27. Bölüm

27. Bölüm

Hacer Kübra Gümüş
hakugu

 

 

 

 

 

 

Ö K F

🔲🔲🔲

 

 

 

 

Lütfen oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayınız. 🤍

 

İnstagram hakugu

 

 

 

"Bu konu hakkında," dedim elimdeki dosyayı daha fazla sıkıştırarak.

"Semih'le paralel ilerliyorduk Tolga Bey."

 

Cümlemi tamamlamamla Semih'in şaşkınlıkla bana bakması bir oldu. Fark etmeyeceğimi mi sanıyordu? İnstagram takibinden bahsetmesi, bunu Tolga Bey'e açıklaması ve Batı olayını kendi üzerine almak istemesi...

Tüm bunların tek bir amacı vardı, o da benim her şeyi öğrendiğimi biliyor olmasıydı. Aksi halde eskisi gibi sessiz kalırdı ve bana bırakırdı. Kendini göstermeye başladığına göre defteri okuduğumu anlamış olmalıydı. Madem sen adım atıyorsun, ben de geri durmayacağım.

 

"Çok güzel. Çok güzel!"

 

Tolga Bey beğeni ile her ikimize bakarken bizim aramızda soğuk rüzgarlar esiyordu. Bir nebze de olsa Tolga Bey'i susturduğum için içim rahattı ama şimdi hiçbir şey olamamış gibi davranamazdım. Semih de artık her şeyi öğrendiğimin farkına varmıştı. Şimdi ne yapmalıydım?

 

Tolga Bey elindeki kağıtlara birkaç not aldıktan sonra "O halde," dedi kaşlarını çatıp ciddi bir hale bürünerek.

"Mert ve Kerem, Sare isimli hastayı, Aliye ve Canan, Sude isimli hastayı, Işıl ve Lale, Polat isimli hastayı, son olarak Hande ve Semih de Batı isimli hastayı kurumumuza getirmeye söz vermiş bulunuyor. İtirazı olan var mı?"

 

Elimdeki kalem kırılmak üzere olduğunu ifade edercesine çıtırdarken gözlerimi bir an olsun Semih'ten ayırmıyordum. O ise ona baktığımın bilincinde olarak bakışlarını yerden kaldırmıyordu. Yüzünde pişmanlık mı desem, mahcubiyet mi desem, tuhaf bir ima vardı. Yine de kimin umrunda ki? Her şey açık değil mi?

 

Toplantı bitiminde herkes birbir çıkarken geriye Lale, ben ve Semih kalmıştık. Benim de kalkmadığımı görünce Lale yavaşça hareketlendi ve sarı saçlarını eli ile tarayarak son kez Semih' in gözüne bakıp odayı terk etti.

 

Büyük masada sadece ikimiz kalmıştık.

 

Ben masadaki hayali bir noktaya, Semih ise önüne bakıyordu. Her ikimiz de baktığımız yerde donup kalmış gibiydik. Ortam çok sessizdi. Terk edilmiş harabe bir evin boşluğu, yağmurlu bir günün yorgunuluğu, yalnız bir insanın çaresizliği vardı üzerimizde. İkimizin de ağzını bıçak açmıyordu. Belki de diğer herkes bilerek terk etmişti ortamı. Maksat sandıkları gibi tek taraflı aşkımızı konuşmaktı. Böyle sanıyorlardı. Nereden bilebilirlerdi ki her ikimizi de susturan, dillerimizi ölü bir ruh haline getiren bir kaosun olduğunu?

 

Derin bir nefes aldığımda "Bilerek koydum," dedi.

 

Gözlerimi masadan ayırıp ona baktığımda ilk defa gözlerime baktı.

 

"Defteri bilerek çekmeceye koydum. Bil istedim. Tüm bu hengame arasında benden duy istedim."

 

Hayatımdaki en çirkin gülüşümü dudaklarıma yaydığımda bu ukala, ciğeri beş para etmez insanın hala kendinden emin bir şekilde konuşması hayretimi bile şaşırtıyordu.

 

"Belki bana kızacaksın, sinirleneceksin, haksız bulacaksın ama..."

 

Daha fazla konuşmasına müsaade etmeden masaya sert bir şekilde vurdum.

 

Sinirden elim titriyordu.

 

"Sana sinirlenmek mi?"

 

Alayla güldüm bir kere daha.

 

"Şu an sana sinirlenme fikri bile midemi bulandırıyor biliyor musun? O defteri ben okuyayım diye koydun öyle mi? Yediğin halta ben de ortak olayım diye koydun öyle mi? Bu nasıl bir pislik Semih?"

 

Bir şey söylemeden başını eğdi.

 

"Onların peşini bırakacaksın. Banu'yu bırakacaksın. Umut ile asla görüşmeyeceksin. Batı isterse gelir tedavi olur. Onu hiçbir şeye zorlamayacaksın."

 

Ona bağırarak tüm bunları haykırdığımda beni duyuyormuş gibi değildi. Gözlerine dolan yaşla başını sağa sola hareket ettirip durdu. Hayır mı demek oluyordu bu?

 

"Yapamam!"

 

"Ne?"

 

En azından pişmanlık göstermesini, uzak duracağının sözünü vermesini, yardım istemesini beklerken yapamam mı?

 

Acınası bir tebessümün yayıldığı yüzüm bir viraneyi andırırken sandalyeye bir kere daha oturdum. Bu oturuş bir yığılışı andırsa da dermansızlığın baskısı dizlerime aha fazla dayanamayacakları bir yük vermişlerdi.

 

Gözlerim bir kere boşlukta bir yere takıldığında derin bir nefes aldım.

 

"Bu, savaş ilanı biliyorsun değil mi?"

 

Başı ile tasdiklediğini gördüm. Ona bakmasam da görüyordum.

 

"Bu tüm anılarımızın tek bir ateşle yanması biliyorsun değil mi?"

 

Bir kere salladı başını.

 

Gözlerim onunkileri bulduğunda o da bana bakıyordu.

 

"Asla, ama asla senin safına geçmeyeceğim."

 

Yüzünde belli bir ifade yoktu ama gözlerindeki boşlukta beni yavaşça öldürüyordu. Anlatınca garip geliyor ama senelerinizi verdiğiniz bir insanın gözlerinde ölünüzü görmeniz kadar acı bir şey yoktur bu hayatta. Beklerdim ki o da pişman olur, vazgeçer, utanır.

Ama olmadı. Olamadı.

 

"Elinden geleni ardına koyma Hande. Bu zamana kadar yaptığım her şeyden özür dilerim. Ve yapacaklarım için de. Bunun mantıklı bir gerekçesi yok, bunun sadece sancısı var."

 

"Kurtulabilirsin. Eğer suçunu itiraf edersen, eğer bunlardan pişman olduğunu bildirirsen bir şansın olabilir belki kim bilir. Ama böyle..."

 

Başını aynı olumsuz ifade ile sakladığını görünce kelimelerim yarım kaldı.

 

"Eskiden bataklıktan korkardım bilirsin. Bir gün ayağım girdi istemsizce. Sonrasında dizime kadar battım. Sen öğrenmeden önce boğazıma kadar gelmişti. Şimdi ise boğuluyorum."

 

Gözlerime dolan yaş ona acıdığım için değildi kesinlikle. İçsel bir çatışma yaşıyordum. Nedensiz ve amansız bir sızı tüm bedenimi sarıyordu.

 

"Ölüyorum Hande. Artık beni kimse kurtaramaz."

 

O böyle söylerken aklıma umut geldi. Umut! Oğlu Umut.

 

Çantamı alıp sertçe kalktığımda sandalyem geriye düşmüştü. Hızlı ve sert adımlarla salonu terk ettiğimde birçok kişinin dışarıda beklediğini gördüm. Lale de bekliyordu. Ardımdan gelen sesler kulağıma az da olsa geliyordu.

 

"Barışmadılar galiba."

 

"Hande çok sert davranmıyor mu sence de?"

 

"Zavallı Semih."

 

Gözlerimden akan yaşlar elmacık kemiklerime doğru süzülürken tüm karmaşık duyguları aynı anda yaşıyordum. Baskın olan nefret duygusu tüm hücrelerimin titremesine neden olurken şirketten çıkmıştım. Temiz havanın yüzüme vuran okşayışı bir an olsun kendime getirse de sarsılan dengem bir süre kendine gelemeyecekmiş gibiydi. Aynı fevrilikle bir taksi çevirdiğimde evin yolunu tutmuştum bile.

 

🔲🔲🔲

 

Binanın olduğu sokağa adım atar atmaz onu gördüm. Sanki tüm bu kötü geçen güne karşılık verilen bir ödül gibiydi.

 

Bakışlarım yerini tatlı gülücüklere ve hayranlık dolu hislere bıraktığında onu takip etmeye başladım.

 

Her iki elinde de ağır poşetler vardı. Ve yanında yaşlı bir teyze.

 

Onlar gibi yavaş yavaş yürümeye başladığımda derin nefesler alıp yavaşça içimdeki sıkıntıları dışarı atıyordum.

 

Batı pek konuşmasa da yanındaki teyze sürekli konuşuyordu.

 

"Cemreler de düştü biliyor musun oğlum? Artık havalar ısınır. Ama sen yine de böyle gömlekle gezme tamam mı? Hasta olursun."

 

"Tamam efendim."

 

Batı'nın uysal cevabı ile gülümserken teyzenin evinin önüne geldiklerini fark ettim.

 

Batı elindeki poşetlerle eve girdiğinde teyzenin eşyalarını taşıdığını anladım. Önde Batı, arkada teyze bir kere daha çıktıklarında her yer güllük güneşlik oldu. Teyzenin memnun duaları ta benim bile içimi sıcacık ederken Batı kim bilir nasıl hissetmiştir.

 

"Pek bir şey yok evde ama bu elmayı kabul et evladım. Çok mutlu olurum."

 

Batı'ydı bu. Görenin korktuğu ama yüreği yumuşacık olan Batı'ydı.

 

Mahcup etmemek adına elmayı aldığında evden ayrıldı. Teyze, Batı gözden kaybolana kadar izledi onu. Ne büyük ihtimam.

 

Bitmemişti. Kendisiyle konuştuğum teyzenin evine geldiğimizde bir miktar para verdi.

 

"Oğlum yapma. Sizin evi de geçindirmen gerek. Bu kadar para çok fazla değil mi?"

 

Verdiği 200 TL'ydi Batı'nın ancak o kadar çoktu ki.

 

"İki hafta idare edersen eğer daha fazla getireceğim."

 

Teyze merdiven basamağında olduğu için Batı'dan daha yüksekteydi ve eli ile onun saçlarını okşamaktan geri durmadı. Batı masum bir çocuk gibi başının okşanmasına müsaade ederken yüreğimde büyüyen bu insana sevgiyle doldum. Ne yaparsam yapayım, yok edemeyeceğim derin bir sevgiyle.

 

Batı'nın orada da işi bitince başka bir yöne yönelmişti ki, bugünü iyilik günü ilan edil etmediğini düşündüm. Kim bilir belki de her gün böyleydi. Onu günün bu saatlerinde hiç göremiyordum ki.

 

Sokağın diğer tarafına doğru yürümeye başlamıştı ki peşinden koştum. Nefes nefese kalıp kendimi sakinleştirmeye çalışırken sordum.

 

"Sıra bende mi?"

 

Sorum ile şaşkınlık yaşayıp yavaşça arkasını döndüğünde gülümsüyordum. Şımarık bir çocuk gibi kollarımı arkamda bağlamış, sallanıyordum. Aynı anda nefesimi düzene koyma çabalarım beni tuhaf bir şekle soksa da bunu umursamıyordum.

 

Ne yapmaya çalıştığımı anlamış gibi gözlerini kıstı ve dudaklarına çok az tebessüm yerleştirerek derin bir nefes aldı. Sonra da dudaklarını ıslatarak "Sırrımı öğrendiğine göre, sanırım başka şansım yok," dedi.

 

Onun bu teslim oluşuna daha çok gülümserken başımı hızlı hızlı tasdik salladım. Sır mıydı bilmem ama bugün bana da bir iyilik yapmalıydı.

 

"Söyle bakalım, sen ne istersin?"

 

Gelen sorusu ile dudaklarımı büzüp ne istediğimi düşündüm. Gözlerimi kısıp hayali bir noktaya uzun süre bakarak hazır böyle bir soru sorulmuşken en iyi şekilde değerlendirmek adına derin derin düşündüm.

 

"Hımm."

 

Hala sallanmaya devam ediyordum ve o da beni izlemeye devam ediyordu. O böyle karşımda beni izlerken dururken zaman donsun, dünya dursun ve her şey bu anki gibi kalsın istiyordum. İlk defa gördüğüm siyah kumaş pantolonu ona ayrı bir hava katmıştı. Beyaz gömleğin kendisine bu kadar yakıştığını bilseydim eğer bunun için yalvarırdım belki de. Gömleğinin bileklerini katladığı için beyaz teni açıkça teşhis edeceğim şekildeydi. Tıpkı bir papatya yaprağı gibi. Sahi Batı'da papatya dövmeleri vardı değil mi? Acaba papatyanın onun için anlamı neydi ki? Bunu çok merak ediyordum ancak böyle bir günde sorabileceğim bir şey değildi.

 

Kaçamak bir bakışla ona baktığımda hala sabırla bana baktığını gördüm.

 

"Pekala, buldum."

 

Gözleri ile tasdik edip ne isteyeceğimi sormak istedi.

 

"Benimle alışverişe çıkmanı istiyorum."

 

"Hım?"

 

Şaşkınlığı bu kadar bariz görmemiştim daha önce yüzünde. Kaşlarını yukarı kaldırırken, gözlerindeki belirsizlik çok tatlıydı.

 

"Evet, benimle alışverişe çıkmanı istiyorum. Madem bugün iyilik günün."

 

"Bak, ben..."

 

"Dileğimi yerine getirmeyecek misin yani?"

 

İlk defa sözünü kesmiştim, bir yaramaz çocuk edasıyla. Ağzı açık bana bakarken bunun ne anlama geldiğini düşünmeye çalışıyor gibiydi.

 

"Sadece bir dilek," dedim rahat olması için.

"Çalıştığın yerden dolayı neyin daha iyi neyin kötü olduğunu biliyor olmalısın. Sadece bir yardım isteği."

 

Böyle açıklayınca daha iyi hissetmiş olmalıydı ki yüzündeki o belirsizlik ifadesi dağıldı. Dudaklarını kapattığında yürümeye başlamıştı bile. Bu kabul ettiği anlamına geliyordu değil mi?

 

Peşinden seke seke giderken ellerini kumaş pantolonun ön ceplerine koydu ve siyah rugan ayakkabısından çıkan çok sesle ritim tutmaya başladı kalbim.

 

Çantamın kulbuna sıkıca tutundum ve gözlerimi ondan ayırmadan hemen sağından bir adım geride yürümeye başladım.

 

Bu bir hayaldi.

 

Batı ile alışverişe çıkmak derinlerimde yatan bir hayaldi.

 

Bunu gerçekleştirebilmek de bir hayaldi.

 

Şimdi ben, bu hayalimi gerçekleştirmek adına dimdik yürüyordum.

 

Evimizin bulduğu mahalleden uzakta bir alışveriş merkezine geldiğimizde içeri girdi ve benim de girebilmem için ağır cam kapıyı eli ile tuttu. Bana bakmıyor olsa da bu incelikleri yüzümde silinmek bilmeyen bir gülümsemeye neden oluyordu. Başkası yapsa belki de bu kadar hoş gelmezdi ama söz konusu Batı olunca işler değişiyordu.

 

Dimdik yürüyorduk ki alışveriş arabalarını görünce durdum. Ben durunca o da durdu ve ne olduğunu anlamak için bana baktı.

 

Mahçup bir şekilde çantamın kulubünü tutarken "Şey," dedim ve hemen sonrasında başımla alışveriş arabalarını gösterdim. En sonuna yüzüme tatlı bir gülümseme yerleştirdiğimde alt dudağını ısırdı. Anladı ki, bu kız bugün beni istekleri ile öldürecek. Yalnız itiraz etmedi. Geldiği yeri dönüp alışveriş arabalarından birini alarak yanımda durdu.

 

"Şimdi oldu mu?"

 

Sorusu ile gülümserken ben de alt dudağımı ısırıdım ve başımla tasdikledim.

 

O gülümsemedi ama sinirli de değildi. Şefkatliydi. Ona güveneceğim derecede güven vericiydi. Sakindi. Asildi.

 

Yeniden yürümeye başladığında bir süre arkasından izledim onu. Neyin daha iyi olduğunu anlamak adına sürekli etrafı kolaçan ediyordu. Birinden bir istek aldığında kendini hırpalamak uğruna elinden geleni yapıyordu. Kendinden önce düşündüğü için tüm insanlığı belki de bundan yıpranıyordu her defasında. Belki de bundan seveni çok ama sevdiği yok denecek kadar azdı. Gözlerinin içi gülecek kadar sevdiği Banu ve Umut'tan başkasını görmemiştim. Aynaya baktığında bile, kendi için gülüyor muydu o gece gözleri?

 

Öylece bakıp düşüncelere dalmıştım ki durdu ve yanında olmadığımı görünce arkasını dönerek beni aradı. Göz göze geldiğimizde yüz ifademi hızla değiştirdim ve gülümseyerek ona doğru koşmaya başladım.

 

Birkaç adımda yanına geldiğimde nefes nefese kalmıştım. Suçlu bir çocuk gibi yüzüne çekinerek bakarken kaşlarını çattı. Dudaklarına yerleştirdiği gülümseme ile duygu karmaşası yaşadığını düşünürken "Yanımdan ayrılmasan iyi edersin. Yanlış aldığım hiçbir üründen ben sorumlu değilim," dedi.

 

Bunu gerçekten de bir çocuğa, bir köpeğe, masum herhangi bir şeye kızıyor gibi yaptığından dolayı aktardığı şefkat ve ona paralel azar ses tonu ile dikkatimi topladım.

 

Düşüncelere dalmak yok!

 

Batı'yı üzmek yok!

 

Bugünün tadını bozmak yok!

 

Maddeler zihnimde sıralanırken çikolata reyonuna geldik. Birçok çikolatanın önünden geçip bir tanesini bana gösterdiğinde daha iyi bakmak için yanına geldim.

 

"İyi ama ben sütlü sevmem ki?"

 

"Sevmesen bile hayatında bir kere de olsa bunu denemelisin."

 

Omuzlarımı silkelerken dahi kendimi bir çocuk gibi hissediyordum. Batı hiç bozuntuya vermeden devam ediyordu.

 

"İtiraz etmeden önce bir dene. Hiç yedin mi ki?"

 

"Yemedim ama yiyesim de yok."

 

"Tamam bir tane alırsın beğenmezsen atarsın."

 

"Ne? İsraf mı?"

 

"O zaman Umut'a verirsin."

 

"Olmaz Banu ile kavga ederler."

 

Bıkkınlıkla nefes verdiğinde derin bir nefes aldı.

 

"Tamam beğenmezsen bana ver tamam mı? Hepsini yiyeceğim. Afiyetle yiyeceğim. Oldu mu?"

 

Bir kere daha gülümseyerek tasdik için başımı salladığımda çikolatayı alışveriş arabasına yavaşça attı.

 

"Başka bir tavsiyen var mı?" diye sordum yanında seke seke yürürken.

 

"Sanki kabul edecekmiş gibi."

 

Bana bakmıyordu ve mırıltı ile söylendi. Duymuştum ama duymamazlıktan gelerek "Meyvelerden tavsiye isterim,"dedim.

 

"Elma."

 

"Hım?"

 

"Tavsiye."

 

"Batı!"

 

İsmini ikaz tonu ile söyleyince durup bana baktı. Kaşlarım çatıktı ve küs bir çocuk gibi dudaklarımı büzmüştüm. Çok olmak istemiyorum ama Batı tarafından gönlümün alınmasını, şımartılmalı, sevilmeyi, korunmayı hatta en çok da özlenmeyi istiyordum. Belki de bencildeydi. Evet, kesinlikle bencildeydi ama ne yapabilirdim ki bu içimde bitmek bilmeyen en ağır arzuydu. Koca çınarların yeraltına saldığı gizemli kökler gibi damarlarıma kadar işlemişti bu arzular. Şimdi de birer birer gün yüzüne çıkıyordu işte.

 

Gönlümü açıkça almayacağını biliyordum ama telafi etmeden de öylece küstürecek biri olmadığını daha iyi biliyordum. Arabayı meyve reyonuna kırdığında peşinden tin tin takip ediyordum onu.

 

Eline aldığı ananası bana gösterdi ve sağ gözünü kırparak nasıl dercesine sordu.

 

Omuzlarımı silkeledim. Daha önce hiç ananas yememiştim. Aslında ben elma portakal gibi bilindik meyveler dışında hiç farklı meyve de yememiştim. Yani, bir açıklası yoktu sadece eksikliğini hissetmemiş, merak etmemiştim.

 

Batı elindeki ananası arabaya koyduğunda büyük bir merakla ona doğru yürürdüm ve ananasa bakarak "Tadı nasıl?" diye sordum.

 

"Ananas gibi."

 

Gülmeden söylediği için gözlerimi bir saniye birden fazla kırparak ne demek istediğini anlamaya çalışmıştım.

 

Yavaşça dudaklarına yerleşen tebessümle bana bakarken dudaklarını daha fazla gülümsememek için büzüyordu. Görünen o ki, eğlenen sadece ben değildim.

 

"Biraz lifli bir dokusu var ama aromasını seveceğini düşünüyorum."

 

Yeniden merakla ananasa bakarken daha önce ananaslı bir şeyler yediğim için aşağı yıkarı tadını çıkaracağımı umuyordum ama lif derken?

 

"Koklamak ister misin?"

 

"Hım?"

 

Şaşkınlıkla Batı'ya baktığımda arabadaki ananası bir kere daha eline aldı ve bana uzattı.

 

Koklamamı mı istiyordu yani? Onu bekletmemek adına hızla burnumu ananasa yaklaştırdım ve koklamaya başladım. Pek bir koku gelmiyordu. Ve zaten gelmeyecekti de.

 

Batı bir kere daha dudaklarını sıkarak gülmeye başladığında benimle güzel eğlendiğinin farkına vardım.

 

"Şu an benimle eğleniyor musun?"

 

Ananas yeniden arabaya girdiğinde yaramaz bir çocuk gibi omuzlarını silkeledi ve gülümsemeye devam ederken yürümeye başladı.

 

Çok güzeldi. Harikaydı.

 

Eğlenen tek kişinin ben olmamam ve Batı'nın eğlenmek için beni seçmesi, dahası benim yanımda kendini kötü hissetmemesi çok çok iyiydi. Bu, ona yakınlaştığımın kanıtıydı. Bu, Batı'nın kalbine açılan kapı için bir aralık açtığımın kanıtıydı. Bu, ona olan hislerimin tamamen karşılıksız olmadığının kanıtıydı.

 

Meyve reyonundan sonra birçok bölümü de gezdik ama alışveriş bahaneydi. Benim dileğim onunla vakit geçirmekti. Ne aldığı gerçekte çok da umrumda değildi ama onunla irtibatta kalmak, konuşmak adına her şeyi deniyordum.

 

Alışveriş merkezinden çıktığımızda her ikimizin elinde bir paket vardı. Güneş batmak üzereydi ama hava o kadar güzeldi ki. Konya'da en çok neyi seviyorsunuz diye sorsalar kesinlikle cam gibi havası derdim. Temiz havayı derin bir nefes alarak içime çektiğimde baktı. Böyle tutkuyla nefes alıyor oluşum onu etkilemiş olacak ki bana pek belli etmeden o da derin bir nefes aldı.

 

Aldığı nefes yüzünde tatlı bir gülücüğe neden olduğunda çok mutluydum. Hayatın, yaşamanın, en önemlisi de sınırlı sayıda olan nefesimizi güzel şekilde harcıyor olmaktan muhteşem bir huzura bürünüyordum.

 

Evimizin önüne geldiğimizde tüm kara bulutların dağılmış olduğunu gördüm. Bugün yaşamış olduğum karmaşa yerini duru bir güzelliğe bırakmıştı.

 

Merdivenlerden çıkarken önden onun geçmesini bekledim ve peşinden geldim. Kapıma kadar getirdiği poşetle beni beklerken kendi kapıları da açıldı.

 

Kapıda beliren Banu başındaki tuhaf şapkası, siyah takım elbisesi ve beyaz eldiveni ile Micheal Jackson'u andırırken Umut da elindeki ses bombasından onun bir parçasını açmıştı.

 

Gözlerine taktığı gözlükle ikisi birden dans etmeye başladıklarında Batı'nın yüzünde yayılan şaşkınlık ve korku barız bir şekildeydi.

 

Banu koridora kadar gelip Batı'yı eve davet ederken Batı hızla başını sağa sola sallıyordu.

 

Banu onun tersine başını evet anlamında sallarken ben gülmeye başlamıştım bile.

 

Batı kendisini kurtarmam için bana bakarken kolumdan tutan Umut bu olaydan benim de sağ çıkamayacağımı bildiriyordu sanki.

 

Gülümseyen güzüm yerini ormandaki yerlilere yakalanmışım gibi bir hisle korkuya bıraktığımda Batı "Hayır Banu, hayır hayır," diye inledi.

 

Banu ise "Evet Batı, evet evet," diye karşılık verdi.

 

Hem Batı hem ben evlerine doğru çekiliyorduk yavaşça. İkimiz de kurtulmaya çalışsak da anne oğulun muhteşem blokları geçmememize işin vermiyordu. Kendimizi evin içinde bulduğumuzda Batı ile ortada sıkılmıştık. Etrafımızda dönüp duran Banu ve Umut kendilerinden geçmişçesine parçaya bütünlük sağlarken arada bize çarptıklarının farkında bile değillerdi.

 

Bana son çarptıklarında kendimi Batı'nın hemen önünde bulmuştum. Ben bunun onu rahatsız ettiğini düşünsem de o gülümsüyordu. Umut'un çarpışı ile bana daha çok yaklaştığında ikimizi arasında artık bir boşluk yoktu.

 

Yüzüm göğsüne yaslıyken ben gülümsüyordum. Arada Batı'nın kolları ile beni korumaya çalıştığını ve Banu ile Umut'tan uzaklaştırmaya çalıştığını hissediyordum. Bu öyle güzel bir andı ki. Hayatımda yaşayıp yaşayabileceğim en güzel, en tatlı, en muhteşem andı.

 

İkimiz de bu güzelliğin ortasındaki cennetin tadını çıkarırken kader bir kere daha güldürmüştü bizi.

 

⚜️

Bölüm : 20.01.2025 21:08 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...