
Ö K F
🔲🔲🔲
Lütfen oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayınız. 🤍
İnstagram hakugu
Titreyerek gözlerine bakmaya devam ederken, üstümüzden geçen uçağın sesi doldurdu kulağımızı. Ama ne ben, ne Batı uçakla ilgilenmiyorduk. Kenetlenmiş gözlerimizden birbirine gelip giden kelimelere anlam vermeye çalışıyorduk.
"Hande," dedi kısık bir sesle.
Yutkunup kesik nefesimi tamamladım.
Hala ona bakıyordum. Vereceği tepkiyi bekliyor, bunun için gerekli bir açıklama yapmaya hazırlanıyordum.
"Sen Hande'sin."
Gözlerim titredi ismimi telaffuz ederken.
"Bana o gün değerli olduğumu söyleyen, Sezar'ı özgür bırakmama neden olan, ilk defa kesiklerimin canımı yaktığını hissettiren kişisin."
Bu cümleleri duymayı hiç beklemediğim için gafil avlanan gözlerim taze gözyaşları ile nemlendi.
"O pislikle ortak çalıştığını sanıp, öldürmek için planlar kurduğum, sonrasında basit bir naneli lolipop için hayatını tehlikeye atan kişisin."
Gözyaşlarım elmacık kemiklerimden süzülürken gülümsedim.
"O sensin. Rüyalarımda gördüğüm beyaz elbiseli kızsın."
Titreyen çenemi durdurmak için alt dudağımı ısırdım.
"Hande Kayla."
İsmimi tekrar ettiğinde derin bir nefes aldım.
"Batı..."
Ağzımdan çıkan tek kelime de onun adı olmuştu. Daha çok şey söylemek istemiştim oysaki. Onun ne kadar değerli olduğunu, ne kadar yüce gönüllü olduğunu, ne kadar temiz ve saf niyetli olduğunu, her şeyin en iyisine layık olduğunu...
Sadece.
Tek bir kelime çıktı ağzımdan.
Batı...
"Önce içeri girelim olur mu? Hasta olacaksın."
Gülümseyerek sorduğu sorudan çok önüme uzattığı eline baktım.
Islaktı.
Kendi ıslak elimi ona uzatmadan önce yine ıslak olan kıyafetimle kurutmaya çalıştım. Kurumamıştı ama olsun, onun elini tutmak için önce kendimi hazırlamam gerekiyordu.
Parmaklarım avuç içlerine ulaştığında titreyen kalbime engel olamıyordum.
Parmakları parmaklarımın üstüne kapandığında diğer elimdeki valizi aldı ve yürümeye başladı.
Peşinden yürürken ona bakmaktan kendimi alamıyordum. Gerçekti değil mi? Oydu değil mi? Elimi tutup götüren, beni bırakmayan, gitmeme izin vermeyen, beni sahiplenen Batı'ydı değil mi?
Bunu kanıtlamayı o kadar çok isterdim ki...
Ona sarılmayı, kollarımla sıkıca sarmayı, belki de buna hiç fırsat bulamayacaktım bir daha kim bilir...
Kimin ne olacağı belli miydi?
Tüm bu düşüncelerle aniden durduğumda o da durmak zorunda kaldı. Geriye dönüp bana baktığında şaşkındı.
"Bir şey mi oldu?"
Yerde olan bakışlarım ellerimize kaydığında ona ne diyeceğimi düşündüm.
Sana sarılabilir miyim?
Seni hissetmeyi o kadar uzun süre bekledim ki.
Kollarımla seni sarabilir miyim?
Gözlerim gözlerini bulduğunda bunların hiçbirini söyleyemedim ama kendimi ona doğru ilerlerken buldum. Başım göğsüne çarptığında kollarım sıkıca sardı belini. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldığımda yağmurun hızlanması umrumda bile değildi.
Hissediyordum, şaşkındı. Vücudu kaskatı kesilmişti. Gafil avlanmıştı benim gibi.
Ama uzun sürmedi.
Onun kolları da beni sardığında yanağını yanağıma yasladı.
Yine sıcacıktı, tıpkı elleri gibi.
İçimden mutluluktan ağlamak geliyordu ama çok ağlamıştım. Artık ağlamak istemiyordum. Bu yüzden daha sıkı sarıldım. Ben sarıldıkça onun kollarının da sıkılaştığını hissediyordum.
Dudakları kulaklarıma yaklaştı.
Tüylerim diken diken olurken bu sefer benim bedenim kaskatı kesildi.
"Teşekkür ederim."
Fısıltısı tüm tüylerimi diken diken ederken gülümsedim.
"Benim için çok emek verdin."
Sen çok daha iyilerine layıksın.
"Çok yoruldun."
Böyle, daha da sıkılaşacakmış gibi sıkılaştırdım kollarımı. Daha da yakınlaşacakmışım gibi yakınlaştım.
Elleri saçlarımı okşamaya başladığında kendimi bir çocuk gibi hissediyordum. Bunu nasıl başarıyordu? Hem bir abi gibi güven vermeyi, hem dolu dolu aşkı yaşatmayı, hem kendini özletmeyi, hem de ölesiye hayranlık duymamı. Sen nasıl bir insansın böyle?
Onca cümlesinin ardından tek bir cimle söyledim.
"Sen en iyilerine layıksın."
Gülümsedi. Gülümseyişini hissettim tüm hücrelerimle. Onu böyle yakından hissetmek o kadar güzeldi ki. Tam bu anda zaman dursa ve ölene kadar böyle kalsam, asla şikayet etmezdim.
"Benim için artık üzülme tamam mı?"
Cevap vermedim. Onu dinledim sessizce.
"Senin. Özellikle senin, benim için ağlamanı istemiyorum. Bu bana öyle çok eziyet ediyor ki."
Derin bir nefes aldım.
"O gün markete geldiğinde, öyle ağladığında, tüm marketi yıkmak istedim."
Yavaşça geri çekilip yüzüne baktım.
Onun için ağladığımı biliyor muydu?
"Ben, başkası üzülmesin diye kendime eziyet ederken, benim eziyetlerime ortak olman beni öldürüyor Hande."
Çenem titredi yine. Ve yine onun şefkatli ümit dolu cümlelerinin arasında buldum kendimi.
"Her şey düzelecek tamam mı?"
Ben de düzelmesini öyle çok istiyorum ki. Yine de merak ettiğim için sormadan edemedim.
"İntikamın peki?" diye sordum.
"İntikam almayacak mısın?"
Başını sağa sola salladı hafifçe.
"Sen benim yerime çoktan aldın."
Semih'ten bahsettiğini adım gibi biliyordum. En başından beri biliyor olduğuna göre onu da biliyordu. Ondan intikam mı almıştım? Öyle ya, başka ne olacaktı?
Eğer Batı intikam istemezse, ona uyardım. O ne isterse, onun dilediği gibi yapardım.
Bir ihtimal intikamı dileyecek olsaydı da yine yanında olurdum.
Esasen ben, daima onun yanında olacağım.
🔲🔲🔲
Eskiden.
Çok eskiden bir prenses varmış.
Mahzende hapis olan tutuklulardan birine aşık olmuş.
Masal bu ya, idama mahkum sevdiği için kendi saçlarının tamamını kazıtmış. Babası kral mahkumu affetmiş affetmesine ama bir daha prensesin tek bir tel saçı da çıkmamış.
Kimi lanetlendiğini, kimi de büyülendiğini söylemiş ancak gerçek bambaşkaymış. Ne zaman bir tel saçı büyüyecek olsa idam mevzusu yeniden gündeme gelirmiş. Prenses de çareyi her gün saçlarını kazıttırmakta bulmuş.
Öyle bir çaresizliğin ortasında kalmışçasına bunalımdaydım işte bir zamanlar.
Çoğusu beni anlayamıyordu. Yaptıklarıma anlam veremiyordu. Belki kimi de saçma buluyordu.
Kimse, kimse benim gerçekte neler çektiğimi bilemez.
Batı'yı kurtarmak için, aynı zamanda onun zarar görmemesi için çırpınmamı ve tüm bu olayların bende bıraktığı tükenmişlik sendromunu kimse anlayamaz.
Belki de deli derler, aptal derler.
Semih'e yalvardım. Acımdan bayıldım. İçim çıkana kadar ağladım.
Kimse nasıl ayakta duruyorsun Hande demez de, sana mana veremiyordum der.
Tüm bu derin düşünceler içinde sessizce otururken Batı'yı bekliyordum. Bir yere gitmemiştik. Havaalanındaydık hala. Sadece ıslandığımız için içerideki alışveriş merkezinden birer çift kıyafet alıp giymiştik. Sonra Batı ısınmam için kahve alıp geleceğini söylemişti. Onu bekliyordum yaklaşık on dakikadır.
Kendimi o kadar rahat, o kadar huzurlu, o kadar mutlu hissediyordum ki tüm dertlerimden kurtulmuş, bütün sıkıntılarım beni bırakmış gibiydi.
İstanbul'a kalkan uçağımın uçuşunu da gördükten sonra içinde bulunduğum kara bulutlar da onunla birlikte uçup gitmişti.
Tüy kadar hafif bir şekilde üzerimdeki sweate bakıyordum. İkimizinki de beyaz üzerinde kırımızı renkle love yazılıydı. Bilerek seçmemiştik, ne bulduysak almıştık ama yazıya bakıp gülümsemeden edemiyordum.
Pantolonum o kadar ıslak değildi bu yüzden değiştirmemiştim. Batı da sadece sweat almıştı benim gibi. Onun da siyah dar paçası kuru görünüyordu.
Karşıdan elindeki kahvelerle gelirken ona baktım.
Açıkça gülümseyemesem de içimde güller açıyordu. Çok mutluydum. Önüme kadar gelip bardağı bana uzatmasını bekledim.
"Teşekkür ederim."
Elime aldığım sıcak kahvenin kokusu bile bana iyi gelirken yanıma oturdu.
"Üşüyor musun?"
Ona baktım. Kahvesinden bir yudum alırken gözleri bendeydi.
"Hayır, sen?"
Başını sağa sola salladı. Sonra da geriye yaslanıp bacaklarını üst üste attı.
Rahatlamıştı.
Tıpkı benim gibi.
Kahvemden bir yudum almak için önüme döndüğümde "İş yerine geri döneceğini söylemelisin sanırım," dedi.
Bir kere daha ona baktım. Kahvesini dizinin üstünde tutarken bana baktı.
"Niye bana öyle bakıyorsun? Gitmemi istiyorsan senin de orada olman lazım."
Bana güvendiği için, ancak benimle birlikte oraya gideceğini ifade ettiği için istemsizce gülümsedim. Utanarak önüme döndüğümde kahvemden bir yudum daha aldım.
"Gitmesine gideceğim de Banu ile Umut ne olacak?" diye sordu bu sefer de.
"Benim evime gelirler. Akşam eve geçerim. Olmaz mı?"
"Çok güzel olur," dedi önündeki hayali noktaya bakarken. Yine bir şeyler düşünüyordu sanırım.
"Ne düşünüyorsun?"
Sorum ile bakışlarını bana çevirdi.
Sonra da yüzüne ciddi bir ifade yerleştirerek "Orada o pislikle karşılaşırsam kendimi nasıl zaptedeceğimi düşünüyordum," dedim.
Semih'ten bahsediyordu sanırım. Hüzünle başımı yere eğdiğimde istemsiz bir mahcubiyet sarmıştı bedenimi. Sonuçta Semih benim arkadaşımdı ve bu ilişki...
"Söylesene," dedim parmaklarıma bakarak.
"Benim Hande olduğumu ne zaman öğrendin?"
Farkında olmadan salladığı dizini durdurdu ve bana bakmadan "Hiçbir zaman," dedi.
"Hım?"
Şaşkınlıkla ona baktım, devam etti.
"En başından beri biliyordum zaten."
Bana baktığında şaşkınlık içindeydim. Nasıl? Nasıl en başından beri bilir?
Derin bir nefes aldığında önüne döndü ve bakışlarını kısarak "Mahalleye ilk geldiğin gün Seher teyze ile konuşmuşsun. O mahallede adeta benden habersiz kuş uçmaz halbuki," dedi.
Bakışlarımı önüme çevirip işin aslını anladığımda devam etti.
"Bana dedi ki, bir psikolog kız var. İyi kalpli birine benziyor istersen bir görüş."
Gülümsedi. Gülümseyişi ayrı bir tatlılık içeriyordu.
"Bu tarz şeylere kapalı olduğumu bile bile bunu bana teklif etmesi sana karşı istemsiz bir merak duymama neden olmuştu."
Bardağı sıkarak gülümsedim. Duyduğum şeyler çok hoşuma gidiyordu.
"Ama seni araştırmam gerekecekti. Ben de araştırdım. Önce evine gelen elektrik faturasından tam ismini öğrendim. Sonra iş yerini öğrendim. Sonra instagram hesabını."
Yutkunarak ne kadar aptal olduğumu düşündüm. Ben ismimi sakladığımı düşünürken her şey açık mıydı yani?
"Aslında iş yerini öğrendiğim gün seni bir tehdit olarak algılamış, o pislikle iş birliği içinde olduğunu düşünmüştüm. Bu yüzden apartman girişinde boğazını..."
Masum bir ifade ile devam edemeyip bakışlarını yere indirdiğinde ona baktım. O günü ben de hatırlıyordum. Banu kurtarmıştı beni. Onun gelmesi ile bitmişti. Örümcek şarkısını söylediği gün, boğazımı sıkmıştı.
"Banu gelip beni kurtarmıştı," dedim gülümseyerek. Hem hüznünü yok etmek hem de mahçup olmasını engellemek istiyordum. Konunun değiştiğini duyunca başını kaldırdı ve hafif tebessüm ederek "Evet," dedi.
"O ikisinin sana karşı ayrı bir bağlılığı var."
"Güzel elma şekeri yapıyorum çünkü."
Gülümseyerek Batı'ya baktığımda o da gülümsüyordu.
Aslında uzun süre gülümseyen yüzüne bakmak isterdim ama gözlerine bakarken nedensiz bir utanma hissi oluşuyordu. Aynı şey onda da oluşuyor olsa gerek ki ikimiz de bakışlarımızı önümüze çevirdik.
"Canlı yayınlara mesaj atan kişinin de sen olduğunu anlayınca işin seyri tamamen değişti," dedi ifadesini bir kez daha ciddileştirerek.
"O zamanlar, çok kötü bir durumdaydım. Umut'un verasetini istiyorlardı. Dahası Banu'yu ruh sağlığı hastanesine yatırmam için baskı yapıyorlardı. Tüm bunların yanında geçmişin acısı da beni kahrediyordu. İnsanların bana acıması hoşuma gidiyordu. Zaten bir hiç olduğumu düşünüyordum. Acıyı hissedememek beni çıldırtıyordu. Sadece sen," dedi derin bir nefes alarak.
"Sadece sen durdurmaya çalıştın beni. Milyonlarca kişi içinde sadece sen. Düşünebiliyor musun?"
Ona içimdeki en güzel duygularla bakarken böyle düşünüyor olması beni çok mutlu etmişti. Benim söylediğim şeylere inat olarak bir şeyler yapsa da o günlerde demek ki değişiyordu aslında. Ve değişimi kabul edişi kolay gelmiyordu. Her değişim biraz zordur esasında.
"İnsanoğlu böyle işte," dedi acınası bir tebessüm takınarak.
"Başkasının acısı, kendi acısını bastırıyor bir şekilde."
Sessizce onu dinlerken kahveme bakmaya devam ediyordum.
"Ben de öyle değil miyim hem?" diye sordu bana gülümseyerek baktığında. Bu gülüşü biliyordum. Kendine acımaktan ziyade, benliğinde oluşan bir hiçlik duygusu ile eziliyordu.
"Banu'nun yaşadığı acı, kendi acımı bastırmama neden oluyordu. Ne kadar istemesem de, ona bakınca kendi acımı unutuyordum. Tıpkı diğerleri gibi."
Bunu soracağım aklımın ucundan geçmezdi ama sordum. Gözlerine bakmaya cesaret edemeden önüme bakarken mırıldandım.
"Sahi Banu nasıl bu hale geldi?"
Hayatındaki en ağır soru, vereceği en ağır cevap, sarf edeceği en ağır kelimelerdi hiç şüphesiz. Yine de şimdi yapmazsa başka zaman asla anlatamayacakmışçasına kaşlarını kaldırıp sıkıntılı bir nefes aldı. Bu sıkıntılı nefesten hayatımda bir kere bile almamıştım. Bunun yarısını bile almamıştım. Nasıl bir efkar doluydu, nasıl ağır bir hissiyatı vardı asla ifade edemem.
Havaalanında dolaşıp duran insanların sesi kısıldı sanki bir anda. Tek konuşan Batı oldu.
Gözleri hayali bir noktaya odaklandığında dudaklarında acı bir tebessüm oluştu. Görenler gülümsediğini sanardı ama aslında içindeki yangının bir yansımasıydı.
"O gün," dedi derin bir nefes alarak.
"Önemli bir sınavım vardı."
Hatırlayamadığı için yüzünü buruşturdu.
"Hangi dersti bilmiyorum ama çok önemliydi. Yetimhaneden çıkıp okula gitmek üzere hazırlanmıştım ki yanıma Banu geldi. Bana bir elbise gösterdi. Elbise beyazdı ve papatya desenleri vardı. Papatya..."
Dudaklarındaki gülümseme daha da büyüdüğünde kaşları hüzünle eğildi.
"Annem de papatyayı çok severmiş biliyor musun? Günlüğünü okumuştum."
Onu dinlerken adeta hayal ediyordum. Yaşıyordum. Hüznünü de, anılarını da, sevincini de.
"Banu da muhtemelen sırf papatya işlemelerinden dolayı istemişti."
Ellerini birleştirip bana döndü.
"O zamanlar şimdikinden daha zayıf bir durumdaydık maddi olarak. Her ikimiz de dört senelik gömlek, kol ağızları ve yakaları eskimiş üniformalar giyiyorduk. Ama temizlerdi ya, gerisi kimin umrunda?"
Ona hafifçe tebessüm ettim. Fakirlik günah değildi ki.
"Ona o elbiseyi alacaktım. Kesinlikle alacaktım ama sürpriz olsun istiyordum. Yetimhaneden gizli part time çalışmaya başladığım sırada para biriktirmeye başladım. Sonrasında bir gün Banu ile kavga ettik. Aslında iki kardeş arasında olan normal kavgalardan biriydi. Öyle büyütülecek bir şey değildi. Ama sonra o, elbiseyi Onur adında birine aldıracağını söyledi. İlk başta bir Arkadaşı sandım ve küs olduğumuz için de çok ilgilenmedim."
Onur'un kim olduğunu düşündüm. Semih der diye bekliyordum.
"Farklı liselerdeydik ve kimlerle arkadaş olduğunu bilsem de bahsettiği bu kişiler hakkında bir fikir sahibi olamıyordum. Kişiler diyorum çünkü, Onur sonradan Mete oldu. Sonra Hakan oldu. Sonra farklı farklı isimler. Benimle dalga geçiyor sandım. Beni gıcık etmeye çalışıyor sandım. Meğer gerçekten de onunla görüşen kişilermiş. Sadece onunla da değil sınıfından birçok kızla görüşmüş bunlar."
Yutkunarak durumunun ciddiyetini düşündüm. Kimdi bunlar? Hepsi aynı şirketten mi? Semih'in neden adı geçmiyor?
"O gün," dedi sesi kısılarak.
"Banu'ya dışarı yasağı vermeme rağmen, yoldaydı. Üzerinde o çok istediği papatyalı elbisesi vardı. Ve kana bulanmıştı."
Ellerini birbirine geçirip tüm gücüyle sıktı.
"Sınıfından kimseye bir şey olmamıştı. Sadece Banu! Neden Banu? Neden o?"
Hüzünle ona bakarken kendi cevapladı.
"Ayakkabıları," dedi hüzünle.
"Ayakkabıları eskiydi. Ayakkabıları eski olduğu için fakir diye hükmetmişler. Yetim ve öksüz olduğunu öğrenmişler. Bize bir şey yapamaz diye düşünmüşler. Ve kurban olarak onu seçtiler. İki avuç dolusu para ile salıvermişler. O olayın olduğu acı günde Banu karşımdan kana bulanan beyaz elbisesi ile gelirken dudaklarımdaki son gülüşümü uğurladım bilinmez diyarlara. Elimdeki kese kağıdına sarılı beyaz elbise düştü yere ve bir daha da hiç görmedim onu."
Elimde buz kesen kahve bedenim kadar soğuk değildi eminim ki.
Nefes bile almadan onu dinlemeye devam ediyordum.
"O gün yetimhaneye gitmedik. Banu'yu üzerinde o elbisesi varken, kendi ellerimle yıkadım. O saatlerin acısı ciğerlerimden kalkmıyor. Gözlerimden kanlı yaşlar aktı sanki. En çok ağırıma giden, kimsesi yok diye bir bez parçası gibi hayatını hiçe saymaları olmuştu. Bu hangi vicdana sığar söylesene?"
Yutkunduğum şey zehirmiş gibi yandı boğazım. Söylenecek ne vardı ki?
"Sonra o pislikleri araştırdım. Her şeyin başında olan ismi buldum. Semih Şahsuvar."
Tüm bedenim hücre hücre derin bir hüzünle titrerken kendimi mahçup olmaktan alamıyordum.
Gözlerini kısıp sanki bir pisliği tükürüyormuşçasına yüzünü buruşturdu.
"Onu kendi ellerimle yok etmek istedim. Hepsini ortadan kaldırmak istedim. Sonra kendimi hapiste buldum. Elleri kolları öyle uzunmuş ki beni suçlu göstermeyi becerip bir de yetimhaneden attırmışlar."
Parmaklarımın arasında olan bardak içimdeki tüm nefretimle sıkılırken üzerime dökülen kahveyi umursamıyordum bile.
"Ben hapisteyken Banu'ya Seher teyze baktı. Sonra Banu'nun hamile olduğunu öğrendik. Emin değilim ama ilk krizimi o gün geçirdim sanırım. Hastaneye kaldırılmıştım. Olabildiğine tuhaf bir hastalıktı bu. Yoğun hüzün ve bastırılırmış çaresizlik insanı bu hale getiriyormuş demek ki. Aptal bir korkuluk gibi bir işe yaramadığını düşünmek, ne menem bir duygudur bir bilsen."
Gözlerim nemlenmişti ama ağlayamazdım. Onun için üzülmemi istemiyordu.
"Sonra krizler peş peşe geldi. Banu yine o dönem intihara meyletmiş, ben yokken Umut'tan kurtulmak adına hangi hapı bulduysa yutmuş."
Dudaklarını toplayıp bir efkar dolu nefes verdi.
"Bari aklın başında olsaydı be kardeşim."
Tüm konuşmalarının arasında bu cümle sağ gözümden bir damla yaş süzülmesine neden olmuştu. Hiç beklemeden sildim o damlayı.
"Beni görmeye geldiği o günü de hiç unutamıyorum. Bana çok yakışıklısın, kız arkadaşın var mı diye sormuştu biliyor musun? Bu, bir abi için nasıl bir yıkımdır tahmin bile edemezsin. Kendimi suçladım yıllarca. Eğer sürpriz yapmak yerine o elbiseyi ona almış olsayım. En azından bunu dile getirseydim. Ya da ona yeni bir çift ayakkabı alabilmiş olsaydım."
Gözlerine bakarken kendimi ağlamamak için sıkıyordum. Neler vardı, neler. Sadece dışarıdan kendine işkence eden bir adam gibi görünen Batı'nın bağrına bastığı ne acıları vardı. Onun yerine olsaydı bir başkası, nasıl dayanırdı? Nasıl yapardı? Nasıl nefes alırdı? Yine de hiçbiri Batı'nın suçu değildi ki. O bu hikayedeki belki tek masumdu.
"Sonrasını işte sen de biliyorsun. Umut doğdu. Büyüdü. Bana baba diyor. Hayatımda hiç baba olmadan baba oldum ben. Baba olmak ne demektir öyle çok iyi biliyorum ki. Şimdi Banu da beni babası biliyor," dedi gülerek.
Bu gülümseyiş daha tatlı olanlardandı.
Bana dönüp hafif espiri ile "Sevgili bilmesinden iyidir değil mi?" diye sordu.
Gülümsemeli miydim? İçim cayır cayır yanarken gülümsersem riya yapmış olur muydum? Dudaklarımda bir hareket olmayınca "Gülümse Hande," dedi şefkatle.
"Özellikle sen gülümse."
Yavaşça tebessüm ettim. O istediği için. Onun için.
Gülümseyişimi görünce derin bir nefes aldı ve yeniden önüne döndü.
"Elimde olmadan devam etti bu hastalık. Ne zaman evimize hediye gönderseler, Umut ile görüşmek isteseler, Banu'yu evde göremesem kriz geçirmeye başladım. Çektiğim o videoların hiçbirinde yeterince aklım başımda değildi. Zaten senden sonra bıraktım da."
"Evet, instagram hesabındaki tüm fotoğrafları kaldırmışsın," dedim.
"Gördün mü?"
"Evet. Resmine bakacaktım. Ama yoktu."
Yavaşça bana çevirdi yüzünü ve gözlerini gözlerime odakladı.
"Ne yapacaktın resmimi?"
Sorusuna cevap vermem olabildiğine cesaret istese de korkaklık yapmadım ve cevabı verdim.
"Özlemiştim."
Gözlerinin gözlerimde gezindiğini bile bile ona bakmaya devam ettim. Açıkça itiraf ettikten sonra bile ona bakabiliyor olmak olabildiğine ilerlediğimin kanıtı değil de neydi?
Ben yeterince ciddiydim, onun da dudaklarında kalan gülücük yavaşça silindiğinde göz kapakları titremeye başladı. Aynı anda bakışlarımızı önümüze indirdiğimizde utanmaktan ziyade bu ilerleyişin bizde bıraktığı yoğun hissiyatı kendimize yedirmeye çalışıyorduk. İkimiz de oturduğumuz yerde hareketlendik ve bir kere daha bakışlarımız kesiştiğinde bu sefer utançla çevirdik gözlerimizi.
Çok sevince böyle oluyordu.
Sevgi insana gözlerden başlayarak derin bir etki bırakıyordu. Öyle kolay değildi cesurca bakabilmek. Bakışı bile eritiyordu. Yanaklarımın kızardığına yemin bile edecekken "Sıcak oldu," dedi. O da aynı haldeydi belli ki. Başka bir şey demeden kalkıp uzaklaşırken su almaya gittiğini biliyordum. Onu tanıyordum. Onun da kalbi deli gibi atıyordu. Bedeni ısınmıştı ve heyecandan nutku tutuluyordu. Daha fazla yanımda duramayacağını anladığı için hızlı yürüyüşü bundandı.
İki şişe suyu aldığı halde beklemesi, biraz daha sakinleşmek için oyalanması, tamamen okuyordum onu. Tam olarak böyleydi.
Gülümseyerek bakışlarımı önüme indirdiğimde iyice büzüştürdüğüm bardağa baktım. Sinirden ne hale getirmiştim. Şimdi de mutluluktan yavaşça düzenlemeye çalışıyordum.
Belki de artık eve gitmeliydik. Gece bitmiş, sabaha yaklaşmıştı vakit. Şafak vakti dahil onunla baş başa geçirdiğim bu gün, benim miladımdı hiç şüphesiz.
Valizimi alıp ona doğru yürürken şişleri alıp bana doğru gelmeye başladı.
İkimiz de beyaz sweatle, ikimiz de güzel hisler dolu bakışlarla, ikimiz de yenilenmenin ve yeni doğan günün bize bıraktığı güzellikle tazelenirken tam ortada buluştuk.
"Eve gidelim mi?"
Sorumu başıyla cevapladı ve gülümseyerek elimdeki valizi aldı. Sonra da sulardan birini vererek önden yürümeye başladı.
Peşinden yürürken mutluydum. Heyecanlıydım. Huzurluydum. Sıcakladığım için içtiğim bir yudum su ferahlamama yeterken biz dışarıya çıkmıştık bile.
Yeni doğan taze güneşin ışıkları üzerimize vururken her ikimiz de gülümsüyorduk. Bindiğimiz taksi bizi mahallemize getirdiğinde önce o indi. Peşinden inerken elimi tuttu ve bir daha da bırakmadı. Sanki bir daha asla bırakmamak için tutmuş gibi mahalleye öyle girdiğimizde temiz havayı içimize olabildiğine çekiyorduk. Gözyaşı ile ardımda bıraktığım bu yerlere gülümseyerek eri dönmek bir mucize gibiydi.
Binamızın önüne gelip kapıdan içeri girdiğimizde, o aşinası olduğum küf kokusunu alıp merdivenlerden çıktığımızda kendi dairesine doğru yürüdü ve elimi de bırakmadı. Bu, onların evine gitmem için bir teklif miydi? Israr etmedim ve onunla birlikte kapının önünde beklemeye başladım.
Kapıyı yere bıraktığı valizden sonra cebinden çıkardığı anahtarla açıp içeri önce o girdi. Peşinden de ben girdiğimde kapı kapandı. Sessizce oturma odasına doğru geçerken iki kapı aynı anda açıldı.
Mihenk ile Umut bize şaşkınlıkla bakarken ikisinin gözü de ellerimizdeydi.
Mihenk bakışlarını Batı'ya çevirdiğinde ben elimi yavaşça geri çektim. Açıklaması her ne olursa olsun bir başkasının üzülmesini istemiyordum.
Umut ortamı kapatmak istercesine "Kayla abla, hayırdır bu saatte?" diye sorup yanıma geldi ve kolumdan tutarak hafifçe kendine doğru çekti. Birlikte oturma odasına doğru ilerlerken amacı Mihenk'le Batı'yı yalnız bırakmaktı muhtemelen.
Oturma odasının kapısı kapandığında Umut beni nazikçe tekli koltuğa oturttu ve kapıyı kontrol ederek "Allah'a şükür dayım sana yetişmiş, gittin diye perişan olduk. Annem ağlayarak uyudu," dedi.
Hüzünle parmaklarıma bakıp pişmanlıkla başımı yere eğdim.
"Demek dayım sonunda itiraf etti."
Sinsi gülümsemesi beni utandırırken "İkiniz de iyi sabrettiniz," dedi.
"Ama senden ricam Mihenk gidene kadar biraz daha sabretmen. Onun için üzülüyorum."
Ben de Umut'la aynı düşüncedeydim. Başımla tasdiklediğimde yavaşça oturdum yerime. Ben yerime oturur oturmaz bir çığlık koptu. Kapılar çarptı ve oturma odasının kapısı sertçe açıldığında Banu dolu gözlerle bana bakıyordu.
Hızla yerimden kalkıp tedirgin bir bakışla ona baktığımda "Gitmeyeceğini biliyordum," dedi.
Aradaki birkaç adımı kapatıp bana sıkıca sarıldı.
"Bizi bırakmayacağını biliyordum. Biliyordum!"
Beni bu kadar derinden sevdiklerini anladığım o dakikalarda ben de sıkıca Banu'ya sarılıyordum. İçeri giren Batı ve Mihenk de bize ortak olduklarında Banu yavaşça geri çekildi.
"Baba onu geri getirdiğin için teşekkür ederim."
Batı'nın gülümseyişine şefkatle baktım. Kendine baba demesine o kadar üzüldüğünü bilmesem ben de gülümseyebilirdim. İçi kan ağlarken gülümseyebiliyor olmak kim bilir ne kadar zordu. Ah Batı...
Sessizlik olduğunda Batı iki kere öksürdü ve konuşma yapacağını belli edercesine hareketlenip bir adım öne geldim
"Hepimiz buradayken söylemek istediğim bir şey var."
Mihenk pek de mutlu olmayan bir ifade ile bendeki gözlerini kaçırdığında hüzünle bakışlarımı yere indirdim.
Ben de üzülüyorum Mihenk. Adın gibi emin ol ki için için kahroluyorum. İnan paylaşım yapmayı ben de çok severim ama, Batı olmaz. Paylaşamayacağım ve kimseye veremeyeceğim tek kişi o. Eğer sırf bu yüzden bencillik yapmış olacaksam da, üzgünüm ama bencil bir insan olmayı kabul ediyorum. Yeterki Batı bende kalsın.
"Tedavi olmaya karar verdim."
Umut, Batı'nın verdiği haberi mutlulukla karşılayıp teşekkür dolu bakışlarını bana çevirmişken Banu pek bir şey anlamamıştı. Yine de bunun mutlu bir haber olduğunu düşünerek etrafımda dönmeye başladı.
"Yaşasın! Babam tedaviyle olacak! Babam tedaviyle oynayacak."
Onun bu hallerine gülümserken Mihenk'in bastırmaya çalıştığı hüzün bakışlarını bile göremiyordum. Uzun süredir kendimi düşünmediğim için bu bencillik dakikalarımda Batı'nın mutluluk dolu yüzünün tadını çıkarıyordum. Etrafımda dönen Banu ve Umut'a şefkatle bakıyor, bu anın tadını en güzel şekilde geçirmeye çalışıyordum.
Teşekkür ederim.
Onu bana verdiğin için...
Teşekkür ederim.
Beni ona gönderdiğin için...
Teşekkür ederim.
Teşekkür ederim Allah'ım.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 1.01k Okunma |
273 Oy |
0 Takip |
42 Bölümlü Kitap |