
M P G
🔲🔲🔲
KENDİNİ BULMA SANATI / 37. Sayfa
Çoğu kez yanılsamalarla gerçekleri karıştırırız. Olması gerekenle, olmuş olanı birbirine giydirir belki de zihnimizde olmasını istediğimiz şekliyle çeviriveririz. Sokakta birini görür beğenir, onun kaderimiz olduğunu düşünürüz. Beğendik ya, bu bir kader diye yanılsarız. Olmayınca küser, kaderimiz neden olması gerektiği gibi gitmiyor diye ümit denilen tomurcuğu tek hamle de parçalara ayırırız. Oysaki kaderde o yoktu. Onu görmek ve sevmek vardı ama o yoktu. O. Yoktu. Şimdi, yanılsamalarla gerçekleri ayırt etme vakti. Şimdi, kadere küsme değil, gerçek kaderi görme vakti. Şimdi...
Şimdi, yanılsamaların değil, gerçeklerin vakti.
🔲🔲🔲
Gecenin o yalnızlık aşılayan sessiz saatlerinde tek başına oturup derin düşüncelere dalan biri vardı. Esasen ne düşündüğünü kendi de bilmiyordu ama gözleri aynı noktaya saatlerdir takılı kalmıştı adeta. Arada bir yutkunup yaşam belirtisi göstermesinin dışında hiç hareket ettiği söylenemezdi. Uzunca içine çektiği havanın tüm bedeninde yayılmasına izin verirken tüm bu zaman içinde hangi noktadan başlayıp, tam olarak nereye geldiğini düşündü. Bu belki de bir başına sessizce yapacağı son içsel düşüncelerden biriydi.
Koğuşun tek penceresinden dışarıdaki Ayı seyreden Batı, elindeki kitabın cildini bazı kere sıkıyor ve bunun farkına pek varamıyordu. Herkesin uykuya teslim olduğu bu dakikalarda Batı'yı izleyen biri vardı. Belki de tıpkı onun gibi derin düşüncelere dalan biri...
Sessizce yattığı yerden kalkan Servet, gıcırdayan ranzasına aldırmadan Batı'ya doğru yürümeye başladı. Adımlarını sessiz atıyordu ancak tüm gücüyle ses de çıkarsa bu insanın onu duymayacağını biliyordu. Engin düşünce denizinde kaybolmuş ve kendini arar gibi bir hali vardı. Bazı geceler hep böyle olurdu Batı. Ancak bu seferki çok daha farklıydı. Bakışlarında bir mana vardı. Kaşları arada bir çatılıp düşüncesinde tartışıyordu bir şeylerle. Belki de bir şeyelere galip gelmeye çalışıyor, çaresiz kalıp eziliyor, bazı kere de dişlerini sıkıyordu. Ondan bizzat dinlemedikçe ne düşündüğünü anlamak mümkün olamazdı. Bunu bir sene içinde Servet çok güzel anlamıştı.
Yavaşça yanındaki tabureyi çekip oturduğunda elindeki tespihi çekmeye devam etti. Bakışları genç adamdayken sessizce boğazını temizledi.
Normalde yapmadığı bir hızla bakışlarını yaşlı adama çevirdi Batı. Evet düşünüyor ve düşüncelere dalıyordu ama eskisi gibi değildi. Kendindeydi. Bitkin değil, tazelenmiş bir haldeydi. Ümitsiz değil, ümit vakitlerinden birine denk gelmişçesine parlıyordu gözleri.
"Gecenin girdabında yol tutan gurebalar gibi ne yaparsın evlat?"
Bakışları yavaşça pencereye çevrildi Batı'nın. Onunla böylesine yakından ilgilenen bu yaşlı adamı artık geçiştirmek ya da yüzeysel davranmak istemiyordu. Düşüncelerini paylaşmayı yeğledi.
"Bir gün. Ama bugün veya yarın. Fakat mutlaka bir gün, gökyüzündeki yıldızları mutlulukla seyredeceğim."
Bu cümleyle bakışlarını gökyüzüne çevirdi Servet, derin bir nefes aldı Batı. Daha önce böylesine dikkat kesilmemişti yaşlı adam. Yıldızlarda ne vardı ki?
"Bir keresinde yetimhaneki bir abi, gerçekten iyi olan insanların gökyüzünde kendilerini temsil eden birer yıldızları olduğunu söylemişti. O zamandan beri ne zaman bir yıldız kaysa bir mucizenin yok olduğunu düşlerim ve bakamam onun kayışına. Üzülürüm çünkü, bir efsane daha silindi dünya hayatından diye."
Gökyüzündeki yıldızlar hapishanenin yüksek duvarlarından ötürü net bir şekilde görünemese de Servet bakmaya devam etti. Sonra da içinden kendisinin de bir yıldızı var mıdır acaba diye geçirdi. Batı'nın tarif ettiği iyi insanlardan mıydı ki? Bir yıldıza sahip olmak nasıl bir histi ki? Hoş gerçi gerçekten değerli bir yüreğe sahip olan insanların yeryüzüne sığmayan kudretlerinin gökyüzüne taşması şaşılacak bir şey değildi.
"Kızkardeşimin başına gelen olayın olduğu gece kayan bir yıldız gördüm. Umut'un doğduğu gece de bir yıldızın kayışına tanık oldum. Ve o gün. Beni hastaneye yatırdıkları o gün de bir yıldız kaymıştı. Sabahında ise..."
Batı'nın bakışları Servet'e çevrildiğinde Servet de ona baktı. Gözlerinde ne olduğu belirsiz ama çok kuvvetli bir mana vardı genç adamın.
"Bu hayatı ben seçmedim. Yaşıyorum ama ben seçmedim. Ne zaman gülümsemeyi düşünsem hep bir darbe aldım. İnsanlardan kaçtım. Kendimden kaçtım. Ondan kaçtım. Hayatın darbelerinden kurtulmak için her şeyden kaçtım. Belki daha huzurlu olabilirim, mutlu bir şekilde yaşayabilirim diye."
Batı'yı dinlerken başıyla onaylıyordu Servet. Nihayet daha derinlerine ulaşabildiği bu genci dikkatle ve özveriyle dinliyordu.
"Şimdiyse her şeyin sonuna gelmişim gibi hissediyorum abi. Tüm o kaçışların, gözlerimi kapatmalarımın, başımı toprağa gömmelerimin... Artık kaçış yok."
"Kaçma da zaten evlat."
Servet'in sözü ile Batı sessizleşti.
"Ne olmuş böyle bir hayatın varsa? Bu dünya iyiler için cehennemdir bilmez misin? Amma yaradan kötüler için de bir son hazırlamıştır. Her şeyin sona geldiğini hissediyorsan, gelmiştir be evlat. Devam et. Yürümeye devam et. Seni böyle iştahlandıran her kimse, onun elinden tutup yürümeye devam et. Yalnız şunu sakın unutma; her son esasen afili bir başlangıçtır."
Bir şey demedi Batı ve başını hafifçe yere eğdi. Kabul ediyor ve hak veriyordu. Birkaç saniye sonra omzunda bir el hissedince Servet'e ait olmadığını anladı.
Yanı başında duran Remzi de uykudan uyanmış hafif şiş gözlerle ona bakıyordu. Arkasında Cemal vardı. Onun yanında Ali. Tüm koğuş ayaktaydı. Bu nasıl olmuştu hiçbir fikri yoktu Batı'nın. Şaşkınlıkla onlara bakarken ne diyeceğini bilemedi.
"Sen gökyüzündeki yıldızların kıymetini bilirsin de bu insanlar senin kıymetini bilmez mi?"
Remzi'nin sözleri tüm koğuştakiler tarafından kabul görürken Batı dudaklarını topladı. Duygulanmıştı ancak sakin kalmaya çalışıyordu.
"Buradaki herkes günahkar evlat."
Servet kendi dahil herkesi tek tek işaret etti.
"Ama herkes dışarı çıkmanın yolunu gözlüyor. Onların affı vicdanlara kalmış ama bir sene boyunca gece yarısı üzerini örten, hastalandıklarında başlarında bekleyen, aileleri zorda olanlara yardım eden seni yere göğe sığdıramıyorlar. Sen sessizsin diye kimse çığlık atmayacak mı sandın?"
Tüm bunları gizlice yaptığını sanan Batı sessizce başını yere eğmişken Remzi omzunu şefkatle sıktı.
"Hepimiz inanıyoruz ki gökyüzünde senin de bir yıldızın var. O yıldızın kaymaması için elimizden geleni yapacağız. Bu yüzden sen de lütfen parlamaya devam et."
Batı mahcubiyetten iyice sessizleştiğinde Servet olaya el attı.
"Tamam millet, hadi herkes uykuya. Bu çocuğu bu kadar rahatsız etmeyelim. Biliyorum her birinizin ona edeceği teşekkür var ama bunu ona destek olarak gösterelim olur mu?"
Servet'e hak veren topluluk dağılırken Servet Batı'nın yanındaki sandalyeye oturdu. Tıpkı onun gibi masaya dayandı ve elindeki kitaba baktı. Bunu o vermişti ve özen göstererek okuduğunu görünce mutlu olmuştu.
"Okuyor musun evlat? Nasıl sana nasihat babında dayanak oldu mu?"
Batı konunun kitaba dönmesi ile biraz daha rahatlayıp bakışlarını Servet'e çevirdi.
"Pek sayılmaz. Okuyamıyorum. Sadece başındaki ufak notu okuyabildim. Diğer sayfalarda hiçbir şey yazmıyor."
"Yazmıyor mu, sen mi göremiyorsun?"
Batı cümlenin derin anlamı ile kaşlarını kaldırdı. Doğru söylemişti Servet. Baştaki nota göre yazının devam edeceği söyleniyordu ama yoktu, veyahut kendi okuyamıyordu.
"Bir de ben bakayım bu esere."
Kitap Servet'in eline geçtiğinde gerçekten de bir şey yazmayan boş sayfaları tek tek çevirdi. Bütün boş sayfalarda tek bir şey vardı. Bütün bir dolunay dövmesi.
"Vay anasını."
Batı, Servet'in şaşkınlığını çözmek için eğilip kitaba kendi baktı.
"Bu bir Ahd-i kamer. Nadir bulunur. Gerçekten nereden geçmişti ki elime?"
Batı hayatında ilk defa duyduğu bu şeyi daha fazla incelemek için can atıyordu.
"Ahd-i kamer de nedir efendim?"
"Ay sözleşmesi. Ancak ve ancak aynı günün ay ışığında okunur türde. Çok eskiler kullanırmış bunu ve böyle yakın tarihte bir tane olması oldukça şaşırttı beni."
"Neden böyle bir şeye başvurmuşlar ki?"
"Gizlenmek için."
"Hım?"
"Muhtemelen bu aşıklar birinden gizlenmeye çalışıyorlarmış."
Batı hatırladığı satırlarla başını salladı.
"Evet, baştaki notta birinden söz ediliyordu. Canına kasteden biri."
Servet kitabın boş görünen sayfalarını tek tek geçerken bir yandan da başıyla onaylıyordu.
"Evet evet, cana kast olmasa buna başvuracaklarını zannetmem. Yine de çok güvenli değil mi? İçinden geçenleri tamamen yazıyorsun ama onu sen ve senin izin verdiğin kişilerden başkası okuyamıyor. Yazıya kilit vurmak demek bu olsa gerek."
Batı uzun süredir dikkatini çeken bir şeye sahip olmanın verdiği mutlulukla kitaba özenle bakarken Servet ona uzattı.
"Burada az bir süren kaldı ama bu kitabın sana avare geldiğini sanmıyorum. Aynı gecenin ayını bulup oku bakalım. Nasihatten hangi meyveler çıkacak senin kefene."
Servet de daha fazla rahatsız etmek istemediği genç adamın omzunu şefkatle sıktıktan sonra yavaşça ayağa kalkıp ranzasına doğru yürümeye başladı.
Servet'in gidişinden sonra kitapla baş başa kalan Batı bir de kendi çevirmek istedi tüm sayfaları. Narince dokundu o boş görünen yerlere. Kim bilir neler yazılıydı, neler kazınmıştı hasretle, özlemle.
Bakışları pencereden görünen Aya kaydığında dolunaya az kaldığını fark etti. O halde her gece açıp bakmalıydı yazılar görünüyor mu görünmüyor mu diye. Esasen düşüncesi kendisinin de bir Ay sözleşmesi yazma fikriydi. Canına kasteden biri olmasa da duygularını herkesten gizlemek istediği aşikardı. Belki de bunca karanlığın kötülüğüne nispeten ışığın aldatıcı parıltısıydı onu böylesine içine kapatan.
Kitabın cildini yine istemeden sıktığında gözleri belirsiz bir noktaya dalmıştı. Yine aynı düşünceler sarmıştı zihnini. Zeytinyağı gibi su yüzüne çıkan bu insanların kendinden başkasını umursamayan bencillikleri ve darmadağın olan ailesinin her biri bir yere dağılan fertleri...
Yine de o vardı. O varsa gerisi artık çok da önemli değildi. Tüm herkes içinde farklı olan o değil miydi? Bütün bu bencilliğe rağmen o taze bir papatya gibi değil miydi?
Eli yavaşça gevşerken kendi boş defterini çıkardı. O gün bu gündü. Ay sözleşmesini bu gece yazacaktı. Sabaha dek, uyumadan, ne varsa içinde, ne geçiyorsa yüreğinden, en başından başlayarak, her şeyin başladığı o güne dönerek...
🔲🔲🔲
Bu dünya öyle güllük gülistanlık bir yer değil.
Çevrendeki insanlar gerçekte ne niyette asla tam olarak bilemezsin.
Karar vermeden uzun süre tanı onları.
Ben, Hande Kayla Emirgan gerçekten bir ressam mıyım?
Gerçekten tüm bu yirmi altı senelik hayatımda resim mi yaptım?
Neden internette ya da herhangi bir yerde adıma ait bir şey yok? Ressamsam şayet neden geniş çaplı bir iş çıkarmadım ortaya?
Üniversite okumadım mı? Okuduysam sanat bölümüne mi gittim?
Semih tam olarak kim? O küçük çocuk beni nereden tanıyor?
Daha ne zamana kadar agresif olarak takılacağım? Gerçekte kim olduğumu nasıl anlayacağım?
Esen rüzgarda derin düşüncelere dalmışken, doğum yerimin İstanbul olup da neden Konya'da yaşadığımı da düşünüyordum. Babam mühendisti ama emekliydi. Kardeşim Isparta'da okuyordu. Kimsenin Konya'ya gelmek için bir nedeni yoktu. O halde ben...
Büyük ihtimalle benden dolayı geldiler bu şehre. Peki neden? Neden Konya?
Kısık gözlerimin önünden birkaç bulut geçtiğinde zamanın ne kadar da hızlı geçtiğini düşündüm. Ya da ben, tüm bu zaman ve mekanı hiçe sayan zihinsel bir bunalım içindeydim.
Elim sağ yanağımdaki derin çiziğe gittiğinde hafifçe üzerinden geçtim. Eski değildi ve öyle basit bir kazayla olacak gibi de görünmüyordu. Ya biri elinde büyük bir cam parçasını alıp bilerek yüzümün üstünden geçmişti ya da bir şeyin üstüne düşmüştüm. Saçlarım kısaydı ve...
Başımda gezinen parmaklarım orada da bir çizgi bulunca onun da yavaşça üzerinden gittim. Uzun, derin ama birçok dikişle kapatılmış, yine de izi tam olarak geçmemiş sanki biri hançerle özenle çizmiş gibiydi. Sonradan eklenen estetik dikişlerin varlığını hissetmeme engel olamamıştı. Saçlarımın içinde kalacağını düşünerek görüntüden ziyade sağlam olmasını düşünmüştü doktorlar sanırım.
"Başım! Başım da mı?"
Daha öncesinde farkına varamadığım bu çizik tüylerimi diken diken etmişti. Belki de diğerleri farkındaydı. Belki de değil, eğer ben kendimde değilsem onlar mutlaka farkındaydı. Ama bana söylememişlerdi. Demek ki ya ağza alınamayacak kadar dehşetli ya da dile getirilmeyecek kadar gereksizdi.
Hafızamı kaybetmemin bir nedeni olmalıydı doğru ya! Başımda da ameliyat izi var.
Elimi hızla oradan geçtiğimde birilerinin görüp de kendimi bulma çabası için girdiğimi düşünmesini istemedim. Anlaşılan o ki gizlenilen çok şey vardı. Kimsenin bana doğru düzgün geçmişi anlatmadığına bakılırsa da derinlerde daha nice sırlar saklıydı.
İyi de gerçekleşti nasıl öğreneceğim? Annem ve babam olduğunda inandığım insanlardan sonra gerçek beni nasıl bulacağım. Elbet beni ben yapan birileri vardır. Hiç mi arkadaşım yok? Kimse söylemezse ben nasıl bulacağım ki? Tek bir şey hatırlamıyorum. Adımı bile annem tek tek ezberletmişti.
Omuzlarım düşüp umutsuzca olduğum yerde yayılırken birden gözümün önünde bir ampül yandı.
"Doğru ya! O küçük çocuk. O çocuk bir şeyler biliyor olmalı. Kimse bana anlatmasa da o bana bir şeyler anlatabilir."
Hızla yerimden kalktığımda terastan odama girdim ve giyecek birkaç kıyafet baktım. Odamın açık kapısına dayanarak bana bakan Semih "Nereye gideceksin?" diye sorduğunda irkilerek durdum.
Sakin ol ve onu geçiştir Hande. Korktuğunu anlarsa bir şeylerin peşinde olduğunu fark eder.
"Gidip o okuldan şikayetçi olacağım. Sergimi mahvettiler, ayrıca kullanılmayan bir dondurucuyu barındırıyorlar ve ve..."
"Sadece bu mu yani?"
Gözlerimi büyüttüm. Geçiştirmek için kullandığım cümlelerin işe yaramazlığı bir kenara bana baskı uygulaması hoşuma gitmemişti.
"Derken?"
Elbise aramaktan vazgeçip Semih'e doğru yürüdüm.
"Sen kimsin de bana hesap soruyorsun? Sadece derken de ne demek ulan? Sana mı soracağım nereye gideceğimi? Hem senin odamda ne işin var? Ayrıca..."
Benim bağırışım ile annemle babam da koşarak geldiler. Abartıyordum ama bir çıkış yapmalıydım.
"Bana bakın, hayatıma karışmayın anlıyor musunuz? Ben size ne yapacağınızı soruyor muyum? Geçmişte bir kaza geçirmiş olabilirim ama iyiyim. Bundan sonra tek bir kişi bana bir soru sorarsa canına okurum ona göre!"
Babam bile korku ile yutkunduğunda Semih çoktan kaçıp gitmişti bile.
"Yaşamıyorum bu evde de. Kendi evime çıkacağım."
Sinirle eşyalarımı toplamaya başladığımda içimden anne ve babamdan bir de Semih'ten özür diliyordum.
Özür dilerim. Çok özür dilerim. Gerçekte kim olduğumu bulmak için buna mecburum. Çok ama çok özür dilerim.
Bir nevi benim için bahane olan bu olaydan sonra büyük valizime eşyalarımı toplamaya başlamıştım bile.
🔲🔲🔲
Önündeki deftere bakmaya devam eden Umut arada bir kendi kendine gülümsüyor, aklına gelen tüm o güzel şeylerin hayali ile mutlu oluyordu. Onu izleyen Ahu da bu güzel değişiklikten mutluydu. Onu izleyene bir de Özgür vardı ki, o da ötelerden gizlice onu izliyordu ancak asıl merak ettiği Umut değil, hayatta tıpkı kendisi kadar tuhaf olan o genç kadındı. Ne değişikti öyle. Tam sevdiği gibi. Küçük de olsa kafa dengini bulmak zor oluyordu onun için.
Ders bitiminde diğer arkadaşlarını almadan tek başına gitti Umut'un yanına. Hafifçe öksürüp dikkati kendi üstüne denemeye çalıştı. Bunda başarılı olmuştu çünkü Umut defterine bakmayı bırakıp bakışlarını ona çevirmişti.
"Şey, sulh yapmaya ne dersin?"
"Ben seninle savaş halinde değilim," dedi Umut.
Normalde olsa görmezden gelinmeyi bir kenara bırak Umut'a elinden gelen tüm işkenceleri yapardı ama şu an tek o vardı bilgi alabileceği. O genç kadını tanıdığı belliydi ve ne olursa olsun onun hakkında bir şeylere öğrenmeliydi. Umut eşyalarını toplayıp sınıftan çıkarken Özgür peşinden koşmaya başlamıştı.
"Tamam o halde. Eee son olay için üzgünüm tamam mı? Biraz ileriye gittim. Ahu da peşinden gelir seni kurtarır sanmıştım. Yani öldürmek gibi bir amacım yoktu."
"Senin mi?"
Umut, inanamazca bunu sorduğunda Özgür dediklerini geri aldı. Evet bazen bunu da kastediyordu.
"Tamam her şey için özür dilerim. Kötü bir çocuk olduğum ve bu yaşta günaha bulandığım için."
Umut yatakhanesine girdiğinde Özgür de peşinden girdi.
"Eee söylemeyecek misin?"
Eşyalarını dolabına yerleştiren Umut ranzasına oturması ile dikkatle Özgür'e bakması bir oldu.
"Söylesene neyin var senin? Hiç kendinde gibi davranmıyorsun? Neyi merak ediyorsun?"
Eliyle başının arkasını kaşıdı küçük çocuk. Söylemeli miydi? Söylemezse asla onun hakkında bir bilgi elde edemezdi. Her şeyi göze alarak derin bir nefes aldı.
"Şu çılgın kadın var ya."
"Kim?"
"Hani birlikte donuyordunuz ya, bana tuhaf sorular sordu falan."
"Hande abla mı?"
"Adı Hande mi? Ne güzelmiş."
Özgür tuhaf gülücükler saçarak gülmeye başladığında Umut'un yüzü tuhaf bakışlarla kırışmıştı.
"Ehem yani demek Hande ismi."
"Kayla'sı da var."
"Kayla mı? O da güzelmiş."
"Soyadı da Emirgan."
Özgür olduğu yerde tuhaf gülücükler saçarken sanki bir hayal dünyasındaymış gibi bakıyordu.
"Eee?"
Umut'un sorusu ile irkilip koşarak onun ranzasına oturdu. Hızla Umut'un ellerini tuttu ve gözlerine bakarak "Benim bu kıza ait tüm bilgilere ulaşmam lazım Umut. Ne istersen yaparım. İstersen kral sen ol. Yardımcılarım sana hizmet etsin. Hı?" diye sordu.
Umut yavaşça ellerini Özgür'den kurtardı ve dudaklarına tatlı bir gülücük yerleştirdi.
"Onu sevmen güzel bir şey. Ben de onu seviyorum, annem de. Hatta dayım da onu seviyor ve bil bakalım Hande ablam en çok kimi seviyor?"
Özgür küsercesine kollarını önünde bağladı.
"Kimi?"
"Seni."
Gözleri fal taşı gibi açılan küçük çocuk hevesle Umut'a baktı.
"Sahi mi?"
Başını iki yana sallayan Umut Özgür'ün uzun süre kendine gelemeyeceğini düşündü. Yeni Hande anlaşılan insanları daha çok etkisi altına alıyordu. Özgür gibi olanları bile.
Umut Özgür'le bu şekilde uğraşmaktan zevk alsa da uzun sürdürmedi. Birini seven insanla alay etmek güzel bir şey değildi.
"Seni tanımıyor bile Özgür ne bekliyorsun? Ayrıca Hande ablam..."
Özgür merak ve metanetli bir duruşla sırtını dikleştirdi.
"Ne olmuş ona? Söyle, onunla alakalı tüm acılara ben de ortak olmalıyım. Hadi söyle katlanabilirim. Hiçbirini atlama."
"O hafızasını kaybetti. Yani şimdiki Hande abla, kendisi değil aslında."
"Nasıl ya? Şimdi ben gerçek olmayan biri mi seviyorum? Zaten normal olmadığı belliydi. Hay böyle işin!"
Umut komiğine gittiğini belli edercesine güldü.
"Öyle değil ya. O da gerçek tabii ki. Sadece normalde biraz daha sakin ve aklı başındadır. Kibar ve tatlıdır. Böyle şeyler yapmaz hiç."
"Hımm."
Özgür derin düşüncelere dalıp birkaç saniye sonra çıktı.
"Olsun. Onu her türlü kabul ediyorum ben. Deli akıllı fark etmez. O artık benim için hayattaki bir numaram."
"Kimmiş bakalım senin bir numaran?"
Feride öğretmen tatlı tatlı gülümseyerek iki çocuğa bakıyordu. Bu saatte yatakhanede olmamaları gerekiyordu ancak kızmadı ve kibarca uyararak onların çıkmasını sağladı.
"Bu arada Umut ziyaretçin var."
Şaşkınlıkla sarsılan Umut bir sene boyunca ilk defa ziyaretçi aldığı için şaşkındı. Kocaman açtığı gözleri ile öğretmenine bakarken hevesle gülümsedi.
"Yoksa Hande ablam mı?"
Hande ismini duyan Özgür de Umut'un yanına sıkışıp merakla sordu.
"O mu?"
"Bir kız olduğunu pek sanmıyorum. Daha çok gıcık bir erkeğe benziyor."
Feride öğretmen gülümseyerek uzaklaştığında Umut düşünmeye başlamıştı.
"Gıcık erkek kim ya? Dayım olamaz. O zaman? Can abi!"
Umut koşarak koridorda ilerlerken Özgür arkasından bağırıyordu.
"Can kim lan? Hande Kayla'mla bir alakası var mı? Varsa gebertirim onu ona göre. Ben de geliyorum. Beni bekle Umut. Hey kime diyorum!"
🔲🔲🔲
Elimde valizle yollarda gezerken kiralık daire yazan yere girdim ve bütçeme uygun üç odalı bir daireyi kiraladım. Sonuçta çok oda olması iyidir. Birinde resim yaparım, diğerinde resim yaparım, eh diğerinde de resim yaparım.
İçimden konuşurken bile ne kadar komiktim ya. Kendi kendime gülerken müteahhit bana tuhaf tuhaf bakıyordu ama kimin umrunda?
Boş daireye girdiğimde de, beğendiğim için içinde birkaç tur attığımda da, alacağım eşyaları kafamda hayal ettiğimde de mutluydum. Ta ki aklıma babamın söylediği şey gelene dek.
"Yanlışlıkla yaptıklarını sanmıyorum. Belli ki canına kastetmişler."
O çocuğun canına kastetmişlerdi öyle mi? Peki kim, neden? Ama mümkündü böyle şeyler. Ne de olsa ben anne ve baba ile büyümüştüm ama onlar bu koskoca hayatta tek başınaydı. Tek başına hayatta kalmak kim bilir ne kadar zordu. Gerçi şu an ben de tek başıma olacaktım ama sonuçta gideceğim bir evim, annem ve babam vardı.
Derin düşünceler başımı ağrıtıyordu. Arada bir saplanan sancı ile başımı hafifçe iki yanından sıkıştırdım. Keskin bir bıçak gibi kendini hissettiren dikiş yerleri tüm bedenimin terlemesine neden oluyordu.
"Düşünme Hande düşünme. Çok düşünüyorsun kızım. Kendine gel."
Başımı iki yana sallayıp yerimden kalktığımda düşüneceğime gidip ziyaret etmenin daha mantıklı olduğuna karar verdim ve hazırlanarak yetimhanenin yolunu tuttum.
🔲🔲🔲
"Tüm bu şekerlemeleri senin için getirdim. Birkaç çift kıyafet ve kırtasiye malzemeleri de şu kutunun içinde."
"Teşekkür ederim Can abi. Neden zahmet ettin? Gerçekten çok sevindim ama sadece senin gelmen bile benim için büyük bir iyilik."
Can kısık bir gülümseme yerleştirdi dudaklarına.
"Üzgünüm evladım uzun süre tek başına sıkıntı çekmek zorunda kaldın."
"Sorun değil gerçekten. Hem Hande ablamın varlığını bilmek artık hiçbir şekilde canımın yanmasına neden olmuyor. O var diye daha güçlüyüm. Daha mutluyum."
"Eğer o Semih denen pislik olmasaydı sana gelir bu sıkıntılı dönemleri daha hızlı atlatabilirdik. Ama yasakladı. Şimdiyse her şey bitti. Dayın hapisten çıkacak ve birlikte intikamımızı alacağız. Hem Hande ablan da yaşıyor."
Umut mutlulukla başını salladı.
"Annem nasıl? Onu da çok özledim."
"O da iyi. Hatta eskisinden çok çok daha iyi. Bunu söylememi istemiyor ama o artık düzeliyor Umut."
Gözlerine dolan yaşla gülümseyen Umut bir Can'a bir de yanında oturan Özgür'e baktı.
Bunu uzun süredir bekliyordu. Annesinin ona bir kere de olsa oğlum demesini çok uzun süredir bekliyordu.
Kollarını önünde bağlayıp Can'a yan yan bakan Özgür Umut'un sırtına hafifçe tebrik edercesine iki kere vurdu.
"Peki sen kimsin?"
Can merakla Özgür'e sorduğunda "Sana ne?" diye cevap verdi.
"Görüyorum ki Hande ile yakından ilgileniyorsun. Onun düşüncelerini söylemeler falan müneccim misin sen hı?"
Can ne olduğunu anlamadan Umut'a bakarken küçük çocuk gülüyordu.
"Bana bak, Hande Kayla'dan uzak duracaksın tamam mı? Onu üzersen ben de seni üzerim."
"İyi de ben onun dostuyum."
Can sakince bunu söylediğinde Özgür dost fikri hoşuna gitmişçesine gülümsedi.
"Ha öyle desene. Tamam o olur."
Bu sefer Can gözlerini kıstı.
"Sen Hande'nin nesi oluyorsun bakalım? Üstelik kaç yaşındasın?"
"On bir yaşındayım ama bu Ocak'ta on iki olacağım ne olmuş? Erkek adamın yaşı mı sorulur? Hem onun bir şeyi olmama gerek var mı o benim için her şey."
Can beğenircesine dudaklarını büzdüğünde Umut'a göz attı.
"E madem onun dostuysan şu şekerlemelerden ben de alabilir miyim?"
"Al al."
Can şekerleme dolu kutuyu ortaya koyduğunda üçü birden güldü.
"Her neyse çocuklar, sohbetinize doyum olmuyor lakin Hande ablanızla bir şekilde karşılaşırsanız onu üzmeyin tamam mı? Zaten başında yeterince sorun var. Ona yardımcı olun."
İki çocuk uslu uslu başları ile onaylarken "Bu arada Özgür," dedi Can.
"Hande yirmi altı yaşında. Ben de otuz bir. Yani seninle arasındaki farkla benimki arasında daha az fark var. Bence ben avantajlıyım."
Can Özgür'ü sinir etmek için bunu söylediğinde Umut'a gizlice göz kırpmıştı.
"Bilemedin dostum," dedi Özgür.
"Ben on iki, o yirmi altı. İkiye böl ben altı o on üç. Bir kere daha böl. Bölünmez. Yani ne yaparsan yap bizi bölemezsin."
Can aldığı bu tuhaf yorum karşısında şaşkınlıkla gülerken Özgür'ün Hande'den uzun süre vazgeçmeyeceğini anlamıştı. Bu deli kız her ne yaptıysa bayağı etkilemişse benziyordu bu çocuğu.
"Hadi ben kaçtım. Yarın annenden sonra yine buraya gelirim. Sonra da hafta sonu bana gideriz olur mu?"
Umut sevinçle başını salladığında Özgür hüzünle başını yere eğdi.
Bunu fark eden Can hızla "Hey On iki sen de bize katılmak ister misin?" diye sordu.
Bir anda gözleri parlayan Özgür "Olur," dediğinde yeniden güldüler. Bu çocuğu çözmek çok kolaydı.
Birkaç saniye düşünen Can gözlerini kısarak derin bir nefes aldı.
"Gerçi böyle zor oluyor ya. Hem Batı da hapisten çıkacak yakın zamanda. Ne yapsam seni evlatlık mı edinsem?"
Can bunu söylediğinde büyük bir çığlık koptu.
"Haddini bil lan!"
Üçü birlikte çığlığın geldiği yöne yani bana döndüklerinde ben nefes nefese kalmış bir şekilde onlara bakıyordum.
Birkaç adım daha atıp önlerinde durdum ve alnımdaki teri silerek kuruyan boğazımı ıslatmak adına yutkundum.
"Bu çocuk," dedim işaret parmağım ile Umut'u gösterip kesilen nefesime engel olamadan.
"Bu çocuk benim!"
Özgür ağzında sallanan solucan jelibonuyla şaşkınlıkla bir Umut'a bir bana bakarken "Ben de ben de! Beni de al ne olur. Ben de senin olayım," diye yalvardı.
"Sucu velet?"
"Evet evet," dedi Özgür kendini göstererek. Koşarak önümde eğildi.
"Ne olur beni de evlatlık al. Söz ekmeğini alır, market ihtiyaçlarını ben karşılarım, yumurtaları dolaba dizer, televizyonda istediğin kanalı çeviririm."
Can ve Umut bu tuhaf yardımlar karşısında yüzünü ekşitirken benim hoşuma gitmişti.
"Yumurtaların yanına yarım kalan limonları da koyarım yalnız."
"Bayılırım limona," dedi Özgür baygın bakışlarla.
"Çok titizim meyveleri rengine göre ayırırım."
"Gökkuşağı bile yaparım onlarla."
"Buz yerim arada."
"Sen iste kutupları sereyim ayağına."
Son bir istek sürdüm öne.
"Birlikte tavanla konuşmaya da söz verirsen kabul."
"Sen yeterki iste hayaletlerle bile konuşurum be!"
Diğer ikisi hayatlarının şokunu yemişçesine şaşkınlıkla bize bakarken ben gururla gülümsedim. Özgür sıkıca bana sarıldığında ağzındaki solucanın kalan bölümü de çekti.
"Sen de buraya gel sarı velet. Sonra millet canına kastediyor. Gel de benim şefkatli dünyamın tadını çıkar."
"Hande aslında..."
Can'ın sözünü ağzına tıktım.
"Şşşt! Sen sus kara bebe. Valla seni de evlatlık alamam ev üç odalık."
Umut daha fazla beklemeden bana doğru koşup diğer yanıma sarıldığında iki çocuklu anne gibi hissediyordum kendimi.
"Ama Hande bir şey..."
"Sus dedim kara oğlan. İki çocuğa ancak bakarım. Git sen de başkalarını evlatlık edin. Bunları ben seçtim. Hadi yallah."
İki çocuğumu sıkıca kavrayıp sevgiyle sarıldıktan sonra ana olduğumu kabul ettim.
"Anayım ben ana!"
İkisi birden güldüğünde yürümeye başlamıştık bile. Hadi gidelim evlatlarım yapacak çok analıklar var.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 1.01k Okunma |
273 Oy |
0 Takip |
42 Bölümlü Kitap |