
"Sokak lambaları gibiyim. Kalabalıklar içinde bile yapayalnız."
Ö K F
🔲🔲🔲
İnsanoğlu ne kadar da zavallı. Öldüğünde bir parça et olup kokmaya başlıyor. Oysaki dünyada iken tüm gurur ve egosuyla diğerlerine zarar verme ahlaksızlığını gösterebiliyor. Başkasının gözyaşı üzerine inşa edilen mutluluk binası sağlam olabilir mi? Temelden sarsılmaz mı o bina? Kötüler bu dünyada hiç mi cezalandırılmaz? Tüm çileyi masumlar mı çeker?
Elmacık kemiklerime süzülen gözyaşlarını bile silemeden öylece Batı'ya bakmaya devam ediyordum. Gecenin zifiri karanlığı koyu siyah saçlarına hafiften lacivertimsi bir fon yansıtıyordu. Yıldızların göz kırpışları sanki her şeye rağmen umut var der gibiydi. Sahi öyle miydi ki? Her şeye rağmen umut var mı?
Batı beni görünce afalladı. Bir an için gözleri ne yapacağını bilemez bir şekilde şaşkınlıkla titredi. Onun da gözleri yaşlıydı. Onun da elmacık kemikleri ıslaktı. Siyah sweatshirtünün bilek kısımları biraz çekilmiş olduğu için bileğindeki kesikleri görebiliyordum net bir şekilde. Kimisi yara bandı ile kapatılsa da, çoğusu açık ve tazeydi. Onu suçlayamazdım. Ona bir şey diyemezdim. Onu eleştiremezdim.
Yine de papatya yerine gül olsun isterdim. Papatya ölümü simgeler gibi, asil geliyor ama... Ben senin yaşamanı istiyorum değerli insan.
Yaralarını gülle sarsam olur mu? Gülle sakinleştirsem sıkıntılarını. Ve gül döksem tüm dikenli yollarına?
Batı herhangi bir şey demeden acele ile balkon kapısına yöneldiğinde onu durdurmadım. Muhtemelen burası onun stres attığı bir yerdi ve benim de burada olmam ona pek iyi gelmemişti.
Ama artık yalnız olmamalısın. Yalnızlık için doğmuş olsan bile yalnız olmamalısın.
🔲🔲🔲
Öğleye doğru gelen saate baktığımda sol gözümü açamıyordum. Birkaç saniye sadece sağ gözümle evimin salonunu inceledim. Genelde her sabah böyle oluyordu bana. Nerede ve kim olduğumu anlamaya çalışıyordum. Neyseki bugün tatil günümdü de bu boş zaman harcamalarım bana zarar vermiyordu.
Gözlerimden alnıma kayan göz bandı saçlarımı sıkıştırdığı için canım yanıyordu. Kanepede öylece serilerek uyumuştum anlaşılan. Hâlâ yerleşmesi gereken eşyalar vardı ve bugün tam da onların işiydi.
Kanepeden doğrulurken boğazımın hafiften yandığını hissettim. Dün gece üşütmüş ya da yastıksız yattığım için bir şeyler olmuş olmalıydı. Bir iki kere öksürdükten sonra ayağa kalktım ve ayaklarımı yere sürüye sürüye mutfağa doğru yöneldim.
Mutfak gözüme bomboş görünmüştü. Burada değil bir gün, birkaç saat bile yaşayamayacakmışım gibiydi. Buzdolaba gidip umutsuzca kapağını açtım. Birkaç domates, iki salatalık ve biraz beyaz peynir buldum. Kendime bir sandviç yapsam idare ederdi. Sonra da gidip alışveriş yapmam gerekiyordu.
Psikolog olmak güzeldi de maddi yönden zorluyordu bazen. Daha doğrusu biz çömez olduğumuz için şimdilik net bir kazanç göremiyorduk ya da bana böyle denk geliyordu bilmiyordum.
Yiyeceğimi bulduktan sonra huzurla lavaboya gidip yüzümü yıkadım ve açılmamakta ısrar eden sol gözümü de açtım. Yeniden mutfağa döndüğümde yarım ekmek içine salatalık, domates, beyaz peynir ve yumurtalık rafında küflenmeye yüz tutmuş limonu sıktım.
Bitmek üzere olan meyve suyunu da bir bardağa doldurduktan sonra hazırdı işte. Her ikisini de bir tepsiye alarak yeniden oturma odasına doğru yöneldim.
Kanepeye sertçe oturduğumda sandviçimden bir ısırık almıştım bile. Normale göre fazladan acıkmam sandviçi erkenden bitirmeme neden oldu. Yine de bu erken bitiş bir noktaya dalarak düşünmeme engel olmamıştı.
Ne yapıyorum?
Amacım ne?
Ne yapmam lazım?
Başarılı olabilecek miyim?
Yapacağım şeyden emin miyim?
Tüm bu sorularıma tek tek cevap verirken Batı'yı tedavi etmem gerektiği kararına vardım. Sadece onu değil, kızkardeşini de tedavi etmeliydim. Tabii bunun için öncelikle onlara ulaşmam gerekiyordu. Batı yüksek duvarlarla etrafını çevirdiği için ona ulaşmam neredeyse imkansızdı. Peki ya ondan önce başka birine ulaşırsam?
Mesela Banu?
Eğer onunla yakınlaşırsam Batı'ya da yaklaşmış olurum. Yaklaştıkça onu dinleyebilir ve bir tedavi sürecine başlayabilirim. Eğer tedavi süreci başlarsa da kurumdan habersiz onları tedavi eder ve programdan çıkarırım. Gerçi sadece onlar değil, diğer kimseyi bu programa dahil etmek istemiyorum. Kurumdan ayrılmayı da düşündüm bir süre. Ama sonra ben ayrılsam da devam edecekleri geldi aklıma. Herhangi bir çözüm yolu bulmamış olacaktım yani o şekilde.
Öyle ya da böyle bir şekilde başlamalıydım. Pijamalı halime bakarak bu halde başlayamayacağımı anladığım an koşarak gardırobun önüne geldim ve rahat bir şeyler giyerek hazırlandım.
Minik sırt çantamın içine önemli eşyaları koyduktan sonra dış kapıya yürüdüm. Kapıyı açmamla kader olacak ki Banu ve Umut'la karşılaşmam bir oldu.
Banu beni görür görmez gülümsedi ve sağ elini tatlıca salladı.
"Aaa yeni komşu! Merhaba yeni komşu. Nasılsın yeni komşu?"
Ses tonu olsun, jest ve mimikleri olsun tıpkı bir çocuk gibiydi. Teyzenin dediği doğruydu demek ki. Hüznümü belli etmeden ben de ona el salladım. Sonra Umut için de el salladım ama o annesinden daha akıllı görünüyordu. Sadece gözlerini devirmekle yetindi.
"Hadi artık anne!"
Umut Banu'nun kolundan çekiştirirken "Nereye gidiyorsunuz?" diye sordum.
"Parka! Parka gidiyoruz komşu. Sen de bizimle gelsene komşu."
Banu güzel bir kızdı. Tıpkı Batı gibi siyah saçları ve siyah gözleri vardı. Aynı dolgun dudaklar onda da vardı ve bembeyaz bir tene sahipti. Umut ise sarışındı. Batı ve Banu sarışın olmadığına göre düşünmek istemiyorum ama babası olacak rezil sarışın olmalıydı. Umut'un bir suçu yoktu. O masum bir bebekti ama insan bazen isyan etmiyor değildi. Bu noktada Batı'yı çok iyi anlıyordum.
"Yalnız mı gideceksiniz?"
"Evet, babam işe gitti."
Batı çoktan gitmiş olmalıydı elbette. Umut büyümüş de küçülmüş bir erkek gibiydi. Annesinin ayakkabılarının bağcıklarını bağlarken Banu sevinçle çığlık atıp alkış tutuyordu.
"Yaşasın parka gidiyoruz. Yaşasın parka gidiyoruz."
Umut işini bitirince ayağa kalktı ve bir yetişkin edasıyla üzerini düzeltti. Sonra da bana göz altından bakarak "İyi madem gelmek istiyorsan sen de gel," dedi.
Ne yalan söyleyeyim Umut'tan çekinmiştim. Daha dokuz-on yaşında çocuk belki ama harika bir karakteri vardı. Annesi için erkenden büyümüş gibiydi. Onun benim parka gelmem için izin vermesi hem beni rahatlatmış hem de gönül rahatlığıyla peşlerine takılmama neden olmuştu.
Annesinin elini sıkı sıkı tutarken, sürekli bir yerlere gitmesine engel oluyordu Umut.
"Anne yola yaklaşma!"
"Ya bana ne! Arabalar çuf çuf! Birine dokunmak istiyorum. Lütfen Umut lütfen."
"Olmaz, çok tehlikeli!"
"Seni babama diyeceğim."
"O senin baban değil benim babam."
"Hayır! Batı ikimizin de babası!"
Arkalarından diyaloglarını dinlemek tüylerimi diken diken ediyordu. Batı'nın çalıştığı marketin tam tersi yöne doğru ilerlediğimiz için içim bir nebze olsun rahattı. Batı ile karşılaşmamız en az ihtimale kalıyordu. Eğer onlarla takıldığımı görürse belki engel olurdu.
Park göründüğünde Banu yerinde zıplamaya başladı. Sevinçten yerinde sekerken Umut minik elleri ile Banu'yu gücü yettiğince tutmaya çalışıyordu. Bir çocuk bir yetişkine ne kadar sahip olabilir ki?
Banu Umut'un elinden kurtulması ile parka doğru koşması bir oldu. Umut da onun peşinden koşarak bağırmaya başladı.
"Anne dur! Anne!"
Çok tehlikeliydi gerçekten. Çocuk olan Umut mu Banu mu belli değildi. Umut'un psikolojisini de düşünemiyordum. Garibim minik yaşta büyümek zorunda kalmıştı anlaşılan.
Banu koşarak bir salıncağın önüne geldiğinde salıncakta olan çocuğa baktı. Annesi sallıyordu. Çocuğa annesinin önünde "İn," diye bağırdı.
Nefes nefese kalan Umut müdahale etti.
"Kusura bakmayın annem biraz rahatsız da!"
"İnsene ya! İn hadi! Hadi ya!"
Bağdaş kurarak salıncağın önünde durduğunda kadın salıncağı durdurmak zorunda kaldı. Banu'ya kötü bakışlar atarken söyleniyordu da aynı zamanda.
"Deli midir nedir?"
Daha fazla üstüne gidecekti ki ben müdahale ettim bu sefer.
"Hanımefendi lütfen anlayışlı olun. Kendisini tanıyorum, iyi kalpli ancak sadece biraz çocuksu hareketleri var. Lütfen eleştirmeyin."
Kadın başka bir şey demedi ama kötü bakışlarını da eksiltmedi. Çocuğuyla birlikte parktan ayrılırken Banu çoktan salıncağa binmişti bile. Umut onu sallamak için çok çaba sarf ederken "Ben sallarım," dedim.
"İstemez. Annemi ben sallarım."
Öylesine kendinden emin konuşmuştu ki, haddimi bilerek kenara çekildim. Ama çok yoruluyordu. Beni bir kere daha paylamasına göz yumarak bir kere daha sallamak için teklifte bulundum. Bu sefer reddetmedi ve sessizce kenara çekildi. Banu'yu sallarken bana baktı.
"Komşu? Sen mi sallayacaksın?"
"Hı hı. İster misin?"
"Olur."
Banu elleri ile zincirlere daha sıkı tutunduğunda Umut'a baktım. Neler o da bana bakıyormuş. Ona bakmamla gözlerini çevirdi. Boş salıncakta öylece dururken "Seni de sallayayım mı?" diye sordum.
"İstemez."
"Neden?"
"O sallanmayı sevmiyor komşu," dedi Banu.
"O halde kaydıraklara gidelim. İstersen tahterevalli de olur," dedim ama bana mısın demiyordu. Gözü annesinin üstündeydi. Annesinden dolayı erkenden büyüyen bu çocuk parkta bile eğlenemiyordu. Ve bunun böyle olması kimsenin umrunda değildi. Peki ya ben?
Umut'u habersizce itekledim. Afallayarak bana baktı.
"Ne yapıyorsun?"
Omuzlarımı silkelerken oyun oynuyordum. Banu bana bakarken gülüyordu. Oyun oynadığımı anlamış olmalıydı.
Bir kere daha itekledim salıncak ileri gitti.
"Ya ne yapıyorsun?"
"Seni sallıyorum."
"İsteyen oldu mu?"
"Salla! Salla! Salla!"
Banu salıncağından inip iki elini çarparak alkış tuttuğunda ben çoktan Umut'u sallamaya başlamıştım bile.
"Ya dur diyorum sana! Hey! Bak babama söylerim seni! Sana söylüyorum serseri! Beni duymuyor musun?"
"Serseri mi?"
Küçük bir çocuktan böyle kelimeler işitirseniz şaşırmayın. O aslında ruhu erken büyümek zorunda kalmış, minik bir bedendir.
Serseri kelimesi ile daha çok sallamaya başladım. O da zincirlere mecburen daha çok tutunmak zorunda kaldı.
"Tamam dur! Dursana!"
Bağırdıkça hoşuna gidiyordu. Hoşuna gittikçe gülüyordu. Çok hızlandığında çığlık atarken aynı anda kahkaha da atıyordu. Çünkü bir çocuktu. Çocuklar gülmek ne demek çok iyi bilirlerdi.
"Ben de, ben de!"
Banu yerinde zıplayınca salıncağını gösterdim.
Hemen yerine oturdu. Onu da itekledim. Yorucu oluyordu ama iyi geliyordu. Bunca acıya nispeten onları böyle mutlu görmek bana çok iyi geliyordu. Ve sanki bir yerlerden başlamışım gibi geliyordu. Devamı bir şekilde gelcekmiş gibi huzurluydum.
Salıncaklar yavaşlayınca "Size kumdan kale nasıl yapılır göstereyim mi?" diye sordum.
"Göster göster göster!"
Banu sevinçle koluma yapıştığında yanakları kızarmış Umut'a baktım. Merakla bana bakıyordu.
"Nasıl yapılıyor kale?"
O da merak etmişti.
"Hadi kale yapmaya gideli," dedim, "Gidelim!" diye destek oldu Banu.
Üçümüz birlikte parkın kum bölümüne geldiğimizde ben direkt girdim içine. Banu da beni takip etti. Umut biraz tereddüt yaşasa da "Babam bir şey demez inşallah!" diyerek o da bizi takip etti.
Umut ilk defa oyun oynuyor gibiydi. Oyun oynamak nedir bilmeyen bir çocuk büyüyemez ki. Hep bir yerleri eksik kalır onun. Benim çocukluğum çok güzel geçmişti. Bu güzelliği yaşamaya Umut'un da hakkı vardı.
Kumu havuzun içinde bulunan kovalara doldurarak üst üste dikmeye başladım. Büyüdükçe bir kaleyi andırıyordu.
Banu sevinçle etrafı gözetlerken "Kalemize kimse dokunmasın! Biz kalenin muhafızlarıyız değil mi Umut?" diye bağırıyordu.
Umut kendini oyuna kaptırmış bir halde annesine ortak olurken ikiliyi seyretmek en sevdiğim iş olup çıkmıştı. Her yerimiz kum olmuştu. Ellerimiz, ayaklarımız, kıyafetlerimiz.
Sanki kirlenmiş gibiydik ama bu sadece zahirde görünen bir şeydi. Asıl görünen ise temizlenen yüreklerdi.
Bir çocuğun çocukluğun ne demek olduğunu anladığı o dakikalar. Bir yetişkinin sevdiği insanlarla vakit geçirmesi. Ve ben...
Benim içinse durum çok farklı.
İlk defa bir insan olduğumu hissediyorum.
Mesleğimden uzak, ilk defa yüreğimin sevgiyle dolup taştığını ve ilk defa doğru bir iş yaptığıma inanarak yüreğimi serinletiyorum.
"Komşu abla...senin adın neydi?"
Adım?
Hande dersem Batı beni tanıyabilir mi? O halde yalan söylemeden çok kullanmadığım ikinci ismimi söylerim ben de.
"Kayla."
"Kayla abla, her Pazar gelir miyiz buraya?"
Umut, umutla ışıldayan bakışlarıyla bunu sorduğunda gözlerimle gülümsedim.
"Siz ne zaman isterseniz geliriz."
"Yeeey!" diye bağırdı Banu.
"Kayla komşu bizi parka getirecek. Yeeey!"
"Ama uslu durursak değil mi anne?"
Bu soru, sıradan bir çocuğun annesine sorduğu bir soru gibiydi ama cevap işi değiştirmişti.
"Söz veriyorum uslu duracağım Umut. Beni de getirin tamam mı?"
Umut bu diyaloga alışmış bir şekilde annesine gülümserken ben de gülümsüyordum. Kimi zaman acınası bir şekilde, kimi zaman hüzünle, kimi zaman da sevgiyle.
🔲🔲🔲
Park dönüşü hava kararmıştı bile.
Hava kararsa da aydınlanan yürekler vardı yan yana yürüyen.
Umut seke seke yürüyordu, gerçek bir çocuk gibi.
Banu da seke seke yürüyordu ama Umut bunu yadırgamıyordu. Şu anda sadece beni yetişkin olarak görüyorlardı.
"Kim dondurma yemek ister?"
Sesimi duymaları ile önden giden Umut ve Banu geri koşarak yanıma geldiler.
"Ben ben!"
"Ben de, ben de!"
Üçümüz de istediğimiz dondurmaları elimize aldığımızda Banu boşta kalan kolu ile benim koluma girmişti. Ona daha yakın geliyor olmalıydım. Umut da önce annesinin durumuna baktı sonra da bana. Birkaç dakika boşta olan elimi izledikten sonra usulca elimi tutuverdi.
Şimdi tamamlanmıştı sanki birçok şey. Şimdi oturmuştu taşlar yerine.
Gözüme dolan yaşlar ile dondurmamı yemeye çalışırken bir yandan burnumu da çekiyordum. Duygusal yönden yeterince olgunlaşmamıştım anlaşılan. İnsan ne kadar üniversite ve yüksek okul okursa okusun, ruhsal yönden hep bir hassas kalıyordu. Kitaplardan ezberlemek kolaydı, iş pratiğe gelince durumlar değişiyordu.
Evimizin olduğu sokağa girince Umut "Baba!" diye bağırdı.
Onun bağırması ile irkilmiştim. Hemen ardından Banu da "Baba!" diye bağırdı.
İkisinin arkasından afallamış bir şekilde bakarken binanın önünde duran Batı'yı fark ettim.
İlk defa üzerinde siyah deri ceket görüyordum. Siyah saçları dağılmış, ceketin içine beyaz bir tişört giymişti. Siyah dar paça pantolon, beyaz spor ayakkabı ile kombinlenmişti.
Umut koşarak Batı'ya ulaştığında hafif gülümsedi ve elini ceketinin cebinden çıkararak Umut'un saçını okşadı.
Sevgi gösterebiliyordu? O halde bu özel durumları sadece kriz geldiğinde mi oluyordu?
"Baba bugün çok eğlendik," dedi Umut.
"Öyle mi?"
Batı'nın sakin hali apayrıydı. Onu böyle görmek içimi sıcacık yapmıştı. Yüzünde tatlı bir tebessüm olunca öylesine şefkatli görünüyordu ki. Gülümsemek ona ne de çok yakışıyordu.
Beyaz teninde kıpkırmızı olan dolgun dudakları gülümserken tatlıca kıvrılıyor, uzun kirpiklerinin çevrelediği siyah gözleri okşarcasına kısılıyordu. İnsanın baktıkça bakası geliyordu.
"Baba bugün parka da gittik biliyor musun?"
Banu bunu söylediğinde Batı ona da gülümsedi. Onlara yaklaştıkça heyecanlanıyordum. Batı ile göz göze gelme ihtimali beni çok heyecanlandırıyordu.
"Baba dondurma da aldık. Hem de ben daha çok yedim."
Umut'a somurtarak bakan Banu "Hayır baba, en çok ben yedim!" diye tutturdu.
İkili arasında kısa süreli bir kavga oluşsa da benim onlara dahil olmamla yatıştılar.
Batı ile göz göze geldik, nefesim kesildi.
Tebessüm eden ifadesini değiştirmeden bana bakıyordu.
"İşte komşumuz!"
Banu koluma girdiğinde Batı'ya bakmaya devam ediyordum.
"Teşekkür ederim."
Ses tonu tüylerimi diken diken etse de "Rica ederim," diyebilmeyi başarabilmiştim.
"Kayla abla beni yirmi kere salladı biliyor musun baba?"
Umut'tan sonra atıldı Banu.
"Beni de yirmi kere salladı."
Konuşmalar devam etse de Batı ile göz göze bakmaya devam ediyorduk. O da ayırmıyordu gözlerini benden. Bir şey diyecekmiş gibi, bir şey demem gerekiyormuş gibi.
"İsminiz Kayla mı?"
"Evet."
Tasdiklemem ile siyah ve güzel şekilli kaşları hafifçe yukarı kalktı. Sanki inanmıyormuş ya da ilk defa duymanın hissiyatı varmış gibi.
Yüzüne bakmaya devam ederken "Hadi eve girelim," dedi Umut. Annesi ile birlikte binaya girdiklerinde Batı da gitmek durumunda kaldı.
Ellerini yeniden ceketinin cebine koyduğunda "İyi geceler," dedi.
Yutkundum. Onunla böyle birebir diyalogda olmak çok tuhaftı.
"İ-iyi geceler."
Kekelememi yadırgamadan son kez gülümsediğinde binaya girmişti bile. Gülüşünde takılı kaldığım o saniyelerde Batı'nın farklı bir yönünü görmek çok tuhaf hissettirmişti. Masum, sıradan ve doğal. Keşke hep böyle kalabilseymiş.
Onlar dairelerine girmişlerdi ki saate baktım. Gece yarısına iki dakika vardı. Batı'nın videosu başlayacaktı birazdan.
Koşarak kendi daireme gittim. Kapıyı kapatıp telefonun alel acele açtığımda saate yeniden baktım.
00.00
Ama video yoktu ortalıkta.
Eski gönderilere videonun nerede olduğunu soran birçok yorum geliyordu. Batı'nın daha önce hiç aksatmadığını söylüyorlardı. Neden peki? Gerçekten neden video gelmiyordu?
Aradan dört dakika geçmişti ki bir görsel paylaştı. Ve altına da bir not.
Batı_94renk
Teşekkür ederim.
Arayı uzatıyorum biliyorum ama inanın çok yoğunum. Dinlenmeye bile vakit bulamıyorum. Umarım beğenirsiniz. Keyifli okumalar dilerim 🖤
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 1.01k Okunma |
273 Oy |
0 Takip |
42 Bölümlü Kitap |