
"Akıttığım gözyaşlarıma ithafen..."
Ö K F
🔲🔲🔲
"Yalan söylemişti Gepetto. Pinokyo aslında iyi bir çocuk olamayacaktı. O da yalan söylemenin cezası olarak burnun uzayacak dedi. Sence de babadan oğula geçen bir meslek değil mi bu yalancılık? Ben bu şeylere hiç inanmıyorum. Batı masalları işte..."
Can'ı dinlerken batı demesi ile gözlerim açıldı ve dikkatim onda toplandı. Siyah dar paça pantolonu ve siyah deri ceketiyle siyahlara boyanmıştı bugün. Sağ bacağını solun üstüne yan şekilde yatırmış bir şekilde içindekileri aktarırken benim bu duygu değişimimi fark etmediğini sanmam büyük yanlışlıktı.
Yüzüme yaklaştırdığı sağ elindeki baş ve işaret parmağını şaklatarak irkilmeme neden oldu.
"Ahaa yakaladım seni."
Ne yakaladığını düşünürken parmak hesabına benzer bir şeyler yapıyordu.
"Son cümle. Masal olacağını sanmam, işte de olamayacağına göre senin bu çocuğun adı Batı olmasın?"
Gözlerim sonuna kadar açılıp şaşkınlıkla ona bakarken ellerini iki kere çırptı.
"Woah! Şu duygu değişimine bak psikolog hanım. Kesinlikle ama kesinlikle doğru tahmin ettim değil mi? Batı. İsmi Batı değil mi?"
Can'ın beni bir çırpıda çözüyor olması kendimi çok savunmasız hissettirse de bir yandan da memnundum aslında. Sonuç olarak birileri tarafından anlaşılmak çok güzel bir şeydi. Yine de bu noktada benim meslek biraz amacından sapıyordu. Ama belki de yanlış düşünüyordum. Benim Can'ı anlayabilmem için belki de önce onun beni anlaması gerekiyordu. Aramızdaki bu ilişki git gide derinleşirken hasta-doktor ilişkisinden çok dertleşen iki insana dönüyorduk.
Başındaki siyah bereyi düzelterek derin bir nefes aldı.
"Eee psikolog hanım. Dünyada tesadüf diye bir şey yoktur görüyorsun ya."
Yutkunarak derin bir nefes aldım.
"Bu konu aramızda kalırsa çok mutlu olurum."
Gözlerini kapatıp gülümseyerek başını tasdik için salladı. Sonra da sesini kısıp sessiz bir fısıltı ile "Bundan adın kadar emin olabilirsin," diye ekledi.
Ona güveniyordum nedensizce. Gözleri gülümseyerek benim gözlerimde gezindiğinde "Bugün benimle gerçekten çok konuştun psikolog hanım. O yüzden susma bana kalsın. Yani sırrın bende güvende tamam mı? Telaş yapma," dedi. Tam "Telaş yapmıyorum," diyecektim ki "Her ne kadar yapmıyorum desen de..." işaret parmağı ile gözlerimi gösterdi.
"Onlar seni ele veriyorlar."
Bakışlarımı ondan çevrip yana kaydırdığımda ne yapsam da ondan gizlesem diye düşünüyordum.
"Benden gizleyebileceğini sanmıyorum," dedi gözlerini kısarak.
"Çünkü bazılarımız, bazıları için bir sözlüktür. Diğerleri anlam veremese de biz," dedi kendini gösterirken "Türkçe karşılığını açıklayıveririz."
Gözlerim yeniden onu bulduğunda gülümsedim.
"Hey, seansa gelmeden kitap falan mı okuyorsun? Ne bu tuhaf cümleler?"
O da gülümsedi samimi bir şekilde.
"Ah evet."
Ellerini birleştirip hafif bir filozofik bir hava vererek "Okuduğum karakter kanıma işlemiş. Naif cümleler kurmak ondan bana miras kaldı sanki," dedi.
"Merak ettim kitabı. Benimle paylaşmaz mısın? Benim de çözmek ve naif cümleler kurmak istediğim biri var," dedim hafif mizahi ses tonu ile.
O da karşılık olarak aynı tonda devam etti ve "Kim o? Yoksa Batı denilen çocuk mu?" diye sordu.
Batı'nın ismi geçtiği için içten içe irkilsem de bunu Can'ın söylediğini bilmek güven hissi veriyordu. Gülümsedim. Onun bu samimi davranışlarına karşılık vermek adına gülümsemeye devam ettim.
🔲🔲🔲
Başlayacak olan 2. seans için beklerken Can'ın bıraktığı kitabı inceliyordum. Açıklamayı okuduktan sonra zamanlar arası iletişimle alakalı bir kitap olduğunu gördüm. Geçmişten gelen cevapların, günümüz mektuplarına karşılık olması çok tuhaftı.
İnsanın mektup yazıp cevap alacağı bir tecrübeli dosta sahip olası geliyordu.
"Ehven," diye okudum. Geçmişten cevapları gönderen kişiydi. Çok okumamama rağmen hoş bir etki bırakan kitabın kırmızı posta kutulu cildine tebessüm edip bakarken kapı açıldı. Hızla kitabı masaya koyup gelen kişiye baktığımda güzel bakışlı bir genç kız olduğunu gördüm.
Çok tatlı bir genç kız olmasına rağmen sadece bakışlarından büyük bir buhranda olduğunu anlayabiliyordum. Huysuz çocuklar gibi huzursuz bir ifade vardı beni de hüznüne ortak eden.
"Hoş geldiniz."
Gülümseyerek diyaloğu başlatan taraf olmak istedim. Çünkü böyle vakalarda her zaman bizim tarafımızdan adımlar olması gerekiyordu. Böyleleri genelde kapatıyordu kendini sıkıca. Açmak istemiyordu kimselere. Hatta çoğusu zorunlu geliyordu.
"Ben Hande. Sizi tanıyabilir miyim?"
Gülümseyen yüzüme karşılık hiçbir tepki vermedi. Fazladan daha da arttı yüzündeki somurtuş.
"Aslında biriyle tanışmak, daha doğrusu kendimi tanıtmak gibi bir niyetim yok."
Bu cümlelerinden içinde yıkılan gönül şehirlerinin derinliğini anlayabiliyordum. Çok kırıktı içi. Kırık dökük. Toplanmaya muhtaç ama toplanacak gibi de değil.
"Haklısın, benimki de soru," dedim hızlıca onu rahatlatmak adına.
"Peki aklında cevaplanması gereken soruların var mı?
"Aslında hayır. Ayrıca soruları ben değil sen soracaksın sanıyordum."
Soru sorduğumun bile farkında değildi. Ama durdurmadım.
"Bak. Buraya zorla geldim tamam mı?"
Evet bunu biliyorum. Kesinlikle ama kesinlikle biliyorum. Daha rahat bir pozisyon alarak onun da beden dili vasıtası ile rahatlamasını sağladım.
"Genelde isteyerek gelinecek bir yer değil doğrusu."
Önümdeki dosyalara bakıp tüm dikkatimin onda olduğunu ifade edip onu korkutmamak adına başka şeylerle ilgileniyormuş gibi yaptım.
"O halde ben birkaç soru sorabilir miyim?"
"Elbette. İşiniz bu. Bunun için para ödedik."
Psikolog olmanın en zor yanı, karşındaki kişiye karşı kendini savunamıyor oluşun. Çünkü genelde bize gelenler hep kendisini savunur. Böyle alışmıştır. Siz de kendinizi savunursanız ortam gerilir. Ancak siz de onu savunursanız bir zaman sonra bu savunma işlevi yavaşlar. Fevri cümlelerini yutarak onu savunmaya geçtim.
"Haklısın. Mesela en sevdiğin rengi sorsam..."
"Siyah. Net."
Konuşulacak tek bir konu yeterdi devamını getirmeye.
"Onun bir renk olmadığını söylüyorlar biliyor musun? Yani bilirsin. Karanlık gibi. Beyaz da aydınlık gibi. Sen ne düşünüyorsun bu konu hakkında?"
"Bence siyahın örtücülüğünü kıskananların uydurması."
"O halde senin de bir örtücü olduğun çıkarımına varabilir miyiz buradan? İsmini örttün mesela. Ya da zihnindekileri örtüyorsun. Siyah, sana benzediği için mi güzel?"
"Bilemiyorum. Doğrusu... Doğrusu şey... Buraya gelirken büyük bir önyargı ile geldim aslında. Sizin meslektekiler her şeyi bildiğini sanır. Bunu böyle yaptıysa sebebi şudur falan. Sadece içimden geldiği için yapmış olamam mı?"
Devam et Asel. Bana içindeki gerçek kişiyi göster.
"Ama sen önyargımı yıkmak üzeresin ve bu beni biraz ürküttü."
Ürkmedin. Hoşuna gitti ve bunu sürekli isteyeceğini bildiğin içi kendini koruma yöntemi olarak korkuyu öne sürüyorsun. Devam ediyordu.
"Siyaha gelecek olursak, aslında seviyorum ama bir yanım da nefret ediyor."
Sesi titremeye başladı.
"Ablamı kapkaranlık bir yere bıraktığım için, üzerine kara toprak attığım için nefret ediyorum ama içine düştüğüm bu boşluk da kapkaranlık ve ben ondan kurtulamadığım için kendimi ondan parça olarak görüyorum."
"Sanırım siyahı neden sevdiğini anladım. Aynı zamanda başka bir şeyi de anladım. Kendini suçlu hissediyorsun. İçinde bir yerlerde böyle bir duygu var."
Elime aldığım kalemle ona dair Notlar alırken devam ettim.
"Yeterince bilgi sahibi olamasam da pişmanlık seziyorum. Ya da bir yetersizlik. Neden bunu hissediyorum sence?
Bu sözlerim onda bir çağrışım yapmıştı. Hatırlatma görevini üstlenmişimcesine anılarına gitti kısa süreliğine.
"Bilemiyorum," dedi başını iki yana sallayarak.
"Ben pişmanlık olarak tanımlamazdım."
"Sen bir isim vermek ister misin o halde?"
"Böyle, içimdeki ruh çekilmiş gibi.
Onun bedeni öldü ama benim ruhum öldü. O gidince içimdeki her şey gitti sanki. Kof bedenden ibaretim. Yaşam ve ona dair hiçbir şeyi istemiyorum."
"O halde bakış açısı ile ilgili konuşsak mı biraz? Mesela siyahı toprağa benzettin. Toprağın altındaki karanlığa... Toprak o kadar kötü müdür sence?"
"Dünyadaki en sevdiğim kişiyi kucaklayıp götürdüğü için bence berbat bir şey. Mümkün olsa yer çekimine karşı çıkar ve ona ayağımı temas bile etmem. Hatta biliyor musun? Bu yüzden uzun süre evden çıkamadım."
"Pekâlâ," dedim anlattıklarının ağırlığı ile ezilirken. Ne denilirdi ki bu olay karşısında? Yine de bunu aşabilmesi için içine oluşturduğu boşluğu kapatması gerekiyordu. O yüzden elimden geldiğinde irdelemeye devam ettim.
"Ablan yanında olmuş olsaydı, ona ne söylemek isterdin?"
Sorum ile afalladı. Hem konuşmak istiyor hem de bundan hoşlanmıyordu. Bu araf durumu onu bocalamış bir hale sürüklerken cevap verdi.
"Bir daha beni bırakıp gidersen yüzüne sağlam bir yumruk atarım."
İsteği ile kaşlarımı çattım. Yine de onu yargılamam doğru değildi kesinlikle.
"Biliyorum kulağa delirmişim gibi geliyor. Doğrusu ben bile akıl sağlığımı koruduğuma şaşırıyorum."
Hiç şüphesiz tüm davranışlarımı güzelce analiz ediyordu. Nötr kalmak ne kadar zor olsa da kalmalıydım. Yanlış verilen tek bir izlenip karşıdaki kişiyi uçuruma sürüklerdi.
"Delirmişsin gibi algılayacağım bir şey yok ortada, endişelenme. Sadece ablasını çok seven bir kız kardeş görüyorum karşımda ve eminim ki o da seni çok seviyordu. Aranızda muazzam bir bağ vardı anlaşılan. Yine de," dedim derin bir nefes alarak.
"Gittiğinde böyle olacağını bilseydi çok üzülürdü. Bunu da düşünüyor musun? Yani seni izliyor olduğunu.
"Elbette." Hızla cevap verdi. "Zaten bunu bilsin istiyorum. Artık öfkem sevgime galip."
"O halde onunla tartışmayı dene. Karışındaymış ve duyuyormuşçasına.
Tüm bu şeyler zihnini harap etmeden dışarı çıkmalarına izin ver."
"Delirme yolunda sağlam adımlar ile ilerlememi mi istiyorsun yani? Malum kendi kendine konuşana deli derler."
Açık sözleri karşısında gülümsedim.
Böyle algılandığı için üzgünüm ama nefretinin bir sonucunun olmadığını görmeni istiyorum."
"Bir sonuç istemiyorum ki. Ben hiçbir şey istemiyorum artık."
Böyle bir durumda biz bile zorlanıyorduk işin açığı. Söylenecek bir şeyin olmaması bizi lal kölelere döndürüyordu. Susuyorduk onların karşısında. Her ne kadar mesleğimiz gereği bir deva bulmak durumunda kalsak da bizim de karşıdakinin acısı ile eridiğimiz vaka hiç de azımsanacak türde değil.
🔲🔲🔲
İş dönüşü evimin olduğu sokağa girmiştim ki hiç beklemediğim bir görüntü ile karşılaştım.
Banu ve Umut kaldırımda bağdaş kurmuş duruyorlardı. Arada Umut kalkıp Banu'yu kaldırmaya çalışsa da sonunda pes edip yerine oturuyordu.
Hava kararmıştı. Etrafta kimse yoktu ve kaldırım buz gibiydi.
Yürüyüşümü hızlandırarak onlara yetiştim.
"İyi akşamlar ne yapıyorsunuz burada?"
İkisi aynı anda bana baktı. Banu gülümserken Umut bıkkın bir nefesle gözlerini devirdi.
"Serseri geldi tam oldu."
Şaşkınlıkla onlara bakarken "Biz de seni bekliyorduk. Hadi gel bize katıl."
Banu'nun ne demek istediğini açıklaması için Umut'a bakarken aynı bıkkın ifade ile "Bence sen hiç gelme. Gelmesi gereken tek bir kişi var o da babam," dedi.
"Niye ne oldu ki?"
"Söz verdi!"
Banu'nun bağırışı ile irkildim.
"Lunaparka götürecekti. Söz verdi işte söz verdi."
"Anne bugün demedi o. Bugün değil. Yarın dedi."
"Bugün işte. Bugün! Babam gelmeden şuradan şuraya kalkmam."
Umut da ona bağırdı.
"O senin baban değil, benim babam!"
"Hayır. Benim de babam bir kere!"
İkilinin kavgalarının yükseldiğini görünce bir çözüm yolu düşündüm. Gidip Batı'yı çağırmaktan başka çarem yoktu.
Ellerimi açarak onları sakinleşmeye çalıştım.
"Tamam. Ben şimdi gider babanızı çağırırım tamam mı? Lütfen sakinleşin."
"Evet, çağır çağır!"
Banu sevinçle bağırırken Umut ona arkasını döndü ve kaşlarını çatarak başını çevirdi. Bu ikisi gerçekten birbirine girmeden Batı'yı çağırsam iyi olacaktı.
Çantamı sıkıca tutarak koşmaya başladım. Batı'nın çalıştığı yer buraya çok da uzak değildi. Koşuşumu hızlandırarak ona ne diyeceğimi düşündüm.
Nefes nefese kalarak A101'in kapısından içeri girdiğimde gözlerim Batı'yı arıyordu. Bir an önce ona ulaşmalı ve haber vermeliydim. Her iki kapıdan da geçip hızla yürümeye devam ettim. Yalnız ortalık o kadar karışıktı ki tuhaf giden bir şeyler olduğunu seziyordum. Normalde Batı'nın olduğu yer asla düzensiz olmazdı. Acaba burda değil miydi ki?
Hızlı hızlı yürüdüm reyonların arasında. En son kasaya ulaştığımda orada olduğunu gördüm. Önündeki malzemeleri aletten geçerken müşteriye bakmıyordu bile. İş kıyafetinin üzerine siyah kapüşonlu bir ceket giymişti. Kapüşonunu takmadığı için siyah saçlarını net bir şekilde gözlemleyebiliyordum ve daha önce çok da dikkatimi çekmeyen minim siyah küpesi de kulağında parlıyordu.
Ben ona ulaşamadan birkaç müşteri daha sıraya girmişti bile. Bu gidişle onu eve götürmek çok zor olacaktı.
Yürüyüşümü hızlandırarak kasaya geldim. Müşterilerin yanından geçerek ona daha çok yaklaştım. Sadece önüne baktığı için beni görebilmesi neredeyse imkansızdı. Kendimi ona göstermeliydim. İki kere öksürdüm.
"Şey bakar mısınız?"
Sadece yanımdaki müşteri baktı. Müşteriye gülümseyerek bakıp çağırdığım kişinin o olmadığını belirtmeye çalıştım.
"Batı, bakar mısın?"
İsmini söylerken o kadar çekiniyordum ki sanki çok yanlış bir cümle kuruyormuşum gibi tuhaf bir çekimserlik hissi sarıyordu tüm bedenimi. Bu çekince ses tonuma da yansımış olacak ki duymamıştı. Neyseki müşteriler yetişti imdadıma.
"Kasiyer Bey sanırım sizi çağırıyor hanımefendi."
Batı bakışlarını önce önündeki müşteriye çevirdi. İfadesiz ve gece renkli bir çift göz müşterinin yüzünde gezinirken beni işaret ediyordular.
Hafif şaşkınlıkla beni buldu gözleri. Yavaşça aydınlandı göz mercekleri. Kaşları merakla kalkınca "Şey, kusura bakma rahatsız ediyorum ama acil eve gitmen gerekiyor," dedim bir çırpıda. Nefes nefese kaldığım için ve aramızdaki mesafeye karşı koymaya çalıştığımdan dolayı tuhaf bir izlenim bıraktığıma emindim.
Soracağı sorular olduğunu anlayabiliyordum bakışlarından.
Neden? Ne oldu? Banu ve Umut iyi mi?
Önündeki müşterilerden dolayı hiçbir şey soramamıştı ama. Sadece omuzlarını silkeleyip ne yapabilirim dercesine çaresiz bir bakış göndermişti.
Müşteriler bittikçe ona daha çok yaklaştım. Her yeni müşteride bir kere göz göze geliyorduk. Bir şey demeden önüne dönüp malzemeleri geçmeye devam ediyordu. Nihayetinde sıra bana geldiğinde aramızdaki kasaya ellerimle tutunarak "Banu ağlayarak dışarıda bağdaş kurmuş oturuyor. İçeriye alamıyoruz. Lunaparka gidecekmiş. Söz vermişsin," dedim.
Bir çırpıda söylediğim her şeyleri dinlerken sırasıyla şaşırdı, kaşlarını çattı ve ne demek istediğimi hatırlamaya çalıştı hemen sonrasında hatırlayarak yoğun bir çabaya düştü. Verdiği sözü hatırladığı için ve Banu'nun tam olarak ne yapacağını tahmin ettiği için ne yapacağını düşünüyor gibiydi.
O düşünceler içinde kıvranırken önündeki müşteri de gitmişti. Ben yaklaştım kasaya.
"Aslında ben kaldırmak istedim ama söz verdiğin için sen gelmeden önce kalkmayacağını söyledi ve..."
Devam edecektim ama Batı'nın beni dinlediğini hiç sanmıyordum. Bugün depoya yeni malzemeler gelmiş olmalıydı. İçerisinin bu kadar dağınık olmasının başka açıklaması olamazdı zira. Kara kara henüz açılmamış kolilere bakarken beni görebileceği bir açıya gelerek "Eğer istersen," dedim bana baktı.
"Ben yardım edebilirim."
Gözleri benim gözlerimde gezinirken bir şey demedi ama başıyla tasdikledi.
"Şey, eşyaları tam olarak nereye koyacağımı bilmiyorum tabii."
Yine bir şey demedi ve hızlıca kasa bölümünden çıkarak yanıma geldi. Önümden yürümeye başladığında onu takip ettim. Temizlik ürünlerinin olduğu yere geldiğimizde küçük bir koliyi aldı eline ve üzerindeki bantın kolay açılış şeklini göstererek hemen yanında yazan markasını gösterdi.
"Yapman gereken tek şey," dedi malzemeleri kutudan çıkararak. "Markalarına göre raflara dizmek."
Ciddiyetle onu tasdiklerken hemen yanına geldim ve diğer kolileri açmaya başladım. O diğer tarafa geçerek hızlı şekilde diğer kolileri açmaya başlamıştı. O'na yardım etmekten büyük keyif alsam da benden uzaklaşması hoşuma gitmiyordu. Yan yana eşyaları yerleştirmek istedim nedensizce. Git gide ona daha yakın olma isteğimi bastıramıyordum bir türlü. Yine de bunun onu çok rahatsız edeceğini düşünüyordum. İçimde büyüyen bu bastırılamayan hissi içimde tutmaya devam etmek en iyisiydi. Bunca sıkıntı arasında benimle uğraşacağını hiç sanmıyordum.
Kendi raflarımı bitirince buzdolabına geçtik. Burada işler daha karışıktı. Elime aldığım yoğurtlar markalarına baksam da raflarda ismi yazmıyordu sanki.
Ben yoğurt kutularına bakarken Batı geldi ve önümdeki ağır kutuyu bir çırpıda kaldırarak yanımdan geçti.
Yoğurtları dolaba yerleştirirken aslında yerlerini benim bulamadığımı anladım. Ve yine anladığım bir diğer şeyse Batı'nın ben taşımayayım diye gelip kutuyu kaldırdığıydı. Birkaç dakika onun bu jesti ile hayranlıkla bakarken hemen sonrasında bakışlarımı önüme getirdim. Kendine gel Hande. Karşındaki insan seninle oyun oynayacak biri değil. Ciddiyetini sabit tut.
Meyveli sütleri rafa yerleştirirken Batı bir kere daha geldi yanıma. Bu gelişleri her defasında beni heyecanlandırıyor, tedirgin ediyor ve tuhaf bir bocalama hissi bırakıyordu. O gelince işimi bırakıp ona bakıyordum. Bir şey mi diyecek? Bir şey mi isteyecek?
Elimdeki meyveli sütle ona bakarken yerden diğer koliyi aldı ve dönmek üzereyken "Ah, o sanırım buranın," dedim yanımdaki sucuk bölümünü göstererek. Yoğurtların altında olduğu için yanlış mı anlamıştı ki acaba? Pek bir ifade canlanmayan gözleri ile kutuyu inceledi ve benim doğru söylediğime karar verince daha fazla açıklama yaptım nedensizce.
"İstersen içindekileri göstereyim."
Benden bunu istememesine rağmen ondan takdir alabilme ihtiyacı ile kavrulan yüreğim devam ediyordu.
Koli üstündeki bantı açarken kutuya bakıyordu. Elimdeki meyveli sütle bir yandan koli içindekileri çıkarırken o kollarındaki kutuyu taşımaya devam ediyordu. Aslında pek mantıklı davrandığım söylenemezdi ki zaten işler daha da tuhaflaştı.
Kutunun içinden bir halka çıkarırken istemsizce avuç içlerimde sıktığım meyveli süt patladı ve ciddiyetle koliye bakan Batı'nın yüzünü, benim yüzümü, her ikimizin üzerini çileğe boyadı.
Batı yüzünden gözünden çilekli damlalar akarken gözünü zor açıyordu. Ağzım açık ve müthiş bir pişmanlıkla ona bakarken fevri bir hareketle elimi gözlerine götürdüm.
Hızla gözlerini sildiğimde bana bakıyordu. Ne yaptığımı, ne yapmaya çalıştığımı hiç bilmiyordum. İyice batırmıştım. Afallayarak küçük bir tebessüm sunmak istedim ama onu beceremedim sanırım.
"Ço-çok özür dilerim. Ben sadece, elimdeki bu şey..."
Bir kere daha sıktığım kurutan sütler fışkırdı yüzüne. Kutuyu fırlatıp atmak ya da kendimi çöp kutusuna tıkmak istiyordum o an. Henüz yeni sildiğim gözlerinden yine damlalar süzülürken dudaklarındaki damlaları diliyle içeri aldı ve gözlerini kapatarak "Sorun değil," dedi.
Hemen sonrasında gözlerini çok az açarak "Gerçekten sorun değil. Sadece o şeyi uzaklaştır olur mu?" diye sordu.
Başımla hızlı hızlı tasdikleyip kutuyu ondan uzaklaştırmak adına kolumu sonuna kadar açtım. Gözleri açılan koluma kaydı ve hemen sonrasında beni bulduğunda dudaklarında ufak bir tebessümün yayıldığına şahit oldum. Gözlerimin şenlendiği o an dudaklarında takılı kalmıştım. Çilekli sütler dudaklarından çenesine akarken o ilk defa teşhis ettiğim şekliyle gülümsüyordu.
O. Gülümsüyordu.
Kaşlarım onun bu büyüleyici tebessümü karşısında ne yapacağını şaşırmışçasına havaya kalktıklarında bu sahneyi ömrümün sonuna kadar izleyeceğimi düşündüm. Bir insan...
Nasıl? Yüzünden çilekli süt damlarken bile hayran olunası olabilirdi ki?
Tebessümü kısa falan sürmedi. O sanki bugün bunu bilerek yapıyormuşçasına gülümsüyordu bana. Minnettar mıydı? Teşekkür mü ediyordu? Hiçbir fikrim yoktu ama bildiğim bir şey varsa ben bir yalanın gerçeğine tanıklık ediyordum. Semih'e sunduğum birine aşık olduğum yalanı gerçeğe veriliyordu muhtemelen. Yoksa onun ufak bir gülüşünde bu kadar takılı kalmamın başka açıklaması olamazdı.
🖤
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 1.01k Okunma |
273 Oy |
0 Takip |
42 Bölümlü Kitap |