
İnstagram hakugu
"Dönme dolap gibiydi hayatlarımız.
Döndükçe tepetaklak olduk.
Döndükçe ters gitti her şey.
Döndükçe yitirdik düze çıkma umutlarımızı."
Ö K F
🔲🔲🔲
Nefes nefese koşmaya devam ederken, önden giden Batı'nın bu kadar hızlı koşmasına şaşırıyordum. Sakin duruşuna nispetle oldukça atikti. Ona yetişmekte çok zorlanıyordum. Düzenli nefes alış verişlerim sayesinde arayı çok açmamıştım ama bu kesinlikle onun hızlı koştuğunu geri plana atamıyordu. Beyaz spor ayakkabısı, siyah dar paça pantolonu, siyah sweati ve her attığı adımla sağa sola savrulan saçları...
Baksam da göremiyordum sanki. Kendi attığım adımıma dikkat etmekten ona dikkat kesilemiyordum. Nereye gideceğini biliyor olsam da nedensiz bir kaybetme hissi vardı. Bu hisle birkaç saniyede bir ona bakıyordum.
Döndüğümüz sokaklar, girdiğimiz yollar, geçtiğimiz binalar...
Rüzgar gibi geçti dedikleri bu olsa gerekti. Aklımda bulunsun eğer Batı'dan bir şekilde kaçacak olursam onun beni mutlaka yakalayacağını unutmamam gerekiyordu. Bu çocukla koşu yarışına girilmezdi kesinlikle.
Göğsüm nefes alışımı zorlayıp acı bir şekilde beni rahatsız edince "Ah!" diye inledim. Ayaklarım yavaşlayınca ona bile bakamadan durdum ve eğilerek derin nefesler almaya başladım. Ağzımdan, burnumdan her yerden nefes alıyordum sanki. Hayatımda daha bu şekle girdiğimi hatırlamıyorum. Fiziksel hareketlerden hoşlanmadığım için koşu gibi olan aktiviteler bana bir hayli yabancıydı. Hele ki bu çocuk! Ah!
Aldığım nefes tüm damarlarımdan geçerken yakıyordu sanki bedenimi. Gözlerimi kapatıp derin nefesler almaya devam ettim. Bedenim eğik bir şekilde olduğu için yüzüm yere bakıyordu ve kaldırımın taşlarından başkasını göremiyordum. Bir süre öylece nefes almaya devam ettim.
"Eğer daha önce koşmuş olsaydın böyle idmansız kalmazdın! O çoktan gitmiştir bile! Bunca yaşın boyunca sadece oturdun!"
Kendi kendime kızarken Batı'nın çoktan gittiğini düşünüyordum. O hızla giden birinin zaten arkasındakileri görme ihtimali neredeyse sıfırdı.
Nefesim yavaşça düzene girince doğruldum. Gözlerim boş yola bakınca hayal kırıklığı ile güldüm.
"Ne bekliyordun ki? Tabii ki de koştu gitti."
Elimle krem trençkotumu sertçe çırpıp yürümeye devam ettim. Boş sokak, kararan hava yere sürten botlarım. Onu takip ederken ne kadar eğlenceliydi. Sanki dünyanın en faydalı işini yapıyormuşum gibiydi. Şimdi yürümek bile anlamsız geliyor. Evime birkaç adım yer kalan şu kısacık yol için taksi mi tutsam acaba? Taksi var mı diye arkama da baktım ama hangi taksi bu daracık sokağa girerdi ki? Tuhaf ve çocuksu davranışlarıma aldırmadan yürümeye devam ettim. Tüm boş sokak benim yere sürten ve istemsizce hareket eden bot sesimle inlerken sokağı döndüm. Başım yerde kollarım çuvala dönen bedenimin yanlarında cansız bir şekilde sallanırken sokak lambasının aydınlattığı biri vardı kenarda.
Nefes nefese kalmış ama beklenti ve karanlığın elinden geldiğince aydınlatmaya çalıştığı yine de birkaç sokağını karanlıkta bırakarak es geçtiği bakışlarıyla bana bakan bir vardı orada. Elleri pantolonun ön ceplerinde, kapüşonunu tamamen başına geçirmiş ve sırtını sokak lambasına dayamış bir şekilde bekliyordu.
Ayaklarım bir santim bile hareket etmeden öylece durdum. Şaşkınlık ve merak dolu gözlerimle onunkilere bakarken o olduğu yerden ayrılıp yürümeye başladı. Sokak lambasının ışıklarının yok olduğu o karanlık sokağa girene kadar beni beklediğinin farkına varamadım. Ne zamanki onu yeniden gözden kaybettim o zaman aklım başıma geldi.
Batı'ya yeniden yetişme amacıyla koştum ama bu koşuşum kısa sürmüştü. Yavaş yürüyordu. Karanlığın içinde yakaladım yine onu. Aniden durup adımlarına uyum sağlamaya çalıştım. Her attığı adım için bir adım ekledim ayaklarıma.
O önde, ben arkada yürüyorduk.
Sokak lambaları gelip geçiyordu bu sefer de. Bir aydınlanıyor her yer, bir karanlığa gömülüyordu. Tıpkı hayatımız gibi. Bugün gülerken, yarın ağlıyor oluşumuz gibi. Bugün dertliyken, yarın huzur dolu oluşumuz gibi.
İşte şimdi ona daha rahat bakabiliyordum.
Beyaz spor ayakkabılarının sardığı ayakları bile belli bir düzen içinde ilerliyordu. Sanki görünmez bir çizgi var ve onun üzerinde yürüyordu. Ama böyle robotik değil de, candan kandan bir insan gibi. Uzun boyu ona zayıf bir beden verse de göründüğünden daha güçlü olduğunu biliyordum. Öyle olurdu zira. Zayıf görünenler, diğerlerine nispeten daha güçlü olurdu. Zaten onları zayıflatan da altında ezildikleri dertleri değil miydi?
Bu noktada Batı, görüp görebileceğim en güçlü insandı.
Tuhaf bir karakteri vardı diyemem. Ama insanların ona böylesine bağlanıyor oluşu hayrete düşürüyordu gerçekten. Düşündüm. Onu sadece videodan gören insanları düşündüm. Çoğusu vahşet için oradaydılar. Hayatlarına bir anlam katmak ya da anlamsızlık içinde boğulmak için. Karanlık dünyalarını daha da karartmak ya da kendilerine yapamadıkları işkenceyi bir başkası üzerinden seyretmek için. Hoş ben de sadece video üzerinden Batı'dan etkilenen biri değil miydim?
Şimdiyse, görüşüm daha da derinleşmişti.
Batı'dan hissettiğim en özel duygu güvendi. Tuhaf bir şekilde ona çok güveniyordum. Bir abi gibi güven veriyordu insana. Bunu en başta yapmıştı aslında.
Yine bir Konya akşamı yollarda ikimiz varken beni kendisinden uzaklaştırmıştı. Bundaki amacı beni korumaktı. Ne yazık ki saha sonra korkunç bir şekilde tecrübe etmiştim. Yine de bunu çok net biliyordum ki sadece bana karışı değildi bu davranışları. Herkese karşı samimiydi. Güven vericiydi. İçinde kıyametler kopan bir insanın dışarıya ılık bir rüzgar hissi vermesi ne kadar sağlıklıydı? Bu içsel fırtına onu yavaş yavaş eritmez miydi?
Batı! Gerçekten iyi misin?
Durup iyiyim ben diye dönüş yapmasını öyle çok isterdim ki. Yine de adım kadar emin olduğum bir şey dava vardı ki Batı'nın asla sıkıntılarından yakınacak bir insan olmadığı. Bir kere bile aramızdaki diyaloğu onun başlattığına şahit olmamıştım. Konuşsa bile dertlerini anlattığı biri var mıydı ki?
Böyle içini çeke çeke ağladığı, sarıldığı biri var mıydı? Sevdiği, gönlüne aldığı, özlediği biri var mıydı? Hep böyle miydin sen?
Yürüyüşümüz görüş açımıza giren sokak lambası ile sona erdi. Banu bağdaşını bozmadan otururken Umut ona elindeki sandviçi yedirmeye çalışıyordu.
Batı onları görünce durdu. Bir süre izledi tıpkı benim gibi. Zor gibi görünüyordu. Zordu. Yine de Banu ile ilgilenmek daha öncesinde de şahit olduğum üzere insana huzur veriyordu. Şu yapmacık şeylerle dolu dünyada insana gerçek bir ananas suyu gibi tat veriyordu.
Batı yeniden yürümeye başlayınca ben de onu takip ettim. Banu'nun hemen yanında durduğunda ellerini bir kez daha pantolonun ön ceplerine koydu. Banu Batı'yı fark eder etmez gözlerini kapattı ve kollarını alınmış bir kız çocuğu edasıyla göğsünde çapraz bağladı.
Batı'nın gülümseyip gülümsemediğini çok merak ediyordum çünkü şu an Banu'nun yanaklarını sıkmamak için kendimi zor tutuyordum. Çenesini de hafif yukarı kaldırınca sanki fark edemiyormuşuz gibi göz ucuyla Batı'ya bakış atmaya başladı.
"Ihım!"
Batı'nın bu sesi de beni gülümsetmişti. İkilinin arasındaki tatlı etkileşime hayrandım.
"Bu soğukta, soğuk kaldırımda, kara gecede kimi bekliyorsunuz leydi Banu?"
Leydi Banu mu?
Batı mıydı gerçekten bu kişi? Onu görmeyi isterdim bu halde. Sırf bunun için de belli etmeden yürüyerek karşısına geçtim. Hayır gülümsemiyordu ama surat da aşmıyordu. Banu'nun gönlünü almaya çalışıyordu.
Hemen yanında oturan Umut elindeki sandviçi streçlemeye çalışırken arada bir annesine bakıp gülümseyerek başını sağa sola sallıyordu.
"Babamı bekliyorum sayın Batı bey. Lütfen ışığımı kesmeyiniz."
Banu'nun bu konuşması ile yeniden ona odaklanmışken Batı başı ile tasdikledi ve iki adım atıp sokak lambasının önünden çekildi.
"Beni bağışlayın ama babanızı neden bekliyorsunuz?"
Banu göz ucuyla bir kere daha Batı'ya baktı ve "Kendisi ile lunaparka gidecektik. Söz vermişti de," dedi.
"Hımm."
Batı da tıpkı Banu gibi kollarını göğsünde çapraz bağladığına Banu'nun çaktırmadan gülümsediğini gördüm. Batı'ya karşı büyük hayranlığı vardı. Tuhaf bir şekilde çok seviyor ve gerçekten ondan onay bekliyordu. Batı'nın onu taklit ediyor olması onu delicisine mutlu etmişti.
"O halde bu geceyi bana lütfeder misiniz? Ben sizi babanız yerine lunaparka götürebilir miyim?"
Banu'nun gözler hızlıca açıldı. Kolları çözüldü. Buzun suda eridiği gibi eridi ve yavaşça yerden destek alarak ayağa kalktı. Yavaş hareketlerle Batı'ya yaklaştı ve yine yavaşça koluna girdi. Tüm bunları yaparken gözlerini tam açmıyor, küs tavırlarına devam ediyordu. Yine de benimle göz göze geldiğinde gülümsemeyi ihmal etmiyordu.
Banu ile Batı önden yürümeye başladıklarında Umut yanıma geldi ve onlara bakarak "Aslında," dedi sandviçten bir ısırık alarak "birbirlerine o kadar çok benziyorlar ki, kesinlikle ama kesinlikle kardeşler!"
Umut'a daha yakından baktığımda hâlâ Batı ile Banu'ya bakıyor ve başını sağa sola olumsuz bir şekilde sallayarak gülümsüyordu. Benimle böylesine yakından irtibat kurabiliyor olması o an çok hoşuma gittiği için içimden geldiği şekliyle gülümsemiştim. Sonrasında ise elim benden habersiz havalandı.
Parmaklarım onun saçlarına dokunduğunda, sandviçten bir ısırık daha almak için açılan ağzı öylece kaldı ve tüm vücuduyla şoka girdi. Elim şefkatle onun başını okşarken sadece gözlerinin bana kaydığını hissedebiliyordum. Hareket etmiyordu. Eskisi gibi fevri de davranmıyordu. Ne bileyim sanki onu sevmem için fırsat veriyor gibiydi. Diğer çocuklar gibi şımarmasını beklemem imlansızdı ama bu onun çocuk olduğu ve sevilmeye ihtiyacı olduğu gerçeğini de değiştirmiyordu.
"Saçların tozlanmış sanki. Banyo yapma zamanın gelmiş sanırım."
Gözleri şaşkınca yeniden önüne döndüğünde elindeki ekmeği indirdi ve ağzını kapatarak "Şu an tam olarak Ne yapıyorsun?" diye sordu.
"Seni seviyorum."
Gözlerinin büyüdüğüne yemin edebilirdim. Hayatında hiç duymadığı bir cümleydi muhtemelen. Belki de söylememem gerekiyordu bilemiyorum.
Hızla başını yan tarafa çekti ve kaşlarını çatarak bana baktı.
"Bana yapmaman gereken şeylerden biri," dedi ne diyeceğini bilmez bir halde.
"Bana dokunamazsın! Bu-buna nasıl cüret edersin?"
Tepki vermeden öylece ona baktım ve dudaklarımda hafif bir tebessümün yayılmasına izin verdim.
"Bi-bir de gülüyor musun yani?"
Başımı sağa sola sallayarak olumsuz yanıt vermek istedim ama tebessümüm devam ediyordu.
Devam etmedi. Elindeki ekmeği de sıkıca tutarak sert adımlarla yürümeye başladı. Ardından izlediğim birkaç dakika içinde duracağını biliyordum nedense. Sanki ayakları gitmiyordu. Balı tadan bir kişinin devam etmeye olan iştahı gibi geri geri gitmek ister gibiydi. Yine de Umut, tahminlerimin de fevkinde bir olgunluktaydı.
"Gel! Annem bir de senin için soğukta beklemesin. Seninle dönme dolaba bilmek istiyormuş."
Bir çırpıda söylediği cümlelerden sonra yeniden yürümeye başladığında ikiletmek istemediğim için onu takip etmeye başladım.
Böylece, o gece, o uzun sokakta, en başta Batı ile Banu kol kola, ortada Umut arada saçlarına bakar halde, en sonda ben hepsine dikkat kesilmiş bir halde yürüdük. Bir bütündük. Aramızda mesafeler olmasına rağmen, aynı yöne doğru ilerleyen bu kalpler bir bütündü. Adımlar farklı şekilde atılıyordu ama aynı yöne atılıyordu. Niyetler farklıydı ama amaç aynıydı. Ve bizler, o gece tamamen bir bütündük.
Otobüs durağına gelir gelmez gelen otobüse bindik. Batı ile Banu ikili koltuğa oturdu. Banu başını Batı'nın omzuna yasladı ve camdan dışarıyı seyrederek sürekli bir şeyler anlatmaya başladı. Umut ve ben arka arkaya tekli koltuklara oturduk. Benim bakış açım Batı'lara dönük olduğu için Umut'un ara ara camdan bana baktığına şahit oluyordum. Benden sonra saçlarına bakıyor, sonra yeniden bana bakıyordu. Gülümsemesini de isterdim. Mutlu olmasını, bir kere daha saçları ile oynamamı istemesini. Kim bilir sarılırdık belki. Ama o asla böyle bir şeyi istemedi. Bunu aklından bile geçirmedi muhtemelen.
Yolculuk kısa sürmüştü. Lunaparkın kapısının önünde indiğimizde Banu "Çarpışan arabalar!" diye bağırdı.
Hep birlikte ona baktığımızda "Benimle çarpışan arabalar şerefine nail olur musunuz Batı bey hanımefendi? İşe yaramaz babam verdiği sözü unuttu da..."
"Anne bey ile hanımefendi aynı yerde kullanılmaz!"
Banu Umut'u duymamazlıktan geldi ve alttan verdiği tehditle Batı'nın vereceği cevaba stratejik bir başlangıç yapmış oldu. Batı tedirgin bir şekilde dudaklarını ıslattı ve bir sonraki adımı atmadan önce dikkatle düşünürcesine "Elbette, siz nasıl isterseniz," dedi.
Banu istediğini almışçasına Umut'a burun kıvırırken ikisi önden gitmeye başlamıştı bile. Umut bıkkınlıkla nefes verdi.
"Ah! Şu annem gerçekten bazen beni sinir ediyor!"
Umut da sinirle içeri girdiğinde Batı çoktan dört jeton almıştı bile. Dördümüz bir halka oluşturduğumuzda hepimiz birbirimize baktık. Kim kiminle oturacaktı?
"Ben babamla oturacağım!"
Banu bunu söylediğinde Umut itiraz etmedi. Annesinin istediğini kabul edercesine başı ile tasdikledi. Batı ile Banu arabalarına doğru gittiklerinde Umut ile ben kaldık. Umut bana bakmıyordu ama ayağı ile betonu kazarken "Hadi, gitmiyor muyuz?" diye sordu.
İtiraz eder sanıyordum. Biraz önce başını okşadığım için o da Batı için savaşır sanıyordum ama öyle olmadı. Onu bekletmemek adına elimdeki jetonla arabaya doğru yürürken o da peşimden geliyordu.
Herkes yerine oturduğunda hareket de başladı.
Başta her şey normaldi. Ta ki, direksiyon başında olan Banu ile Umut birbirine girene kadar...
Dönen direksiyonlar, birbirine çarpan arabalar, öne doğru fırlayan ben ve Batı. Banu ve Umut'un gözlerini hırs bürüdüğü için onlar hiçbir şeyin farkında değildi ama birilerimizin iç organları birazdan yerlere saçılacaktı.
Batı çok sarsılmamak için arabanın kenarlarına tutunduğunda onun bu haline gülecek vaktim bile yoktu. Anne oğul canımıza kast etmiş gibi hunharca kullanıyorlardı arabaları.
En sanki çarpığımızda hem ben hem Batı tutunduğumuz yerlerden koparak öne doğru kaydık. Benim tüm saçlarım önüme uzandığında Batı'nın kusmamak için yüzünü buruşturduğunu gördüm.
Saçlarımı yavaşça geriye attığımda onunla göz göze geldik. O benim karman çorman olan saçlarıma, ben onun bembeyaz kesilen yüzüne baktım. Bence ikimiz de birbirimize zavallı gibi görünüyorduk. Yine de zavallı olmak kimimlerine göre bambaşka bir şeydi.
Tüm bu vehamete rağmen gülümsedim.
Batı'nın bu gülümsemeyi seyretmeye bile fırsatı olmadan Banu yeniden çevirdi direksiyonu. Arada Batı müdahale etmeye çalışsa da katiyen karıştırmıyordu.
Güzel ama mide fesadı ile geçen bu süre, arabaların elektriğinin kesilmesi ile son buldu. Ben ve Batı koşarak alandan uzaklaştığımızda içinizdekileri çıkarmak için müsait bit yer arıyorduk. Banu ile Umut ise kapışmaları bitmemişçesine iki kovboy edasıyla olay yerinden ayrıldılar.
🔲🔲🔲
Yeni gelen jetonlar dönme dolap içindi. Nispeten daha iyi olan midelerimiz ayakta durmamız için kolaylık sağladığından dolayı Batı ile ben daha iyi bir şekilde binebilmiştik.
Umut yine benim yanıma, Batı ile Banu da yan yana oturmuşlardı. Ben ve Batı karşı karşıyaydık. Dizlerimiz arasında kısacık bir mesafe varken o şehri seyrediyordu. Banu gözlerini kapatmış bir şekilde yine Batı'nın omzuna yaslanmıştı ve Umut da diğer bölümdekilerle birlikte yüksekliğin keyfini çıkarıyordu.
Hemen karışımda olan Batı'ya olan bakışlarımı engelleyemiyordum. Yorgundu. Çok yorgundu. Bitmek tükenmek bilmeyen bir zihinsel yorgunluğu vardı. Bakışları neresi olduğunu bilmediğim bir yere odaklanmıştı. Onun baktığı yere bakıp, gördüğü şeyi görmek isterdim. Ne hissettiğini bilmek isterdim. Tıpkı Umut gibi ona yaklaşmak isterdim. İçini güzelce döksün isterdim. Bu güzel insanın mutlu olmasını isterdim.
Ellerini önünde birleştirmişti. Parmaklarındaki yara bantları azalmıştı. Bu iyiye işaretti değil mi? Kendine zarar vermiyor oluşu çok ama çok iyiydi. Güzel şekilli parmaklarını seyrettim bir süre. Yara bandı olan parmağıyla oynuyordu bazen bilinçsizce. Düşünceleri hareketlerini yönlendiriyordu belki de kim bilir.
Dönme dolap tam tepeye geldiğine şehrin ayaklar altında olması, gecenin sunduğu muhteşem sadelik sadelik zevki ve ışıklandırmaların sunduğu görsel şölenle hepimiz bir kere daha mutlulukla dolduk. Batı mutlu muydu bilmem. Bunu yüz ifadesi ile gösterecek biri değildi ama mutlu olmalıydı. Banu mutluydu çünkü. Umut mutluydu. Mutlu olmalıydı.
Tüm bunları düşünürken büyük metal yığınının sıkışmasına benzer bir ses duyuldu ve hemen sonrasında yükselen çığlıklar. Ne olduğunu anlayamadan diğer bölümler gibi bizim bölüm de sağ tarafa devrilince halatın koptuğunu anladık. Batı çevik bir hareketle demirlerden tutunduğunda hem Banu, hem kendi güvenli bir yere geldi. Umut sol tarafta olduğu için o da kendine bir yer bulmuştu ancak ben ne olduğunu henüz anlayamadan tüm sağ taraftakiler gibi kendimi aşağı doğru sallanırken buldum. Tutunduğum demirler olmasaydı yere çakılan diğer onlarca kişiden biri olabilirdim muhtemelen. Çığlık atacak vakit bile bulamadan öylece sallanıyordum. En yüksekte olduğumuz için ne korkum daha da artmıştı. Gecenin soğuğunda tüm nefesim kesilmişçesine sallanmaya devam ederken beni ilk fark eden Umut oldu.
"Serseri!"
Onun çığlığı ile Banu ve hemen sonrasında Batı da baktı. Batı'nın gözleri önce şaşkınlıkla hemen sonrasında telaşla açıldığında onu yadırganamazdım. Ben de ne olduğunu anlayamadan bu hale gelmiştim zira.
Buraya kadar her daha hafifti. Ta ki halatlardan biri daha kopana kadar. Ellerim yavaşça demirden kaymaya başladığında tiz bir çığlık attım.
"Kayla!"
Batı'nın bağırışı beni bastırdığında benden tarafa doğru geldiğini fark ettim.
"Ba-Batı! Lü-lütfen kurtar beni!"
"Şşşt! Tamam! Dur, dur!"
Elleri kollarımı sıkıca kavradığında çekmeye çalıştı ancak aşağıya sarkan bedenim çok daha güçlüydü.
Kolları daha fazla sardı. Belime dolandı. Ağlamaya başlamıştım. Titreyen bedenim daha fazla dayanamayacağımı biliyordu. Zira aşağıda oluşan çığlık feryad, bir yanda cehenneme dönen bu alanda çaresizlikle boğuşuyordu insanlar.
Tutunduğum dermilerden birinin iki ucunun olduğu yerden çıkması ile birlikte Batı'nın bilekleri kana bulandı. Kesilen yerlerden hızla kan akarken ağlayışım daha da arttı.
"Yapma! Tamam yapma! Bırak beni!"
Bileklerinden akan kan yüzüme damlarken bir an olsun bırakmıyordu beni. Eğer bırakırsa anında kendimi yerde bulacağımı bile bile ona kıyamıyordum. O acıyla, can havliyle başkası olsa belki bırakırdı ancak o bırakmamıştı. Ellerimle kan akan yerlerini tuttuğumda birbirimizin omuzlarına yaslamıştık başlarımızı.
Ağlıyordum. Susuyordu.
Nefes alıyordum. Nefes veriyordu.
Canım yanıyordu. Canı yanıyordu.
Gece güzel, insanlar feryat dolu, kalpler sıcak, hava soğuk, o ise hayatta tutunduğu tek dalmışımcasına bana tutunuyordu.
🖤
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 1.01k Okunma |
273 Oy |
0 Takip |
42 Bölümlü Kitap |