
Otel odası oldukça eskiydi; duvar kağıtları sararmış ve bazı yerlerde kalkmıştı. Tavandan sarkan küçük avize, odanın genel karanlığını dağıtmakta zorlanıyordu. Pencerelerden içeri süzülen zayıf gün ışığı, ağır perdelerin ardından güçlükle geçiyordu. Odanın ortasında yer alan yatak, yılların ağırlığını taşıyan bir yorgunlukla çökmüş, kırışık beyaz çarşaflarıyla kasvetli bir görüntü sergiliyordu. Masanın üzerinde birkaç boş sigara paketi, yanı başında içi yarı dolu bir viski şişesi duruyordu. Masa lambası, sarı ışığıyla odanın köşesini aydınlatıyor, masanın ahşap yüzeyindeki eski çizikleri belirgin hale getiriyordu. Komutan, elindeki anahtara bakarken, dudakları arasında sıkışmış bir öfkeyle beni süzüyordu. Yüzündeki ince çizgiler, yılların verdiği yorgunlukla derinleşmişti. Kalın kaşlarının altındaki gözleri, odadaki loş ışığa rağmen parıldıyordu. Otelin eski püskü halısına gömülmüş ayakları, sabırsızca yere vuruyordu."Bu nasıl bir sorumsuzluk Berat, her şeyi kaybedebilirdik." Ben ise duvara yaslanmış, ifadesiz bir şekilde ona bakıyordum. Sözleri içimde yankılanırken, yüzümde hiçbir duygu belirtisi yoktu. "Kaybetmedik ama," dedim, sesim neredeyse fısıltı kadar düz ve soğuktu. Komutanın gözlerinde bir anlık şaşkınlık belirdi, ama hemen ardından yerini tekrar o sert bakışa bıraktı.
Odaya bir sessizlik çöktü, dışarıdan gelen hafif bir rüzgar sesi dışında hiçbir şey duyulmuyordu. Bu sessizlikte, her kelimenin ağırlığı daha da artıyordu. "Askeriyenin kuralları var." Komutanın kuralları hatırlatması, içimde bir şeyleri harekete geçirmişti. Bir anda içimden yükselen o garip gülme isteğine engel olamadım. O an, otelin o kasvetli odasında her şeyden kopmuş gibi hissettim. "Kuralları hain bir piyon olarak bu kapıdan çıktığımda bıraktım zaten," dedim, yüzümde beliren ince bir gülümsemeyle.
Gözlerimi onun gözlerinden ayırmadan, sesimdeki soğukluğu koruyarak devam ettim: "Bana dedin ki sen boz, ben düzeltirim. Ama öyle olmadı, bak ben bozdum, düzelttin mi? Neden peki? Benim önemim kalmadı, aynı Hazar'ın kalmadığı gibi." Sözlerimle onu vurmak istedim, içimdeki o derin boşluğu kelimelere dökerken, yüzümdeki ifade hiç değişmedi. Komutanın gözlerinde bir anlık tereddüt, ardından bir hüzün belirdi ama bunu hemen gizledi.
Otel odasında, geçmişin ağır yüküyle yüzleşirken, her kelime bir diğerini daha derine saplayan bir bıçak gibiydi. Yılların yorgunluğunu taşıyan bu odada, sadece biz ve içimizdeki bitmeyen hesaplaşmalar kalmıştı.
Otel odasının kasvetli havası her zamankinden daha ağırdı, her kelime sanki daha da boğucu hale getiriyordu. Komutanın gözlerinin içine bakarak sözlerimi sıralarken, aramızdaki gerginlik adeta elle tutulacak kadar yoğundu. "Gözümün içine baka baka yalan söyledin," dedim, sesimdeki öfke her hecede biraz daha belirginleşiyordu. "Baha öldü," dedin. "Bu kadar sıçılır mı insanın hayatına?" O anın verdiği acı, yıllar geçse de içimde hâlâ canlıydı. "O gün baban ve Baha öldü dedin... Analiz yeteneğimi manipüle ettin." Kafamın içinde yankılanan bu cümleler, zihnimi tüketmek üzereydi. "Tebrik ederim, artık istediğiniz elinizde."
Komutan, bir an bile gözlerini benden ayırmadan sakin bir ifadeyle bana baktı. "Bu seferlik cezan olmayacak. Acına veriyorum," dedi, sesinde garip bir anlayışla. Bu sözler, içimde birikmiş öfkenin bir patlamaya dönüşmesine neden oldu. Kontrolsüz bir şekilde gülmeye başladım, kahkahalarım odanın boğuk atmosferinde yankılandı. "Naparsınız, askerliğimi elimden mi alırsınız?" dedim, sesimde alaycı bir tınıyla. "Hapse mi atarsınız, buyrun atın." O an, tüm duygularımın zirveye çıktığını hissettim. Hızla arkamı döndüm, odadan çıkmak için kapıya doğru hamle yaptım. Elim kapı koluna uzanırken, arkamdan gelen sesiyle olduğum yerde durdum. Sesindeki ton, içeride kalmam gerektiğini hissettirecek kadar etkiliydi, odanın karanlığı bir anda daha da derinleşti.
Komutanın sesi, otel odasının kasvetli havasını daha da ağırlaştırıyordu. Her kelimesi sanki odanın dört bir yanında yankılanarak üzerime çöküyordu. "Ölümlüler timi ve diğer tüm ekip..." Sesi, sertliğiyle neredeyse bedenime işliyordu. "Ali, Ömer Faruk, Selim, Kuzey, Kaan, Armağan, Rex..." İsimleri tek tek sayarken, yüzünde beliren soğuk ifade korkutucuydu. Bir an durdu, gözleriyle beni süzerken tek kaşı havalandı. "Bu zayıflıklarının arasında, hangilerinin peşine düşerim sence?"
Bu cümlelerin ardından, omzuma sertçe elini koydu. Parmaklarının baskısını omzumda hissetmek, içimde bir ürperti yarattı. "Sana zarar veremem mi sanıyorsun, çocuk?" dedi, sesi alaycı bir tehditle doluydu. Gözlerinin derinliğinde, soğukkanlı bir tehlike parlıyordu. Sanki o anda sadece ben ve o vardı, zaman durmuş gibiydi. O korkutucu bakışlarla göz göze geldim, ama içimdeki boşluk tüm korkularımı bastırmıştı. İçimde bir şey kırılıyordu, bir tür farkındalıkla konuşmaya başladım. "Baha haklıymış," dedim, sesim soğukkanlı ve kesin. "Biz sadece birer kuklaymışız."
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 9.8k Okunma |
722 Oy |
0 Takip |
54 Bölümlü Kitap |