23. Bölüm

23. Bölüm

Hacer Kübra Gümüş
hakugu

 

 

 

Lütfen oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayınız. 🤍

 

İnstagram hakugu

 

 

"Kanatlarım olsaydı şayet, uçardım sana. Ve kaçırırdım seni tüm felaketlerden."

 

 

 

 

Ö K F

🔲🔲🔲

 

 

 

Güneş doğdu Hande!

 

Bu, gözlerini açıp tüm enerjinle hayatına kaldığın yerden devam etmen için yeterli bir sebep değil mi sence de?

 

Öyle.

 

Kapalı gözlerimle kendi kendime konuşurken dünkü esefi halimden eser kalmadığını biliyordum. Güçlüydüm çünkü. Varlığımın bile başlı başına bir anlam olduğunu düşünecek kadar aklım başımdaydı.

 

Yavaşça açılan gözlerimi gülümsemek için kıvrılan dudaklarım takip etti.

 

"Bugün de yaşıyorum!"

 

Odada yankılanan sesim kendime tamamen gelmem içindi. Yattığım yerden kalktım. Yatağımı düzelttim. Odamı topladım. Pencereleri açtım. Kış güneşinin yalancı ışıklarının içeriyi doldurmasına izin verdim. Duşa girdim. Saçlarıma bakım yaptım. En sevdiğim bordo takım elbisemi giyip bir şeyler yemek adına mutfağa geçtim.

 

Kendimdeyim. Yine benim!

 

Son kaşığını ağzıma aldığım mısır gevreği ile kahvaltı bitmiş oldu. Mutfağı da toplayıp giyecek rahat bir ayakkabı aramaya koyuldum. Şık ve spor ayakkabılarımdan birini ayağıma geçirdiğimde hazırdım işte.

 

Dairemden çıktığım anda karşı kapıdan çıkan Umut'la karşılaştık. Montunun fermuarını çekmeye çalışırken beni baştan ayağa süzdü. Bordo kumaş spor pantolonum, bordo ceketim ve beyaz spor ayakkabılarımla muhtemelen baharı getirdiğimi düşünüyordu. Siyah saçlarımdan gözümün önüne geleni kulağımın ardına kıstırdığımda fermuarının kalanını çekti ve ayakkabılarını giymek için eğildiğinde "Kitap işe yaramış anlaşılan," dedi.

 

"Hım?"

 

Ben de ayakkabılarımı giymek için eğildiğimde ne demek istediğini düşünüyordum.

 

"Babam, dün sana ne olduğunu sordu bana. Bilmediğimi söyledim. Sonra yıllardır ortaya çıkarmadığı kitabını buldu. Sanırım sana verdi."

 

Şaşkınlık ve utançla ona bakarken bir yandan mutlu oluyor bir yandan da bundan utanıyordum tuhaf bir şekilde.

 

Umut'un gözleri yüzümde alayla gezinirken gülümsedi.

 

"Yanakların kızardı, bu kadar belli etme."

 

Ellerimle yanaklarımı kapattığımda yüzümü yere eğdim. Bu çocuksu halime daha çok gülen Umut gerçek bir yetişkin gibi ceketinin yakasını düzeltirken "İşe gidiyorsun değil mi? Yolumun üzeri gel birlikte gidelim," dedi.

 

Ona herhangi bir cevap vermeden yanaklarımın üstünde tuttuğum ellerimle peşine takıldım.

 

Elleri pantolonun ön ceplerinde önden yürürken peşinden yürümek bana tuhaf bir güven veriyordu. Hepi topu on yaşındaydı ama ona öyle çok güveniyordum ki karşımıza çıkan gangsterleri bile alt edeceği gibi düşüncelerim vardı.

 

"Eh! İndir şu ellerini yüzünden komik görünüyorsun."

 

Gözlerini devirerek bunu söylediğinde yavaşça ellerimi indirdim. Yanında bir çırak gibi eğile büküle yürürken onun vakarı tüm mahalleyi kaplayacak türdendi. Sağlı sollu eski binaların yükseldiği mahallemizi geçerken ilerdeki yol ayrımında ayrılacaktık.

 

"Eğer," dedi gözlerini kısarak.

"Arada kendini yalnız falan hissedersen bizim eve gelebilirsin. Annem seni çok seviyor ve biz de yalnızız. Hem birlikte olunca daha eğlenceli oluyor."

 

Bir kere daha utancımdan yanağım kızarınca ellerimi yanaklarıma götürmek için kaldırdığımda yarı yolda durdurdu.

 

"Hey şunu yapmayı keser misin?"

 

Ellerim havada ona öylece bakarken suçlu bir çocuk gibi yeniden yanlarıma indirdim.

 

"Cidden benim çevremdeki kadınların neyi var böyle? Annem bir yandan serseri bir yandan delirtecekler beni!"

 

Kendi kendine yaptığı mırıltısını dinlerken gülümsedim ve onun sola dönüşünü izledim. Bu noktada yollarımız ayrılıyordu ve benim sağa dönmem gerekiyordu.

 

Umut'un arkasından bakarken gülümseye devam ettim ve bağırdım.

 

"Teşekkür ederim Umut! İyi günler! Başarılar!"

 

Arkasını dönmedi ama beni duymuş olacak ki el salladı. Onun bir yandan yürümeye devam edip bir yandan da bana el sallayışını izlerken çantamın kulbuna daha sıkı tutundum. Almam gereken tüm enerjiyi depolamış gibi hissediyordum.

 

Kendi yoluma devam ederken attığım adımların güçlülüğü ve kendime olan güvenim daha fazla dayanma direnci aşılıyordu. Her şeye rağmen, herkese rağmen...

 

İşe giderken gezdiğim yerden, çalıştığım kurumun binası olsun öylesine huzur veriyordu ki, hiç olmadığı kadar.

 

Girişteki görevliye selam verdim. Asansörde gördüğüm arkadaşlarıma selam verdim. Benim yıkılmış ya da utangaç bir şekilde hayatıma devam etmemi bekleyen kişiler şaşkınlıkla bu canlılığıma şaşırırken ben, gözlerimin önüne gelen satırlar sayesinde bir sonraki adımımı daha güçlü atıyordum.

 

Size gerçekten değer veren biri olduğunda, diğerleri çok da önemli olmuyor. Diğerleri derken, sorunlar, sıkıtılar ve problemler.

 

Çünkü sevgi, tüm yaraları sarabilen tek sargı bezidir.

Melodileri bozan eksik nota gibi yok olduğunda tam bir anlamı olmayan anlamlı bir tını.

Ilık esen rüzgarın titreten hissiyatı ve tamamıyla kendisi hoş bir tattır. Onu bir kere tadan, gerçek ve sahte olanını bir çırpıda çözer. Tıpkı benim çözdüğüm gibi.

 

Semih'le karşılaşmam, Lale ile mülaki olmam hiç önemli değildi. Ortada bir problem varsa bu işte ortaktık ve ben kesinlikle sakin kalacaktım.

 

Ofisimin kapısını açtığımda kimsenin olmadığını gördüm. Semih'in boş masası gelmediğini gösteriyordu. Lale ise seansa gitmişti sanırım. Kendi masama oturduğumda listeme göz attım. Yaklaşık on kişi ile görüşecektim. Bugün fazlaydı çünkü kısa süreli olanlar vardı. Bunlar genelde bir sorun için değil hayatlarının devamı için bir planlama yapmak isteyenler oluyordu.

 

İsimleri okurken Can'ınkine denk geldim. Ne kadar da fark ettirmemeye çalışsa da ortadan kayboluşuna şahit olmuştum. Bunun ne anlama geldiğini bilmesem de sormaktan da çekinmeyecektim.

 

Onunla olan görüşüm için son hazırlıklarımı tamamladığımda ayağa kalktım. Benim kalkmamla içeri Lale'nin girmesi bir oldu. Eli ayağı titrer bir şekilde bana bakışları korku yayarken ben olabildiğine sakindim.

 

Ona doğru ilerleyen adımlarım onun geri gitmesine neden oluyordu ama bu anlamsızdı. Ona herhangi bir şey yapacak değildim.

 

İlerleyişim onu kapıya sıkıştırdığında ufak bir gülümseme ile yanından geçtim. Bu gülümseme daha çok onun bu acınası tavrı içindi. Birini sevmek, diğerini ezmek olmamalıydı hiçbir zaman. Dün beni ezerek Semih'i sevdiğini değil aslında kendi içindeki kötü karakteri ortaya çıkarmıştı. Şimdi, kendi de farkındaydı ama bu kimin umrunda?

 

Bir koridor boyu yürürken içimde bir yerlerin daha olgunlaşıyor olması hoşuma gidiyordu. Karanlıkta ışık tutulan bir patika gibi olan kalbim dudaklarımın hiç düzelmeden gülümsemesine neden oluyordu.

 

Kapıyı açtığımda Can pencereden dışarı bakıyordu. Kot pantolonunun üstüne giydiği beyaz tişörtü her zamanki gibi havaya uygun giymediğini açıklasa da bunu da gülümseyerek karşıladım. Kim karışabilirdi ki onun giyim tarzına? Üşümüyorsa bu kimi ilgilendirirdi?

 

Gelişimi anlamış olacak ki bana baktı. Yerime otururken gülümseye devam ediyordum.

 

Bana doğru yürümeye başladığında şaşkınlık ve afallamış bir tebessümle bakıyordu.

 

"Woah! Bugün gelmezsin diye düşünmüştüm. Kaplumbağalar gibi kabuğuna çekilir ve battaniyenin altında sıcak çikolata içerek koca bir gün geçirirsin falan sanmıştım."

 

Yerine oturduğunda ona gülümseyerek bakmaya devam ediyordum.

 

"Teşekkür ederim."

 

Elimdeki dosyayı bırakarak ona baktım. Bana neden teşekkür etmişti şimdi?

 

"Niçin?"

 

"Bir kaplumbağa olmadığın için."

 

Boynundaki kolyeye kayan gözlerim ve saatlerdir dudaklarıma yapışan gülümsememle ona bakmaya devam ettim. Aslında bir şekilde Can'ın da samimi olduğunu hissediyordum. Bilirsiniz, samimi ve sahte olan bir şekilde anlaşılıyor. Henüz tam olarak ne düşündüğünü anlayamasam da kesinlikle samimiydi.

 

"Ben de teşekkür etmek isterdim Bay şimşek, eğer ortadan kaybolmasaydınız."

 

Kaşlarını çok az kaldırıp ne demek istediğimi anlamak adına anlık bir afallama yaşadığında gülümsedi.

 

"Şimşek hızıyla kaybolduğum için mi Bay şimşek olduk şimdi durduk yere?"

 

Daha fazla gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım.

 

"Hey, bilmem farkında mısın ben bir hastayım. Hım? Farkında mısın? Hı? Böyle kavga gürültüye gelemiyorum. Ortadan kaybolmayayım da ne yapayım?"

 

Kuşkuyla gözlerimi kıstığımda, mantıklı ama nedense bir yerlerden inanamadığım sebebini kabul ettim.

 

"Peki Bay şimşek hasta, bugün sizin hakkınızda konuşacağız olur mu? Geçen seans benimle ilgilendin. Şimdi sıra sende."

 

Gözlerini kapatıp uslu bir çocuk gibi tasdik için başını sallarken çoktan kayda başlamıştım bile.

 

Ondan anlatmasını istedim.

Canını yakan, hüzünlendiren ve zor geçen bir anısını.

 

Anlattıkça benzerliği hissettim. Hissettikçe, nedenini sorguladım. Nasıl? Kim? Hangi sebeple?

 

Seans bittiğinde yığınla sorunla baş başa kalmıştım. Can'ın da en az Batı kadar dertli olduğunu biliyordum. Her ikisi de dertlerini yüzlerine yansıtıyordu. Sanki hayatın ağır bir sillesini yemiş de bu yükle yaşamaya mecbur bırakılmışlar gibi.

 

Benzediklerini düşüyordum ama bu kadar değil.

 

Can da bir tecavüzden bahsetmişti. Bunu bir masal olarak anlatmıştı. Ama sevdiği kız olduğunu şıp diye anlamıştım. Anlaşılan o ki bir de öldürülmüştü. Böyle bir anısı olan insan nasıl olur da sağlıklı kalabilirdi ki?

 

Ofisime girdiğimde Can'ın anlatırkenki ifadesini düşünüyordum. Boğulmak üzereymiş gibiydi. Ama bundan fazlası vardı. Büyük bir intikam ateşi ile yanıyordu içi. Suçluyu biliyor ve pusuya yatan bir tilki gibi anını bekliyordu.

 

Yerime oturduğumda Can hakkında daha fazla bilgiye ulaşmak istedim ama bu neredeyse imkansızdı. Kurumun kuralları gereği hastalarımız izin vermediği sürece kişisel bilgilerine ulaşamıyorduk. Ki buna isimleri bile dahildi. Can'ın gerçekten Can olduğu bile şüpheliyken kimi araştıracaktım?

 

İçsel düşüncelere dalmışken Semih'in bugün gelmeyeceğini düşündüm. Masası sabahki gibi boştu. Gelmeyen ben değil de onun olması bir şeylerin değiştiğini gösteriyordu sanırım. Ve ne yazık ki her geçen gün biraz daha uzaklaşıyordum ondan. Fevri tavırları ve bir anda değişen huyu ile beni hayal kırıklığına uğratıyordu.

 

Yerimden kalktığımda amacım sadece pencereden dışarı bakmaktı. Yürüdükçe Semih'in masası dikkatimi çekti. Her zaman düzenliydi. Benim dağınıklığımı bile toplayan kişi olurdu bazen. Şimdiyse sağa sola savrulan gereçleri iyi olmadığını anlamama yetmişti. Neden? Bir tek ben, nasıl onu bir anda bu hale getirebilmiştim ki?

 

Masasına doğru yaklaştıkça kilitli olan çekmecesinin açık olduğunu fark ettim. Hepimizin masasında olan bu çekmecede genelde özel eşyalarımız olurdu. Benimkinde Semih'in elime tutuşturduğu sakız paketleri ile dolu olan kutu varken onunkinde bir defter vardı.

 

Evet bunu yapmak doğru değildi ama eğer onun hakkında bir şeyler okuyabilirsem belki de gerçek düşüncelerine hakim olabilirdim. Kim bilir belki bu beni yanlış adımlar atmama engel olacak bir çıkış yolu gösterirdi.

 

Bir anda değişen bu insanın derdinin ne olduğunu anlamak adına ama aslında tamamı bir bahaneyle çevrili olan bir nedenle defterini çekip aldım.

 

Tek yapmak istediğim birkaç yaprağına bakıp bırakmaktı. Kendi yerime oturduğumda içeri giren Lale ile bu isteğim son buldu. Defteri apar topar çantama aldığımda yanımdan geçip gitti.

 

Masasına oturduğunda ben de kendimi hasta listeme verdim. Çünkü bir yerlerde raydan çıkmıştı tren. Ve yanlışlar birbirini izliyordu.

 

Gelecek seansların takibini yaparken Lale'nin gizlice beni izlediğini biliyordum. Buna izin vererek işimi yapmaya devam ettim.

 

🔲🔲🔲

 

Hava kararmış, tüm seanslarım bitmişti. Şimdi evime gitme ve dinlenme vaktimdi.

 

Mahalleye geldiğimde farklı bir yolu denemek istedim ve soldan değil de sağdan devam ettim.

 

Daha önce görmediğim bu yollarda yürürken baharın havasını içime çekiyordum.

 

Evet bahar gelmemişti ama ben öyle hissediyordum nedense.

 

Bazen, yaz mevsiminde kışı hisseder ya insan sanki her şey ölüymüş gibi.

Şimdi de baharı hissediyordum, yaşamın ayak izlerini taşıyormuşum gibi.

 

Yol boyu huzurla yürürken karşıma çıkan parkla şaşırdım. İlk defa görüyordum burayı. Gerçi bu yoldan da ilk defa geliyordum ama bu park nedense şaşırtmıştı beni. Geneli gece kondu olan bu yerde böylesine güzel bir farkın varlığı gülümsetmişti.

 

Parka doğru yaklaşırken gözlerim bankta oturan kişiye takıldığında öylece kalakaldım. Belki de onu ilk defa böylesine rahat bir şekilde oturmuş bir halde görüyordum. Sokağın köşesindeki bu küçük parkın birkaç bankından birinde, sokak lambasının ışıttığı loş aydınlıkta oturan bu kişi dudaklarımdaki tebessümün nedeniydi. Onu rahatsız edip etmeme düşüncesiyle bir süre öylece olduğum yerde kaldım.

 

Bacak bacak üstüne atmış ve üste kalma dizini kolları ile kavramıştı. Buna rağmen sırtını banka yaslamış rahat bir oturuş şekliyle önündeki hayali noktaya bakıyordu. Siyah saçları her zamanki gibi bir uyum içinde gecenin o lacivertimsi ışıltısını yansıtırken beyaz teni yıldızlar gibi parlıyordu. Hüzünlü değildi ama mutlu da değildi. Düşünüyordu. Düşünürken hep bir ciddi görünüyordu. Düşündüğü şey neyse onu derinlere daldırıyor gibiydi.

 

Batı'yı izlediğim o dakikalarda en azından bir teşekkür borçlu olduğumu düşünüyordum. Bu yüzden içimdeki çekinceli kızı susturdum ve ona doğru yürümeye başladım. Geldiğimin bile varmadan öylece aynı yere bakmaya devam ediyordu.

 

Tam yanına geldiğimde derin bir nefes aldım.

 

"Biraz oturabilir miyim?"

 

Daldığı yerden irkilircesine ayrıldı ve bakışları beni bulduğunda gözlerindeki parıltıyı büyük bir hevesle seyrettim. Onun gözlerinde bir parıltı oluşturuyor olmak beni çok mutlu ediyordu. Dudaklarımdaki gülümsemeye engel olamadığım için muhtemelen şaşkın olsa da yüz ifadesini değiştirmedi ve yeniden önüne dönerken "Nasıl istersen," dedi.

 

Bu evet mi demek oluyordu? Hayır dese açıkça belirtirdi değil mi? Böyle kabul ederek usulca oturdum yanındaki boşluğa. Çantamı ses çıkarmaması adına yanıma yerleştirirken önüme gelen saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırdım ve ona baktım.

 

Bu sefere başka bir yere bakıyordu. Ama bir önceki gibi dalgın değil daha kendindeydi bakışları.

 

Onun bu kendinde olan halini fırsat bilerek konuşmayı başlatmak istedim. Tam ağzımı açıp bir şey diyecektim ki "Kara bulutlar dağılmış gibi," dedi.

 

Ağzım açık bir halde gülümsemeye devam ederken bana döndü.

Gülümseyen yüzümle ona baktığımda bakışlarımız kesişti. İlk defa ona gülümseyerek bakıyordum. Eskiden olsa bunu asla yapamazdım ama şimdi normal karşılıyordum ve anlaşılan o ki o da tuhaf bakmıyordu. Gözleri bir süre yüzümde gezindikten sonra bakışlarını yere indirdi. Ama bu seferki indiriş ilgisizlikten dolayı değildi. Halimden memnun bir tavra bürünmüştü.

 

İçmdeki enerji müthiş bir seviyeye ulaştığı için gerek duruşum olsun, gerek jestlerim olsun sevinç doluydu. Dünkü kederli halime nispeten tamamen yenilenmiştim sanki.

 

Satırlar...

 

Beni kendime getiren satırların sahibi hemen yanımdaydı.

 

Bu geceye has olan bahar havası kışı unutturmuş, ılık bir bahar havasının taşıdığı mutluluk için davetiye göndermişti. Çok uzaklardan gelen çiçek kokusunu içime çektiğinde gökyüzünde parıldayan aya gülümseyerek baktım. İşin aslı gülümseyişim hiç silinmiyordu dudaklarımdan. Bu öylesine içten gelen bir şeydi ki, engel olamıyordum.

 

Konuşmasının benimle mi yoksa hava ile mi alakası olduğunu düşünürken "Düne nisbeten daha iyisin," dedi.

 

Benden bahsediyordu. Benden bahsediyor!

 

Dudaklarımı çok daha gülmemek adına büzüştürdüğümde başarılı olamadım. Tebessümüm bir dalga gibi tüm bedenimde yayılırken "Evet, çok daha iyiyim," dedim.

"Ve teşekkür ederim. Kitap için, şiir için, cümlelerin için."

 

Batı ile ilk defa bu kadar yakındık. İlk defa bu kadar iyi bir diyalog içindeydik ve ilk defa konuşmayı başlatan kişi Batı olmuştu.

 

Dudaklarında belli belirsiz bir gülümseme yayılırken o da yüzünü gökyüzündeki aya çevirdi. Bir ona bir aya baka baka gülümdedim. O ise uzun bir süre ayı inceledi.

 

Ayı incelerkenki bakışları ile o görünmeyen noktaya bakarkenki bakışları çok farklıydı. Arasında çok fark vardı. Gözlerini kısıp aya bakarken uzun kirpiklerinin elmacık kemiklerine oluşturduğu gölgeye bile uzun süre bakacağım bir manzara oluştururken o kadar huzurlu görünüyordu ki. Yavaş ve derin aldığı nefesler bile tuhaf gelecek ama bana güven veriyordu. Yutkunurken adem elmasının hareketlenişinden, rüzgarın arada esip tarak gibi saçlarını taramasına kadar her ayrıntısı huzur veriyordu. Bilemiyorum belki başkası böyle düşünmezdi ama ben öyle düşünüyordum.

 

Ay yerine Batı'yı seyrettiğim o anlarda benim için aydan daha parlak olduğunu düşünüyordum.

 

Ona bakmaya devam ediyordum ki bir anda bakışlarını bana çevirdi. Sinirli ya da sert değil olabildiğine yumuşak olan bu bakışlara gülümseyerek bakmaya devam ettim. O da beni engellemedi. Karşılık da vermedi ama engellemedi de. Yeniden önüne bakmaya devam ettiğinde derin bir nefes aldı. Sanırım bu sefer sıra bendeydi.

 

"Bir yazar olduğunu bilmiyordum," dedim diyaloğu devam ettirerek.

 

Bir an için Batı ile böylesine konuşuyor olmak beni çok şaşırmıştı. Tek kelime etmeden öylece yanımdan geçtiği günlere kıyasla gerçekten tuhaf bir andı.

 

"Benim hakkımda pek çok şeyi bilmiyorsun aslında."

 

Gözlerini kısarak hayali bir noktaya bakmaya başladı. Ama hüzünlü değildi. O da sanki benim enerjime ayak uyduran bir mizah içindeydi. Bunu hissedebiliyordum. Negatif enerji yerine tatlı bir hissiyat veriyordu.

 

"Çok güzel yazıyorsun gerçekten. Okuduğum tüm o satırlar beni çok etkiledi."

 

Dudaklarında gerçek bir tebessüm oluştuğunda utangaç bir ifadeyle yüzünü yere indirdi. Ben de onu taklit ederek gülümseyen yüzümü yere indirdiğimde "Satırları hissetmek, okuyanın yüreği ile alakalı bir durumdur," dedi.

 

Benim bakışlarım bir kere daha onu bulduğunda onunkiler yerdeydi. Satırlarını hissettiğime göre şimdi bana iltifat mı etmişti? Kalbime, yüreğime iltifat mı etmişti? Batı'dan gelen ilk iltifatla alt dudağımı ısırdığımda ona gülümseyerek bakmaya devam ediyordum. Gülümsemekten yanaklarım sızlıyordu ama bu kimin umrundaydı ki? Hazır böylesine mutluyken bunu devam ettirmeliydim.

 

"Banu için naneli lolipop almak ister misin?"

 

Yüzünü ekşiterek sağa sola salladı.

 

"Artık naneli lolipop sevdiğini sanmıyorum."

 

Ona şaşkınlıkla bakarken gözleri benimkileri buldu.

 

"Artık elma şekeri seviyor," dedi kaşlarını kaldırarak.

"Hem de kırmızı olanından."

 

Şaşkın ifadem yerini gülümseyen bir yüze bıraktığında o da gülümsüyordu. İçimdeki tatlı hisler ona bakarak artıyor, son raddeye ulaşıyor ve onun yanında oturuyor olmanın verdiği haz beni şekilden şekle büründürüyordu.

 

Onu izliyordum. Hitabında kullandığı kelimelerin sakinliğini, herhangi bir şey bile giyse üzerinde oluşturduğu asaleti, genelde temiz olan sakalsız yüzünü, siyah saçlarını, beyaz tenini ve tümüyle onu. Kendisini izlediğimin farkında olduğuna adım kadar emindim. Ben olsam ben hissederdim. Biri beni tek kelimemle hayatını feda edecekmiş gibi izlese, hissederdim. Ve bu beni ya rahatsız eder ya da çok mutlu ederdi. Ama her ikisini de ifade ederdim. Peki ya Batı? O ne hissediyordu? Herhangi bir şekilde bildirmediği için bilmiyordum ama bunu soracak cesarete de sahip değildim. Bir ihtimal rahatsız oluyorsa ondan gözlerimi almak çok zor olacaktı.

 

Derin bir nefes alışını ve onu yavaşça verişini izledim. Yüzünü bir kere daha aya kaldırdığında gözlerini kıstı ve ışığa olabildiğine az temas etmeye çalıştı.

 

"Ayda yaşam olsaydı ne güzel olurdu değil mi?"

 

Gözlerim cümlesi ile titrerken ne demek istediğini anlamaya çalıştım.

 

"Eğer orada da bir hayat olma ihtimali olacak olsaydı, kesinlikle oraya taşınırdım."

 

Yüzünü indirmeden sadece bakışlarını bana çevirdiğinde onu seyrediyordum. Neden ayda yaşamak istediği, neden dünya gibi yavan bir yeri kendinden mahrum bırakmak istediğini ve neden gitmek istediğini anlamaya çalışıyordum ama bunun cevabı yine kendindeydi çok iyi biliyordum.

 

Gözlerini aya çevirdiğinde işaret parmağı ile bir karaltıyı gösterdi.

 

"Banu orada annem ve babamın yaşadığını düşünüyor."

 

Bu sözü üzerine işaret ettiği yere baktım. Muhtemelen ay yüzeyindeki yükseltilerden biriydi. Ama Banu bu şekilde düşünüyorsa bunu reddedilecek güçte değildim.

 

Dudaklarımda oluşan gülümseme ile o yükseltiye baktım bir süre.

 

"Kim bilir," dedim derin bir nefes alarak.

"Belki de gerçekten oradadırlar. Buna ben de inanmak isterim."

 

Gülmeye benzer bir ses çıktığında hemen ona baktım. Gerçekten de gülümsemişti. Tuttuğu dizinin parmaklarını sıkılaştırırken bakışlarını yere indirdi ve dudaklarını ıslattı.

 

"Banu'nun seni sevmesine şaşmamak gerek. Onu anlayabiliyorsun."

 

Cümlesi ile daha çok gülümserken ayağa kalkışını izledim. Sanırım eve gidecekti. Ben de tek başıma oturacak değildim. Peşinden ayağa kalktığımda kollarını belinde bağlayışını ve asil bir şekilde adımlarını atışışını seyrettim. Yürüyüşünü seyretme pahasına birkaç adım gerisinden giderken attığı adımları takip ederek tam üstüne ben de atmaya çalışıyordum. Neden böyle yapıyordum bilmiyorum ama içimdeki tatlı çocukluk bunu yapmamı istiyordu. Ben de kendime engel olmuyordum.

 

Bu ikinci ay ışığının altında yürüyüşümüzdü. Belki de üç. Dört de olabilir. Saymadım ama ne önemi var ki? Anılarımız çoğalıyordu. Bunu amaç olarak edinmesem de Batı'ya yaklaştıkça mutlu oluyordum. Onun dünyasına dahil oldukça, ondan bir parça oldukça ve onu daha iyi anladıkça, ben oluyordum. Sanki daha önce kaybettiğim benliğimi yeniden buluyordum.

 

Dairesinin kapısı kapandığında benimki de kapandı. Her ikimiz de evlerimize girmiştik işte.

 

Elimdeki &ccedi

Bölüm : 20.01.2025 21:17 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...