6. Bölüm

Çocukluk Merakı

hamdi ÇINAR
hamdic

Yıllar sonra, bağları gören bu pencerenin köşesine oturduğumda, vicdanımın derin sesi, tövbe ettiğim işi yapmaya zorladı beni. Kağıdı, kalemi elime alıp tüm dürüstlüğümle olanı biteni anlatmam lazım! Beni, her gün kedere boğan, uykularımda kabus olarak sürekli karşıma çıkan bu hadisenin temeli, alt tarafı çocukluk merakımdan kaynaklıydı. Adi bir mevzunun, insan hayatını kökten değiştirdiğini kitaplar da okusam ve yahut hayatı altüst olmuş birinden dinlesem yine de inanamazdım.

Erguvan ağaçlarının da içinde olduğu bağları göz alabildiğince uzayan bir çiftlikte doğdum. Babam, hem dedemin telkinleriyle, hem de çiftliğin geleceği için ziraat okumuştu. Onu, bir kere dışında, hiç savruk görmedim. Her zaman şık giyinirdi. Fötr şapkasını, karanlık çökene kadar namaz ve yemek vakitleri haricinde çıkarmazdı. Bıyık ve saç tıraşı noksansız olurdu. Benim için, babam büyük bir kahramandı. Fakat her kahramanın, zaman zaman insanları üzen halleri olur. İşte babamı savruk gördüğüm gün, hayatımı ve karakterimi tümden değiştiren o talihsiz hadiseyle ilgilidir. Olaydan önce, annemden de bahsetmeliyim. Annem, bağlarda işçilik yaparken dedemin gözüne çarpan bir köylü kızıydı. Bütün mevsim boyunca dedem uzaktan annemi izlemiş, soruşturmuş ardından da babamı apar topar çağırıp, evlendirmiş. Anneme, köylü kızı desem de, çok zeki, güler yüzlü ve modern bir insandı. En az babam kadar giyimine dikkat ederdi. Tüm çiftliğin hanımı olduktan sonra, değişmemiş, geldiği mevkii unutmamıştı. Köylüler, babam ve anneme derin bir sevgi ve saygı beslerlerdi.

Çocukluğum bağ bahçe arasında koşarak, kuş kapanları kurarak geçiyordu. Büyüdükçe, daha fazla hareketleniyor, öğrenme hevesi her zerreyi sorgulamama sebep oluyordu. İşte bu merakım, ne kadar saf ve masumane olsa da, tüm hayatımı kökten değiştirdi.

Dedemin yüzünü hatırlıyorum. Üçgenimsi bir çenesi; ince, uzun bir burnu vardı. Elmacık kemikleri çıkık, kaşları kalıncaydı. Sesi oldukça gürdü. Otoriter bir yapısı vardı ve çok az gülerdi. Bütün bunların dışında, dedem de göze çarpan en büyük özellik tahta bacağıydı. Nerede, nasıl kaybettiği hakkında hiçbir zaman fikrim olmadı. Köylülerin lakırdıları dışında, hanemiz içinde bu konu hiç konuşulmazdı. Ama ben yine de merak ediyordum. Dedemin bacağını nasıl kaybettiği konusunda, bilhassa gece uyurken düşler kurardım. Acaba bir çöl canavarıyla mı yoksa bir dağın tepesinde ejderha ile mi dövüştü, merak ederdim. Merakım o kadar dayanılmaz bir hal almıştı ki, hafiyeler gibi iz sürmeye başladım. İlk başta işe, dedemi gözetim altına başladım. Attığı her adımı takip ediyordum. Çocukça fikirler yürütüyor, bacağına ne olduğunu çözmeye çalışıyordum. O günlerde bir ayrıntıyı tespit ettim. Ahırın hemen yanında, eski taş duvarlı bir odaya ara ara girip çıkıyordu. Artık esrarı çözmüş sayılırdım. Mutlak suretle, o odaya hapis ettiği bir canavarla savaşmış, oraya zapt etmiş, bu uğurda da bacağını kaybetmişti. Fakat bu seferde odanın içine hapsettiği canavarı merak etmeye başlamıştım. Çok büyük dişleri olan; kırmızı gözlü, kabarık, siyah tüylü olmalıydı. Çok tehlikeli olan canavar, yalnızca dedemi görünce uslanmalıydı. Hayallerim o kadar gerçeklerle yer değiştirdi ki, rüyalarımda dahi canavarın tasvirleri girmeye başladı. Sonunda merakıma yenildim!

Bir gece yarısı, gündüzden kilerden aşırdığım bir kibrit ve mumla, herkes uyurken sessizce yatağımdan çıktım. Bir yanım yakalanma korkusuyla, bir yanımda canavarı görebilme sevinciyle tutuşuyordu. Merdivenleri sessiz, dikkatle indim. Uyumadan evvel kapının kilidine ulaşabilmek için mutfaktan taşıdığım tabureyi aynı sessizlikle kapıya yanaştırdım. Ses çıkarıp dikkat çekmemek için ayakkabılarımı giymeden, usulca kapıdan süzüldüm. Kapının önüne çıkar çıkmaz, bir gayret mumu yaktım. Artık canavarla yüzleşmeye hazırdım.

Çıplak ayaklarım, irili ufaklı taşlara batarken, heyecanım dayanılmaz bir hal almıştı. Babamın bana aldığı fakat sadece resimlerine baktığım çizgi romanlardaki kahramanlardan biriydim artık. Biraz daha hızlanarak en nihayetinde o eski taştan odanın önüne vardım. Aynı anda, tüylerimi diken diken eden bir rüzgar esmeye başlamıştı. Artık heyecanımın yerini tamamı ile korkuya bırakmıştı. Ama insanın yaşı fark etmeksizin, hep gizemli hadiseleri aydınlatma arzusu galip gelir. Bende merakıma kendimi tamamen teslim etmiştim. Tahtalı kapının önüne varmıştım, boşluklardan canavarı görme arzusu ile mumu biraz daha uzattım. Tam bu esnada rüzgarın etkisiyle, açık bıraktığım dış kapı şiddetle kapandı. Ve ben korkuyla elimdeki mumu kapı aralığından içeri düşürdüm. Korkuyla ve ağlayarak kapanan kapıya doğru koşmaya başladım. Çıplak ayaklarıma, yerdeki sivri taş parçaları batıyordu. Toprakla henüz bir bütün olmamış bir taşa çarpınca kendimi yerde buldum. Dizlerim, ayak tabanlarım kan içindeydi. Ayağa kalkmak için uğraştığım sırada, elimden düşen mumun canavarın olduğu odada çıkan yangına sebep olduğunu görebilmiştim. Ama o anda dahi, uyuyan canavarın uyandığını ve öfkeyle kinini kustuğunu hayal ediyordum. Evet tüm bu dehşet verici hadiselerin ortasında, dedemin gelip beni kurtarmasını ve kırbacıyla canavarı susturmasını bekliyordum. Rüzgarın etkisiyle ateş, ahıra doğru ilerledi. Saman balyaları bir anda alev almış, siyahımsı dumanlar gökyüzüne çıkıyordu.

Evet, dedem geldi. Ama ne elinde kırbacı vardı, ne üzerinde bir süper kahraman elbisesi. Gecenin sessizliği, çiftlikteki insanların bağırtıları ile bölünmüştü. Ateşlerin sardığı ahırdaki hayvanlar tepişiyor, atlar durmadan kişniyordu. Gecelikleriyle, ateşi söndürmek için çiftliktekiler büyük bir mücadeleye girişmişlerdi. Bir ara, beline sarıldığım anneme doğru kaldırdım başımı. Gözyaşları içinde, elleri omuzumdayken saçları uçuşuyordu. Sonra da tıpkı benim gibi çıplak ayağıyla, gecelikler içinde ateşi söndürmek için savaşan babamı gördüm. Kafamı geriye çevirdiğim ise, bugüne kadar kahramanım olan dedem, girişteki tahta sıralara çökmüş, yakası açık, ağlıyordu.

‘’-Gitti, anılarım gitti! Anılarım gitti!’’

Kulağımda son çınlaması buydu dedemin. Koca gövdeli adam, bir iki gerindi ve titremeye başladı. Yangını söndürmekle uğraşanlar, kalfa kadının çığlığı ile dedeme doğru döndü. Annem, omuzlarımı bırakarak, bağırtılar içinde dedeme doğru koşmaya başladı. Babam, elinde boş bir kova, şaşkın gözlerle etrafına bakınıyordu. Bense, annemin beni bıraktığı yerde durup hala bir kahraman bekliyordum.

Dedem ölmüştü. Gün ışımaya başlarken, çiftlikteki yangın söndürmüşler, köylüler akın akın bahçe avlusuna geliyorlardı. Kapının girişindeki tahta sıralarda babamla yan yana oturuyorduk. Babamı ilk ve son kez savruk gördüm. Başı önünde, elleri dizi üstünde açık duruyordu. İçeriden ağıtlar yükseliyor, köylü kadınları dövünüyorlardı. Kahya yorgun ve üzüntülü bir halde babamın yanına gelip, cenaze işlemleriyle alakalı bir iki soru sordu. Tam gidecekken dönüp ahırdaki hayvanlardan iki tanesinin yanarak öldüğünü, diğerlerinden sakatlananlar olduğunu söyledi. Babam, bunların hiçbirini duymuyor gibiydi. Neden sonra, sırtımı sıvazlayıp, kahyaya beni alması için işaret verdi. Nasırlı avuçlarına uzanırken, durup her şeyi anlatmak istedim ama yapamadım.

O gün, hayatımı ve karakterimi değiştiren gün oldu. Çok kısa bir süre sonra yatılı okula gönderildim. O günden sonra, merak etmeyi de hayal kurmayı da bıraktım. Bugün tövbemi bozuyorum ve seneler sonra hayal kuruyorum…Gözlerimin önünde dedem ve babamın tasvirleri canlanıyor. Yıllar sonra, bağları gören bu pencerenin köşesine oturdum. Yıllar sonra buradayım, babamın cenazesi için.

 

Bölüm : 01.12.2024 11:54 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...