılaşsaydık belki böyle olmazdı ama şimdi...

 

"Montumu alıp geliyorum."

 

Yanımdan geçerken uzun boyuna baktım bir kere daha. İnce, uzun ve sportif bir bedeni vardı. Siyah dar paça pantolon belki de ondan başkasına bu kadar çok yakışmazdı. Siyah saatin bir insanın bileğinde böylesine asil durduğunu daha önce tecrübe etmemiştim mesela. Başkası dese abartı gelirdi ama şu an yaşayan ben olduğum inçin söylediklerim az bile geliyordu sanki. Meğer yaşanmadan önce ön yargılı davranmamak gerekirmiş.

 

Onun arkasından yine düşüncelere daldığımda kendi kıyafetime baktım. Kalındı yeterince. Tekrar eve gidip mont almayı düşünmüyordum. Son kez mutfağa bakıp ışığını kapattım ve koridorda yürüyerek Banu ile Umut'un oturdukları oturma odasına geldim. İkisi birlikte gülerek çizgi film izliyorlardı. Onları izlerken kapısı siyah olan odaya kaydı gözüm. Bugün oraya girmiştim. Belki de Batı'nın hayatını kurtarmıştım bilemiyorum. Ama bir şekilde onu durdurmuştum. Bundan dolayı kendimle gurur duyuyordum. Bakışlarımı yeniden önüme indirdiğimde Umut beni fark etti.

 

"Hey! Gelsene."

 

Umut'un seslenişi ile Banu da baktı.

 

"A komşu. Gelsene."

 

Gülümseyerek karşılık verdim. Anne oğul iyilik meleklerinden farksızdılar.

 

"Size naneli lolipop alıp geleceğiz."

 

Bunu söylememle Umut yanıma geldi hızlıca. Adeta büyük bir insan gibi kolumdan çekip koridora aldı.

 

"Bana bak, gerçekten biliyorsun değil mi? Yani geçende de biliyorum dedin. Annem zor anlar geçiriyor ve şu an iyi olmuşken yalan hiç iyi olmaz onun için."

 

"Endişelenme Umut."

 

Saçlarını okşamamla bana şaşkın bakışlarını göndermesi bir oldu. Sanki ilk kez biri onun başını okşuyormuş gibiydi. Bir çocuk değil misin sen? Ne bu yüzündeki yaşlanmış ifade? Ne oldu parıltılı bakışlarına? Nereye gitti o saf ve temiz ışığın?

 

Bir süre şaşkınlıkla baktı. Gözleri başka bir şey söylemek için açılıp kapandığında dudaklarını ıslattı.

 

"Aslında, bir süre buralarda olsan olur mu diye soracaktım."

 

Bu sefer ben şaşırdım. Ona şaşkınlıkla bakarken "Annem," dedi.

"O her sene böyle krizler atlatır ama nedense bu sefer kısa sürdü. Babam da o krizlerle aynı şekilde acı çeker. Her ikisinin de bu kadar çabuk durulmasını sana bağlıyorum ben. Yani bilemiyorum. Herhangi bir değişiklik yok senden başka. Sen ne düşünüyorsun bu konuda?"

 

"A, ben..."

 

Yine cümlem yarım kalmıştı. Koridorun sol tarafındaki kapı açılıp Batı dışarı çıkınca bakışlarımız ona doğru kaydı. Siyah sweeti çıkarıp parlament mavisi bir sweet giymişti. Mavinin beyaz teni ile uyumuna bakarken birkaç saniye onu incelemekten kendimi alamadım. Neden herhangi alelade bir kıyafet bile ona bu kadar çok yakışıyordu? Nasıl böyle üstünde asilce taşıyabiliyordu?

 

"Bir isteğin mi var Umut?"

 

Bize doğru yaklaşırken ellerimi birleştirdim ve bakışlarımı Umut'a çevirdim.

 

"Bir isteğim yok baba."

 

Batı gülümsemedi ama Umut ona gülümsedi. Batı'nın gülümseyişini daha önce görmüş müydüm sahi ben? Peki ya o daha önce hiç içinden gelerek gülmüş müydü bir kere? Sanki dudakları gülmeye mühürlü gibiydi.

 

Bakışlarımı yeniden önüme getirdiğimde "Çıkalım mı?" diye sordu.

 

Hızla tasdiklemek için ona baktım ve önden gidişini izledim.

 

Kapıdan çıkıp botlarını alışını, tek dizinin üstüne çömelip bağcıklarını bağlayışına dek tek tek izledim. Ayağa kalkıp merdivenlerden inerken hızla botlarımı giyip peşine takıldım.

 

Benden uzun olduğu için önündeki sokak lambasının ışıkları bana gölge olarak dönüyordu. Sanki ona gelen ışığı diğerlerine karanlık olarak yansıtırmış gibiydi. Ne kadar karanlık olursa olsun parıltı denilen şey tüm bu zifirilikte bile ortaya çıkabiliyordu işte. Belki de asıl parıltı, karanlığın o en siyah tonunda peyda oluyordu kim bilir.

 

Arkasından onu takip ederken bir anda durdu. O durunca ben de durdum. Bir şey mi diyecekti ki? Önüne geldiğimde, bakışları yerdeydi. Bir şey demeyecekti. Beni bekliyordu. Önüne geçmemi istiyordu sanırım.

 

Ne istediğini anladığımı varsayarak önden yürümeye başladığımda onun da ayak seslerini işitmeye başladım. Aynen düşündüğüm gibi önünden gitmemi istiyordu demek ki. Yaşadığım son olaydan sonra böyle düşünmüş olması beni ona biraz daha yaklaştırmıştı. Gün geçtikçe Batı'ya yaklaştığımı inkar edebilir miydim? Ya da onun bana olan adımlarını yok sayabilir miydim?

 

Amacım? Amacım; Batı'ya yaklaşıp onu tedaviye ikna etmekti. Bizim kuruluş onu bir denek olarak kullanmadan onu kendi isteği ile iyileştirmek istiyordum. Kim bilir belki Banu da tedavi olurdu. Tüm aile olarak hayallerine kavuşurlardı belki de. Olmaz mı?

 

Önden giderken titredim bir anda. Titrediğim için aniden durdum. Ses kesildiğine göre Batı da durmuştu. Evin içinde sıcak hissediyordum ama Konya kışını gözardı etmiştim sanırım bilinsizce.

 

Her şeye rağmen yeniden yürümeye başladığımda o da peşimden gelmeye devam etti. Ellerimi kalın kazağımın kollarını içine doğru çektim ama bedenim üşüyordu istemsizce, engelleyemiyordum.

 

Kollarımı bedenime sardım ve dizlerimi hafif bükerek yürümeye devam ettim. Ah aptal kafam neden evden montumu almadım ki neden?

Bari biraz hızlı yürüsem de markete çabuk ulaşsak diye düşünürken omuzlarıma sıcak bir şey bırakıldı.

 

Ne olduğuna bakmama gerek yoktu. Önüme doğru uzanan kol kısımlarından Batı'nın montu olduğunu anlamıştım. Bir an için mahçup bir ifadeye bürünüp arkamı dönemedim. Teşekkür etmem gerekiyordu ama utanıyordum. O ise utanmama izin vermeden öne geçti ve hızla yürümeye başladı. Ellerini pantolonu ön ceplerine koyup hızla yürürken ona yetişmek için koşmaya başladım. İkimiz bu ıssız sokakta öylece koşarken sokak lambaları gelip parıltıları ile bizi aydınlatıp sonra yeniden kayboluyorlardı. Tıpkı hayatımızın bazen bizi gülümsetip bazen ağlattığı gibi. Kimi zaman hüzünle içimizi karartıp, kimi zaman yolumuzu aydınlattığı gibi.

 

Koştuğumuz için markete daha çabuk gelmiştik. Kasiyer olsun, çalışanlar olsun sanki Batı'ya hayranlarmış gibi istekle gülümseyip onunla ilgilenirlerken onun montunun içinde küçücük kalsam da naneli lolipopları bulup kasaya gitmiştim bile. Onlar Batı ile konuşurlarken dışarı çıktım. Belki özel konuşacakları vardır diye dışarıda beklerken gökyüzüne çevirdim başımı.

Soğuk hakkını verircesine usul usul kar taneleri göndermeye başlamıştı bulutlar.

 

Sevinçle lolipopları cebime atıp bir adım daha ileri gittim ve elimi açarak kar tanelerinin elime düşmesini izledim. Öyle güzellerdi ki. Hem pamuk gibi yumuşak hem de buz gibi soğuk. Yine de insanda dokunma hissi oluşturan nadir şeylerden biriydiler. Esasen bana Batı'yı anımsatıyorlardı. Hem tüm sevgimi vereceğim kadar sevdiğim hem de koşarak uzaklaşacağım kadar ürktüğümü. Belki de bu belirsizlikleri onların böylesine çekici kılıyordu bilemiyorum.

 

Batı'nın gelmesini beklediğim o dakikalarda kar taneleriyle öyle ilgilenir olmuştum ki muhtemelen herhangi bir sese bile dikkatimi vermemiştim. Yoksa onun beni izlemeye başlayacak kadar bekletmemin bir açıklaması olamazdı.

 

Kendi etrafımda mutlulukla dönerken, gülümseyen yüzüm ve anında erimeye başlayan avcumdaki kar taneleri ile onunla göz göze geldim.

 

Elleri açıktaydı ve beyaz tenli olduğu olduğu için kızarmaya başlamıştı. Mavi sweeti onu ne kadar sıcak tutuyorsa o kadar iyiydi işte. Bakışlarında belli bir ifade yoktu ama bir süredir beni izlediği belliydi. Gözlerindeki parıltı bakışlarını gökyüzüne çevirince daha da arttı.

 

Ona gidip montunu vermeliyim. Benim yüzümden üşümesine izin veremem.

 

Ona doğru birkaç adım atınca bakışları yeniden beni buldu. Ondan bir hayli kısa olduğum için başını hafif yere eğmesi gerekiyordu. Bu da adem elmasının daha belirgin olmasına neden oluyordu.

 

Bana öyle bakınca mantıklı konuşamıyorum ki. Bakma öyle.

 

"Şey, istersen montunu alabilirsin. Üşüyor gibisin."

 

Montu çıkarıp ona doğru uzatırken herhangi bir tepki vermedi. Sonrasında derin bir nefes alıp ağzından verdi. Sıcak nefesi havaya buhar olarak karışırken bakışları yine gözlerimde geziniyordu. Gece gibi bakıyordu. Böyle derin ve karanlık. Ama yine de öylesine masumdu ki, ondan değil korkmak incitmekten ölesiye korkuyordum.

 

Bir şey söylemek için dudakları aralandı.

 

"Bir kış gecesiydi."

 

Elimde montla ona bakakaldığımda bir derin nefes daha aldı. Sanki söyleyeceği şeyin altında eziliyor da bu baskı ile nefes alamıyormuşçasına boğuluyordu.

 

"Annemin bizi terk edişi."

 

Son cümlesiyle gözlerim sonuna kadar açıldı. Yetim ve öksüz değiller miydi? Nasıl annesi terk etmişti?

 

"Yine bir kış gecesiydi işte, yetimhaneye gidişimiz."

 

Soğuktan olsa gerek gözlerim yaşla dolarken onu dikkatle dinlemeye devam ediyordum.

 

"Bir kış gecesiydi ilk kez aşık oluşum."

 

İstemsizce moralim bozuldu. Yine de dikkatimden ödün vermedim.

 

"Bir kış gecesi lisede birinci olduğumun haberini aldım."

 

Kar yağışını artırmıştı. Etraf fazladan beyaza bürünürken, sessiz kar taneleri mevcut sesleri de beraberinde alıp götürüyordu.

 

"Bir kış gecesi annemin ölüm haberi geldi."

 

Yutkunduğumda gözlerimden yaş geldi. Sanki tek bir hareketimi bekliyorlardı akmak için.

 

"Bir kış gecesi..."

 

Duraksadı. Söyleyeceği şey, her neyse çok acıtıyormuşçasına yutkundu ve gözyaşlarının gözlerine yayılmasına izin verdi.

 

"Banu."

 

Tek kelimesi yetmişti ne diyeceğini anlamama. Kendini toparlaması için beklerken, üşümüyordum artık. Gözlerimden akan yaşlar elmacık kemiklerimden süzülürken sadece bir kış gecesinin böylesine masum bir insanın hayatını nasıl böylesine değiştirebileceğini düşünüyordum.

 

Dudakları çaresizlikten doğan bir tebessümle kıvrılırken "Bir kış gecesi Umut doğdu," dedi.

 

Onun da yanaklarından yaşlar süzüldüğünde yağan kara baktı.

 

"Yağan kara nasıl böyle mutlulukla bakabiliyorsun anlamıyorum."

 

Kesinlikle ama kesinlikle beni izlemişti. Bu sözlerinin başka açıklaması olamazdı zira. Ben olsam, yani ben onun yerine olsam ben de bakamazdım mutlulukla. Ve başkasının bakışı da tuhaf gelirdi muhtemelen. Onu yadırgamadım. Tuhaf karşılamadım. Dahası gülümsedim.

 

Bakışları kardan benim dudaklarıma kaydığında titrek gözleri bu sefer gözlerimde durdu. Neden gülümsediğimi anlamlandırmaya çalışıyordu sanırım. Anlatabilir miyim? Seni anladığımı sana anlatabilir miyim? Herhangi yanlış yapmadığını, bu dünyanın aslında böylesine acımasız bir yer olduğunu ama tüm bu vahşete rağmen insanın içini ısıtacak parıltılar olduğunu anlatabilir miyim? Peki ya sen? Sen beni anlayabilir misin? Anlamak ister misin? İçine çekildiğin karanlık benim aydınlığımla yok mu olur? Beni benliğine katmak istemez misin yoksa bu yüzden?

 

"Üşüyorsun."

 

O hâlâ tebessümümün nedenini bulmaya çalışırken, ben montunu ona uzatmıştım bile. Montuna şaşkınlıkla bakarken "Sen de kalabilirdi. Artık üşümüyorum," dedi.

 

"Ben de üşümüyorum, artık," dedim artık kelimesinin üstüne bastırarak. Gülümseyişim genişlerken bana olan şaşkın bakışları komiğime gidiyordu. Muhtemelen bir şey kaçırdığını düşünüyor neye güldüğümü anlamaya çalışıyordu ama aslında ortada kaçırdığı bir şey yoktu.

 

Sadece ben, onun bu karanlık anılarına bir tebessüm göndererek parıltı ile aydınlatmak istiyordum. İstiyordum ki, kış gecesi artık onun için nefretle andığı bir an değil, tebessümüne neden olan bir anıya dönüşsün.

 

Ne kadar başarabilirdim bilmiyorum ama deneyecektim. Arkamı dönüp giderken Batı'ya bir adım daha yaklaştığımı hissediyordum. En azından artık ona rahatça gülümseyebiliyordum. Ara ara baktığımda montunu giymediğini ve hâlâ şaşkın bakışlarla bana baktığını görüyordum ve bu beni yine, yeniden ve fazladan gülümsememe neden oluyordu.

 

Gülümseyelim Batı.

 

Bunca gözyaşı ve hüznün bizde bıraktığı etkiyi silmek için, elimizden geldiğince çok gülümseyelim.

Çünkü sen, bunu en çok hakedenlerdensin.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

🖤

Bölüm : 20.01.2025 20:58 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...