
Ö K F
🔲🔲🔲
"Sahipsizlerin gözyaşının rengi duyulmaz. Onlar renksiz ağlar, fısıltıyla güler."
•
Ö K F
🔲🔲🔲
İnsanoğlunun unuttuğu bir şey var. Hayatında yaptığı en büyük hata da bu unuttuğu şeyden kaynaklanıyor. İster güzel olsun ister kötü, tüm hataların başı o şeyi unutmaktan geçiyor. Unutmasa ve sürekli aklında tutsa aslında hiç de acı çekmeyecek belki de.
Unutuyoruz, her şeyin geçtiğini.
Zamanın geride tek bir eser bile bırakmadan her şeyi silip süpürdüğünü her defasında unutuyoruz.
Güzel olan da geçiyor, acı veren de, sevdiğin de, nefretle yaklaştığın da.
Ve geride yıpranan ve belki de tecrübelerle ayakta kalabilmeyi başarabilmiş bir beden kalıyor.
Batı'ya ne dediğimin farkında olmadan ağzımdan çıkanları düşünüyordum. Hangi mantıkla ondan hesap soruyordum ki? Anlamış mıdır onu beklediğimi? Yoksa beni tuhaf ve uzak durulması gereken bir insan olarak mı düşünmüştür?
Benim hakkımda kötü düşünmesini istediğim son kişi bile değilken eğer bir şekilde kötü düşünecek olursa kendimi asla affetmem. Dengesiz davrandığım için ve ona yaklaşmaya çalıştıkça, kendimden uzaklaştırdığım için.
Yine montumla uzanıyordum karanlık salonun üçlü kanepesinde. Gözlerim tavandaki avizenin loş ışıkları yansıtan elmaslarında geziniyordu. Ellerimi karnımda birleştirmiş yine sessizce düşünüyordum. Son zamanlarda gerçekten çok düşünüyordum. İnsan insana yalnızlık aşılar dedikleri bu olsa gerekti. Ben Batı'ya yaklaşmak uğruna kendimi yalnızlaştırıyordum farkında değildim.
Eğer o gece instagramda onu görmemiş olsaydım ve kurumun benden dolayı ondan haberi olmasaydı bekli de şu an bulunduğum durumda olmazdım. Batı da olmazdı muhtemelen. Videoları yapmıyor oluşu güzel bir adımdı ama ona ne yapıp da tedaviye ikna edebilirdim hiçbir fikrim yoktu. Dahası eğer kurumun ona olan bakış açısını düzeltmezsem bunun gel sorumlusu ben olacaktım. Daha önce görülmemiş bir vakaya sahip olması değildi beni ilgilendiren. Böylesine masum bir ailenin katledilir gibi bu noktaya gelmesiydi. Çok zor olacaktı yaralarını sarmak ama bir yerden başlamam gerekiyordu.
Eski günlerde Semih ile gittiğimiz kış gezilerini özledim. Semih'in ailesi gerçekten de çok varlıklı bir aileydi. Tüm öğrencilik hayatımda bir kere bile yokluk çekmemiştim onlardan ötürü.
Yalnız o trafik kazasının geçirildiği gün babasını kaybetmişti. O zamandan beri pek de iyi sayılmazdı. Yıllar oluyordu ama hâlâ o da ben de kendimize gelememiştik.
Semih'i de anlıyordum. Çok yakın arkadaşı bir anda değişmeye başlıyordu. Kendi içine kapanıyor ve başka birine aşık olduğunu söylüyordu. Üstelik onun da bana karşı duyguları varken.
"Ah! Olamaz!"
Yüzümü her iki elimle kapatıp, hayatı çok hızlı yaşadığımı düşündüm. Durup da hiç düşünemediğim Semih'in durumu bir anda hüzne boğmuştu beni. Babasının ölümünden sonra çökmüştü adeta. Hayata bakış açısı değişmiş ve tüm neşesi kaçmıştı. O günden beri sürekli yanında olan ben de ondan uzaklaşmaya başlıyordum işte.
Yattığım yerde iki kere dönüp sırtüstü yatış pozisyonu aldım ve yüzümü yastığa iyice gömdüm. Tıpkı bir deve kuşu gibi ve tıpkı onun gibi hiçbir şeyi görmek istemezmiş gibi.
Nefes alamayacak hale gelince yüzümü hızlıca kaldığımda derin bir nefes aldım.
Hafiften de sıcaklamaya başladığım için kalkıp üzerimi değiştirsem iyi olacak diye düşünüyordum. Karnım da açtı aslında. Bir şeyler de yemeliydim.
Kendimi zorla kaldırdım ve montumu çıkarıp askıya astıktan sonra dağınık koridora baktım. Henüz evini bile doğru dürüst yerleştirmeyen bir genç kız ne demeye düşünüyordu ki? Kendi içsel dağınıklığını toparlayamayan biri dışarıyı nasıl toplayacaktı?
Koridordaki dağınıklığı toplarken kapı zili çaldı.
Hiçbir komşu ile tanışıyor olmadığım için irkildim önce. Kim olduğunu anlamak için kapı deliğinden baktım ve boş alandan başka bir şey göremedim. Kimdi ki gece gece?
Kapıyı çok az açıp baktım. Umut'u görünce kapı demirini de açıp tamamen açtım.
"Efendim Umut, bir şey mi istemiştin?"
Kaşlarını çatarak dudaklarını ıslattı. Diyeceği her neyse çok önemli bir şeye benziyordu.
"Şey, sen şeyi biliyor musun?"
Kaşlarımı şaşkınlıkla kaldırıp dikkatimi tamamen ona verdim.
"Neyi?"
"Şey işte!"
Hafif sesini yükseltince merakım daha çok arttı. Umut'a dikkatle bakarken merdivenlerin oradan eli yüzü kırmızı olan Banu zıpladı önüme.
"Elma şekeri yapmayı!"
Bağırışı ile irkilip geri çekildiğimde Umut bıkkınlıkla gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı.
"Hadi yapalım hadi hadi hadi!"
"Anne Allah aşkına yapma şöyle ya! Saatin kaç olduğundan haberin var mı senin?"
"Sanan ne ya? Gel dedim mi hem ben sana?"
Banu Umut'a dil çıkarıp bana gülümseyerek bakarken elindeki tenceredeki şekerden parmaklarıyla yemeye devam ediyordu. Muhtemelen gıda boyası kullandıkları için yüzü ve elleri kırmızıya dönmüştü. Onun bu hali beni gülümsetirken merdivenlerden yine ses gelmeye başladı. Üçümüz birlikte gelen kişiye baktığımızda Batı elindeki bir poşet elma ile durup bize baktı. Herkes şaşkınlık içindeydi.
Batı büyük ihtimal Banu ve Umut'un beni çağırmasına şaşırıyordu. Biz de ona şaşkınlıkla bakıyorduk. Gecenin bir yarısı bu şaşkınlıklık hepimize fazla gelmişti.
Batı kapüşonunu çıkarıp siyah saçlarını serbest bırakırken "Bu kadar yeter mi? Açık başka yer bulamadım," dedi.
Banu sevinçle çığlık atıp onun yanına gitti ve elindeki poşeti alarak yeniden bana koştu.
"Bu kadar yeter mi komşu? Yeter mi? Onu yeniden göndereyim mi? Hı? Gitsin mi Batı? Hı? Hı?"
Batı'ya baktığımda başıyla sağ sol işareti yaptı. Hayır dememi istiyordu anlaşılan. Yeniden gitmek istemiyordu. Onu dinleyerek hızla "Yeterli yeterli," dedim.
"Bununla bir sürü elma şekeri olur."
"Yeeey!"
Banu kendi kapıları ile bizim kapımız arasında gelip giderken sevinç çığlıkları atıyor Umut annesinin bu davranışlarından ötürü kollarını göğsünde bağlamış sürekli bıkkınlık hali yaşıyor ve oflayarak ona bakıyordu. Batı da fırsattan istifade içeri girecekken "Hey nereye?" diye sordu Banu.
"Bize yardım etmeyecek misin?"
Batı ile yeniden göz göze geldiğimizde bir şey söylemedi ve beklemeye başladı. Banu üzülmesin diye tek bir muhalif davranış göstermiyordu. Bu onu hem masum birine dönüştürüyor hem de fazladan yük yüklendiği için hüzünlenmeme neden oluyordu. Tüm ağırlığı onun kaldırıyor olması bende müthiş bir hüzne sebebiyet veriyor ve ona yardım etme isteği dolmama neden oluyordu.
"Hadi komşu gel. Elma şekeri yapalım."
"Anne bir dur ya. Gecenin bir yarısı belki yorgundur. Sorman lazım. Gel dememen lazım."
Banu Umut'a bakıp çenesini titretmeye başladı. Hemen sonrasında da ağlamaya. Merdiven basamağına oturup ağlamaya başlayınca ne yapacağımı şaşırdım. Koridorun ışığını kapatıp hızla ayakkabılarımı giydim ve Banu'nun yanına oturarak "İyiyim ben çok iyiyim. Hadi gidip elma şekeri yapalım," dedim.
Ağlaması devam ediyordu ama bir yandan da bana bakıp gülümsemeye başladı. Onun bu çocuksu hali aslında çekilemeyecekmiş gibi görünse de insan onunla ilgilenirken tüm düşüncelerinden kurtuluyordu. İnsana tuhaf bir şekilde çok iyi geliyordu.
"Başlayalım mı?" diye sordum elimi açarak. Elime baktı bir süre sonra da gıda boyasından dolayı kırmızıya dönen elini elime sertçe vurup tutarak "Evet!" diye bağırdı.
Gülüşünü gördüğüm için yüzündeki gözyaşlarını da silmeyi ihmal etmedim. Kırmızıya dönmüşlerdi ama olsun.
Biz ayağa kalkınca Batı ve Umut geri çekilip bizim içeri girmemiz için yön verdiler.
Biz içeri girerek Umut Batı'ya yaklaşarak "Baba sence yarına sağ çıkabilir miyiz?" diye sordu.
Batı bir şey demedi ama karşılık olarak masum bir çocuk gibi bilmiyorum dercesine omuzlarını silkelediğini gördüm.
Direkt mutfağa geçtik. Batı ve Umut yapılacak bir şey beklerken ikisi de duvara yaslanmış kollarını göğüslerinde bağlamışlardı. Ben Banu'ya mutfak önlüğü giydirirken kendim de saçlarımı toka ile tutturdum.
Bir tencere alıp içine şeker ve suyu koyduk. Gıda boyasından ekleyerek kaynamaya bıraktık.
Banu elmaları yıkarken Batı yorgun olduğu için yaslandığı duvarda gözlerini kapatmıştı. Tüm gün belki de yoldaydı. Depo için malzeme alması yolda onu yormuş olmalıydı. Bir ara onun gitmesini söyleyecek olsam da Banu durmadı.
"Batı elmaları nereye koyacağız?"
Gözlerini hızla açıp önce nerede olduğunu anlamaya çalıştı. Belki de gerçekten uyumuştu.
"Makarnaların yanına."
Hep birlikte ona şaşkınlıkla bakarken uyanıp uyanmadığını düşünüyorduk. Büyük ihtimalle iş yerindeki raflardan birini söylemişti. Sonra kendi de yaptığı yanlışlığın farkına varmış olacak ki "Tepsi. Tepsiye koyalım," dedi.
Yaslandığı duvardan ayrılarak buzdolabına doğru yürüdü ve buzdolabının üstündeki geniş tepsilerden birini alarak bana getirdi.
"Bu olur mu?"
Onun uykulu gözlerine bakıp olmayacak olsa da olmaz demeye koyamadık ve hızla tepsiyi alarak başımla tasdikledim.
"Elmalara bu çubukları batıracağız değil mi?"
Umut elindeki çubukları bana gösterirken elmalardan birini alıp batırmayı da ihmal etmedi.
"Evet öyle yapacaksın ama dikkatli ol. Elma yerine eline bir zarar gelmesin."
"Çocuk muyum ben, tabii ki dikkat edeceğim."
Umut'un bu çıkışı ile sessizleşip özür dilemeyi düşündüm. Çocuk olduğunu adım gibi bilsem de bu çıkışından sonra kendimin çocuk olmadığı şüphesine bile kapılmıştım.
Batı siyah montunu çıkarıp sandalyelerden birine astıktan sonra Umut'un yanında yere oturdu. Krem sweatinin bileklerini çekip siyah saatini de çıkararak kenara koydu. Sonra o da Umut'a bakıp onun yaptıklarının aynısını yapmaya başladı.
Banu tencerenin içindekini kaynadığını görür görmez çığlık attı.
"Kaynadı! Kaynıyor! Bak komşu kaynıyor!"
Onun çığlığı ile irkilip tencereye döndüm ve biraz limon tuzu atarak kıvama gelmesini sağladım. Elbette biraz daha kaynamalıydı. Elma şekerinin şeker gibi sert bir hale gelmesi ancak böyle mümkün oluyordu.
"Biraz daha kaynamalı. Sonrasında elmaları içine batırıp çıkaracağız tamam mı?"
Banu sevinçle bana bakıp işaret parmağıyla biraz daha şeker alıp ağzına attı. Dili kıpkırmızı olmuştu. Sonrasında şekerden bir bölümünü de dudaklarına sürdü.
"Bak, nasıl olmuş?"
Onun bu tatlı hallerine gülerken "Çok tatlı olmuş," dedim.
"Şeker gibi tatlı olmuşsun."
Banu daha çok gülümsedi ve parmağına biraz daha şeker alarak "Hadi sana da yapalım," dedi.
O anda Umut seslendi.
"Hadi ama anne, rahat bırak serseriyi."
"Sen sus ben seninle küsüm."
"Babam da istemiyor hem yapmanı."
Banu hızla Batı'ya baktı.
"O halde babama sürerim ben de."
Gözlerimi sonuna kadar açıp Batı'nın ne tepki vereceğini merakla beklerken şaşkınlıkla elindeki çubuk ve elmayı da alarak ayağa kalktı.
"Hayır Banu. Bana yapma."
"Neden?"
Banu işaret parmağındaki kırmızı şekerle Batı'ya doğru yürürken bir yandan da gülüyordu.
"Bir kere süreyim hadi!"
Batı mutfağın köşesine doğru gidip durdu. Elindeki çubuk ve elma şekerini önüne kalkan gibi tutup Banu'nun gelmesini engellemek istedi ama Banu durmuyordu.
Şaşkınlıkla onları izlerken Umut esefle başını sağa sola sallıyordu. Evdeki tek çocuğun Banu olduğunu düşünüyor olmalıydı.
Batı köşeden kaçıp mutfağın çıkışına doğru koşunca Banu da onu takip etti ama omu durduracak kişinin sadece ben olduğumu düşünerek bağırdım.
"Oldu! Elma şekerinin şekeri oldu!"
Benim bağırmışımı duyar duymaz aniden duran Banu kapıdan çıkmadan hızla bana döndü. Parmağındaki şekeri ağzına atarak yanıma geldi. Nihayetinde Batı kaçmayı başarmıştı. Ve dinlenemesi için çok güzel bir yol olmuştu. İsteğim de zaten onun gidip uyumasını sağlamaktı. Aldığım bu zafer ile mutluluk duyarken Banu'nun yanıma gelmesini sevinçle karşıladım.
Umut tepsideki elmaları getirip bana verince ben de bir tanesini alıp şekerin içine batırdım. Birkaç defa döndürdükten sonra tamamen şekere bulunmasını sağladım.
Yavaşça elmayı şekerden çıkarıp tepsiye koyduğumda Banu mutlulukla alkışladı.
"Oldu! Oldu! Yaşasın elma şekeri yaptık! Hemen yiyebiliyor muyuz?"
"Hayır hayır. Biraz soğuması lazım."
Banu'nun biraz morali bozulsa da diğer elma şekerlerine dikkatini verdiği an yeniden eskisi gibi oldu. Tek tek yaptık hepsini. Sonrasında Umut denedi.
"Ya ne gerek var bu işlere. Anlamıyorum ki."
Büyük bir adam gibi bu direnişi komiğime gitse de sargıyla kenara çekilip elma şekeri denemesine izin vermekten geri durmadım. Onun da başarı ile elma şekeri yapışını seyrettikten sonra gerisini kendim tamamladım.
Tepsi elma şekerleri ile dolmuştu. Biraz erken soğuması için balkonun kapısını açtık biraz. Tepsiyi de önüne koyduk ve hızlıca soğumasını bekledik. Hatta biraz daha sabırsız olan Banu elma şekerlini üflemeye bile başlamıştı. Umut da ona eşlik edip birlikte üflemeye başladıklarında onları durmadım.
Dışarıdan gelen soğuk hava elma şekerlerinin üzerindeki sıcak dumanı daha belirgin hale getirirken onların üfleyelim dumanı bir sağa bir sola gitmesine neden oluyordu. Onlar için muhteşem bir oyun çıkmıştı. Sandalyede oturup onları izlerken tüm yorgunluğumun geçtiğini hissediyordum. Zihinsel, bedensel ve aklımı kurcalayan ne kadar sorun varsa hepsi tek tek uçup gidiyordu. Omuzlarımdan kalkan yükleri iki çocuk yüreklinin alıp götürmesi onların masumiyetinden kaynaklanmıyor da başka neydi? Bu dünyada hâlâ masum kalan bir şeyler varsa elbetteki çocuklardı.
Banu ve Umut donan elma şekerlerinden ikişer alıp içeri geçtiklerinde mutfağı toplamam gerektiğini düşündüm. Ortalık fena halde batmıştı. Yarın tüm bunları Batı'nın toplayacak olmasını istemedim ve yavaştan toplamaya başladım.
Bulaşıkları yıkayıp kırmızıya dönen her yeri yeniden eski rengine dönmesi için sildim. Kırmızı parmak izleri vardı her yerde. Banu hatta birkaç yere dudak izini de yerleştirmişti. Öpmüştü muhtemelen. O izleri silerken gülmeden edemedim. Buzdolabının beyaz kapağını birkaç defa öpmüştü mesela. Ve tost makinesini. Su ısıtıcını ve bulaşık makinesini. Ah hayır perdeyi de mi?
Tek tek sildiğim yerler gülümsememi çoğaltırken neredeyse temizlenmeyen bir yer kalmamıştı. Son kez kendi kırmızı ellerimi de yıkayıp gitmek için onların yanına uğramayı düşündüm. Oturma odasını da kırmızıya boyamış olabilirler miydi ki?
Islak ellerimi pantolonumun arka ceplerine silerek kurutmaya çalışırken koridoru geçiyordum. Oturma odasının ışığı yanıyor ve televizyonun sesi geliyordu. Orada olmalılardı. Banu ve Umut'a iyi geceler dileyip gidecektim.
Otuma odasının kapısına geldiğimde tüm kanepelerin dolu olduğunu gördüm.
İkili olanda Umut yatıyor, üçlü olanda Banu ve tekli olanda da Batı. Hepsi de uyuyordu. Televizyon açıktı ve hep birlikte uyuyakalmışlardı.
Onları böyle görünce nedense yüzümdeki tebessüm yavaşça silindi. Hepsi annesinin biricik evladı değil miydi? Hepsi çok kıymetli değil miydi? Onları bu hale getiren kişi bunu hiç düşünmemiş miydi? Hüzünle kırpılan gözlerim üzerlerinde gezinirken yavaş adımlarla odaya girdim ve köşede duran battaniyelerden birini alarak Umut'un üzerine örttüm. Diğerini alarak Banu'ya gittim. Elinde hâlâ elma şekeri vardı ve yüzündeki kırmızı izlere rağmen gülümseyerek uyuyordu. Hüzünlü bir gülümseyişle üzerini örttüm ve şekere bulanan saçlarını yavaşça kulağının arkasına getirdim.
Son battaniyeyi de alıp Batı'ya doğru yürümeye başladım. Yorgunluktan kendinden geçmiş gibi uyuyordu. sweatinin sıyırdığı kollarını bile indirememişti. Başı hafif arkaya gittiği için adem elması daha net bir şekilde görünüyordu. Ve dövmesi.
Gözlerini kapatınca kirpikleri ne kadar da uzun görünüyordu böyle. Kirpiklerinin gölgelerini sayabilirdim tek tek.
Yavaş ve derin nefes alış verişleri huzurlu olduğunu mu gösteriyordu?
Lütfen huzurlu ol. Bu dünyada en çok huzura ihtiyacı olan sensin. Bunu gerçekten çok ama çok istiyorum.
Battaniyeyi yavaşça üzerine örtmeye başladım. Bilekleri açık olduğu için kollarına da örtmek istiyordum. Yavaşça yukarı doğru örterken bir anda gözlerini açtı.
Yüzlerimizin arasında pek de bir aralık yokken irkilerek kalakaldım.
Hiç kırpmadı gözlerini bana bakarken. Bir şey mi diyecekti? Örtmemeli miydim?
Bir süre gözlerimde gezindi gözleri. Gece kadar karanlıktı. Bu kadar yakından bakınca ne kadar siyah olduğunun farkına vardım bir kere daha. Kar beyaz ten renginde simsiyah gözleri vardı. Gökyüzünü bile kıskandıracak kadar siyahtı. Geriye düşen siyah saçları da gözlerinden ödünç almış gibi karanlığın izlerini taşıyordu. Yine de dudaklarındaki masumiyet nişanesi o ifade yıldızlar gibi bir ümit belirtisi taşıyordu. Tamamen insanın içini karartmaktan ziyade aslında her insanın başına gelebilecek bir hüznün sonunda sürura erme isteğini anlatıyordu. Tatlı bir masal gibiydi sanki. Öyle hissettiriyordu.
Güzel şekilli kaşlarına eşlik eden gece rengi gözleri gözlerimden yüzüme kaydı. Yanaklarıma, dudaklarıma ve yavaşça yutkundu. Yutkunuşundan bile öyle bir yorgunluk akıyordu ki. Sadece tek bir refleksle onun yorgunluğunu tüm hücrelerimde hissediyordum. Bedensel bir yorgunluk değildi onunki. Zihni yorgundu. Ruhu yorgundu. Bu genç yaşında çok yaşlanmıştı.
Belki yaşıtları gibi bir kere bile içten gülmemişti. Sahi Batı daha önce hiç gülmüş müydü? Ben hiç görmemiştim.
Baygın bakışlarından hâlâ uyuyup uyumadığını anlamak çok zordu.
Zaten yavaşça kapanan gözleri pek de ayık olmadığını düşündürtmüştü.
Gözleri son kez kapandığında onu bir kere daha rahatsız etmemek adına battaniyeyi tamamen örttüm ve sessiz adımlarla ondan uzaklaşıp televizyonu kapattım.Odanın çıkışına geldiğimde lambayı da söndürdüm.
Sonrasında bu gecenin bende bıraktığı muhteşem huzurla kendi katıma geçtim. Bu gece de tarifi mümkün olmayan huzurun doruk noktasına ulaştığı o nadir gecelerden biriydi işte.
🖤
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 1.01k Okunma |
273 Oy |
0 Takip |
42 Bölümlü Kitap |