
"Böyle çok günler geçti. Hep yanımdaymışsın gibi. Sesini duyuyormuşum gibi. Kokunla uyuyormuşum gibi. Yokluğunu ezbere bilip de, varlığınla hemhal oluyormuşum gibi."
Ö K F
🔲🔲🔲
Gece bitmemişti henüz bizim için. Harabe gönüllerin yıkık umutları arasında zihnimiz bulanıkça bulanıyordu. Mazinin tozlu ve kirli hisleri ele geçirse de mahrem anlarda aslında değişim de fısıltısını bahşediyordu yavaştan.
En azından ben öyle hissediyordum. Hızla olan bir şey değildi bu değişim. Zira Batı ve ailesi uzun süredir bu girdabın içinde boğuluyorlardı ve birkaç gün içinde değişmelerini beklemiyordum elbette ama en azından başlamasını umuyordum. Çünkü değişimin yavaş gerçekleşmesinden çok daha kötü olan bir şey varsa o da hiç başlamamasıdır. Bünyeleri bunu kabul etmeyecek olursa işte o zaman en kötüsü olurdu.
Yan yana yürürken ikimizden de çıt çıkmıyordu. Montunu kollarına almış benimle birlikte yağan karın omuzlarına düşmesine izin verirken, elleri kızarmıştı. Gerçekten üşümese de bedeni tepki gösteriyordu. Yine de montunu giymemeyi tercih etti.
Aslında onunla konuşmak istiyordum. Açsın kendini, içini döksün istiyordum. Mesela odasına gürmeme rağmen net bir tepki alamamıştım. Ne zamana kadar sürecekti bu durum? Banu için tedavi düşünmüş müydü? Çalıştığı yerler nerelerdi ve hayali. Hala öğretmen olmak istiyor muydu?
Taze karın üstüne attığımız adımlar, gecenin huzur veren sessizliğinde hoş bir çıtırtı oluşturuyordu. Eskiden beri karı sevmişimdir. Kulu seviyorum aslında. Üşüdüğümde tüm bedenimi hissetmek bana iyi geliyor. Yaşadığımı hissediyorum sanki. Tüm hücrelerime işleyen o soğuk bana hala hayatta olduğumu bildiriyor gibi.
Göz altından ona baktım. Başı yerde düşünceli bir şekilde yürüyordu. Ne düşünüyordu acaba? Ve benimle birlikte yürümek ona tuhaf gelmiyor muydu? Bu bana hafiften alıştığının kanıtı mıydı yoksa? O böyle sessiz durunca ona her şeyin geçeceğini ve düzeleceğini söylemek geliyordu içimden. Başka türlü bu masum halini nasıl düzeltebilirim diye bir fikir düşünsem de gelmiyordu aklıma. Etrafa gülücük saçan biri de değildi ki, espiri yapsam. Hüzünlü bakışları, düşünceli ifadeleri ve bakanda hayranlık hissi uyandıran bir siması vardı.
Yine de yalnızdı.
Ailesi içinde yalnızdı. En baştan beri yalnızdı. Kimseye zarar vermeyen bir yalnızdı ama. Zevk için kimseyi kıracak türde olmadığı gibi içinde bulunduğu buhran onu vahşileştirmekten ziyade yalnızlaşırmış ve kendine dönen bir zarara dönüşmüştü.
"Eskiden kar yerdim."
Nereden gelmişti bu bilgi aklıma bilmiyorum ama bir şekilde onun dikkatini çekmek istiyordum. Bunun içinde aklıma gelen en tuhaf şeyi söylemek istemiştim.
Yerdeki başını ve düşünceli bakışlarını bana çevirdi. Pek bir ifade belirmedi yüzünde ve sadece bana baktı.
Ben de ona baktım. Diyaloğu devam ettireceğini düşünmediğim için ben devam ettirdim.
"Ne ihtiyacından kaynaklı bilmiyorum ama bir vitamin eksikti sanırım. Kar yerdim. Buz yerdim. Tuhaf değil mi?"
Bir şey demeden başı ile tasdikledi ve yeniden başını yere eğdi. Olmamıştı. Yeterince ilgisini çekememiştim. Derin bir nefes alarak ben de önüme döndüğümde "Ben de yerdim," dedi.
Hızla başımı ona çevirdim. Bana karşılık vermişti. İlk defa diyaloğumu devam ettirmişti. Parlayan gözlerle ona baktığımda gün ışığı gibi aydınlatmıştı beni bu zifiri karanlıkta. Hiç beklemiyordum ondan.
Bana baktı hafif çekince ile. Biri ile konuşmaya alışkın olmadığı her halinden anlaşılıyordu. Sadece ihtiyacı kadar kelam edip konuşmayı bırakan biriydi. Ve insanlar hep onun için kendinden uzak tuttuğu canlılar gibi olmuştu sanırım.
İlgiyle onu izlerken "Herhangi bir eksikten dolayı değil de," dedi bakışlarını kaçırarak benden.
"Sadece alışkanlık sanırım."
Haklıydı. Ben de büyüdükçe bu alışkanlığımı bırakmıştım. Yalnız onunla ortak noktamızın olması çok hoşuma gitmişti. Batı ile konuşurken psikiyatrist kimliğimi kenara bırakarak küçük bir çocuğa dönüşüyordum sanki. Bana öyle bilgece geliyordu. Çünkü bazı insanlar, herhangi bir okul bitirmeden de bilgeye dönüşebilir. Bu onların hayat okulunda aldıkları ağır derslerle alakalı bir durumdur. Tecrübe denilen şey, en sert sınavların olduğu bir mekteptir aslında.
"Kış ayını sevmemin nedeni de kış ayında doğduğumdan kaynaklı," dedim diyaloğu sürdürme maksadıyla.
"20 Ocak doğumluyum."
Bu sefer başını kaldırmadan dinledi. Ara ara soğuğun kuruttuğu dudaklarını ıslatıyor ve ağzından nefes veriyordu. Soğuk havanın hissiyatı bambaşkaydı hiç şüphesiz.
Konu açmasını bekliyordum ama bence fazla şey beklememeliydim. Birincisi benimle yürüdüğüne bile şükür etmem gerekirdi ve ikincisi de bana cevap verdiği. Bana özen gösterdiğinin kanıtıydı bu. İlk tanıştığımız zamanlar birlikte yürümekten bile hazzetmeyen biri ile yan yana yürümek büyük ilerlemeydi gerçekten.
Yol boyu başka konuşan olmadı. Sokak lambalarının aydınlattığı süreç bitmesin istiyordum ama bitmişti. Eski binamızın önüne gelince durdu. Benim önce girmemi bekliyordu sanırım. Onu bekletmeden içeri girdim ve merdivenleri çıktım. Kendi daireme doğru yöneldim ve o da kendi dairesine döndü.
İyi geceler dedim içimden. Onu bu gece diyaloğa boğmamak adına çok konuşmak istememiştim ama çok mutluydum. Verdiği cevap bana en güzel iyi geceler dileğiydi. İlerleme kaydediyorduk.
Kapıyı kapatıp içeri girdiğimde hemen kapı deliğine yükseldim ve onun botlarını çıkarışını izledim. Kapıyı çalışını, Umut'un kapıyı açışını sevinçle lolipopları alıp içeri koşuşunu, hemen sonra kapıda Banu'nun belirmesini, lolipop diye ağlamasını ve Batı'nın ona kendi lolipopunu vermesine kadar hepsini izledim. En son kendi girdi ve yavaşça kapattı kapıyı. O girince ben de yükseldiğim parmak uçlarından aşağı indim ve kendi koridorumda yürüyerek oturma odasına geldim.
Oturma odam yabancı gelmişti bir an için. Batı'ların evi ne kadar farklı olması gerekirken bir anda benimsemiştim sanki. Tuhaf bir alışkanlık ile aklıma kar yememizin sadece alışkanlık olduğunu ifade etmesi geldi. Güzel anlatmıştı. Kendini ifade etmekte sıkıntı yaşamıyordu. Sadece bunu faaliyete geçirmiyordu. Yani insanlarla muhatap olmuyordu yani. Bu da onun umursamazlık ya da boş vermişlik sendromunda olduğunu gösteriyordu. Haklıydı belki de, hangi insan içimizde yanan yangını söndürebilir ki? Aciz haliyle bize merhem olabilir mi? Batı anlatsa ne olur ki halini, insanlar onu anlasa ne olur ki, giden geriye gelir mi? Yitenin yerine bir şeyler gelir mi, bozulan düzelir, eksilen tamamlanır mı?
Hayır hiçbiri olmaz. Batı da bunu anladığı için hayatın sillesini yemişçesine sessizleşmişti işte. Derin bir nefes aldım ve bu gecenin muhasebesini yapmak adına gözlerimi kapattım.
🔲🔲🔲
"Sonrasında zavallı psikolog intihar etti. Bir diğer vaka Amerika'nın Oklahoma eyaletinde gerçekleşti. Seri katil olmasının nedeninde psikolojik etmenler yatan hastanın tedavisi ile ilgilenen psikiyatrist Emma Wilson'un bir cinayete teşebbüs ettiği tesbit edildi. Filipinler'de gerçekleşen bir vaka ise yine psikiyatristlerle ilgili. Annesini on yedi parçaya ayırarak çeşitli çöp kutularına atan genç kızın tedavisi ile ilgilenen psikiyatrist Nam Pi'nin iki kediyi parçalara ayırdığı ve sonrasında akıl ve ruh sağlığına teslim edildiği bildirildi.
Selam ben Henna. Henüz 28 yaşındayım ve şimdiden iki bacağım kesildi. Geceleri şişelerce yudumladığım alkolden olduğunu söylüyorlar ama lanet olası doktorların bildiği hiçbir halt yok. Hepsi o annem olacak hippide. Eğer beni dünyaya getirmeseydi dahası babamın kim olduğunu bilecek kadar aklı olsaydı bu durumda olmazdım. Sol kolumu da alacaklarını söylüyorlar. Bu yüzden boğdum psikolog olacak manyağı. Benim bir suçum yok. O hep kendini beğenen taburlarıyla bana yaklaşıyordu. Lanet pislik bir de yüzümü tırmaladı. Bu yüzden ben de şikayetçiyim ne olacak. Ben de seni dava ediyorum lanet Walerin. Mezarın kalk ve hesaplaş benimle aptal. Bak önce kim geberdi. Sen mi ben mi? Sen mi ben mi? Sen mi ben mi!"
Videodaki hastanın etrafındakilere zarar vermesiyle sona eden görüntülerden sonra bir diğeri geldi. Önümde açık olan videoları izlerken Suat beyin gözü üzerimdeydi. Semih bu durumdan rahatsızdı ve izlememi istemiyordu ama bu konuda onun da payı olduğunu düşünüyordum. Batı ile olan alakamdan ötürü beni bu işten uzaklaştırmaya çalışıyorlardı. Ki Batı kendi başına gelmeyeceği için onu çağırmak adına beni kullanmaktı bir diğer maksatları.
Türlü feci hikaye izlettirdi Tolga Bey ve bu konuda da haksız olduğunu düşünmüyordum ama Batı hakkında yanılıyordu bence. Onun bu hastalar gibi olduğunu düşünmüyordum. Evet tedaviye ihtiyacı vardı ama bu çevresine verdiği bir zarardan ötürü değil, kendine verdiği zarardan ötürüydü. Eğer onu diğerleri ile aynı ortama gönderirsek iyiden iyiye kötüye gideceğini düşünüyordum. O özünde iyi bir insandı.
Video sona erdiğinde Tolga Bey masaya yan oturdu ve bana baktı. Ben de ona baktım ve hiç farkında olmadan her iki gözümden de birer damla yaş süzüldü. Ben farkında değildim ama bu video benim bilinçaltımı etkilemişti. Hüzünlendirmişti. Başka türlü gözlerimden akan yaşın bir açıklaması olamazdı.
Hızla gözyaşlarımı silerken "Gördün mü bak, sen de izlerken hüzünlendin," dedi Tolga Bey.
"Bir de onların yerinde olsan neler olurdu kim bilir?"
Semih bir peçete uzattı yavaşça. Alıp gözlerimde kalan yaşları da sildim ve derin bir nefes alarak Tolga Beye bakmaya devam ettim.
"O çocuk," dedi parmaklarını birbirine geçirerek.
"Kendi girdabına seni de çekebilir Hande. Sen bunu fark etmeyebilirsin tıpkı şu an ağladığını anlamadığın gibi. Buraya getir onu. İletişimiz ne kadar bilmiyorum ama onu bulan sensin ve bir nevi bizden daha yakınsın. Daha önce hiç görülmemiş bir vaka. Eğer bir çözüm yolu bulursak kurumumuzun dünyaya yayılacak ününü bir düşünsene. Hem o Batu mudur neyse onun çektiği videoları da koyarız. Finlandiya yanımızda halt etmiş olur. Sen ne dersin bu işe?"
Neden hâlâ bu kurumda olduğumu sorguladım. Ailemin tanıdıkları vasıtasıyla girişi pek de kolay olmayan bu ünlü şirkete girdiğime pişmandım. Evet yeni bir psikolog olabilirdim ama yakamı bu gibi acımasız insanlara bulaştırdığım için yoğun pişmanlıklar duyuyordum. Hoş eğer aileme Batı'dan bahsedecek olsam belki onlar da karışı çıkabilir beni ondan uzak tutmak isterlerdi. Hasta gözüyle bakarlardı ona ve o videoları... Ah onlardan birini görseler...
Derin bir nefes alıp bu zihinsel kaosun son bulmasını diledim bir an için. Kendi düşüncelerim içinde boğulacaktım neredeyse. Semih müdahale etti olaya.
"Tolga Bey bence çok fazla üzerine gidiyoruz. Sonuç olarak Batı eşsiz bir hasta evet ama kendi isteği olmadan gelirse bu pek sağlam olmaz. Onu buna ikna etmek gerekiyor ki en başta buna Hande'nin itimat etmesi lazım."
Semih bana çevirdiği bakışlarıyla şefkatle bakarken ben de ona baktım. Sarı saçlarını dağınık bırakmış, üzerine tam oturan siyah bir takım elbise giymişti. Takım elbise eskiden beri onu çok daha karizma gösteriyordu. Zar zor tebessüm ederek beni kurtardığı için minnet duydum. Beni Tolga Beye açıklayan kişi o olsa da endişe duyduğu içindi. Onu da anlıyordum. Sonuç olarak ben de değer verdiğim birinin tehlikede olduğunu düşünsem ben de elimden geleni yapardım.
Tolga Bey benim üzerime daha fazla gitmemek adına ya da Semih'in sözlerine itimat ederek odadan ayrıldığında Semih ile birlikte kaldık.
Ağlamıyordum ama elmacık kemiklerimden yaşlar süzülmeye devam ediyordu. Etkilenmiştim videolardan. Böylesine etkilenen biri olarak nasıl psikiyatrist olduğumu düşünüyordum. Her şey akademik bilgi ile olmuyordu işte. Bu iş için güçlü bir irade de gerekiyordu.
Yanımda oturan Semih derin bir nefes aldı ve bana dönerek "Onun yanına taşınmışsın," dedi.
Şaşkınlıkla ona bakarken bile elmacık kemiklerimden yaşlar süzülüyordu.
"Seni gördüm. Onunla birlikteydin."
Elimin tersi ile gözyaşlarımı silerken gözlerimi kaçırdım. Beni takip etmişti demek ki. Bu kadar mı endişeleniyordu? Beni takip edecek kadar mı? Ya aileme söylerse?
"Sen söyleyince inanmamıştım ama ona olan bakışlarından vardığım çıkarıma göre, gerçekten ondan çok etkileniyorsun değil mi?"
Ses tonundaki hayal kırıklığı ortamı olabildiğine geriyordu. Ne diyeceğimi bilemezken yüzüne bakamadan öylece dinliyordum.
"Ne buldun ki onda?" diye sordu ses tonundaki ağlamaklı tını yükselirken.
"Çok mu zeki, çok mu yakışıklı, çok mu zengin, ne yani ne?"
Bakışlarımı Semih'e çevirdiğimde dolu gözlerle bana bakıyordu. Çaresizlikten doğan bir perde vardı gözlerinin önünde pusu namına.
"Semih."
"Hım?"
Cevap verirken yutkunduğu için elmacık kemiklerinden iki yaş süzüldü.
"Ağlamana değmem biliyorsun değil mi?"
"Değer biçme konusunu ben yaparım biliyorsun değil mi?" diye sordu bana yanıt olarak.
"Ve ağlamak senin değerinin zerresi bile etmez."
"Buna gerek yok ama," dedim kendi gözyaşlarımdan taze olanları silip gülümsemeye çalışarak.
"Yani ikimiz de yetişkin insanlarız. Aşk oyunu oynamak için biraz fazla büyük değil miyiz?"
"Sence ben oyun mu oynuyorum seninle?" diye sordu kendini göstererek.
Başımı sağa sola sallarken yanlış anlaşılmak istemiyordum. Ama bu şekilde de işler zorlaşıyordu. Sonuçta kimse kimse için vazgeçilmez değildir. Zamanla her şey unutuluyor. Hem de öyle güzel unutuluyor ki, unutan bile farkına varmıyor. Sadece çektiği acılar yanına kar kalıyor ya da zarar. Buna ancak kişinin kendisi karar verebilir.
"Sadece yemek yiyelim ve gününün devamını bana ayır tamam mı?" diye sordu gözyaşlarını silerek.
"Eskisi gibi takılalım ve saatlerimiz öylece geçsin istiyorum."
Başımla tasdiklerken eski günlerin hatırına gülümsüyordum da gözlerimden yaşlar akmaya devam etmesine rağmen.
🔲🔲🔲
"Bize iki tam etli ekmek ve büyük boy ayran. Biber közlemesi de olsun. Bizim kız o olmadan yiyemiyor da."
Semih siparişleri verirken ben peçeteyi alıp eski günlerde olduğu gibi boğazıma bağlamıştım. O bu halime çok gülüyordu. Ve beni yine öyle görünce gülmeye başladı. Bir çocuk gibi üstüme döktüğümden alışkanlık olmuştu.
Yanıma gelip yanağımı sıktıktan sonra peçeteyi düşmemesi için sıkılaştırdı. Saçlarımı peçeteden özenle çıkarırken gören de boynuma kolye falan taktığını sanırdı. Alt tarafı önüme yemek dökmeyeyim diye boynuma peçete doluyorduk.
Karşıma oturmadan önce takım elbisesinin ceketini çıkardı ve yanındaki sandalyeye koydu. Beyaz gömleğinin bilek düğmelerini çözüp üç kere katladı. Kravatını çıkarıp Velet'inin üstüne koydu ve sarı saçlarından alnına düşenleri havaya dikti.
Bunların hepsi az sonra başlayacak olan etli ekmek savaşları içindi. İlk önce bitiren Konya şekeri alacaktı ödül olarak. Ve bu zamana kadar hep ben kazanmıştım. Yine de bu uzun zaman önceydi sanki. Yani Semih'in benden hoşlandığını söylemeden çok önce. Şimdilerde belki de bilerek yavaş yediğini düşünüyordum. Sürekli benim kazanmamın başka bir anlamı olabilir miydi ki?
Etli ekmekler önümüze geldiğinde eğilip ikimiz de üstünde tüten dumanı içimize çektik. Ölesiye sevdiğimiz şeylerden biriydi.
İlk yediğimiz an Konya'ya üniversite okumak için geldiğimizdi sanırım. Lahmacun sanıp yemiştik ve sonrasında müptelası olmuştuk. Bir gün Konya'dan taşınacak olsam özleyeceğim üç şey vardı. Bir etli ekmek, iki cam gibi havası, üç Konya şekeri ve dört. Dört yoktu pardon.
Ayranlar geldiğinde ikimiz de pipetleri içine batırdık ve üçten geriye kadar saymaya başladık.
"Üç."
"İki."
"Bir!"
Sürekli geldiğimiz bu lokanta da bizim bu yarışımızı bildiği için kimi videoya alıyor kimi "Bizimkiler başladılar yine," diye kendi aralarında konuşuyorlardı.
İkimiz de aç olduğumuz için aynı hızda gidiyorduk sanki. Ama Semih bu sefer fazladan hızlıydı sanırım. Ona yetişmek için bir iki kere çiğnemeden yuttum ama benim üç dilimim kala o son dilimi de ağzına attı. Üstüne kalan ayranını da içip közlenmiş biberlerden birini de yolladı ağzına. Ben ona ağzımda biriken lokmayla öylece bakarken bu sefer benim için yavaş yeme isteğinin olmadığını anladım. Eşit davranmıştı. Ve eğer başından beri eşit davranacak olsaydı meğer ben asla kazanamayacakmışım.
Kalan iki dilimi yavaş yavaş yerken gözlerimi devirerek ona bakıyordum. O ise istediği çeşitleri sayıyordu.
"Kakaolu Konya şekeri ve karışık meyveli olanları oluyor ya hani böyle iki renkli olan. Hah işte onlardan istiyorum."
Ayranımı höpürdeterek içerken Semih'in zafer naralarını bastırmaya çalışıyordum. İnsan sürekli kazanınca da kaybetmek çok koyuymuş be. Meğer ben hiç kazanmaya muvaffak olamamışım. Efkarlanıp bir ayran daha lokantacı diye bağıracaktım ki vazgeçtim.
Lokantadan çıktığımızda kalan parayı cüzdanıma koyuyordum. Kaybetmenin acısı tüm vücudumu sararken Semih beni bırakıp önden giderek şekerciye girmişti bile. Seçtiklerini kucaklayıp kasaya koyarken işaret parmağıyla gösterdi. Yüzümü buruşturup bu çocuksu halleri için trip atarken asıl temelde olan şey kıskançlıktı. Kazanmanın zevkini tattıktan sonra kaybetmenin acısı insanda fazladan sinir yapıyordu.
Şekerciden de çıkıp yürümeye başladık. Evimi bildiği için o yöne sapmıştı bile.
Karanlık Konya sokakları yürüyüş için oldukça uygundu. Yine de kuru soğuğu için aynı şeyi söylemek mümkün değildi.
Yan yana yürürken elindeki şeker poşetini sallayarak "Bugün bana yemek ısmarladın, hediye aldın," dedi poşeti yüzüme doğru tutarak.
"Hey sanki isteyerek yaptım," dedim yüzümdeki poşete vurarak.
"Olsun."
Omuzlarını silkeleyerek ağzından çıkan sıcak nefesin havaya karışmasına izin verdi.
"Sonuç olarak gönlümü almak için çaba sarf ettin."
"Semih."
Uyaran ses tonum bu şekilde anlamasının ona fazladan zarar vereceğini düşünmemdi. Eğer ona karşı hislerim varmış gibi düşünürse sürekli bir bekleyiş içinde olabilirdi.
"Şşt!" dedi aniden durup bana bakarak.
"Sadece bir günlük böyle hissetmeme izin ver. Bir çırpıda tüm geçmişimin elimden kayıp gittiğini görmek bana çok büyük bir eziyet veriyor."
İşaret parmağı hâlâ dudaklarının üstünde dururken gözleri nemlenmişti.
"Semih."
Bu seferki ses tonum hüzünlüydü. Onu böyle çaresiz görmeyi hiç ama hiç istemiyordum. Evimin olduğu sokağın ortasında öylece dururken Semih'e yaklaştım.
"Yapma. Yapma ne olursun. Benim bir yere gittiğim yok."
İşaret parmağı dudaklarından inerken yutkundu.
"Gidiyorsun. Yavaşça ona doğru gidiyorsun."
"Semih."
Dudaklarını ıslatıp derin bir nefes aldı. Gerçekten çok büyük bir ağırlık içinde olduğunu hissedebiliyordum. Omuzlarındaki yükü kaldıramayacak kadar ağırdı bu ağırlık.
Ona biraz daha yaklaştığımda yavaşça kollarını açtı. Şeker poşeti yavaşça elinden kayıp yere düştüğünde gözlerini kapatmıştı.
"Göster bana o halde."
Anlamamışça ona bakarken "Ona doğru gitmediğini göster," dedi.
Niye böyle yapıyordu bilmiyorum ama kadim dostluğumuzun hatırına onu kırmak gelmedi içimden ve iki adıma daha atıp sarıldım.
Ben ona sarılınca sanki tüm yük üzerinden kalkmışçasına gevşedi bedeni. Kolları yavaşça beni sararken başı başıma dayandı ve derin bir nefes aldı. Huzurun nefes alış verişini yapıyordu adeta.
Onun bu hali bende daha fazla huzursuzluğa yol açarken işimin çok daha zor olacağını düşünüyordum. Tüm bu engeller arasında Batı'yı onlardan uzakta tedavi edebilecek miydim? Onun dünyasına girebilecek miydim?
Ve geçiştirmek adına sarf ettiğim cümle... Batı'ya karşı gerçekten ilgi mi duyordum?
Bunu Semih'i uzaklaştırmak için dememiş miydim? Beni uzun süredir tanıyan biri bakışlarımdan bu anlamı çıkardıysa ben gerçekten de...
Gözlerim açık Semih'e sarılırken hiç beklemediğim bir anda onunla göz göze geldik.
Bir anda tüm bedenim kaskatı kesildi. Hiç beklemediğim bu karşılaşma olmaması gereken yerde, olmaması gereken anda, olmaması gereken bir zamanda olmuştu.
Gece ne kadar karanlıksa, ondan daha karanlık olan gözleriyle bana bakarken, anlık bir afallama yaşadı. O afallamaya sığdırdım tüm hayal kırıklıklarımı. O afallamanın kuyruğuna bağladım tüm umutlarımı. Sonrasında gecenin zifirliğine saldım başı boş bir uçurtma gibi.
Keskin bir ifade vermesini ben de beklemiyordum zaten. Yine de o gözlerini devirişi içimdeki milyonlarca hücreyi öldürmüştü sanki. Yere umursamazca kayan bakışları birkaç saniyeliğine durdurmuştu kalbimi. Aldığım nefes zehir, yuttuğum hava dikenli bir lokma gibi gelmişti. Adeta ezmişti beni tek bir hareketiyle.
Durduğum yerde kilometrelerce uzağına attığı umursamaz göz devirişi ve onu takip eden dikkate almadığını belli edercesine peş peşe gelen adımlar. Durup ilgilenmesini ben de beklemiyordum ama böylesine bir paçavra gibi kenara fırlatılmak da ağır bir iz bırakmıştı yüreğime.
Kasiyerlik işinden geliyordu sanırım. Siyah askeri boylarının bağcıklarını tam bağlamadığı için ipleri sallanıyor, siyah dar paça pantolonun üstüne doğru uzanan asker yeşili sweatine uyumlu bir mont giymişti. Siyah saçları yine dağınıktı ama olması gerektiğinden çok daha düzenliydi.
Gözlerini çevirdi ve ben eridim.
Bize doğru geldi ve ben kaskatı kesildim.
Umursamadan öylece yoluna devam etti ve sanki ruhumu oracıkta bıraktım.
Ona doğru yürümemiştim o gece. O benim yanımdan öylece geçip giderken, afallamış bakışları ve hemen sonrasında umursamaz göz devirişleri zihnimde tekrarlamaya başlamıştı bile.
Semih başını bana yasladığı ve gözlerini kapattığı için, Batı da bir daha bana bakmadığı için birbirlerini görebildiklerini düşünmüyordum ama ben görmüştüm.
Sanki beni salıverircesine ve aslında hiç benimsemediğini belli eden bir çift siyah gözün milim milim işlediği acıyı net bir şekilde görmüştüm.
🖤
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 1.01k Okunma |
273 Oy |
0 Takip |
42 Bölümlü Kitap |