
Lütfen oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayınız. 🤍
İnstagram hakugu
"Kendini ararken insan, hep yeni birini keşfediyor haddi zatında."
•
Ö K F
🔲🔲🔲
Dışarıdan gelen sesler ve gürültüler ile aniden açıldı gözlerim. İşten gelince öylece kıyafetlerimle uyuyakalmıştım üçlü kanepede. Böyle aniden açılınca gözlerim önce nerede olduğumu anlayamadım. Sağa sola hızla baktıktan sonra evde olduğumu anladım.
"Bırak! Lanet olası bırak!"
Bu ses...
Batı'nın bağırışlarını tanıyınca hızla kalktım yerimden. Koşarak kapıya gittim. Hala kendime gelemediğim için dengem sarsılıyordu. Birbirine giren saçlarımı düzeltmeye çalışmakla uğraşmadan kapı gözüne dayadım sağ gözümü.
Yerdeki Banu ve Batı arasında bir çekişme vardı. Araya Umut da girince sesler iyice yükseldi.
Hızla kapıyı açtım.
Banu üzerine Semih'in aldığı kıyafetlerden birini giymiş çıkarmak istemiyordu. Batı ise tüm paketleri parçalamış Banu'nun üstündekileri de almaya çalışıyordu.
"Çıkar! Çıkar dedim sana!"
Banu elbiseye sıkıca sarıldığı için Batı iyice deliriyordu. Sesi tüm apartmanda yayılırken Umut korku dolu gözlerle ne yapacağını bilemiyordu.
Batı biraz sert bir şekilde Banu'nun kolundan çekince Umut Batı'ya engel olmak istedi. Batı ise kriz başlangıcının etkisi ile Umut'u sert bir şekilde itekledi. Umut benim ayaklarımın üstüne düştüğünde duruma el atmam gerektiğini anladım.
Hızla yerde yatan Umut'u kaldırdım ama dudağı ve başı kanıyordu. Batı ise kendinden geçmek üzereydi. Banu daha fazla inat yapmaya başlayınca Batı'nın önce elleri titremeye başladı. Bu titreme tüm vücudunu aldığında gözlerinin karalarının daha da irileştiğinin farkına vardım. Yumruklarını sıkmaya başladığında Banu'ya bir şey yapacağını biliyordum.
Umut'u bıraktığım gibi Batı'nın arkasına koştum. Belinden tuttuğumda çoktan kendinden geçmişti bile. Sağa sola saldırıyor. Benim kollarımdan kurtulmaya çalışıyordu. Ağlamak istiyorum ama ağlayamazdım. Beni tanıyamıyordu artık. Kendinden geçmişti artık.
Onu tutamayacağımı adım gibi biliyordum. Bir erkeğe fiziksel güç olarak nasıl üstün gelebilirdim ki?
Beni de merdivenlerin oraya fırlattığında başım demire çarptı. Umut'un ağlayarak bana doğru süründüğünü bulanık bir şekilde gördüm. Canım yanıyordu. Canım çok yanıyordu ama bundan da fazlası Batı'nın Banu'yu kolundan sürükleyerek içeri çekmesiydi.
Yo! Hayır!
Gözlerim bakmasına rağmen, dönen başım dengemi sağlamamı engelliyordu. Umut'a bağırdım.
"Git! Sen benim daireme gir!"
Umut önce gitmemek ve benim yanımda kalmak için dirense de ona daha sert bağırdım.
"Çabuk!"
Korku ile daireme girdiğinde burnumdan akan kan dudaklarımın üstüne sızmaya başladı. Dengesini sağlayamayan bir sarhoş gibi sağa sola meylederek Banu'nun diğer kolundan tutmayı başardım. Batı çektiyse ben de çektim. Arada kalan Banu çığlık atmaya başlamıştı ama Batı asla kendinde değildi. Her şeye rağmen kendimi yem olarak sunmayı kabullenmiştim.
Bu niyetim kabul görmüşçesine Batı Banu'yu bıraktığında beni aldı. Banu kapı dışarı edildiğinde ben Batı'nın kullanacağı bir yemdim artık. Bunu kendim istemiştim şikayet edemezdim. Gözü dönmüş bir hasta yüreğin sert kolları arasında çırpınan bedenimin her hücresi ağlıyordu.
Ağlıyordum. Bu naif insanın böyle bir vahşiye dönüşmesine.
Ağlıyordum. O gece gözlerinde tek bir duygunun kalmamasına.
Ağlıyordum. Beyaz tenindeki tırnak izlerinden akan kanlara.
Batı'ya engel olmak isterdim ama gücüm yoktu ki. Hasta da olsa öylesine kuvvetliydi ki, dışarıdan yapılacak hiçbir uyarıyı almıyordu. Tamamen kapatmıştı kendini.
Siyah odanın kapısı açıldığında kendimi bir örümceğin ağına kapılmış kelebek gibi hissediyordum. Yemek için ve yem için taze taze kullanacağı hoş bir yem. Kendinde olmadığını bilsem de ara ara gözlerine bakıyordum. Beni tanısın diye, anlasın diye, devam etmesin diye. Ama çok iyi biliyordum ki krizi bitene kadar bitmeyecekti bu vahşeti. Normalde sadece kendine zarar verse de peşinden sürüklenmek istemsiz bir korkuya neden oluyordu. Ne yapacağını bilememek titrememe ve kendimden geçercesine ağlamama neden oluyordu.
Beni tekli kanepesine attığında kapıyı sertçe kilitledi. Yerdeki bira şişelerinden birini aldı ve yere vurup içinden dökülen sıvıyı umursamadan keskin yerini sıkmaya başladı. Avuç içlerinden kanlar akarken canlı yayını başlatmıştı. Tesadüf bu ya gece yarısı olmuştu. Bunu ayarlayarak yapmadığını bilsem de biraz sonra olacaklardan çok korkuyordum.
Canlı yayın açılsa da siyah ekran bir türlü değişmiyordu. Belki de bozulmuştu bilemiyorum ama Batı durmuyordu. Kendi bileğine attığı iki kesikten sonra bana yaklaştı. Kanepenin köşesine sıkıştım, ağlıyordum. Korku dolu gözlerle ona bakarken başımı bilinçsizce sağa sola sallayıp duruyordum. Zorla bileğimi kendine çekti. Yapma! Yapma.
Şişe bileğime yaklaşsa da yapmıyordu. Kendinde olmasa bile yapmıyordu. Bana atamadığı bir kesik kendi bileğinde üçe dönüştü. Bileklerinden kanlar akarken halsizce yere düştü. Kavruluyordu yüreği, yanıyordu içi.
O an yemin ettim. Onu bu hale getirenlerden alacağım intikamın yeminini ettim içimden. Bu, kendinden başkasına zararı olmayan insanı bir harabeye çevirenlerden alacağım intikam için yemin ettim.
Batı halsiz bir şekilde öylece yatarken hızla yerimden kalkıp oda içinde dönmeye başladım. Bulup buluşturduğum bezler ve pamuklarla geri döndüğümde bileğini sarmaya çalıştım ama hala çok güçlüydü.
Sert bir hareketle beni iteklediğinde duvara çarptım.
"Öldüreceğim onu! Öldüreceğim o pis çıyanı!"
İyice rengi giden bedeni ile ayağa kalktığında tökezledi. Ben de kalktım ve arkasından ona sarıldım. Başımı beline yaslayarak kollarımla sıkıca sardım bedenini.
"Batı dur! Yalvarırım dur! Yapma. Kendine gel! Lütfen."
"Bırak beni!"
"Hayır!"
Terden sırılsıklam olmuştuk ikimiz de. Düzensiz atan kalplerimiz, varlığı belirsiz nabızlarımıza dost olmuş, nefesimizi kesen bir düşmanlık sergilemişlerdi.
Kendinden geçen bir bedeni tutmak ne kadar zormuş onu anladım o gün. Ölülerin neden bu kadar ağır olduğu bundandı demek ki. Kendinde olamamak...
Batı biraz da olsa güçsüzleşince onu kanepesine oturttum. Başı kanepeye düştüğünde bileklerinden kan sızıyordu. Başka türlü sakinleşmeyeceğini adım gibi biliyordum, kanı akmasaydı.
Halsizleşmişti.
Gözlerini kapattığında içindeki tüm ahı bir nefes olarak dışarı verdi. Canı yanıyordu. Canı çok yanıyordu. Gücünün yetmediği yerde canı yanıyordu. Onu o kadar iyi anlıyordum ki.
Kapalı gözlerinden birer damla yaş süzüldüğünde "Mihenk," diye fısıldadı.
Mihenk mi? Daha önce de Mihenk dediğini hatırlıyordum. Videoda demişti.
"Mihenk."
Bir kere daha fısıldadığında gözlerini çok az açtı. Gece gözlerindeki siyah eski halini almış, bakışları manalı bir hale bürünmüştü. Kendine geldiğini anladığım o vakit gözyaşlarımı sildim. Ona bir zavallı olarak baktığımı sanmasın diye ağlama emarelerimin hepsini bir çırpıda sildim.
Şimdi bakışlarımız birbirindeydi işte.
Şimdi beni tanımıştı işte.
Bu bakışları biliyordum. Bana özel olsun isterdim ve öyle olmasını umuyordum ama değilse bile bu bakışları tanıyordum.
Dudaklarıma çok az bir tebessüm kondurduğumda titrek gözleri ile bileklerine baktı. Sızlıyorlardı muhtemelen. Kesiklerin varlığından habersizce inceledi bir süre. Sonrasında yeniden bana baktı. Buraya nasıl girdiğimi ve tüm bu şeylerin nasıl başladığını düşünüyordu büyük ihtimalle.
Baygın bakışlarındaki kendini arama hissiyatı benim tarafımdan da hissedilince oturduğu yerde doğruldu. Başını eğerek düşünmeye başladı. Bileklerinden hala kan sızarken sessizleşsen ortam iyice durumu kötüleştiriyordu.
Onu o kadar iyi anlıyordum ki şu an...
Hem ne olduğuna anlam veremiyor hem de mahcubiyetin en ağırını yaşıyordu.
Bu şekilde ezilmesine müsaade edemezdim.
Yerimden kalktığımda başım dönüyordu ama bunu umursamadım ve gelip hemen önüne diz çöktüğümde masumca bana baktı. Bakışlarındaki masumiyet ağlama hissi oluşturuyordu yüreğimde.
Kendinde olmadan yaptığın şeylerden sorumlu değilsin Batı. Dahası sen kötü biri değilsin. Sen, sadece yaralısın.
Elimdeki sargı bezine sardığım pamukla bileğindeki çizikleri sararken yanağımdan süzülen sıcak damlanın ter olduğunu düşünüyordum.
Değildi.
Ben de yaralanmıştım. Batı'nın bakışları akan damladaydı. Hüzünle izliyordu beni.
Daha fazla tutamadım kendimi ve titreyen çeneme engel olmadan akan yaşlarım elimi ıslattı.
"Bana öyle bakmayı kes."
İrkilerek gözlerime baktı. Öylesine halsiz, öylesine masum, öylesine savunmasızdı ki.
"Sen suçlu değilsin anladın mı?"
Ellerim bileklerindeyken, gözlerim gözlerindeydi.
"Bana hiçbir şey yapmadın. Kılıma bile dokunmadın. İçinde barındırdığın merhamet kimseye zarar verdirmiyor."
Bakışları gözlerimdeydi ve göz kapakları titriyordu. Bu gözyaşları gözünü doldurmadan hemen öncesiydi.
Onun çenesi de benimki gibi titremeye başladığında "Ağlama," diye fısıldadım."
"Bu dünyada ağlayacak son kişi bile değilsin. Bunu hak etmiyorsun."
Gözyaşları elmacık kemiklerinden süzülmeye başladı.
Bileğini sarmaya devam ettim.
"Bileklerini sarma işini bana bırak. Biliyorsun daha önce de yaptım."
Ben de ağlıyordum ama konuşmaya da devam ediyordum.
"Yaralanmayı kafana takma, ben seni tedavi ederim."
İçini çekti. Gözyaşları elime damlarken yeni bir sargı bezi aldım.
"Aşabilirsin tüm bu şeyleri. Bana yapmam gerektiğini söylediğin şeyi kendin de yap. Kendinde kal!"
Gözlerimiz bir kere daha buluştuğunda dudaklarını ıslattı. Gözyaşları akmaya devam ederken masumca tasdikledi. Başı ile yaptığı tasdik dudaklarımda ufak bir tebessüme neden olmuştu. Ah be kalbi güzel insan tim bu karanlık dünyada kıra kıra senin kanadını mı kırdılar? Savunmasız olduğunu bilerek mi yaptılar? Günden güne kendini yiyip bitireceğini bildikleri için mi yaptılar? Neden yaptılar ha, neden?
Tebessümüme bakarken sol eli havalandı yavaşça. Naif bir şekilde ilerleyen elini takip ederken adem elmasının hareketlendiğini gördüm, yutkunmuştu. Milim milim yaklaşan parmakları alnımda bir noktaya denk geldiğinde sızladığını hissettim.
"Yaralanmışsın."
Böyle fısıltı gibi de değil ama boğazından baskıyla çıkan bastırılmış bir sesti işittim. Sesini duymak o kadar iyi gelmişti ki. Tamamen eski haline geldiğini anlamıştım bu sayede. Daha fazla konuşmasını o kadar çok isterdim ki.
"Senin kadar değil."
Diğer bileğini sarmak için yeni bir bez çıkardığımda "Banu ve Umut benim evimdeler endişelenme. Sadece dinlen tamam mı? Yiyecek bir şeyler hazırlayıp onların yanına gideceğim," dedim.
Sarmam için diğer bileğini de bana uzattığında itiraz etmediğini gördüm. Halsiz görünmekten ziyade masum bir savunmasızlığı vardı. Onu koruma hissi oluşturuyordu bende.
Korumak istiyorum seni...
İzin verir misin?
Ondan bir cevap alamamıştım ve almayı da beklemiyordum. Sessizlik olsa da hissedebiliyordum zira. Masumane ayak uyduruşunu gayet iyi biliyordum.
Bileklerini sardıktan sonra etrafı toplamaya başladım, yine itiraz etmedi.
Bira şişlerinin tamamını toplayıp dışarı çıkardım. Yerdeki sigara izmaritlerini ve insana huzursuzluk veren ne varsa her şeyi.
Oda çok daha temiz bir hale geldiğinde ona doğru yaklaştım ve koluna girdim.
"Hadi, buradan çıkalım."
Karşı gelmeden ayağa kalktı. Bana dayanmadı ama kolunu da çekmedi. İkimiz birlikte oturma odasına geldiğimizde üçlü koltuğu onun için hazırlamıştım.
Batı'yı oturttuktan sonra dolaptan bulduklarımla yaptığım sandviç ve meyve suyunu getirdim. Önce yemesi için önüne koydum ama sonra bileklerinden yiyemediğini anladığımda kendim ufak parçalara ayırmaya başladım.
Ne yaptığımı anlamaya çalışır bir halde beni izlerken bir lokmayı ona uzattım.
Bir lokmaya bir bana şaşkınlıkla bakarken elimdeki ekmek parçasını iki kere hafifçe salladım.
"Tüm bu sandviçi bitirdiğini görmeden uyumana izin vermeyeceğim."
Bakışları öyle masumdu ki, tıpkı bir çocuk gibi çekiniyordu. Titrek göz kapakları ile bana bakarken çok az ağzını açtı.
Lokmayı ağzına uzattığımda yemeye başladı. Gözlerini benden ayırmıyordu ama ona baktığımda bakışlarını yere indiriyordu. Bu hali ile yanakları sıkılası bir çocuğu andırsa da çok fazla özel alanına girip rahatsız etmek istemiyordum. Sadece bu zor anlarında yalnız olmadığını bilsin yeterdi benim için.
Bir meyve suyu bir sandviç derken hepsini bitirmişti. Ten rengi biraz daha kendine geldiğinde huzurla gülümsedim ve yatması için örtüsünü açtım.
Daha önce de uyurken üzerini örtmüştüm ve belki de tüm bu itiraz etmeyişinin nedeni alışkanlıktı. Henüz yeni olan güzel bir alışkanlık.
Tamamen uzandığında örtüyü yavaşça üzerine örttüm. Tabakla birlikte mutfağa gittiğimde meyve suyunun içine attığım ağrı kesicinin ağrını biraz da olsa hafifletmesini umuyordum. Uyumasını ve her şeyin bir şekilde geçecek olmasını düşlüyordum.
Yeniden oturma odasına geldiğimde gözleri kapalıydı. Uyumuş muydu? Bana bir kere daha bakacak hali mi yoktu? Tüm bu dünyanın vahşetinden dolayı pes mi etmişti bilinmez ama ona seslenmedim ve uyuması için müsaade ettim.
Sessizce odadan bir kere daha çıktığımda dış kapıya doğru yürüdüm. Banu ve Umut'u bir süre kendi evimde misafir etmeyi planlıyordum. Böylece Batı biraz daha dinlenebilir ve kendine gelebilirdi.
Az da olsa Batı'ya yardım etmiş olmanın huzuru ile ayakkabılarımı giyerken onların dairesinin kapısını kapattım, kendi daireme doğru yürüdüm.
Cebimdeki anahtarla kapıyı açtığımda sesler geliyordu. Çizgi filmi andıran sesler kulağıma dolarken koridorda yürüdükçe ikilinin oturma odamın ortasına yatarak çizgi film izlediklerini gördüm.
Tebessüm ederek kapıyı kapattığımda onlara doğru yürümeye başladım. Odaya girdiğimde ilk Umut gördü beni. Hızla yerinden kalkıp yanıma gelmeye başladığında Banu da ayaklandı.
"Babam nasıl?"
Umut merakla sorduğunda Banu da Umut'a bakıp aynı soruyu sordu.
"Baba!"
Umut ağlamaya başladığında Banu da Umut gibi ağlamaya başladı.
İkisi de baba diye ağlarken ikisine birden sarıldım.
"Şşşt! Babanız çok iyi merak etmeyin. Yemek yedi ve şimdi uyuyor."
Umut yavaşça geri çekildiğinde "Gerçekten mi?" diye sordu.
Bir gözü Umut'ta olan Banu da aynı soruyu sorunca başımla tasdikledim.
"Şimdi size de yemek vereceğim ve siz de uyuyacaksınız tamam mı?"
"Tamam tamam!"
Banu olduğu yerde dönerken Umut'a biraz daha yaklaştım. Onun anlayacağını düşünüyordum. Aynı zamanda annesini de etkileyeceğini.
"Umut, babanın biraz dinlenmeye ihtiyacı var canım. Annen ve sen bugün bende kalın olur mu?"
Ciddi bir şekilde dinlediği konuşmanın sonunda başı ile beni tasdikledi ve "Olur," dedi.
Zorluk çıkarmayacağını biliyordum. Başını okşarken gülümsedim ve Banu'nun kendi etrafında dönüşünü gülümseyerek seyrettim.
"Anne ben bugün komşularda kalacağım."
Aniden duran Banu bana baktı.
"Ben de ben deee!"
Sevinç çığlıkları dairemi doldururken "Hadi o zaman yatakları hazırlayalım," diye bağırdım.
"Hadi!"
Banu da destek verdiğinde Umut gülümsüyordu. Annesini ikna etmek hiç de zor değildi.
En önde ben, arkamda Banu en arkada Umut yatak odama doğru yürürken izci gibiydik. Sanki yabani bir ormana çadırda kalmak için gelmişlerdi. En azından Banu o hisler içindeydi.
Hem Banu'ya hem Umut'a birer yorgan ve yastık verdiğimde aynılarını kendim de aldım. Bu sefer sıra değişmişti. En önce Umut, sonra Banu en sonda ben yürümeye başladık.
Yere kalın bir minder serdikten sonra herkes kendine bir yer kaptı. En solda Umut, ortada Banu, sağda da ben yatıyordum.
Tüm koltuklarım yatağa dönüşmesine rağmen onlar yerde yatmayı tercih etmişlerdi. Ve ben de itiraz etmeden onlara uydum.
Hepimiz yorganlarımızı üzerimize örttüğümüzde ışıklar kapandı ve sokak lambasının loş ışığı odaya vurmaya başladı.
"Çok güzel değil mi Umut? Kampa gelmiş gibiyiz."
"Hım."
Umut'tan hafif uykulu bir ses geldiğinde uykuya dalmak üzere olduğunu anladım. Zaten saat ikiyi geçiyordu. Bir yetişkin için bile çok ağır gelen bu olay onun minik bedenini ezip geçmişti kim bilir.
Banu benim koluma sarılarak gözlerini kapattığında ben de kapattım gözlerimi.
Batı'nın yattığı yerde huzurla uyuduğunu düşünerek emanetlerine yanımda huzurla uyumalarını sağladım.
Senin için en azından bunu yapmalıyım Batı. Zira seni çok seviyorum. Daha önce itiraf edemediysem de şimdi dile getiriyorum. Seni gerçekten çok seviyorum. Bu sevginin de ötesinde sana saygı duyuyorum. Sadece izleyen bana bile ağır gelen tüm bu olaylara karşı dimdik durabildiğin için. Hala içindeki o naif insanlığı yok etmediğin için. Bir çocuk kadar masum kalabilmeyi başardığın için. Tüm bu pislik içinde tertemiz beyaz bir papatya gibi açabilmeyi başarabildiğin için.
Rahat uyu kalbi güzel insan.
Sen yeter ki rahat uyu, ben yaralarını sararım senin...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 1.01k Okunma |
273 Oy |
0 Takip |
42 Bölümlü Kitap |