16. Bölüm

16. Bölüm

Hacer Kübra Gümüş
hakugu

 

 

Ö K F

🔲🔲🔲

 

 

 

 

 

 

 

 

"Gece kelebekleri gündüz kelebeklerine benzemez. Onlar karanlığa aşık, gün ışığından uzak ve siyaha meftundurlar."

 

 

 

Ö K F

🔲🔲🔲

 

 

Suskun köleler gibi sessizce gelip geçti yanımdan. Tek bir kıpırtı bile yapamadan öylece geçmesini izledim. Yanlış bir şey yapmasam da sanki ihanet hissi ile dolmuştu yüreğim. Sebebi meçhul tuhaf hislerdendi işte ama olabildiğine rahatsız ediciydi. Ve sessizlik her zaman daha çok ses getiriyordu.

 

Yavaşça ayrıldık Semih'le. Onun minnet dolu bakışlarına karşılık bir tebessüm yaydım dudaklarıma. Bakışları yüzümde gezinirken daha fazla devam etmek istemedim.

 

"Pekala ben artık gireyim."

 

Hazır bulunmuşluk hali ile beni salıverirken güle güle demelerine gülümsedim ve binaya doğru yürümeye başladım. Üşüyordum sanki. Havanın soğukluğuna bakmadan içten gelen bir titreme sarıyordu tüm bedenimi. Batı'ya doğru yaklaştığım için miydi ki? Başka ne olabilirdi?

 

Binanın kapısından geçmeden hemen önce son kez Semih'e baktım. Sokak lambasının aydınlatıcı ışıkları altında durup gülümseyerek bana el sallıyordu. Artık gitmesi için başımla işaret verdim ve son kez el sallayarak binaya girdim. Kapıyı kapattığımda eski küf ve beton kokusu almıştı burnum. Bu kokuya kısa sürede öyle çok alışmıştım ki. Batı'yı andırıyordu. Yine de tuhaf bir şekilde hoşuma gidiyordu.

 

Karanlık olan binanın ışığını aramak adına elimi duvarda gezdirdim. Soğuk duvarın pütürlü dokusu parmaklarımın altında gelip geçerken düğmeye yaklaştığımı hissediyordum.

 

Biraz daha yürüdükten sonra irkilerek durdum. Parmaklarım yine benim gibi düğmeyi arayan birkaç parmağa dokumuştu zira. Korku ile elimi geri çektiğinde o bastı düğmeye ve aydınlandı bina.

 

Karşı karşıya geldiğimizde aramızda çok da bir yer olmadığının farkına vardım. Geri adım atarak ona baktım. Siyah montunun fermuarını çekiyordu ve içinde çalıştığı yerin kıyafeti vardı. Gece mesaisi başlayacaktı sanırım. Fermuarı tamamen çektikten sonra yeniden hareketlendi ve kapıya doğru yürümeye başladı.

 

Onun öylece geçmesini istemiyordum ama ne diyebilirdim ki? Konuşmayı ve irtibatta kalmayı seven biri değildi. Dahası acelesi var gibiydi. Yine de bir şeyler söylemek istiyorum. Biraz önceki sahne sebebi ile benden uzaklaşmasını istemiyorum. Bir şey düşün Hande. Düşün.

 

"A şey!"

 

Hızla arkamı döndüm, elini dış kapının koluna götürmüştü. Durdu. Ve ne diyeceğimi bekledi bir süre. Sonra sadece başını benden tarafa çevirerek baktı. Bakışlarında bir ifade yoktu ama sanki soğumuştu ışıkları. Ilık bir his veren o etkisi yoktu.

 

Gözleri yüzümde geziniyor bir şeyler söylememi bekliyordu. Bense onunla konuşmaya değecek ya da bir şey isteyecek herhangi bir kelime bulamıyordum. Asıl amacım bana bakmasını sağlamak değil miydi aslında? Göz göze gelmeye bir mahal sağlamak değil miydi isteğim? Şimdi bana bakıyordu bu gece renkli gözler. Beklenti dolu, merak dolu.

 

Yutkundum. Bir şeyler söylemekten vazgeçip, gözlerimle af diledim. Neden dolayı diliyordum bilmiyorum ama kendimi Batı'ya ihanet etmiş gibi hissediyorum. İhanetin bedeli olarak özür dilemeye de razıydım.

 

Sessizce bekledi. Herhangi bir şey söylemeyeceğimi anlayınca da çıkıp gitti. Ardından kapanan kapı ile binanın otomatik ışığı da kapandı. Sanki gidişi ile her şeyi alıp götürmüş gibiydi. Tesadüf mü tevafuk mu? Ben de böyle düşündüğüm için mi, yoksa zaten böyle mi?

 

Elim alışkanlık haliyle düğmeye basınca yeniden aydınlandı ama o yoktu. Gitmişti. Kapı kapalıydı ve ben yalnızdım.

 

Son kez kapıya bakıp merdivenlere doğru yürüdüm. Yavaş adımlarla çıktığım basamaklar beni nihayetinde katımın kapısına getirmişti. Batı olmayınca kapılarına bakmak da içimden gelmemişti. Yavaş hareketlerle kapıyı açıp içeri girdim ve kapıyı kapattım. Pencere hemen koşsam onu görebilir miydim ki? Hiç sanmam. Uzun bacaklarıyla gerçekten hızlı yürüyordu. Şimdiye mahallenin bu dar sokağını geçmiştir bile.

 

Kendimi oturma odasının rahat kanepesine attım bilinçsizce. Üzerimdeki mont ve elimdeki anahtarı bırakmadan gözlerimi kapattım.

 

Ne yapıyorum? Neredeyim? Ne yapmam lazım?

 

Bu sorular benim kendime sürekli sorduğum sorular ve bir amacım varsa da mutlaka sormam gereken sorular. Gözlerim kapalı her bir soruya cevap verirken, eğer çalıştığım yerden çıkarsam ya da onlara karşı herhangi bir adımda bulursam bunun Batı adına daha kötü sonuçlar doğurabilecek hatalara sebep olacağını düşündüm. Tolga Bey her şeyden haberdardı. Batı ile ilgilendiğimi biliyordu. Onun denek olarak kullanılmasını istemediğimi de biliyordu ama eninde sonunda onu kuruma tedavi için getireceğimi de biliyordu.

 

Gözlerimi çok az açıp saate baktım. Gece yarısına az kalmıştı. Saatin on ikiye yaklaşıyor olması tuhaf bir heyecana sebebiyet veriyordu. Batı'nın canlı yayınları gelmiyordu. Bu bir yönden iyi, bir yönden de kötüydü. Kendisine zarar vermesi taraftarı değildim ama onu özlediğim anlarda izleyebilmek güzel bir şanstı.

 

Tabii ya instagram hesabı!

 

Montumun cebinden telefonumu çıkardım ve Batı'nın hesabına birdim. Tahmin ettiğim gibi canlı yayın yoktu. Bunun yerine onu özlediğini bildiren yorumlarla doluydu tüm gönderiler. Ben de özlemiştim. Hemen birkaç dakika önce bana bakıyor olmasına rağmen ben de özlemiştim. Onunla konuşmalıydım. Saçma da olsa yanımda tutmak için birkaç kelime daha etmeliydim. Neden? Neden açılmadı o ağzım?

 

Tüm resimlerinde yavaş yavaş gezindim. Kendi ile alakalı pek bilgi vermiyordu. Kimse onu bulamazdı bu kısıtlı bilgilerle. Ama kimse de ondan vazgeçmiyordu. Mesaj kutusunun binlerce yazıyla dolduğuna emindim. Böylesine biri olduğu için şaşkınlık duymuyordum artık. İnsanlara hak veriyordum. Çünkü ben de o haldeydim. Ona hayran olmamak elde değildi. Yine de kendisine zarar vermesine katlanamıyordum.

 

İnstagramdan çıkıp telefonu yere koydum ve yeniden gözlerimi kapattım. Belki biraz uyursam düşüncelerin eziyetlerinden kurtulabilirdim.

 

Buna sığınarak uyumak adına derin bir nefes aldım ve zihnimdeki tüm düşünceleri sildim. Sonra da kendimi karanlığın o rahatlatıcı huzuruna teslim ettim.

 

🔲🔲🔲

 

Sabah güne mutlu bir şekilde uyandım tuhaf bir şekilde. Dün gecenin karamsarlığı uçup gitmişti. Uyumak iyi gelmişti. Erkenden duşa girmiş ve hiç alışkanlığım olmamasına karşın kahvaltı bile hazırlamıştım. Şimdi de bir fincan kahve içip işe gitmek için kapıdan çıkıyordum. Botlarımı giymek için eğildiğimde karşı kapı da açıldı.

 

Heyecanla ayağa kalktığımda Umut'la göz göze geldik. Sarı saçları dağınık ve uykulu bir haldeydi. Beni görünce gözlerini ovuşturdu.

 

"Hey serseri günaydın!"

 

Elimdeki botu nereye koyacağımı bilemeden ben de ona karşılık verdim.

 

"Günaydın Umut."

 

Kendi ayakkabılarını giydi hızlıca. Ve kapıda beliren Banu'ya baktı. Banu da ayakkabılarını giymeye çabalıyordu.

 

"Anne kaç defa diyeceğim sen gelmiyorsun!"

 

"Geliyorum bir kere!"

 

"Ya hızlıca geleceğim ben. Sen evde kal!"

 

"Hayır ben de geleceğim!"

 

"Of!"

 

Banu gülümseyerek Umut'un yanındaki boşlukta ayakkabılarını giyerek alttan bir bakışla bana baktı.

 

"Aaa günaydın komşu."

 

Bir yandan el sallayıp bir yandan ayakkabısını giymeye çalışırken Umut bıkkınlıkla tısladı.

 

"Hadi ama ya! Sabah sabah seni mi bekleyeceğim anne?"

 

"Ya tamam sus!"

 

Banu hem bana gülümsüyor hem de ayakkabılarını giyiyordu. Ayakkabılarını giyince "Umut!" dedi. Umut ne demek istediğini anlamak için annesine baktığında Banu işaret parmağı ille fermuarları işaret ediyordu. Oflasa da Banu'nun fermuarlarını çekmeyi ihmal etmedi. Tamamen hazırlandıklarında Banu önden gitmeye başladı.

 

"Yavaş ol anne."

 

Umut da onun peşinden kolmaya başladığında onları yalnız bırakmak içimden gelmedi. Biri çocuktu diğeri de ona yük olabilecek kadar çocuktu.

 

Ben de peşlerine takıldım. Banu önden sekerek giderken ben Umut'la yan yanaydım. Ellerini pantolonun ceplerine koymuş yavaş adımlarla giderken bana baktı.

 

"Ne o sen de mi ekmek alacaksın?"

 

Sorusu ile ona baktım ve ne diyeceğimi düşündüm. Hayır size göz kulak olmaya gidiyorum diyemezdim, bunu kabul etmezdi.

 

"Birkaç ihtiyaç var. Hazır siz giderken ben de geleyim dedim."

 

"İyi."

 

Umut yeniden önüne döndüğünde ekmeği neden onların aldığını merak etmiştim. Batı neden almıyordu.

 

"Babam gittiği için ekmek almak bize kaldı."

 

"Gitti mi? Nereye?"

 

Ani çıkışım ile Umut irkilmişti. Anlamlandıramadığım bir bakışla bana çevirdi gözlerini.

 

"Yani sizi yalnız mı bırakacak?"

 

Ne kadar açıklama yapabilmiştim tartışılır ama en azından yanlış anlaşılmasaydım iyiydi. Umut'la konuşurken neden bu kadar çekiniyordum bilmiyorum. Anlamlı bakışları ve mantıklı soruları beni köşeye sıkıştırıyordu her defasında.

 

"İş için gitti. Depo için malzeme mi alacakmış neymiş. Ne zaman döner bilmiyorum."

 

O böyle söyleyince ayaklarımda bir dermansızlık oldu. Gidemiyordum sanki. Ne zaman döneceği belli değil mi? Niye?

 

Derin bir nefes alıp esefle verdim. Bir şey demedim ama tüm moralim alt üst olmuştu.

Markette onların ekmek almasını beklerken ben de ufak tefek ihtiyaçlarımdan aldım. Hepimiz kasada ödemeyi yaptıktan sonra çıktık marketten. Aynı yolu Banu seke seke Umut da ona göz kulak ola ola yürüdüler. Ben hepsinin arkasında ikisine de göz kulak olurken hüzünden nasıl yürüdüğümü ne ne yaptığımı bilemeden geldim kalan yolu.

 

Eşyalarımı kapıdan içeri koyar koymaz yeniden binadan çıktım. Tek başıma yürümeye başladığımda müthiş bir özlem hissinin sardığını hissettim tüm yüreğimi. Gelecekti, ebediyyen gitmiş değildi ama neden bu kadar hüzünlüydüm? Henüz dün gece görmüştüm, daha dün gece göz göze gelmiştik, dün gece bana bakmış ne diyeceğim hakkında merakla beklemişti. Nedendi bu özlem?

 

Taksi durağına gelip birine bindim. İş yerimi tarif edip taksinin hızlanmasına bıraktım kendimi. Gelip geçen binaları sanki göremiyordum. Bakıyordum ama göremiyordum. Bakıp görmemek bu olsa gerekti. Niye? Ne oluyor? Karaltı halinde geçti onlarca bina. İş yerime gelene kadar nasıl bir yoldan geldim hiç ama hiç anlamadım.

 

Taksi ücretini verip binaya giriş yaptım. Tanıdık çalışanlara gülümsüyor, bildiğim yolda bilinçaltımla ilerliyor ama gerçekten de görmüyordum. Sadece bakıyor, ne yaptığımın farkına ise asla varamıyordum.

 

Ofisime geldiğimde Semih'i kendi masasını düzenlerken gördüm. Kahve bir takım giymiş sarı saçlarını da daha önce nadir bir şekilde gördüğüm haliyle havaya dikmişti. Ona da gülümsedim bilinçsizce sonra da yerime oturdum. Bilgisayarı açtım. Hastaları kontrol ettim. Stabil bir günde ne yapmam gerekiyorsa hepsini yaptım. Her şey aynıydı aslında. Ama değil.

 

Semih görüşmesi olduğu için çıktığında benim de görüşmemin olduğu aklıma geldi ve ben de kitap ve defterlerimi alarak çıktım. Hastalarımızla görüşmemiz için özel odalarımız vardı. Onları dinleyebilmek, fikir vermek ve ağlamalarına müsaade etmek için.

 

Kendi odama girdiğimde zaten birinin oturduğunu gördüm. Genç bir çocuktu. Siyah sweat giyiyordu. Hemen aklıma Batı geldi. Sweatinin bilek kısımlarını geri çekince ufak bir dövme göründü. Ve yine aklıma o geldi. Genç çocuk bana ifadesizce bakmaya devam ederken ona böyle anlamlı bir şekilde bakmamın tuhaflığına ilk ben vardım ve dudaklarımı ıslatıp derin bir nefes alarak defter ve kitaplarımı masaya koydum.

 

"Merhaba, hoş geldin."

 

"Hoş buldum."

 

"Ben Hande, seni tanıyabilir miyim?"

 

"Can. Adım Can. Soy adım kalsın olur mu?"

 

"Olur tabii," dedim ve defterime Can yazdım.

 

"Evet Can, sana nasıl yardımcı olabilirim?"

 

"Konuşun benimle," dedi sağ dizini ritimli bir şekilde sallayarak.

 

"Efendim?" Anlamayarak sorduğum soruya hafif tebessüm etti. Normalde hastalarımız anlatır biz sorardık ama o bana tam tersini söylemişti.

 

"Anlatın diyorum," dedi yeniden.

"Benden daha dertli görünüyorsunuz. Önce siz anlatın."

 

Onun beni anlayan bu tavrı ile şaşkınlık yaşasam da kendimi çabuk toparladım ve dudaklarımı düz bir çizgi haline getirecek kadar gülümsedim.

 

"Haklısın. Ama bu haksızlık olur. Ben dinlemek için buradayım," dedim.

 

"Pekâlâ, ilk seansımı sizi dinlemek için yapmak istiyorum. Kendi hür irademle. Olmaz mı?"

 

Kaşlarını mizahi bir yolla kaldırınca içten gelen bir şekilde gülümsedim. Başındaki kapüşonunu çıkarınca saç stilinin attan başlayan bir tıraşla kısa kesim olduğunu gördüm. Kulaklarına birkaç küpe takmıştı peş peşe. Yine de sıcakkanlı görünüyordu.

 

"Hımm. Eğer sen istersen olur tabii."

 

"Harika, anlat bakalım bana benzeyen o kişiye ne oldu?"

 

Bazı insanlar sizi bakışlarınızdan bile anlar. Ne düşündüğünüzü ne hissettiğinizi, hiç tanımasa bile anlar. Sanırım Can da şu an ayni şekilde beni anlıyordu.

 

Gülümseyerek ona baktım ama gülümseyişimin de esefi olduğunu anlamış olacak ki "Niye bu kadar üzüldün? Ne yaptı sana?" diye sordu.

 

"Bir şey yapmadı. Sadece," dedim.

 

"Özlemişsin," dedi.

 

"Hım?"

 

Şaşkınlıkla ona baktım. Bir anda beni böylesine tarif edişi şaşırtmıştı beni. Bir şans gibiydi. Onu ona anlatmam için verilen bir şans. Değerlendirmeli miyim? Bir kere daha Can'a baktım. Beklentili gözlerle bana bakıyor hadi dercesine kaşlarını kaldırıyordu.

 

"Gitmiş," dedim defterimin yaprağı ile oynayarak.

"Ne zaman geleceği belli olamayan bir yere gitmiş."

 

"Hım."

 

Başını hafif geriye yaşlasa da minik gülüşünü görebiliyordum.

 

"Dün gece son kez onunla konuşmaya çalıştım ama..."

 

"Aklına söyleyecek bir şey gelmedi değil mi?"

 

"Hı?"

 

"Onunla konuşmak heyecanlandırıyor seni."

 

"Ne? Yo hayır!" İki elimi sallayıp itiraz ederken o gülmeye devam ediyordu.

 

"Bu kötü bir şey değil ki psikolog hanım. Neden itiraz ediyorsun?"

 

"Hayır değilim, sadece merak ediyorum iyi olup olmadığını."

 

"Edersin. Bunda da kötü bir şey yok."

 

"Dediğin şey değil ama."

 

"Bugün onun olduğu yerlere gideceksin. Onunla alakalı yerlere bakacaksın. Onu bekleyeceksin. Onu düşünerek uyuyacak ve onu düşünerek uyanacaksın."

 

"Bak, o kadar da değil tamam mı?"

 

"O kişinin siyah sweat giyip, küpe takması ayrıca dövmeli olması sana herkesi ona anımsattırıyor ama. Emin ol bazılarımız bazılarımızı daha çabuk çözümler."

 

Can'a daha fazla itiraz etmek yerine sessizleştim ve diyeceklerini dinlemeye devam ettim. Kendi hayatından örnekler vererek anlattı birçok şeyi. Ona hak verdim çoğu defa ve bir an için kendimi onun yerinde onu da kendi yerimde düşündüm. Sonuç itibari ile dert seansı bitince Can ayağa kalktı. Batı kadar olmasa da uzundu. Elini uzatıp elimi sıkmak istedi. Ben de uzatıp sıktım elini.

 

"Bir dahaki seans kendimi anlatacağım. Yine de seni dinlemek güzeldi."

 

Ona gülümseyerek teşekkür eden bakışlarla minnetimi göstermeye çalıştım. Ve gidişini izledim.

Yeniden yerime oturduğumda elim telefonuma ve oradan da instagrama gitti. Bilinçsizce girdim Batı'nın hesabına ve bir haber bekledim. Yoktu. Hiçbir ekleme yapmamıştı. Derin bir nefes alıp hüzünle telefonu masaya yeniden koydum ve defterlerimi kitaplarımı toplayarak ayağa kalktım. Odadan çıkıp koridorda yürürken Can'ın söyledikleri geldi aklıma.

 

Acaba çalıştığı yere gitsem görebilir miydim ki? Bir kerecik gitsem olmaz mı? Ne zaman gelecek?

 

Ofise girdiğimde Semih Lale ile konuşuyordu. Lale de psikiyatristti ama genelde hastalarla ilgilenmek yerine uluslararası şirket tanıtımıyla uğraşıyordu. Semih'e karşı ilgisinin olduğunu da adım kadar iyi biliyordum. Ben içeri girince Semih bir anda toparlandı ve "Nerede kaldın?" diye sordu.

 

"Seans uzun sürdü biraz."

 

Eşyalarımı masaya koyarken Lale ile masama doğru gelmeye başladılar.

 

"Birlikte yemek yiyelim. Çok güzel bir restoran keşfettim. Nefis Çin yemekleri var."

 

Çin yemeği yemediğimi adı gibi iyi bilmesine rağmen teklif etmesi tuhaftı. Çin yemeklerini Semih severdi. Aslında ikisi de varlıklı ailelerin çocukları oldukları için tuhaf yeme alışkanlıkları yok değildi. Hayatımda hiç görmediğim şeyleri yiyorlardı bazen.

 

"Benim acil bir yere gidip gelmem lazım," dedim çantamın içine telefonumu yerleştirerek.

 

"Nereye?"

 

Semih'in morali bozulmuştu. O da gitmek istemiyordu Lale ile ama anlaşılan kırmak da istemiyordu. Bense Batı'nın çalıştığı markete gitmek için acele ediyordum. Belki bir ihtimal geldiyse onu görebilirdim.

 

Semih daha fazla şey soracaktı ama ben çoktan çıkmıştı bile ofisten. Sonradan acısını çıkaracaktı benden belli ki. Olsun şimdi tek yapmam gereken oraya gitmekti.

 

Binadan çıkıp taksiye bindim yine. Adresi verip hızlanmasını bekledim. Müthiş bir heyecan hissi ile dolmuştum. Geldiyse ne derdim? Acil bir şey gerekti derim ne olacak? Konuşur mu ki benimle? Hiç değilse hoş geldin derim. Geldiğim yerin binaları daha güzel görünüyordu gözüme. Onu görebilme ümidi hoş bir sarhoşluk hissi ile sarmıştı her tarafımı. Derin nefesler akarak heyecanımı bastırmaya çalıştım.

 

Marketin olduğu sokağa geldiğimizde taksiden indim ve karşıdan karşıya geçerek hızla girdim içeri. Hiçbir yere bakmadan koşarak kasaya doğru gittim. Gelmişti değil mi? Oradaydı değil mi? Mükemmel düzeniyle yeni gelen eşyaları yerleştiriyor ve elindeki aletle hesap yapıyordu değil mi?

 

Kasaya geldiğimde nefes nefese kalmıştım. Kasadaki çalışan orta yaşlı adam bana gülümseyerek bakıyordu.

 

"Bir şey mi istiyorsunuz hanımefendi?"

 

Sağa sola baktım. Yoktu. Gelmemiş miydi?

 

"Birine mi bakmıştınız?"

 

Batı'yı aradığımı söylersem belki o da ona söylerdi. Benim kendisini aradığımı öğrenmesini istemiyordum. O yüzden yine tek kelime edemedim. Başımı sağa sola sallarken gözlerimin dolduğunu hissediyordum. Hüzünle kapıya yöneldiğimde Konya soğuğunun yüzümü ısırmasına izin verdim. Herhangi bir koruma yapmadan öylece yürüdüm.

 

Nemlenen gözlerimde yaşlar biriktikçe akmak için gözlerimi zorladılar. Nihayetinde elmacık kemiklerim yaşlarla ıslandığından ben yürümeye devam ediyordum.

 

Neredesin? Niye gelmiyorsun?

 

Elimin tersi ile gözyaşlarımı silerken bir taksi çevirdim yine. Taksi yeniden beni götürürken bu sefer ağlıyordum. Sessizce ve hüzünle.

 

Şirkete geldiğimde ağlayışım durmuştu ama yine de hüzünlüydüm. Merdivenleri çıkıp odama girdim. Kimse yoktu. Zaten aç da değildim. Bilgisayarı açıp diler hastaların durumlarına baktım. Beni meşgul edecek herhangi bir şey, herhangi biri ile vakit geçirmeye çalıştım. Yalnız kaldıkça sürekli onu düşünüyor ve özlüyordum.

 

Yeni bir seans için odaya girdim. Sonra diğeri. Ve diğeri.

 

Günde en fazla üç kişiyle görüşmeme rağmen şimdiki gireceğim kişi on ikinciydi. Çoktan hava kararmış, insanlar evlerine gitmişti bile. Bense gelenleri çevirmek yerine konuşuyordum.

 

İçeri girdiğimde minik bir kızla karşılaştım. Çocuk psikiyatri olmadığım için onu direkt göndermeyi düşünmüştüm ama o erken davrandı.

 

"Merhaba annem için bir şey sorup çıkacağım. Ücreti ödedim. Lütfen dinler misiniz beni?"

 

On üç on dört yaşlarında olan bu kızın ne soracağını merakla beklerken "Annem sürekli ağlıyor," dedi.

"Size gelmeyi kabul etmediği için ben gelmek istedim. Ailemizde herhangi bir problem yok aslında. Yine de ağlaması bir türlü durmuyor. Lütfen yarımdımcı olun."

 

Saatlerce dinledim o küçük kızı. Gece geç saatlere kadar dinledim. Anlattım. Konuştuk. Çare bulmaya çalıştık. Sonunda zihnimi yoran bu gün için dinlenmek adında şirketten ayrılmaya geldi sıra. Semih geri gelmemişti. Lale ile yemekten sonra belki de bir yerlere gitmişti bilemiyorum. Büyük ihtimalle bana kırılmıştı. Dalgın olduğumu biliyor ve Lale'den onu kurtaramadığımız için trip atıyordu. Ama bilmiyordu ki ben de hiç kendimde değildim.

 

Taksi yeniden bizim evin sokağında durduğunda indim ve karanlık sokakta yürümeye başladım. Bu saatlerde gelmem pek uygun değildi bu mahalle için ama elimde değildi. Kendime onu unutturmaya çalışıyordum. Zamanın nasıl geçtiğini bilemeyecek kadar hızlı geçmesini ve zihnimi tamamen doldurmasını istedim.

 

Her zaman yüksek moralle girdiğim bu bina bir anda sünger gibi çekmişti tüm enerjimi. Neden? Bir insanın varlığı ve yokluğu bu kadar mı etki eder bir insana? Bu kadar mı yakar canını? Bu kadar mı özler bir insan başka bir insanı?

 

Binanın kapısını yavaşça açıp içeri girdim ve karanlıkta ışığı aramaya başladım. Keşke yine parmaklarına denk gelsem. Yine benim yerime açsan. Gelsen ve yine burada olduğunu bilsem. Çok özledim gerçekten.

 

Parmaklarım düğmeyi bulunca ortam aydınlandı ama kimse yoktu. Bomboştu.

 

Hüzünle derin bir nefes aldığımda kapıyı açık bıraktığımın farkına vardım.

 

Tükenen enerjimle yavaş adımlarla kapıya doğru yürüdüm ve kapatmak için yavaşça ittim. Zaten kapanmak için az bir yeri olan kapı kapanınca bakışlarımı yeniden hüzünle yere eğdirdim ve arkamı döndüm. Ayaklarımı yere sürte sürte yürümeye başladığım anda kapı açıldı.

 

Tüm tüylerim diken diken oldu o anda. Belki o değildi ama belki de oydu. Onlarca ihtimal arasında belki de oydu. Allah'ım lütfen!

 

Kapı daha fazla açılınca koridorun ortasında böylece dikilmenin tuhaflığıyla en azından arkamı dönüp kimin geldiğine bakmam gerektiğini düşündüm.

 

Ya o değilse? Eğer o değilse çok üzülürüm. Gerçekten çok üzülürüm. Ağlarım belki de.

 

Kapı yavaşça kapatılınca ben de arkamı döndüm. Benim dönüşümle o da döndü önünü.

 

Soğuktan üşüyen ellerini montuna yerleştirirken beklentili gözleriyle bana bakıyordu. Dün gece bu saatlerde, bu yerde yine aynı şekildeydik. Neden? Neden sana böylesine kapılıyorum Batı?

 

Gözlerimden akan yaşlar tüm günün acısı ile elmacık kemiklerinden süzülürken o ne olduğunu anlamayan şaşkınlık dolu bakışlarıyla başındaki kapüşonunu çıkardı ve ısıtmak için koyduğu ellerini yeniden dışarı çıkardı.

 

"Neredeydin sen?"

 

Sorduğum soru ile daha çok şaşırdı.

 

"Ne?"

 

Gerçekten ne soruyorum ben böyle? Ne diyorum? Kendine gel Hande!

Gözyaşlarımı hızlıca silip derin bir nefes aldım. Boş ver. İntikamını güzel aldın tebrik ederim.

 

Başını anlamadığını belli edercesine hafif sağa çevirdiğinde ona bir kere daha bakmadan merdivenlere doğru yürüdüm. Peşimden şaşkınlıkla uzun süre baktığında emindim. Haklıydı. Neden bahsediyorum ki ben?

 

Anlayabilir miydi içimde cayır cayır yanan ateşi? Susturabilir miydi çığlıklar atan bu özlem duyan minik kızı? Hissedebilir miydi titrek bir şekilde gözyaşı döken bu tuhaf hisli genç kızı?

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

🖤

Bölüm : 20.01.2025 21:00 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...