109. Bölüm

56. Bölüm

Hamish
hamish

Pahabiçilemez acı seçim

.

.

.

Ceylan, Pamir’in evinde, salonun ortasında sessizce oturuyordu. Gözleri boş bir noktaya dalmıştı, sanki odada değil de bambaşka bir yerde gibiydi. Üzerine sinmiş olan dinginlik, her zaman çözüm odaklı ve hareketli olan kadına hiç uymuyordu. Yanında oturan Engin, onun bu alışılmadık sessizliğini fark ediyor, ne diyeceğini kestiremiyordu. Ceylan’ın suskunluğu, odadaki havayı iyice ağırlaştırmıştı. Engin, sabırsızlıkla ellerini birbirine sürterek etrafa bakındı. Ev düzensiz, kaotik bir haldeydi. Raflardan taşmış kitaplar, yerlere saçılmış kağıtlar, bir köşede devrilmiş bir sandalye… Her şey bu evde son zamanlarda bir fırtına koptuğunu anlatır gibiydi. Engin, bu ortamın güvenli olmadığını bilmenin verdiği tedirginlikle sabırsızca konuştu."Neden Pamir’in evindeyiz? Burası güvenli değil. Yan odada baygın bir emniyet müdürü var. Saçmalık!" Sesi keskin, endişeli bir ton taşıyordu.

Ceylan, hala aynı noktaya dalıp gitmiş gibiydi. Engin'in sözleri havada asılı kaldı, bir an sanki hiç ulaşmamış gibi. Sonra, yavaşça başını kaldırdı ve ona baktı. Gözlerindeki durgunluk yerini keskin bir farkındalığa bıraktı, içten içe her şeyi çoktan hesapladığını hissettiren bir ifade vardı yüzünde. Ceylan, sakin ama net bir sesle konuştu. "Engin, baskın yaptığın yere tekrar baskın yapar mısın?"

Sözleri odadaki gergin havayı anında kesti. Engin, şaşkınlıkla Ceylan'a bakarken, kadın elini etrafı göstererek devam etti. "En iyi göz önünde saklanırsın," dedi, etrafa dağılmış eşyaları gösterirken. Sözleri, dağınıklığın altında yatan planı işaret ediyordu. Bu düzensiz, kaotik ortam, aslında mükemmel bir kamuflajdı. Ceylan, sakinliğini koruyarak ayağa kalktı. Yavaşça odanın ortasında durdu, gözleri hala sakin ve kararlıydı. "Bu ev, şimdilik en güvenli yer," diye mırıldandı. "Çünkü kimse bu kadar göz önünde olan bir yerin saklanmak için kullanılacağını düşünmez."

"Engin abi, camia darbe yediğimizi düşünüyor, baskın yemediğimiz yer kalmadı. Kimse yanımızda durmak istemiyor. Nasıl toparlayacağız, Kubilay yokken elimiz kolumuz bağlı." Emir, bir yandan önündeki laptop ekranına göz gezdirirken diğer yandan içinde biriken endişeyi sözlerine yansıtıyordu. Sesinde genç bir adamın içten gelen çaresizliği vardı. Bu yeni duruma ayak uyduramıyor, Kubilay’ın yokluğunda nasıl ilerleyeceklerini kestiremiyordu. Engin’in bakışları, bir an için Emir’in yüzünde durdu. Genç adamın söyledikleri, düşündükçe daha da sinirini bozan bir hakikatin yansımasıydı. İçindeki öfkeyi kontrol etmek için dişlerini sıktı, derin bir nefes aldı. Yüzüne sert bir ifade yerleşti, kasları gerginleşti. Elini masaya koyup güçlü bir hareketle üzerine eğildi.

"Sen ne diyorsun Emir?" Sesi, kontrol edilemeyen bir öfkeyle doluydu. Odayı dolduran sessizlik, bu ani çıkışın ardından daha da derinleşti. "Kubilay yokken elimiz kolumuz bağlı, öyle mi?" Sesi sertleşmiş, alaycı bir tona bürünmüştü. Emir’e bakarken gözleri ateş saçıyordu.

"Biz buraya Kubilay’la mı geldik sadece? O yok diye her şeyi bırakacak mıyız? Biz bu işe başımızı koyduk. Şimdi bırakıp gitmek mi var? Düşmanlarımız bizi zayıf sanıyor olabilir, ama bunu onlara kanıtlayacak değiliz!"

Emir, Engin’in bu sert tepkisi karşısında ne diyeceğini bilemedi. Bir an için sustu, gözlerini yere indirdi. Engin’in söylediği her kelime, içine işliyordu.

Ceylan devam etti, ses tonu yumuşaktı ama hala ciddiydi. "Toparlanacağız. Kimse bizim düştüğümüzü görmeyecek."

"Pamir'den haber var."

Emre’nin odaya hızla girmesiyle sessizlik dağıldı. Sözleri adeta bir şimşek gibi çarptı. Ceylan aniden yerinden fırladı, içinde biriken endişe ve merak yüzüne yansımıştı. Sesi istemsizce yükseldi.

"Neredeymiş Kubilay?"

O kadar uzun zamandır belirsizliğin içinde yaşıyordu ki, şimdi duyacağı her bilgi onun için kurtuluş gibiydi. Derin bir nefesle Emre’ye odaklandı.

Emre, biraz sakinleşmeye çalışarak nefesini verdi. Gerginliği üzerinde bir yük gibi duruyordu.

"Yerini biliyoruz," dedi, sesi ağır ve ciddi bir tonda. "Ancak başka bir durumla karşı karşıyayız." Gözleri Ceylan’ınkilere kilitlenmişti. Onun içindeki fırtınayı yatıştırmaya çalışıyor gibiydi, ama söyleyeceklerinin onu daha da sarsacağının farkındaydı.

Ceylan’ın kaşları çatıldı, bakışları sorularla doluydu. "Ne demek başka bir durum?"

Emre bir an duraksadı, derin bir nefes alarak devam etti. "Kubilay’ı Rixton kaçırmamış, Ertuğrul kaçırmış."

Bu sözler Ceylan’ın üzerine bir darbe gibi indi. Şok dalgası onu sarsarken, gözleri büyüdü, nefesi kesildi. Ertuğrul ismini duymak, onun içinde yıllardır uyuyan bir korkuyu uyandırmıştı. Birkaç saniye donup kaldı, sonra sesi titrek bir fısıltıya dönüştü.

"Ertuğrul... Ne demek istiyorsun?"

Emre’nin yüzündeki gerginlik daha da arttı. "Kubilay'ın izini sürerken, Rixton sadece bir piyonmuş." Ceylan'ın içindeki belirsizlik yerini yoğun bir öfkeye bıraktı. Yıllardır bu adamdan kurtulmaya çalışmıştı, şimdi yine karşısına çıkıyordu. "Ona ne yapacak?" diye sordu, sesi bir kırılma noktasının eşiğinde.

Emre derin bir nefes daha aldı, Ceylan'ın bakışlarına sabitlenerek, "Henüz bilmiyoruz," dedi. "Ama Kubilay'ı bulmak için acele etmeliyiz. Ertuğrul’un planları ne olursa olsun, Kubilay’ın zarar göreceğini biliyoruz."

Ceylan, hissettiği korku ve öfke arasında gidip geliyordu. Yıllardır mücadele ettiği şeylerin tekrar hayatına girmesi, onu fazlasıyla yormuştu. "Onu bulmak zorundayız, Emre. Ne olursa olsun, Kubilay’ı geri getirmeliyiz." Kubilay’ın anlattığı her şey, Ceylan’ın zihninde bir düğüm gibi dolanıyordu. Çiğdem’in sevgilisi, geçmişin karanlık anıları... Bu geçmiş, sanki bir gölge gibi peşlerini bırakmıyor, her adımda onları izliyordu. Ceylan, başına giren keskin ağrıyı bastırmaya çalıştı. Elleriyle şakaklarını ovuşturdu ama acı geçmiyordu. Her şeyi toparlamak ve sakin kalmak istiyordu, ama zihninde dönen karmaşık düşünceler buna izin vermiyordu. Geçmişin gölgesi, sadece Kubilay'ın değil, kendi hayatının da üzerine çökmüştü.

Engin’in odanın köşesinden ona baktığını fark etti. Endişeliydi, ama ne yapacağını bilemez haldeydi. O da geçmişin yükünü taşıyordu, ama Ceylan’ın içinde kopan fırtınayı susturacak kelimeleri bulmakta zorlanıyordu.Ceylan, hafifçe titreyen bir nefes aldı. İçinden geçenleri yüksek sesle söylemek istemedi, çünkü bunu dile getirirse gerçek olacaktı.

"Çiğdem... Sevgilisi," diye fısıldadı kendi kendine. Bu iki kelime, her şeyin sebebi gibiydi.Başına giren ağrı hafiflemiyor, aksine her geçen saniye daha da büyüyordu.

"Ne kadar adamımız var?"

Ceylan’ın kararlı ses tonu odadaki havayı daha da ağırlaştırıyordu. Engin, gözlerini kaçırarak derin bir nefes aldı. "En fazla yüz kişi," diye tekrarladı, sanki bu gerçeği kendine kabul ettirmeye çalışıyormuş gibi.

Ceylan kafasını yavaşça salladı, gözlerinde sert ama bir o kadar da düşünceli bir ifade vardı. Zayıf olduklarını biliyordu, ama bu zayıflığın onları durdurmasına izin veremezdi. Plan yapma zamanıydı.

"Anladım, Engin. Gerisi şu an önemli değil," dedi sakin bir şekilde. "Şimdi plan zamanı."

Engin, Ceylan'ın kendine hâkim olma yetisine hayran kalmaktan kendini alamadı. Böyle zor bir durumda bile mantıklı düşünüyor, çözüm arıyordu. Ona bu yüzden güveniyorlardı.

"Pamir'i çağır," diye ekledi Ceylan, kararlılığı daha da güçlenen bir tonda. "Özellikle Azad'la gelsin. Onun desteğine ihtiyacımız olacak."

***

Ceylan, Pamir’e sırtını vermiş, sessizce deponun giriş kapısına doğru ilerliyordu. Ayaklarının altında ezilen taşların çıkardığı hafif çıtırtılar dışında etraf sessizdi. Karanlığın içinde adeta bir gölge gibi hareket ediyordu, tüm dikkatini topladığı halde kalbindeki sıkışmayı bastıramıyordu. Arkasında, arka kapıyı almak için ilerleyen Emre ve Emir'in ayak seslerini hafifçe duyabiliyordu. Diğer yandan, Engin ve birkaç adamı, binanın yan tarafını kontrol altına almak için sessizce ilerliyorlardı. Plan basitti, ama işler hiç kolay olmayacaktı. Ellerinin terlediğini fark eden Ceylan, hafifçe yumruk yapıp kendini toparladı. Pamir onun hemen arkasındaydı, sessiz, ama dikkatli. Aralarındaki güven, yılların getirdiği bir bağ gibiydi; ne kadar karşı karşıya gelseler de, böyle anlarda birbirlerine ihtiyaç duyduklarını biliyorlardı. Ceylan’ın aklında tek bir hedef vardı: Kubilay’ı sağ salim kurtarmak. Yüreği, bu amaca ulaşmak için çarpıyor, gözlerinin önünde onun yüzü beliriyordu. Deponun dışındaki devasa metal kapı, bir canavarın ağzı gibi karanlıkta onları bekliyordu. Kapıya yaklaştıkça etraflarında daha fazla adam beliriyordu; Ertuğrul'un eli silahlı adamları, bir etten duvar gibi yerlerini almıştı. Sayıları her adımda artıyor, ama Ceylan ve Pamir'in adamları tükeniyordu. Her geçen saniye, zihinlerinde beliren sorularla mücadele ediyorlardı: Daha ne kadar dayanabilirlerdi? Kaç kişi daha vardı? İlerledikçe nefesler keskinleşti, hareketler daha ihtiyatlı hale geldi. Ceylan'ın gözleri hızla önündeki adamlara takılıyordu. Sessizliğin içinde, bir gölge gibi hareket eden düşmanlarla yüz yüze gelmek üzerelerdi. Ama bu, onun için bir ölüm kalım meselesiydi. Geri dönemezdi, Kubilay'ı orada bırakmaya dayanamazdı.

Bir an için nefesi sıkıştı. Bu kadar adamın arasında Kubilay nerede olabilir diye düşünürken, kendi içindeki sessiz ama ezici kararlılık ona güç veriyordu. Pamir'in sesi kulağında yankılandı: "Ceylan, dikkatli ol."

Sakince başını sallayarak ilerlemeye devam etti. Silahını hafifçe kavradı, zihninde planlar yaparak etraftaki her sesi, her hareketi analiz ediyordu. Pamir’in varlığı, onun adımlarını daha emin kılıyordu. İleriye, etten duvarı aşmak için atılmaları gerektiğini biliyordu. Gözleri sertleşti, içindeki kararlılık bir an bile sarsılmadı. Bu karanlık deponun derinliklerinde, Kubilay onu bekliyordu – ve onu geri alacaktı. Ceylan, deponun içerisine adımını attığında, karanlık ve soğuk ortamın baskısını omuzlarında hissediyordu. Girişteki adamları tek tek indirdiklerinde, içgüdüsel olarak Pamir’le senkronize olmuşlardı. Her hareket, bir sonraki adımı tamamlıyor; en az zararla, hızlı ve sessiz ilerliyorlardı. Pamir'in arkada verdiği destek, Ceylan’ın adımlarını daha da keskinleştiriyordu. Sanki birbirlerinin hareketlerini önceden biliyorlarmış gibi, uyum içinde ilerlediler. İkinci kata ulaştıklarında, Ceylan'ın gözleri dondu. Karşısında beklenmedik bir manzara vardı. Emir, Engin ve Emre baygın halde yerde yatıyordu. Zihninde bir alarm çanı çaldı, kalbi hızlandı. Burası beklenenden daha tehlikeliydi. "Hayır!" diye fısıldadı Ceylan, hızla baygın üçlünün yanına koşarak. Eğildi, önce Emre'nin nabzını kontrol etti. Hızlı ama düzensiz bir şekilde atıyordu. "Yaşıyorlar," diye mırıldandı kendi kendine, derin bir nefes alarak. Fakat bu rahatlama kısa sürdü. O anda havayı dolduran bir duman bulutu, görüşlerini bulanıklaştırmaya başladı. Gözleri yanmaya başladı, çevrelerini karanlık hızla sarıyordu.

Pamir hemen refleks gösterip etrafı kontrol etmeye çalıştı, fakat duman her geçen saniye daha yoğun hale geliyordu. "Ceylan..." Pamir, sesini boğuk bir şekilde duyurdu. Dumanın etkisiyle nefes almak güçleşiyordu, gözleri ve boğazları yanıyordu. Ceylan, elini yüzüne kapatarak etrafı daha iyi görmeye çalıştı, ama her şey bulanıklaşmıştı. Kendilerini karanlığa teslim etmekten başka çareleri yoktu.

Ceylan gözlerini araladığında, ilk hissettiği şey, ellerinin sıkı bir şekilde sarılmış olduğu ve vücudunun ağırlığını hissedemediğiydi. Sandalyede oturuyordu, ancak bu sandalye sıradan bir sandalye değildi; yere sabitlenmişti. Hareket etmek ya da kaçmak imkânsızdı. Eli ağrılı bir şekilde sargılanmıştı, belli ki henüz toparlanmamıştı. Gözleri bulanık olsa da, önündeki manzara netleşmeye başladığında midesi bulandı. Kafesin tel kısmına asılmış iki adam...Başını çevirdiğinde Pamir’in keskin bakışlarıyla karşılaştı. Pamir’in gözlerinde nefret ve derin bir öfke vardı, sinirli bir şekilde gülümsüyordu. Fakat bu gülüşün altında ölümcül bir soğukluk hissediliyordu. Pamir'in bakışları doğrudan Kubilay’a sabitlenmişti. Kubilay, sallanan vücuduyla, yorgun ve bitkin bir halde asılı duruyordu. Göz kapakları yarı aralıktı, neredeyse tamamen kapanmıştı. Vücudu, kaç gündür maruz kaldığı elektrik işkencesinin etkisiyle titriyor, her kası direnç gösteremeyecek kadar yorulmuştu. Ceylan’ın gözleri doldu; bu hale getirilmiş adam, bir zamanlar yanında güvenle durduğu Kubilay’dı. Fakat şimdi, ölümün kıyısında gibi sallanıyordu. Pamir’in keskin nefesi odada yankılanırken, her şey Ceylan’a daha gerçek ve korkutucu gelmeye başladı. Ertuğrul’un bir anda ellerini çırpmasıyla, odada yankılanan ses Ceylan’ın tüm bedenini irkiltti. Sandalyede sıkıca bağlı olan vücudu bir an için yerinden sıçradı. Yaralı elleri daha da acı verici bir şekilde sızladı; iplerin gevşediğini hissetti ama henüz tam olarak kurtulabilmiş değildi. Elindeki yaralardan gelen sıcaklık ve ağrı, hareket etmesini daha da zorlaştırıyordu. Nefesini tutarak Ertuğrul'a baktı. Ertuğrul ise odanın ortasında sanki zafer kazanmış bir komutan gibi duruyordu. Gözlerinde beliren o kendinden emin bakış, her şeye hakim olduğu yanılsamasını yaratıyordu. Ceylan’ın gözleri Pamir ve Kubilay’a kaydı. İki adam da Ertuğrul’a öyle bir bakıyordu ki, gözlerle öldürmek mümkün olsaydı, Ertuğrul çoktan ortadan yok olurdu. Pamir’in çenesindeki kaslar gerilmişti, yumrukları sımsıkıydı. Kubilay ise güçsüz olmasına rağmen gözlerindeki kin ve öfke, neredeyse odadaki havayı kesip geçebilecek kadar keskindi. Ceylan’ın elleri biraz daha rahat hareket etmeye başlamıştı. İplerin bollaştığını fark ettiğinde, içindeki korkuyla karışık adrenalin yükseldi. Ancak Ertuğrul’un tam karşısında olmaktan ve Pamir ile Kubilay’ın yaralı hallerine şahit olmaktan ötürü ne yapacağını bilemiyordu. Ertuğrul, onları izlerken hafifçe başını yana eğip, alaycı bir tonla konuşmaya başladı. "Bu kadar düşeceğinizi tahmin etmezdim. Özellikle sen Pamir... Böyle bir durumda olman, gerçekten de hayal kırıklığı." Sesi odada yankılandı, gerginliği artırdı. Pamir’in yüzü daha da karardı, ancak sakinliğini koruyordu. Kubilay ise konuşacak gücü bile bulamıyordu. Ertuğrul’un sorusu havada asılı kaldı, odanın gerginliği daha da arttı. "Kimin ölmesini istersin, Ceylan?" derken, silahı bir Pamir'e, bir de Kubilay'a doğrultarak alaycı bir gülümseme belirdi yüzünde. O anki keyfi, bir katilin avını bekleyişi gibiydi; Kubilay'ın bu kadar basit bir şekilde ölmesini istemiyor, onun acısını çıkarmak için sabırsızlanıyordu. Ceylan, içindeki öfkeyi ve korkuyu bastırmaya çalıştı. İki adamın gözleri, onun gözlerine derin bir şekilde kilitlenmişti. Pamir ve Kubilay, bu durumda çıkmaz sokakta kaldıklarını biliyorlardı ama buna rağmen bir umut ışığı arıyordu. Hemen hemen aynı anda, dudaklarını oynatarak Ceylan’a bir şeyler söylemeye çalıştılar, ama sesleri boğazlarında düğümlenmişti. Ceylan, derin bir nefes aldı. Zihninde hızla düşünceler dönüp dolaşıyor, ne yapması gerektiğine dair bir plan oluşturmaya çalışıyordu. İkisinin de hayatı onun kararına bağlıydı ve bu yük, omuzlarına çökmüş bir dağ gibi hissediliyordu. Pamir’in gözlerindeki çaresizliği, Kubilay’ın ifadesindeki öfkeyi gördü. Her ikisinin de yaşamını kurtarma arzusuyla yanıyordu. Kubilay'ın ağzından belli belirsiz. "Sorun değil." Kelimeleri döküldü.

Ceylan "Onları bırak," diye seslendi, sesi titreyerek. "Beni al, istediğin gibi benimle oyna ama onları bırak."

Ceylan'ın gözleri dolarken, içinde biriken acı iki adamın kalbini paramparça ediyordu. Hayatının en zor anlarından birini yaşıyordu; böyle bir seçim asla yapamazdı. Sadece sustu, sessizliği tırmalayan bir çığlık gibi yankılandı odada. Bu sessizlik, Ertuğrul’u sinir ediyordu. Ertuğrul’un gözleri aniden parladı; aklına mükemmel bir fikir gelmiş gibiydi. Parmağını şıklatırken, "O zaman daha güzel bir fikrim var," dedi. İki adamın yanına doğru adım attı ve silahını Ceylan'a doğrulttu. Kubilay, Ceylan'ı korumak için elinden geleni yaparken, içindeki öfke daha da kabardı. "Ciğdem'i" almıştı, şimdi neden Ceylan'ı ona bıraksın ki? "Sizin aranıza giren sarı kediyi öldürmeye ne dersiniz?" diye sordu, gülümsemesi alaycıydı. Ceylan’ın kalbi hızla çarparken, iki adam da bu tehdidi duymuştu.Ertuğrul’un gözlerinde kurnazlık parlıyordu. "Bir tercihin var, Ceylan. Ya sevdiğini kaybetmeyi göze alırsın ya da bir hayatın karşılığında bir hayat vermek zorundasın."

Bölüm : 22.09.2024 22:21 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...