
Eskiden burası, yıldızların parlak ışıkların altında renklerin birbirine karıştığı bir şehirdi. Her ışık bir melodi gibi göğe yükselir ve yıldızları buluşurdu.
Ama şimdi…gökyüzü kararmış şehir tün ışıklarını kaybetmiştir.
Bu rüyaya nasıl bir kabus denk gelmişti ki renksiz bir gökyüzü bıraktı ?
🧭
Işılla birlikte son rüyaya açılan geçitten geçtiğimizde kapkaranlık bir gökyüzüyle karşılaştım.
O an, bunun klasik bir rüya girişi olduğunu hissettim — gerçekliğin sınırları eriyip kaybolmuş gibiydi.
Bir süre zifiri karanlıkta kala kaldık.Fener gerekli, diye düşündüm. Daha düşünce tamamlanmadan, iki elimizde de birer fener belirdi. Işığı ileri tuttuğumda nefesim kesildi.
Karşımızda yüzlerce gökdelen vardı.Yıldızsız, ışığı olmayan, sessiz…Şehrin tamamı, unutulmuş bir masalın boş kabuğu gibiydi.
Bu şehir bir şey saklıyordu.Ne olduğunu bilmiyordum, ama bildiğim bir şey vardı:
Bilmeceler bizi burada bekliyordu.
“Feyyaz,” dedi Işıl, alçak ama net bir sesle.
“İlk bilmece bu binalardan birinin tepesinde ya da kapılarının ardında olabilir.
Ama hepsini tek tek aramak… günler alır.
Ben kelebeklerimi çoğaltırım. Sen de kolonu.
Şehri tararız.”
Bir an gözlerimi kapattım.Kızıl Çöl’ün ağırlığı hâlâ omuzlarımdaydı.
Acı, yorgunluk, uykusuzluk…
İkimiz de tamamen tükenmiştik.
Saatimi çıkardım.Saat akşamı gösteriyordu. Gülümsedim.
“Sabah başlayalım,” dedim Işıl’a dönerek.
“Şimdi yemek, biraz dinlenme… ve uyku.
Temiz zihinle. Daha sağlam ilerleriz.”
Işıl başını salladı.
“Haklısın. Üstelik bu şehirde gece… tehlikeler daha farklı olabilir.”
Gülümsedim. sadece yorgun, ama inanan bir gülüştü. Feneri kaldırıp en yakın binanın kapısına yöneldim.
Düşünmeden, tereddüt etmeden kapıyı tuttum.Klik.
Kapı açıldı.
İçerisi… tuhaf derecede sessizdi.
Sanki bina, nefesini tutmuş bizi izliyordu.
Çift kişilik bir çadırın içinde önümüzde dürüm ile ayna düşleyip elimizde belirmişti.
Ayranı çalkaladım ilk Işıl’ın ayranını sonra kendi ayranımı çalkalayıp pipet batırıp dürümün poşetini açarak bir ısırık almış arkasında ayran içerken.
Bu rüya hakkında bize ne bekliyor olabileceğini konuşmuştuk. Ve rüyalardan çıktığımızda ne yapacağımızı söylemiştik.
“ Feyyaz eğer beni bulup o adamın elinden alıp hayatımı yaşamak istiyorum.”
“ Bunu sağlayacağımı söz veriyorum. Ben ise ailemle beni nasıl birine dönüştüğü hakkında konuşma yapacağım.”
“ Bekliyor olacağım seni. Peki sihirbazım bu binaların içinde, tepesinde nasıl bir bilmece bekliyor olacağız.”
“ Bizi acımış olabilir diye düşünüyorum artık. O kadar mahcup bir durumdayım durumdayız.”
Işıl dediğime gülerek dürümden ısırık alarak ayranı içtiğini seyrettim. Kendi önüme dönerek dürümü ve ayranı bitirdiğimde çadırdan çıkarak ihtiyacımı gidermek için en olmayacak bir şeyi düşlemiştim ve kapalı seyyar tuvaletler karşıma çıktığında Işıl’ın “ bende geliyorum yanına gidermem lazım bir şey var.” deyince anlamıştım. İki tuvalet kabini çıkmıştı ve işimizi halledip ellerimizi yıkayıp aynı anda çıkmak istedik ama ben önden çıktım Işıl ise bir kaç dakika sonra çıktıktan sonra toz bulutu gibi uçup kayboldu. Çadırın içine girerek yine birbirimizin gözlerinin içine bakarak uykuya daldık.
Sabah çadırın içinde kollarımı iki yana açarak uykumu açtım.
Yanımda Işıl mışıl mışıl öyle güzel uyurken onu bölmek istemedim. Ben karanlığın içinde saatimi baktığımda sabah olduğunu fark ettim.
Çadırın içinden çıkıp karanlık bir binanın içinde saatten kart cambazı kartı çıkardığımda en çok kartları nelerde kullandığımı hatırladığım kadarıyla deftere not almıştım.
“ En çok sanırım kart cambazı ve sessiz emir kullandım. Acaba rol play ileriki görevimizde çok mu işe yarayacak sanırım.”
“ Bencede o kartın görevleri daha yeni başlıyor.” Arkama bakış attım. Kollarını açarak uykusunu açıp bana gülümseyerek konuştu.
“ İşe başlayalım mı kelebeğim.”
“ Başlayalım daha doğrusu onlar başlasın biz bir şeyler bir yiyelim onlar yolu yarılasın.” Başımı onaylı gibi salladım. Işıl kelebeklerinden yetecek kadar klon yapınca bende klon yapmayı denemek istedim ama sadece bir klon yapabilerim anca diye düşünürken “ Saatin parlıyor.”
Saatime yöneldiğimde kart cambazın gizli özelliği olduğunu bilmiyordum ve saat böyle küçük yardımlar ettiğini bilmiyordum.
Deftere saatin kısmına bunu da ekledikten sonra klonları çoğaltalım. Saatin üstüne koymadan “ Kart cambazı, klon aktif!”
Klonum ortaya çıkmıştı şimdi de saatin üstüne koyarak ‘klon çoğaltımı.”
Yavaş yavaş benim klonlarım çoğaldığında gülümseyerek “ Bize saatin işlemlerini kendi gösteriyor gibi.”
“ Olabilir. Klonlar sizden bu bölgeye aramanızı ve binaları bakmaya unutmayın ve altını üstünü getirin sonra da bize haber verin. Bilmece bulursanız.”
Başlarıyla anlaşıldığını gösterdikten sonra dağıldılar. Saatte onların gittiği yerler noktayla gösterdiğinde şaşırmıştım ama Işıl, elinde tostla karnımı doyurmak için uzattığında gülümseyerek uzattığı tost ekmeğini elime alarak küçük ısırıkla mideme yollamıştım.
“Ben kelebeklerimi takip edebiliyorum. Sen klonlarının nerede olduğunu görebiliyor musun?” dedi Işıl.
Başımla onayladım.
“Evet. Saat yeni bir özellik daha açtı; klonlarım haritada nokta işaretler olarak beliriyor. Resmen takip cihazı gibi.”
Tosttan bir ısırık daha aldım. Açlık düşünceyi bile bulanıklaştırıyordu; sonuçta aç ayı oynamaz.
Son lokmayı bitirdiğimde avuçlarımda bir ıslak mendil düşündüm. Belirdi. Ellerimi silip mendili yok ettim.
Sanki bir sihirbaz numarası yapmıştım; gücümün hâlâ benimle olduğunu hatırlatan küçük bir işaret.
Klonlarımızın girdiği binalara bir daha uğramamaya karar verdik.
Onlar bir şey bulamadıysa, orada bilmece yoktur.
Bu yüzden henüz gidilmemiş binalara ayrılıp yöneldik.
Ben feneri kaldırarak karanlığa gömülmüş bir binanın içine adım attım.
Karanlık neredeyse canlıydı; fenerin ışığı sadece küçük bir yuvarlak açıyordu.
Duvarlara, köşelere, kapılara ışık tuttum.
Bir not… bir işaret… belki gizlenmiş bir bilmece…
Merdivenleri gördüğümde içimden uzun bir of koptu.
Kaç kat vardı bilmiyordum ama çıkmaktan başka yol da yoktu.
Basamakları tek tek tırmandım. Her katta kısa koridorlar, sessizlik ve boşluk.
Arada durup nefesim düzelsin diye duvara yaslandım. Fener hafif titredi.
Sonra devam ettim. Bir kat daha. Bir kat daha.
Bir süre sonra üst kata adım atacağım an omzuma sıcak bir dokunuş hissettim.
Işıl’ın kelebeği. Omzuma doğru konmuştu sanırım bir haber veya durumumu merak etmişti.
“Feyyaz.” dedi kelebeğin içinden Işıl’ın sesi.
“Klonlarımızdan biri bilmeceyi buldu. Bizi çağırıyor.”
Gözlerimi kapatıp derin bir nefes verdim.
“Hele şükür…” dedim kısık bir kahkahayla.
“Tamam. Bin kat aşağı bile insmem gerekse geleceğim.”
Soluğumu toplayıp merdivenlerden hızla inmeye başladım; bu kez ayaklarım sanki rüzgârla yarışıyordu ki son basamaktan sonra kendimi dışarıya atmıştım ve Işıl’ın kelebeği dev formuna bölündüğünde yorulmamı istemiyor gibi duruyordu. Çatıda olacağını tahmin etmiştim.
Kelebeğin sırtını bindiğimde beni bilmecenin olduğu binaya doğru uçuruyordu. Kelebeğin yönüne bulması için fener tutmamı gerek yoktu. Antenleri birbirini bulmalarını sağladığını belgeselde görmüştüm.
Kendi yolumu aydınlatmak için etrafa fenerle bakış attım. O binaya doğru kanatları yorulmaksızın çırpıp durdu. Binaların üstünden sonra arasından geçiyordu. Bir alçalıyor bir yükseliyordu. Böyle uzaktan bakınca binaların boyutlarını fark ettim. Bu rüyada bir nesne değilde bir nesneyle yapılacak şeylerin olduğunu tahmin yürüttüm. Binanın çatısında bilmece bulmak ve o nesneye ait bilmece çözülmesi ne gibi basit ama uygulamalı çözümler yapacağımızı emin bile değildim.
Kızıl çölde solucanı tahmin etmiştim düşmanı kabusu olarak burada gökyüzüne bağlayan bir kabus bulacağımı o kadar emin olmuştum ki. Kelebek alçaldığında sıkıca tutundum ve yavaş yavaş alçalıp kanatlarını geriye doğru çırparak zemine doğru iniş yaptığında atlamıştım. Klonlarla işim bittiği için saatin gösterdiği gibi onları geri yolladım ve bilmecenin bulunduğu noktaya geldiğimde bir sandalye ve gitar bulmuştum ve sandalyenin üstünde ilk bilmecede ne yazıldığını elime alarak sesli okumuştum.
“Renklerin notalarını bul ve şehre yeniden nefes ver.Bir ses bile yanlış çıkarsa, ışıklar bir daha doğmaz.
Üç deneme hakkın var.
Yanılırsan, şehir sonsuz karanlığı kaderi belleyecek.”
İyi de ben gitar çalmayı bilmiyorum ki Işıl’ı da sordum onun sadece piano bilgisi olduğunu söylemişti.
“ Feyyaz al sana kullanma şansı bir müzisyene dönüşmelisin.”
“ Sanırım haklısın son rüyalarda birer birer kartların varlığını hatırlamak gerçekten inanılmaz bir durum. Birde bu rüya görenin gitar çalıyor olduğu hobisini de yazdım. Bundan sonra nasıl bir bir hobi ve ya fobi çıkacak.”
Işıl gülmüştü dediğime ve saat taşından bir kez kullandığım rol play kartını elime aldığımda soytarı tarafını çevirip yüzümde tuttum ve müzisyen olduğumu hayal ettim. Dönüştüğümü görememiştim Işıl’ın “ az kaldı bitmek üzere dönüşüm aşaması” dediğinde nasıl gittiğini öğrenmiş olmuştum.
“ Bitti dönüştün bir müzisyene…” kartı yüzümden çekerek gülümsedim.
“ Nasıl bir müzisyene dönüştüm merak ediyorum.”
Işıl ayna düşleyip önümde tuttuğunda kendimi aynada bakmıştım. Kendim gibiydim ama onun yeteneğini kullandığım için bana yeni kimlik kazanmıştım.
“Unutma, her müzisyen bir nota kaçırabilir. Yani nota bilgim var diye doğru çalacağımı garanti edemem,” dedim omuzlarımı silkeleyip.
“Ama sen ister sihirbaz ol, ister prens, ister yeni doğmuş bir müzisyen… ben seni her halinle seviyorum,” dedi Işıl, gözlerime bakarak.
Gitarı elime aldım. Sandalyeye oturduğum anda, önümde kocaman bir ekran belirdi. Sanki şehrin karanlığına asılıydı ve benim için açılmıştı. İlk gelen melodiyi dinledim. Sonra parmaklarım tellere dokundu.
Sanki notalar beni tanıyordu.
Ya da parmaklarım çoktan onların dilini öğrenmişti.
Hiçbir notayı kaçırmadan çaldığımı fark ettiğim an, Işıl heyecanla gökyüzüne baktı.
“Feyyaz, şehir ışıkları… sanki yıldızlar dans ediyormuş gibi!”
Gökyüzüne bakmamla bir nota kaçırmam bir oldu.
Işıklar bir anda söndü.
Hızla kendime gelip tekrar çaldım. İkinci hakkımdı.
Melodi yeniden yükseldi, renkler havada kıvılcımlandı…
Ama yine aynı yerde bir hata yaptığımda, şehir tekrar karardı.
“Feyyaz,” dedi Işıl sakince, “bu son şansın. Acele etme. Hiçbir yere yetişmek zorunda değilmişsin gibi çal. Müziği düşünme. Onun içine gir. Sen çalma… bırak o seni çalsın.”
Derin bir nefes aldım.Gözlerimi kapadım.
Gitar sessizce avuçlarımın ısısını aldı.
Ve ben…
Müzisyen kılığına bölünmüş son şansımı parmaklarımla müzisyenin uyumuyla gözlerimi açarak aynı anda tek tek notaları basarak güzel bir melodi çıkardım.
Işıl müziğin melodisiyle dans ediyordu kelebeklerle… çalarken Işıl’ı gülümseyerek yandan baktım.
Son notayla parmaklarım kendiliğinden son verirken parmaklarım acımaya başlamıştı. Gökyüzüne doğru uzanan renkleri gördüğümde aklımda kutup ışıkların görüntüsü gelmişti.
Karanlık olanı şehrin ışıklarını bir an olsun aydınlatan renklerden oluşması bir sonraki bilmeceye giden yolda olabilir mi ?
Rol play kartımı elime alarak sihirbaz tarafını çevirip sihirbaza dönüştüm ve saatin içine geri koyduğumda dev kelebeğin yardımıyla zemine iniş sağlamıştım.
“ Son deneme de başarısız olursa buradan çıkamayacağımızı düşünüyor olmam tuhaf mı ?”
“ Değil Işıl ve işin tuhafı bir sonraki bilmeceyi nasıl bulacağımızı bulmalıyız. Bir mantıkta ilerlersem Bu da iki bilmeceye kapsayacak bir bilmece olduğunu eminim.”
“ Olabilir, olmayabilir. Kim bilir ?” Işıl çok tereddüt kalmıştı. İkilemde kalmak…
“ Işıl tekrar klonlardan yardım mı alsak diye düşünüyorum. Binalarda saklı olabilir bina içlerinde bulamadık ilk bilmeceyi ararken yoktu belki ikinci bilmece belirmiş olabileceğini düşünüyorum. Senin fikrin var mı?”
“ Bir ihtimal ve bu koca binaların başka neresinde olabilir ki ? İçlerinde değilde tepesinde değilse neresinde ?”
“ Bir fikrim var kapılarda hani broşür bırakıyorlar ya not kağıdı kapının arasında olabilir.”
“ Hak vermedim değil ama absürt olmaz mı ?”
Absürtlük rüyalarda aslında en absürt düşünce ne olur derseniz “ Gökten bize düşerse uçarak olur. Öyle bir durum olmuştu ya da yerde bulursak daha da saçmalık olur.”
Işıl tuhaf varsayımlarıma gülerek yanıt vermişti. Bende katıldım ve aramaya gecikmeden tek tek her kapıya ışık tutmanıza gerek yoktu. Şehrin renkli ışıkları bizim yolumuza aydınlattı.
Saate bakış attım ve akşam olmuştu. Bir ara verdik yemek arası yaptık. Bir sandviç elimize alarak ilerlemeye devam ettik.
Tüm bina kapılarını fenerle karanlık tarafına ışık tutarak bakındık.
“ Işıl akşam olmuş ama kapıyla bilmeceyi bulduktan sonra dinlenelim mi ?”
“ Yorulmadım daha devam edebiliriz.”
“ Tamam bulduktan sonra o kapının önünde kamp kuralım.”
Başını olumlu salladı ve gülümsedi. Ara sokaklardan geçerek kapılara ışık tutarak kapıya ışık tuttuk. Hızlı yürüyerek vakit kaybetmeden gidelim demiştik ama arada soluklanma molası verip su içerek nefesimizi toplayarak aramaya koyulduk. Bu kapıda yoktu… diğer kapıda da not yoktu. Yok yok diyerek Işılla ayrıldığımızda birbirimizin gittiği baktığı kapıları es geçerek kelebekle iletişim yoluyla gitmediğimiz görmediğimiz kapıları bakındım.
Bu süreç arada soluklanma molası ve su içerek devam edip durdu ki ben o kapıyı bulduğumda Işıl’a bulduğumu söylediğimde buraya gelmesini beklerken kapıda sıkışmış olan not kağıdını elimle alarak bilmeceyi içten okudum, anlamak için.
‘ Bu kapının arkasında bir tuval ve fırça var. Çizmen gerektiğini çizmelisin. Yukarıda hortum gibi seni içini çekeni kapatmalısın başını…’ anlamadım. İlk nesneyi yolunu söylediğinde sonra kabusun varlığını bahsettiğini anlamayı çalışırken Işıl’ın sesiyle dikkatim dağılmıştı.
“ Ne yazıyor Feyyaz ? Anlatsana.”
“ Bu kapının arkasında bir tuval ve fırça var. Çizmen gerektiğini çizmelisin. Yukarıda hortum gibi seni içini çekeni kapatmalısın başını!”
“ İlk kısmı nesnesi içeride ama hortum gibi derken ne demek istedi ?”
“ Hortum…gökyüzünde olan bir kabus diye düşünecek olursam. Işıkları kapatan ve gökyüzünde yutmuş bir varlık.”
“ Yoksa bir kara delikten mi bahsediyor ve onu tıpıcak bir şeyi çizmeni istiyorsa bu yine rol play kartını kullanacağın bir bilmece mi ?”
“ Pek beceri gerektirecek bir şey değil. Ben çizmekte iyiyim. Yani sihirbaz olarak çizebilecek kabileyetim var. Ayrıca resim dersinde yüksek notum var. Saatle iç içe olarak karşımdaki şeyleri çizerek çalıştım.”
“ O zaman süper Feyyaz. Hava aydınlanınca devam ederiz kapıda kamp kuralım, biraz dinlendikten sonra devam ederiz. Peki tuval ile fırçayı sürükleyerek götüreceğizde o kara deliği nasıl bulacağız.”
“ Bizi saat gösterecek rüyanın kabusu olduğu gökyüzüne..”
Işıl önden düşlediği çadırın içine girerken arkasından “ Rüyalar bitecek uyanacağız gerçek hayata ve düşleyerek istediğimizi alamayacağız.”
“ Doğru ama sen beni bulursun değil mi. Beni bulmanın yolunu bulursun. Bul beni…”
“ Bulurum Işıl, seni her daim bulurum.”
Çadırın içini girdim ve uyku tulumun içine sokularak el ele uyuduk.
🧭
Kapıdan içeri girdiğimizde, bilmece bizi yanıltmadı.
Tuval ve fırça tam da önümüze bırakılmıştı; sanki biz gelene kadar kimse dokunmamıştı.
Saatin ibresi ise, düşündüğümüz gibi, kara deliğin olduğu bölgeyi işaret ediyordu.
Tuvali kolumun altına sıkıştırdım, fırçayı ise sıkı sıkı elimde tuttum.
Gökyüzüne baktım, sonra Işıl’a.
Gözlerindeki heyecan öyle açık, öyle taşkındı ki—sanki şehrin kaderi onun nefesiyle belirleniyordu.
Birlikte yürüdük.
Sağa; ardından dümdüz; sonra tekrar sola döndük.
Binaların arasından geçip dar sokaklara vardığımızda Işıl durdu.
“Feyyaz… sanırım burası. Kara deliğe en yakın nokta. Çatıya çıkmalıyız.”
“Peki,” dedim hafif yutkunarak. “Ama ben çizsem bile… yani, bu çizim gerçekten tıpa olup deliği kapatacak mı?”
Işıl bana baktı.
Sanki kelimeleri değil, inancı konuşuyordu.
“Unutma sihrini. Düşlemek, bazen düşünmekten daha gerçek. Sen çiz. Biz inanırız.”
Bu cevap yetti.
Basamaklara yöneldik.
Merdivenler sonsuz bir kule gibi uzuyordu.
Her birkaç katta bir durup nefeslendik, sonra tekrar devam ettik.
Ayaklarımız yanıyor, göğsümüz daralıyordu.
Sonunda çatı kapısını açınca sert bir rüzgar yüzüme çarptı.
Sanki gökyüzü nefes alıyordu.
Işıl feneri göğe doğru kaldırdı.
“Bulduk…” dedi, sesi hem ürkek hem hayran.
“Kara delik tam orada.”
Tuvali yere koymak zorundaydım.
Ağırlığını kaybetmemesi için onu eski bir havalandırma taşının arasına sıkıştırdım.
Aptalca değildi.
Bu rüzgârda her şey uçup gidebilirdi.
Siyah boyayı düşledim.
Fırçayı kavradım.
Kara deliğin çekim gücüne karşı durmaya çalışarak, tuvalin üzerine oval bir kapan çizmeye başladım.
Ama rüzgar her çizgiyi, her kıvrımı yutuyordu.
“Dur, ben yardımcı olacağım!” diye seslendi Işıl.
Bir anda kelebekleri etrafımda dökülür gibi belirdi.
Işıl’ın kelebeği dev formuna bölündü, kanatlarıyla rüzgarın önüne yumuşak bir duvar ördü.
Artık tuval sarsılmıyordu.
Nefesimi tuttum.
Oval şekli tekrar çizdim.
İçini çapraz, sert çiziklerle güçlendirdim.
Bu sadece bir tıpa değildi—bir mühürdü.
“Bitti,” dedim sonunda, parmaklarım titrerken.
Sihri serbest bırakmak için tuvale dokundum.
Bir ağırlığın yere düştüğünü duydum.
Kafamı kaldırdığımda, çizdiğim tıpa gerçekleşmişti.
Koyu metal gibi, ağır, keskin kenarlı ve tam istediğim formdaydı.
“Işıl!” diye seslendim.
“Dev kelebeğine ihtiyacımız var. Onun bu tıpayı rüzgara karşı taşıması gerekiyor.”
Işıl’ın yüzü ışıkla doldu.
Kelebek dev formuna yükseldi, kanatlarını açtı.
Rüzgar yükseldi.
Gökyüzü karardı.
Kara delik daha da genişledi.
Ve o an…
Her şey uçuşup karışırken, kelebeğin tıpayı göğe taşıdığı anı zar zor görebildim. Rüzgar hala şiddetli eserken birden kesilince soluğumu bırakmıştım. Kelebek tıpayı taşarken kendini feda etmişti ama yeniden doğacağını emindim.
“Başardık Feyyaz!”
Işıl’ın sesi rüzgarda bile kaybolmayan bir sevinç taşıyordu.
“Tuvalde… yeni bilmece belirdi. Ansızın, bir baksana.”
Tuvali kendime çektim.
Harflere gözüm inanmadı.
“Absürtlük tavan…” diye mırıldandım.
“Neyse. Bilmece şöyle diyor:
‘Gökyüzünün sanatçılarını geri çağırmalısın ki rüyanın sahibi size kapıya açsın.’”
Işıl dudaklarını büktü.
“Ne güzel bilmece. Gökyüzü sanatçıları… yıldızlar? Peki nasıl—”
Sözünü tuvalin altındaki küçük illüstrasyon kesti.
İncecik çizilmiş kavanozlar, içlerinde parlayan kağıttan yıldızlarla doluydu.
“Tuval bize söylüyor,” dedim.
“İlk önce sihirli kağıtları hayal edeceğiz. Sonra kavanozlarla birlikte yıldızları toplayacağız. Hepsini aynı anda gökyüzüne bırakacağız.”
Işıl’ın gözleri parladı.
“Bu… çok eğlenceli olabilir.”
“Ben çoktan hayal ettim bile,” dedi gülerek.
“Hadi başlayalım.”
Çatının soğuk betonuna yan yana oturduk. Issız ve rüzgarsız şehir ışıkların aydınlatmasıyla yaptığımız yıldızları gökyüzüne bıraktığımızda eşlik edeceğini düşündüm.
Ama biz çocuklar gibi kağıt yıldızlar katlamaya başladık.
Kimi yamuk oldu, kimi açıldı.
Ve biz güldük.
Belki ilk defa bu rüya şehrinde gerçekten güldük.
Işıl, küçük yıldızı avuçlarının arasında sihirle mühürlerken mırıldandı:
“Bak… sanki canlı gibi. Parlıyor.”
Ben de kendi yıldızımı kavanozun içine bıraktım.
Tık.
Sanki bir an için, şehir nefes aldı.
“Biraz daha yapalım,” dedim.
“Sanki her yıldız şehirden bir parçayı geri getiriyor.”
Son yıldızlarıda kavanozun içine koyduğumda Işıl’ın söylediği gibi parlak yıldızları kavanoza koymuş gibiyiz.
“ Bırakırken dilek tutalım mı burası bizim gibi yıldızların varlığı bildiği rüyaysa.”
“ Tutalım Işıl.” Dileğimi düşlemiştim ve kavanozu dört elle gökyüzüne doğru fırlattığımızda düştüğünü düşünürken gökyüzüne doğru uçup yerlerine almış gibi ışıklarla bir olmuştu. Elimi Işıl’ın narin güzel elini tutmuştum ve yıldızlar şehir alarak bir silüet yaratmıştı.
Silüet gözlerini açarak bize gülümseyip çatı kapıya doğru süzülüp bizi beklemişti.
“ İsmin ne rüya sahibi ?”
“ İsmim Ebnah rüya koruyucuları ve son rüyanın sorunu çözdünüz artık eve geri dönme vakti.” demişti kapıyı bize açarak Işıl’a kırık şata görünen benimse saat külesiydi.
Birbirimizle son kez ayrılacağımız kapıydı bu.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |