29. Bölüm

29. Bölüm

Hacer Kübra Gümüş
hakugu

 

 

 

 

 

 

Ö K F

🔲🔲🔲

 

 

 

 

Lütfen oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayınız. 🤍

 

İnstagram hakugu

 

 

İş yerime yarım saat önce gelmenin keyfiyle etrafta gezinirken stajyer psikologlardan birinden kahve istemiştim. Şimdi bunları söyleyince kulağa pek hoş gelmiyordu ama ben de zamanında çok kahve yapmıştım. Ve onlar büyüyünce onlara da yapacaklardı. Biz de pek büyük sayılmazdık ama bu sene başı itibari ile stajyerlik dönemimiz bitmişti en azından. Semih ile birlikte...

 

Stajyerin uzattığı bardağı tutarken aklıma gelen Semih tüm dengemi sarsmıştı. Geçmişimde uzun bir süre o vardı. Aklıma gelen herhangi bir anıda ondan ayrılmak mümkün olmuyordu ki. Şimdi de aynısı olmuştu işte.

 

Elimdeki kahveyi dökmemeye çalışarak koridorda yürürken bir şeyden kurtulmanın ve o şeyi unutmanın aslında ne kadar zor olduğunu düşündüm. Meğer insanoğlu...

 

Karşımda duran kişi aniden durup yüzümde yayılan gülümsemeye engel olamazken onun bana el sallayışını izledim. Hemen sonra kahve olmayan elimle ben de el salladığımda bana doğru gelmeye başladı.

 

"Erkencisiniz Psikolog Hanım."

 

"Can."

 

Ona böyle hitap edince fazla samimi olmuştu ama yokluğunu gerçekten bayağı bir hissetmiştim.

 

"Görünen o ki özlenmişim."

 

İnkar edemeyecektim. İnsan kafa dengi birini bulunca hem alışıyor hem de yokluğunu hissediyordu.

 

Onunla görüşmek için ofisime davet etsem de kabul etmedi. Zaten ben de Semih'le aynı ortamda bulunmamak için ısrar etmedim ve seans odasını teklif ettim.

 

Birlikte odaya girdiğimizde Can için de bir kahve istedim ve birlikte oturduk karşı karşıya.

 

"E sabah sabah hangi rüzgar attı seni buraya? Bugün seansın da yok."

 

Ellerini pantolonun ceplerinden çıkarmadan oturmuştu.

 

Gülümseyerek "Seni görmek istedim sadece," dedi.

 

Yüzümü buruşturup bir çocuk gibi naz yaptım. Tek amacı bu olmasa da hoş bir açıklamaydı.

 

En az benim kadar onun da boş vakti yoktu ama kibarlığı da elden bırakmıyordu.

 

"Ee anlat bakalım bu üç hafta boyunca neler yaptın?"

 

Sorusu ile omuzlarımı silkeledim.

 

"Sadece," dedim, "Batı ile yakından ilgilendin," diye tamamladı.

 

İkimiz de manalı cümlesine aynı anda gülerken "Ben de yakından ilgilendim," dedi.

 

Bu sözü gülüşümü yarıda kesip ne demek istediğini anlamak adına beklememe neden olmuştu. O neden Batı'yı araştırıyordu ki?

 

"Eşimi ziyaret ettikten sonra onunla ilgili araştırmaya başladım. Sonra bil bakalım ne buldum?"

 

Dudaklarımda kalan son tebessüm de yok olduğunda ne bulduğunu merak ediyordum.

 

"Banu Özkul."

 

Söylediği isimle kaşlarım yukarı kalktığında nasıl bulduğunu düşünüyordum.

 

"Eşimle aynı kadere sahip olan kadın değil mi?"

 

Yutkunarak bakışlarımı yere indirdim. Bir kere daha ona baktığımda gözlerini kırpmadan bana bakıyordu.

 

"Bak, onlara nasıl ulaştın bilmiyorum ama..."

 

"Başından beri biliyordum zaten."

 

Ağzım açık bir şekilde ona bakarken ne demek istediğini anlamaya çalışıyordum.

 

"Batı, Umut, Banu ve Semih."

 

Elimdeki kahve bardağını masaya koyarak daha da ciddileştim.

 

"Eşimle aynı kadere sahip bir kadına yardım etmek için çabalıyorsun. Yanlış mıyım? O aileye yakınlaştın çünkü Batı bu kurumun hedefinde. Ama beni ilgilendiren asıl bölüm Banu için yapacakların."

 

Hızla lafını böldüm.

 

"Bak, neden bahsediyorsun bilmiyorum ama benim henüz bir şey yapmışlığım yok."

 

"Ama yapacaksın," dedi.

"İntikam alacaksın değil mi? Tıpkı benim gibi."

 

Şaşkınlıkla ona bakarken daha fazla açıklamaya başladı.

 

"O gün birlikte bir yetimhaneyi ziyarete gidecektik. Bunu o istemişti. Kendisi de yetim olduğu için..."

 

Yavaşça doldu gözleri. Boğulurcasına derin bir nefes aldı.

 

"Buluşacağımız yere geldiğimde kimse yoktu, bekledim."

 

Gözlerini gözlerime getirerek sordu.

 

"Bir insanı ne kadar bekleyebilirsiniz Psikolog Hanım?"

 

Cevap vermemeyi düşünüyordum. Cevap almak için sormamıştı zira. Bekledim.

 

"İki gün."

 

Bakışlarım hüzünle yere indi.

 

"Tam iki gün bekledim."

 

Ağzımda oluşan acı tatla dinlemeye devam ettim.

 

"Çünkü gelmeyeceğim dememişti. Çünkü bu onun için çok önemliydi. Bir gün dışarıda öylece onu bekledim."

 

"Onu aramalıydın," dedim sessizce.

 

"Aradım. Mesajla geri döndü."

 

"Geleceğim."

 

Mesajla geri döndüğüne göre...

 

"Tek bir mesaj gönderdi. Geleceğini düşündüm o yüzden. İkinci günün sonuna doğru yağmur yağmaya başladı. Tamamen ıslanıp eve gitmek zorunda kalana kadar geceli gündüzlü iki gün boyunca onu beklediğim o yerden ayrılmak zorunda kaldım."

 

Can'ın acısı beni de sarmıştı.

 

"Sonra ne mi?"

 

Kaşlarım hüzünle kalktı.

 

"Konya Belediyesi'nin çöp konteynerinde bulunan bir kadın cesedi."

 

Gözlerim titremeye başladığında birkaç damla yaş süzüldü elmacık kemiklerinden.

 

Nefretle mırıldandı.

 

"Tecavüz edilmiş ve direndiği için tek kurşunla öldürülmüş."

 

İçimden başlayan bir titreme tüm bedenimi aldığında artık ağlayışım durdurulamaz bile hale gelmişti.

 

Can da aynı haldeydi ama anlatmaya devam ediyordu.

 

"Peki ya mesaj?" diye sordu kendi kendine.

"Cesetin üç günlük olduğu otopside çıktı ama bana mesaj bir gün önce gelmişti. Bu nasıl oluyordu?"

 

Kendimi durdurmaya çalışarak ona baktım.

 

"Çünkü mesaj ona ait değildi."

 

Dudaklarım ve çenem hakim olamadığım bir şekilde titriyordu. Nedense çok ama çok üzülmüştüm. Bu hüznü tüm bedenimde hissediyordum.

 

"Cinayet birkaç dava ile kapatıldı. Araya emniyet müdürü, iki bakan, birkaç iş adamı girdi ve suçun Feride'de olduğunu bildiren bir bildiri hazırlayarak kapattılar."

 

Yumruklarımı sıkmaya başlamıştım sinirden.

 

Can dudaklarını ıslatıp başını salladı.

 

"O zaman anladım ki, bu iş hiç de basit bir şey değildi. Zengin, statülü ve makam sahibi insanların kendilerine zevk için kurdukları bir grubun kurbanıydı Feride."

 

Alt dudağımı ısırdığımda gerçeklerin bu kadar acı oluşu beni ezip geçiyordu.

 

"İşin peşini bırakmadım elbette. Araştırdım Hande. Sonuna kadar gittim."

 

Can'ı kendini bana acı ile ifade ediyor oluşu daha çok ağlamama neden oluyordu.

 

"Ama ben ne yapabilirdim ki? Basit bir avukattım. O zamanlar çok da yeniydim. Gerçekleri yalan, yalanları gerçek gibi gösteren bu insanların karşısında ne yapabilirdim ki?"

 

Böyle açıklama yapıyor oluşu beni biraz olsun tedirgin etmişti. Titreyerek sordum.

 

"N-neden bu kadar derine giriyorsun peki? Neden tüm bu şeyleri bana anlatıyorsun Can?"

 

Derin bir nefes alıp bir süre baktı bana.

 

"Çünkü sana karşı dürüst olmak istiyorum."

 

Gözlerimdeki yaşı silmeden ona ciddiyetle bakarken "Ol," dedim.

"Bana karşı dürüst ol."

 

Bir derin bir nefes daha aldı ve içindeki nefreti yansıtırcasına "Şahsuvar holding. Feride'nin stajyer avukat olarak girdiği şirket."

 

İsmi duyunca titredim.

 

"Sanırım neden bahsedeğimi biliyorsun," dedi acınası bir gülüşle.

 

"Evet tam da düşündüğün gibi tüm bu pisliğin sorumlusu Semih Şahsuvar'dır. Bana mesaj gönderen, Feride öldükten sonra iletişime geçen, beni bir aptal yerine koyan o şirketin varislerinden Semih Şahsuvar."

 

Şaşkınlıkla gözlerim sonuna kadar açıldığında her iki elimle de sandalyemin kollarından sıkıca tuttum. Şoka girmekten öte bayılmamak için kendimi zor tutuyordum.

 

"Evet, doğru duydun Hande. Başından beri Semih'ti."

 

Banu konusunda Semih olduğunu biliyordum ama bu kadar büyük bu kadar tehlikeli olduğunu bilmiyordum. Bunu asla tahmin edemezdim. Esasen Semih'in ailesini hiç tanımadığımı anımsadım bir anda. O benim evime gelmişti defalarca ama ben onunkine hiç gitmemiştim. O benim ailemle tanışmıştı ama ben onunkiyle hiç tanışmamıştım. Buna rağmen ailem Semih'e güvenirdi. Çünkü o her zaman nazik olmuştu.

 

Can devam ediyordu.

 

"Başından beri Semih'in varlığını bilerek buraya geldim. Seni bilerek geldim. Ben," dedi başını iki yana sallayarak.

"Hasta falan değilim."

 

Gözlerim titrek bir şekilde göz kapaklarına hakim olmazacasına açıp kapatırken susuzluktan kavrulmuş gibi yutkundum. Tüm bu gerçekler beni kuru bir çöle çevirmişti.

 

"Dürüst olacağım ki samimi olduğumu daha iyi anla Hande."

 

Ona dikkatle bakarken, tam olarak ne yapmam, ne düşünmem ve ne hissetmem gerektiğimi düşünüyordum. Sanki bir korku trenindeymişim gibi gergin, şaşkın ve her an koltuğumdan düşecekmişim gibi sıkıca tutunup öylece duruyordum.

 

"Başta sandım ki..."

 

Söyleyeceği şey çok ağır bir şeymişçesine devam edemedi ve ayağa kalkıp birkaç adım attı. Sonra hızla bana döndüğünde "Seni Semih'in kız arkadaşı sandım," dedi hafif sitemkar bir ses tonu ile.

 

Acınası bir gülüş yerleştirdim dudaklarıma. Gerçekten de kimin dost olduğunu anlayamıyor insan.

 

"Onun kız arkadaşı sandım ve..."

 

Devamını ben getirdim.

 

"Böylelikle Semih'ten alacağın intikamı benim üzerimden görecektin."

 

Açıkça söyleyince ağır bir anlamı olmuş olacak ki pişmanlık ve telaşla yeniden sandalyesine oturdu.

 

"Bak, evet bunu diledim. O pislikten intikamımı almak için her yolu deneyecektim."

 

"Bana tecavüz mü edecektin yani?"

 

Sorum ile donup kaldı.

 

Aslında aynı donukluğu ben de yaşadım.

 

Bu öyle ağır bir cümleydi ki, soran da sorulan da lal bir köleye dönüyordu.

 

Her ikimiz de cümlenin ağırlığı ile ezilip bakışlarımızı yere indirdiğimizde devam ettim.

 

"Söylesene o zaman Semih'ten ne farkın kalacaktı?"

 

Bakışları hala yerdeydi ve parmakları ile oynarken tüm pişmanlık duygularını omuzlarına takmış gibiydi.

 

"Birinden intikam alırken bile adaletli olmak gerekmez mi?"

 

Dudaklarını ıslatıp bakışlarını başka yere çevirdiğinde "Basite indirgiyorsun Hande," dedi.

"Eşimin tek suçu güzel bir avukat oluşuydu. Şirketlerine ilk girdiği günkü mutluluğunu unutamıyorum. Öyle çok sevinmişti ki. Onunla o zamanlar nişanlıydık ve... Başına bunların geleceğini bileseydim yemin ederim kendi ellerimle öldürürdüm onları."

 

Başımı olumsuz ifadeye bürünerek sağa sola salladığımda devam etti.

 

"Peki ya Batı?" diye sordu.

"O intikam almak istemiyor mu sence?"

 

Batı mevzusunu açınca durdum ve onu dinlemeye devam ettim.

Kendi sorusunu kendi cevapladı.

 

"Çok istiyor. Onlardan intikam almayı her şeyden çok istiyor. Bunu kendi hayatından bile çok istiyor. Ama gücü yok. Anlıyor musun? Bu aileye senin benim gibi insanlar lafa tutamaz. Anlıyor musun?"

 

Bir kere daha başımı sağa sola salladım.

 

"Hayır hayır. Batı'nın gizli fikirler ürettiğini sanmıyorum. Senin aksine o, her duygusunu açıkça gösteren biri. Eğer bir intikam hissi olsa da her şeye rağmen, bunu kötü yolla yapmayacağına eminim."

 

Gözleri umutsuzlukla yere indiğinde derin bir nefes aldı.

 

"Yani yardımımı kabul etmeyecek misin? Birlikte bu aileyi yok etmek için güç birliği yapmayacak mısın?"

 

Gözlerimi belirsiz bir alana dikip sessizleştim.

 

"Evet birlik yapmayacağım. Ama bu o aileden intikam almayacağım anlamına da gelmiyor. Bilakis, bekleyeceğim. Bekleyeceğim ve en uygun zamanda en ağır darbeyi indireceğim."

 

Gözlerim yeniden Can'ınkileri bulduğunda yüzünde acınası bir ifade vardı.

Başıyla beni tasidkleyip, dudaklarını beni desteklercesine ve güç verircesine birbirine bastırdığında "Seni de harcamalarına göz yummayacağım ama," dedi.

 

"Bunu sakın aklından çıkarma. Seanslarıma gelmeye devam edeceğim. Semih'ten saklanmaya devam edeceğim. Ve ailesinin en ufak bir açığını bulduğumda bunu kullanmaktan asla geri durmayacağım."

 

Dudaklarım ümit dolu bir tebessümle genişledi.

 

"Adın kadar emin olabilirsin ki, ben de Batı'yı harcatmayacağım. Bir bozuk para gibi insaları harcamayı seven o aileye sert bir deprem etkisi hissettireceğime emin olabilirsin."

 

İkimizin dudakları da iş birliği ile gülümserken, kısılan gözlerimizde intikam hissi yayılıyordu. İntikamın o sessiz fısıltısı ta ezelden çalınmıştı kulaklarımıza. Şimdiyse açıkça konuşuyordu. Kendini belli ediyordu.

 

Can yavaşça ayağa kalktığında ben de onu takip edercesine ayağa kalktım ve ceketimin düğmelerini ilikledim.

 

Bu yazılı belgesi olmayan bir anlaşmaydı.

Bu imzasız bir kurallar tablosuydu.

Bu, bir iş birliğiydi resmî olmayan.

 

Dostane bir şekilde elini uzattığında, elimi uzatmaktan geri durmadım ve elini sıktım.

 

"Birlikte olmasa da aynı amaca hizmet eden yolumuz için."

 

Onun cümlesini tasdiklemek adına başımı salladığımda gayet ciddiydim. Evet Can'ın ortaklık teklifini kabul etmemiştim. Fakat bu kendime çok güvendiğim için değil, Batı ile alakalı olan herhangi bir şeyi hassasiyetle yürütmek istediğim içindi. Ben de ip uçları, deliller toplayıp o aileyi yerle yeksan etmesini biliyordum lakin, eğer bu işin sonunda Batı acı çekecekse bu bana bir fayda sağlamazdı. Çizdiğim yolda yalnız yürüyecek de olsam Batı için her şeyi göze alacaktım.

 

Can sessizce odadan çıktığında ben ayakta beklemeye devam ediyordum.

 

Kaç gece çaresizce ağladın Batı?

 

Kaç gece kendine eziyet ettin?

 

Üçüncü sorumu kendime soramadan çenem titremeye başladı.

 

Kimse anlamadı seni değil mi?

 

Kimse yardım etmedi.

 

Sen, Can kadar bile değildin değil mi?

 

Henüz bir çocuktun.

 

Ne olduğunun farkında bile olmayan bir çocuk.

 

Dizlerim beni taşıyamayacak kadar güçsüzleştiğinde yavaşça çömeldim. Yanaklarım gözyaşları ile ıslandığında sorular gelmeye devam ediyordu gözümün önüne.

 

Bu kara haber ilk nasıl aldın ki? Kim dedi sana?

 

Polise gittin muhtemelen. Üstünü kapattılar. Avukat tutmak için paran yoktu belki de. Olsa da kapanıp gidecekti. Çaresizce onu öldürmeye çalıştın. Hapse girdin.

 

"Ah!"

 

Ciğerimden gelen bir acı tüm bedenimi yakarken dizlerimi yere koyup iyice çökmeye başladım. Bedenimi kaldıracak bir gücü bulamıyordum kendimde.

 

Yerin soğuk zemini ile tüm vücudum titrerken içinde bulunduğum işin ciddiyetini bir kere daha kavradım. Hiçbir şey basit değildi. Batı'nın videoları. Kendine eziyet etmesi. Kriz geçirmesi.

 

Çaresizlik...

 

"Ah!"

 

Kalbim dayanılmaz acılar hissetiricesine kan pompalarken ben, nefessiz kalmışmışsına ağzımı açıyor, sol tarafımı sıkıyor ve ağlamaya devam ediyordum.

 

Ben olsam...

Batı'nın yerine ben olsam...

Aynı çaresizliği yaşasam...

 

Tamamen yere düştüğümde ağlamaya devam ediyordum. Bu acının tarifi yoktu. En başından beri biliyordum ama Batı'nın bu kadar çaresiz kaldığını bilmiyordum. Şimdi işler tamamen değişmişti işte. Şimdi ağır bir nefret saracaktı tüm yürek sokaklarımı.

 

Avuç içimi defalarca kez yer vurdum.

 

"Neden? Neden? Neden ha neden?"

 

Bir insan nasıl başka bir insanın acısı ile mutlu olur? Nasıl bir insanı öldürmek bu kadar kolay gelir? Hiç mi duyguları yok? Hiç mi düşünmüyorlar?

 

Derin alınan nefesler, sessiz çığlıklarım, yerin soğuk mermerini ıslatan gözyaşlarım ile uzun bir süre öylece geçtim kendimden.

 

Sanki, zaten hiç kendimde olmamışçasına...

 

🔲🔲🔲

 

Apartmanın önüne geldiğimde demir kapı benden önce açıldı ve kol kola girmiş bir şekilde Banu ile Umut çıktı. İçeri girmeme izin vermeden Banu "Aa komşum da gelmiş, hadi sen de gel," dedi ve koluma girdi.

 

Üçümüz birlikte sekerek yürümeye başladığımızda "N-nereye gidiyoruz?" diye sordum.

 

"Babam nöbetçiymiş bugün. Gelin de dondurma ıslamarlayayım dedi."

 

Umut eğilerek bunu söylediğinde Banu da başıyla Umut'u tasdikledi.

 

"Evet babam öyle dedi. Umut babam öyle dedi değil mi?"

 

"Evet öyle dedi."

 

Onların ritimlerine ayak uydurmak için hızlı sekmeye başladığımda gülümsüyordum. Nedense aralarına dahil olmak çok hoşuma gidiyordu. İş yerinde hüzünden kendimden geçişim bir anda tuzla buz oluvermişti.

 

Havanın ılık dokusu yüzümü okşarken, çok uzaktan gelen taze çiçek kokuları burnuma hoş bir tını yayıyordu. Bahar, tazeliyordu tüm ölü ruhları.

 

Bir sokak boyu sekerek yürüdük. Üçümüz kol kola dikkat çeksek de kimin umrunda?

 

Bazen bulutlara bakıp onlara isim veriyorduk. Umut küçük bulutlardan birine Emir ismini vermişti. Banu kocaman bir buluta Elif diye seslenmişti. Ben de uzun bir buluta Aysima diye mırıldanmıştım.

 

Gelip geçen mağazalarda mankenler ile uydurduğumuz komik hayaller hepimizin keyifle gülmesine ve yürüyüşün çok daha zevkli olmasına neden olmuştu.

 

Umut, mankenlerden birinin taklit yapan bir hapishane kaçkını olduğunu. Eğer hareket ederse hapse gireceğini, bu yüzden ölecek olsa da hareket etmeden durduğunu söyledi.

 

Banu ise mankenlerden birini dondurmaya benzetti. Bu yüzden kimsenin üstündeki kıyafetleri almadığını çünkü buz gibi olduğunu açıkladı.

 

Tuhaf fikirlerine gülerken benden de bir benzetme beklediklerini fark edince gülüşüm son buldu. Ben ne diyecektim ki?

 

Ben de mankenlerden birinin vampir olduğunu söyledim. Kıyafet giydirmelerinin amacının onun güneş görmeyen beyaz bedenini saklamak olduğunu eğer kıyafetler çıkarsa kanımızı emeceğini söyledim.

 

Bu sözümden sonra hem Umut hem Banu durup bana korku ile baktıklarında iki elimi salladım ve gülümseyerek "Şaka! Şaka yapmıyor muyduk? Uydurma yapıyorduk ya hani? Öyle değil miydi?" diye sordum.

 

İkisi birden başını iki yana sallayıp benden uzaklaşarak önden gitmeye başladıklarında koşmaya başladım peşlerinden.

 

"Hey! Bizi takip etme vahşi vampir!" diye bağırdı Umut.

 

"Vahşi vampir!" diye destekledi Banu.

 

Yalnız ikisi de gülüyordu. Benimle oyun oynamaya bile başlamışlardı. Peşlerinden koşarken onlara uydum ve ben de bağırdım.

 

"Eğer durursanız size dişlerimi göstereceğim. Uzun köpek dişlerim var. Tam da Umut'a göre. Hey!"

 

Koşarken çığlık attıklarını duyduğumda gülüyordum. Onları kandırmak çok kolaydı. Bir çocuk gibiydiler. Basit şeylere bile inanıyorlardı. Temiz yürekli olmak bu olsa gerekti.

 

Alışveriş merkezine girdiğimizde Banu ve Umut rafların arasında kaybolduğunda benim gözlerim direkt onu bulmuştu.

 

Yeni gelen ürünlerden birkaçını diziyordu rafa. Hepsini düzenle yapmak vakit harcattırsa öyle özenliydi ki...

 

Sonra birden kulağımda çınlayan mazim...

 

"Anne kırmızı ayakkabı istiyorum."

 

Batı bunu asla diyememişti değil mi?

 

"Baba parka gidelim."

 

Bunu da diyememişti.

 

Başka?

 

Ona doğru yürürken tüm bu düşünceler zihnimde çınlıyordu.

 

Bir kere olsun çocukluğu namına bir şey yaşayabilmiş miydi? Sahi o da yetimhanede büyümüştü değil mi?

 

Birini sevebilmiş miydi gönlünce? Güvenebilmiş miydi birine tim yüreğiyle?

 

Hayat hep mi siyahtı ona? Renklerini neden esirgemişti gökkuşağı?

 

Banu ve Umut'un geldiğini fark ettikten sonra onların gezmesine izin verdi ama beni görmemişti.

 

Onu izliyordum.

 

Hayır ağlamıyorum. Kimse kimsenin hayatının acınası olduğuna karar veremez. Kim bilir belki benim hayatım da başkası için acınası. Onun için ağlamam ne değiştirir ki? Yitip giden gençliğini geri verebilir miyim?

 

Ona doğru yaklaştıkça tüm gün sızlayan kalbim yavaşça diniyordu. Bunu arzuluyordu sanırım. Derdi buydu.

 

Ona ulaşmama birkaç adım kalmıştı ki beni fark etti ve elindeki paketle şaşkınlık içindeki bakışlarını bana çevirdi.

 

Ona doğru yürümeye devam ediyordum.

 

Yaklaşıyor olmam onu tedirgin etse de kaşlarını çatıp ne yapmaya çalıştığımı anlamaya uğraş veriyordu.

 

Yutkunduğumda gözyaşlarımı zor tuttuğumu anladım.

 

Kaç gece Banu gibi aklının gitmesi için yalvardın?

 

Kaç gece her şeyi hatıladığın için lanet okudun kendine?

 

Kaç gece...

 

Ah!

 

Tam önünde durduğumda gözlerim titriyordu. Tüm yüzünde gezindi bakışlarım.

 

O da beni inceliyordu. Elindeki paketi bile yerine koyamadan şaşkınlıkla inceliyordu.

 

Derin bir nefes aldığımda gözyaşlarım süzülmeye başladı. Zordu. Benim için bile zordu. Bu acıya katlanmak benim için bile çok zordu.

 

"Sana ne oldu böyle?"

 

Sessizce sorduğunda dudaklarımda acınası bir tebessüm oluştu.

 

Yutkundum.

 

Ne diyecektim?

 

Bunca acıyı çekerken sen, yanında olamadığım için üzgünüm.

 

Yapayalnız kaldığın için, çaresizce tüm acıyı kendinden çıkardığın için, günahların ağırlığı ile ezildiğin için...

 

Başka ne için?

 

Tüm bunları söyleyebilir miyim sana?

 

Hayır, o zaman her şey biter.

 

"Sadece," dedim derin bir nefes alarak.

 

"Biri bir şey mi yaptı yoksa?"

 

Yüzündeki ciddiyet ve sertlik ile titredim.

 

Başımı iki yana salladım.

 

"Sadece ne alacağımı unuttum."

 

Bahaneye de bak. İçimdeki sarsıntılar devam ederken bastırdığım duygularım afallamama neden oluyordu ama ne yapabilirim ki? Eğer her şeyi bildiğimi söylersem artık yapacak bir şey kalmaz. Biter o zaman her şey.

 

Afallayarak bakışlarını yumuşattı. Onu da anlık bir telaşa sürüklemiştim.

 

"T-tamam. Sorun değil. Temel şeyleri al. Sonra yeniden gelirsin olmaz mı?"

 

Batı beni avutmaya çalışırken Banu ile Umut da geldi. Ağlıyor oluşum onları da üzmüştü. Banu da ağlamaya başladı.

 

"Serseri ne oldu? Seni geride bıraktığımız için mi ağladın?"

 

"Komşu bir daha geride bırakmayacağız söz!"

 

Banu'nun ağlayışı devam ederken Umut ve Batı ne yapacaklarını bilemez halde öylece bize bakıyorlardı.

 

Banu'ya sıkıca sarıldığımda içimden yeminler ediyordum.

 

Özür dilerim Batı.

 

Bu son ağlayışım, söz.

 

Bir daha senin için ağlamayacağım.

 

Sen ağlanılacak değil, övgü ile bahsedilecek bir insansın.

 

Bu son ağlayışım gözlerinin önünde.

 

Devamında ağlayacak olsam da intikamını alacağım.

 

Biliyorum çok söz veriyorum bu aralar ama, bir kere daha söz veriyorum ki tim sözlerimi tutacağım.

 

Savaşacağım.

 

Sen ve sevdiğin her şey uğruna...

 

⚜️

Bölüm : 20.01.2025 21:10 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...