
Ormanda zaman durmuş gibiydi. Gecenin uzun gölgeleri onu çevrelemiş, ay ışığı solgun bir ışık gibi dalların arasından süzülüyordu. Ama yeni bir gün başlamamıştı. Bu hâlâ, uzayıp giden aynı gecenin içinde sıkışmış bir hikayeydi.
Melodi, gözlerini karşısındaki siluete dikti. Orada bir kurt vardı. Bunu hissediyordu. Göz göze geldiklerini sanıyordu. Ellerini sıkı bir şekilde sivri uçlu dala kenetledi. Bu yaratık onu izliyordu. Hatta ona doğru ilerlediğini duyuyordu—toprağı kazıyan pençelerin sesini, rüzgarla karışan ağır nefesi...
Ama işin aslı, orada hiçbir şey yoktu.
Ne bir kurt, ne de ona meydan okuyan vahşi bir varlık.
Sadece boşluk.
Melodi, boşluğu gördüğünü fark etmedi. Karanlık yansıması yine sözleriyle orada bir tehdit altında hissettirmeyi başardı .Melodi’nin gözleri, kulakları ve zihni farklı bir gerçekliği kabul etmişti. Linlin perileri çoktan ona dokunmuştu. İnandırıcı bir kurgu yaratmış, onun zihnini bu illüzyona hapsetmişlerdi.
Melodi gördüğü ilizyondan kaçmayarak elindeki uzun ağaç dalını kurt ilizyonuna doğru savurmuştu. Biri Melodiye görse neden boşluğa dal salladığını sorar deli olduğunu düşünürdü. Birde Melodinin gözünde görün kurdun ilizyonunu…
Önümde sivri dişlerini gösteren aç aç kırmızı gözlerini bana bakan vahşi bir kurt bana doğru sivri pençeleriyle bana doğru ilerlediğini görüyordum. Şu an kaçma isteğim vardı ama kendime söz verdiğim için kaçmayı son vermiştim. Hırlaması kulaklarımda yankılanmıştı.
“ Kaç Melodi, kaçmazsan seni yiyecek!” Korkak olmamı istiyordu, korkak olayım kaçayım ve istediğini alması için bunu yapmamı ama hayır. Gözüm açıldı ve aynı masalda olmadığım için hatta bu masal ve diğer masallardan apayrı olduğum için, o masallara yönelik hareketim olmayacaktı. Kimse beni yönlendiremezdi. Sivri ucu kurda doğru hızlıca koşarak savurup kürküne batırdım, acı ve öfkeyle karşılık bir kükreme sesini işittim beni bir perde hareketiyle bir ağaca doğru fırlattı beni ve sırtıma batan sert gövdenin verdiği acıyla ayağa kalktım.
Karşımda duran hareketsiz bir varlık olunca ben bir şey yapmazsam o bana yapacaktı.
“ Kaç Melodi kaç !” Hayır yansımanın sözlerine artık kanamam ve kaçmayacağım. Dalı zemine batırıp ayağa yavaş yavaş dalı tutarak kalkıp hızlıca doğruldum ve bana öfkeyle bakışlarını fark ettim sanki üstüme atlayacak gibiydi. Dalla birlikte tüm gücümü koşarak kurdun üstüne saldırırken kurt benden önce davranıp üzerime abanıp beni toprakla kendi arasına almıştı. Dalı kürküne batırıp durdum üstümden atmak için ama pençesini çıplak omzuma batırdığında bedenime yayılan keskin acı dalgasını hissetmiştim ama çığlığımı içimi atarak dalı kullanarak üstümden atmayı çalıştım. Zor olsa bile kurdun canı yanmış gibi üstümden kalkmıştı. Bu sefer hiç pes etmeyecektim. Bir tekrar saldırıya kalkıştım beni fırlatarak kuru toprağın sırtıma verdiği acıyla kalkmaya çalışırken üstüme abanarak pençeleri yerine bu sefer sivri dişleriyle bana saldıran kurtla mücadele ettim. Biraz uzakta olan dalı uzanmayı çalışırken kurdun dişlerinden uzak tutmayı denemek gerçekten zordu ama dalı kavramıştım ve bu sefer var olan gücümle kurdun kalın kürkünün içine doğru sivri tarafını daha da batırdığımda kurttan gelen acı ulamasıyla üstümden kalktığında dalı çekmiştim ve benden uzaklaştı, uzaklaştıkça görüntüsü kesik kesik gidiyordu gözlerimde.
Çok uzun bir yol ve gün oldu benim için biraz uyumak, olduğum yerde uyumak dinlenmek istemiştim. Benden bu kadardı ama sonunda kurttan korkmayıp savaştım.
Yuno bu tek kişilik oyunda çok eğlenmişti ama planladığı gibi gitmemişti. Aslında Yunonun bir isteği vardı. Melodi kendinin farkında olması ve masalını karşı çıkmasını istemişti. Ve bunu başarmıştı. Melodinin gözlerini açmıştı. Kader günü geldiğinde melodi o kitabı imzalamayacağını düşünürken aynadan kötü kalpli kraliçenin görüntüsü belirdi.
“ Oğlum hem prensesle oyun oynayıp hem gözlerini açmasını sağlamak büyük başarı ama neye ve kime yarayacak bu şimdi ?”
Yuno esneyerek aynadan uzaklaşırken Melodinin korkak cesaretini hayran kalmıştı.
“ Annecim eğer iyi kahraman masalını fesh etse kötü kahramanın masalı başlamaz böylece kötüler istediği sonla yaşarlar. Benim iki amacım var biri intikam biri de gözlerini açtırmak ve ikisini büyük zevkle almıştım. Ve yakında korkusuz prenses benim şatoma misafir olacak.”
Yuno sadık oyunbaz kedisini yanına çağırmıştı “ Yuki burada olduğunu biliyorum sana bir görevim var !”
Yuki gülümseyerek ortaya çıktığında başını eğerek emri bekledi.
“ Bir misafirimiz olacak onun için zindanı misafirimize göre ayarlamanı istiyorum bir iki gün geçmeden kapımda olacak kendisi.”
“ Nasıl isterseniz kötü prensim.” Demiş ve yanına hizmetçileri alarak bir boş zindanı Melodi için ayarlamalarını söylemişti.
Melodi için uzun boşlukla savaşmaktan sonra kendini kuru toprağın üstüne bırakıp uykuya dalmıştı. Sabah olduğunda dün yaşanan onca şeyi hayal ürünü olduğunu fark edecekti. Bedeninde hiçbir yara izi olmadığını görünce yüzündeki boş bakışlarla bakacaktı.
🍎
Melodi sabaha sırtına ağrı içinde kalkmıştı. Düz kuru toprağın üstünde rahatsız olup gözlerini açarak yattığı yerden yavaş yavaş doğrularak kalktı.
Dün onun için yorucu bir gündü gördükleri yüzünden kafası yorgundu.
Ayağa doğrularak dere aramayı koyuldu. Yürüdü yürüdü ve hayal mi gerçek mi olduğunu anlamayı çalıştı. Yavaş yavaş adımlarla derenin yakınına doğru her adımda kuru toprağa basarak ilerlemişti.
Derenin önünde durup çömelip ellerini suya daldırıp avuçlarına su doldurup yüzüne su serpip uyanmaya çalıştı ve suda kendi yansımasını görünce dün yaralandığı omzunda hiçbir iz yoktu. Kurdun omzuna batırdığı pençe izinden eser yoktu.
Çelişki zihnime derin bir düğüm atmıştı.
Dün gece yaşadıklarımı o kadar canlı hatırlıyorum ki… O kurt, kırmızı gözleriyle bana baktı, sivri dişlerini gösterdi, pençeleriyle toprağı kazıyordu. Hareketleri, hırlamaları, kükremeleri—bunlar hâlâ zihnimde yankılanıyor. Pençesinin omzuma saplandığını hissettim; o keskin acı, derime kazındığı anı hatırlıyorum. Dalı kaldırdım, kalın kürküne sapladım. Sivri uç kemiklerine kadar battı, bunu açıkça gördüm.
Ama şimdi ellerim temiz. Omzum temiz. Hiçbir iz yok. Hiçbir acı...
"Ben daha dün kurtla savaşmadım mı? Omzuma pençelerini saplamıştı. Neden hiçbir iz yok?”
Zihnimde alaycı bir ses yankılandı, soğuk ve rahatsız edici.
"Melodi, dün hiçbir şey yaşanmadı. Kurtla savaşmadın.”
Hayır. Bu mümkün değil. Gözlerimle gördüm onu. O kırmızı gözler... hırlaması ve üzerime doğru hareketi. Pençelerinin vücuduma bıraktığı baskı gerçekti. Dalı sapladım ve kemiklerini deldiğini hissettim. Bunlar birer yanılsama olamaz.
Ama şimdi…
Dereye eğilip ellerimi suya daldırdım. Parmaklarım temizdi; hiçbir kan izi, hiçbir leke yoktu. Omzumda pençe izleri olması gerekirken hiçbir şey yok. Acı bile yok.
"Rüya mı görmüştüm?"
Bu kadar gerçek bir şeyi rüya olarak kabul edemem. Sırtımın ağacın gövdesine çarptığı o sert an hâlâ vücudumda yankılanıyor. O acıyı hissettim, kesinlikle hissettim. Ama zihnimde yankılanan sesler yine de beni sorgulamaya zorluyor.
"Melodi, kendini kandırıyorsun. Dün yalnızca bir boşlukla savaştın. Gerçekten bir kurt yoktu."
Hayır! Bu doğru olamaz. Onu gözlerimle gördüm. Pençelerinin izlerini, o keskin öfkesini hissettim. Bunlar yalnızca bir boşluk olamaz. Omzumdaki acı gerçekti, toprağa sapladığım dalın direnci gerçekti. Kürküne saplanan sivri ucu gördüm—bunlar bir oyun olamaz.
Ama şimdi zihnimde yeni sorular yankılanıyor.
"Acaba gerçekten bir boşlukla mı savaştım?"
Eğer her şey bir illüzyonsa, neden bu kadar canlı hissettim? Sırtımın ağaca çarptığı andaki keskin acı bile gerçekti. Eğer bu yaşadıklarım yalnızca bir hayalden ibaretse, gerçek o kadar güçlü bir şekilde hissedilebilir mi?
Hiçlikle mi savaştım?
Bu soru zihnimi her geçen saniye biraz daha karmaşık hale getiriyor. Hem yaşadıklarımı savunuyorum hem de sorguluyorum. Bu kadar gerçek olan bir şey, nasıl bir yanılsama olabilir? Eğer bu gerçekten bir illüzyonsa, o zaman gerçeğin ne olduğunu nasıl bulacağım?
Avuçlarıma tekrar su alıp yüzümü götürüp yıkadım. Hem yorgun aç ve susuzdum tek açıklaması bu olmalı. Hayal görmüş ve duymuş olmalıyım. Ayağa doğruldum çömeldiğim yerden kalkıp yoluma baktım.
Mantıklı düşünürsem şu an kendi masalımın dışarısına çıktığıma göre eğer o yönden ilerlersem bu ormanın cüceleri olabilir ve o cücelerin evi buralarda bir yerdedir ayrıca çıkış yolu o cüce evinin yolunda olabilir.
Adımlarımı kararlı bir şekilde toprağa basarak ilerledim. Ama bu karanlık yansımamın zihnimle oyun oynarken alaycı sesiyle beni manipüle edişi;
“ Melodi, cücelerin kulübesine bulamayacaksın, kaybolacaksın. Çıkış yolunu ararken burada hapis kalacaksın.”
Yansıma cesaretimi kurarak sözleriyle incinip korkumu yenik düşme mi istediğini biliyordum ama korkumu bastırdım ve yansımasının sesini kısmayı ve susturmayı çalıştım. Adımlarım biraz daha hızlandırdım. Her bastığım toprak ve yaprağın kuruluğu, çatırdadığını ormanın sessizliği daha da derinleşti. Yürümeye devam ettiğimde gözlerimin önünde dün gecenin yaşayıp yaşamadığım sahneler geçiyordu. Bu sahneler sıklığı arttıkça başımı sancı girdiğinde dengede kalmayı bir ağacın gövdesini tutunup kendimi gelmeyi çalışacaktım. Sancı daha da derinleşip başımı ağrıttı, gözümün önünde duran ormanın ağaçları hareketlenmiş bana doğru yürüdüğünü görüyordum.
“ Melodi, neden durmuyorsun, buradan çıkamayacaksın sürekli kendinle çelişip duruyorsun. Kaybettin! Kötü kalpli prens kazandı.” Hayır hayır, kaybetmedim daha değil demeye söylenip yolumu izlemeye başladım.
“ Kaybettin Melodi, buradan çıkamadın bak!”
"Kaybetmedim yolum açık kimsenin sözünü kanmayacağım bir daha!"
Başımın ağrısı hala devam ederken görüşüm bozulmuştu. Ağaçların bana doğru yürüdüğünü görüyordum. Döndükçe dönüyor dönüyor midem kalkmıştı bir sağlam ağaç bulup gövdesini elime dayayıp içimdekileri kenarda çıkarmıştım. Çıkarmam iyi gelecek diye düşünürken hiç iyi gelmemişti daha da beter dönüyor ve ağrıyordu.
Bu ağrı beni durdurmayacaktı yolumdan dönmeyecektim. Biraz sabit durduktan sonra yürümeye devam ettim. Hiç bitmeyecek gibiydi bu yol… sonsuzluğa gidiyormuşum gibi uzadıkça uzamıştı.
Ya bu yol bitmezse, ya yansımanın sözleri gerçekleşirse ya bulamazsam o kulübe evini ? Korkak tarafım korkusuz tarafıma bu soruları sorup dururken yansımanın iğneleyeci sözleri arkasından takip etmişti ve artık iyice pes etmeye yakın gibiydim.
“ Cesaretin buraya kadarmış anlık cesaret gösterdin. Yol uzuyor değil mi asla o kulübeye ulaşamayacaksın. Bu ormanda çürüyüp gideceksin ?” Yeter artık çok fazla oluyorsun başımın etini yiyip durdun. Korkak tarafım sende korkusuz olmayı öğren direk karaları bağlama masalın sonu olmuş gibi davranma! Masalların sonu değil ya. Elbet o kulübeye ulaşacağım, bu ormanın cüceleri nasıl bir şey veya yaratığı benzediğini bilmiyordum ama oraya varıp biraz uykuya çekecektim.
Melodi bir sağa bir sola doğru kayıp durmuştu. Görüşü bulanıklaştı, midesi kalkıp durdu ve başına giren sancıyla ormanda yürüdü yürüdü. 7 çirkin cücenin evine yaklaşıyordu. Anlamıyordu ama görüşüne giren korkutucu yapıya sahip olan bir küçük kulübeyi görmüştü. Bitkin ve ağrılı haliyle ilk başta bu yalnızca bir gölge gibi görünüyordu. Fakat gölge daha belirgin hâle geldiğinde, ufukta korkutucu bir yapı belirdi—küçük, eğri ve tehditkâr bir kulübe. Kulübenin duvarları karanlığın içinde kaybolmuş gibiydi; pencere kenarları çürümüş bir ağaç kabuğu gibi çatlak çatlak, kapısı ise hafif aralık ve davetkâr bir parıltıyla ışıldıyordu. Ama bu ışık sıcak değil, aksine bir tuzağın içine çekiyormuş hissi veriyordu.
Melodi yavaş yavaş o kulübeye doğru yürüyordu.

Kulübeye o kadar yaklaşmıştı ki içeride birileri var mı, kendisini ne yapacaklarını düşünemiyordu.
“ Ormanın sakinlerini rahatsız edip duruyorsun Melodi, anca sen bu işe yararsın zaten, ailen seni dünyaya getirmekle büyük hata yaptılar.”
Melodi kafasına takmamıştı ama son sözleri çok ağrına gitmişti ‘ ailen seni dünyaya getirmekle büyük hata yaptılar’ dediğinde ağlamak istemişti.
Ailem için ben hata mıyım? Hep iyi gibi davrandım, gözlerini girmek için, bana bakıp mutlu olsunlar için onlar için bir hatadan ibaret miyim ?
Yanağımda süzülen ıslaklığı fark ettiğimde ağladığımı anladım. Elimin tersiyle burnumu çekerek önümde duran kulübüye doğru ilerlerken “ Kaybetmedim yansımam, kulübeyi buldum bak!” Yürümeye devam ettim. Sonunda güzel bir yatak sıcak ortam ve farklı yemekler tadacaktım. Kulübenin önünde bir şey fark ettim. Dönüştüğüm sandığım kurt kafesin içinden hiç çıkmamıştı ve ben cidden ilizyonla mı savaştım. Gözlerim beni yanıltsa kulaklarım ve zihnim bunu nasıl kabul edebilir. Bu orman bana ne yaptı da bunları yaşamak zorunda kaldım.
Kurdu uyandırmadan kulübenin içine girmek istiyordum. Sessiz adımlarla ilerlerken yansımanın aklıma soktuğu düşünceleri susturmaya çalışıyordum ki çok zorlanmıştım.
“ Melodi sessiz sessiz yürüme bak karşında canlı canlı uykuda olan kurdu bıçakla ve onun etini ye ?” Bir hayvanın etini mi yiyim hayatta olmaz. Ben o kadar vahşi biri olmadım.
Başardığımı sevinmiştim ve sessizce tahta kapıyı açtığımı sanırken küçük bir gıcırtı sesi çıktı kapıdan, kurda döndüm kıpırdanma oldu ama sonra uykusunu devam edince rahat bir nefes alarak içeriye girdim ve kapıyı aynı sessizlikle kapatıp kulübede kimseler olmaması çok garipti. Özellikle cücelerin yokluğu şaşırtıcı doğru daha akşam olmamıştı onlar hala işlerini yapıyor olmalılar. Normal masalda cüceler iyi orman bu kadar korkutucu olmazdı ama bu masalda işler biraz değişti. Cüceleri bilmem ama karanlık ormanın içinde cücelerin evi vardı.
Karnım o kadar acıktı ki mutfaklarına ilerleyip dolapların içinde yiyebileceğim ne varsa alıp yemeye koyuldum. Mideme farklı tatlar girince rahat bir nefes alıp arkamı yaslanıp yediklerimi sindiriyorum.
Yuno’nun gözleri, aynanın parlayan yüzeyinde geziniyordu. Melodi, cücelerin kulübesinde karnını doyurmuş, yorgun halini biraz olsun dinlendirmeye çalışıyordu. Yuno, elinde tuttuğu kasvetli güçle Melodi’yi izlerken, kurdu uyandırmamak için nasıl çabaladığını fark etmişti. Bir tebessüm yerleşti yüzüne; hem alaycı hem de karmaşık bir duygunun gölgesiyle.
"Eğer yerinde olsaydım, Elma Şekeri Kurdu öldürürdüm," dedi kendi kendine, aynaya eğilerek. "Kanlı canlı karşında duruyor. Ses çıkartacak hiçbir şey kalmazdı. Ama bak şimdi, nasıl başına cüceleri toplayacağımı izle!"
Bu sözlerle, Yuno kendisini adeta bir zaferin eşiğinde hissediyordu. Ancak bir şey onu rahatsız ediyordu. Melodi’nin yaşayacağı kötülükleri görmek, başta bir zafer gibi gelse de, kalbi bu keyfi tam anlamıyla hissetmesine izin vermiyordu. Zihniyle kalbi arasında bir savaş başlıyordu.
“Neden böyle hissetmeye başladım?" diye mırıldandı. Bakışları, Melodi’nin aynadaki siluetinde gezinirken çatık kaşlarını biraz daha gerdi. "Onu kafama çok mu taktım? Bu yüzden mi böyle? Hayır, hayır! O benim düşmanım. Bir düşman prensese karşı böyle hissetmek istemiyorum."
Ama kalbi Yuno’ya başka bir şey söylüyordu. Bu hislerden kurtulamaz, Melodi’nin görüntüsünden kopamaz hale geldiğini fark ediyordu. Aynada Melodi’yi izlemeye devam etmek, kalbine ağır bir yük bindiriyordu. Bunu daha fazla kaldıramayacağına karar verdi.
"Yuki, buraya gel!" diye seslendi, sesi aynadaki yankıyla karıştı.
Yuki, her zamanki hizmetkar sadakatiyle anında belirdi. Yuno’nun yanında hafifçe eğilerek sordu:
“Beni mi çağırdınız, efendim?"
“Evet," dedi Yuno, gözlerini aynadan çekmeden. "Cücelerin evine git ve kurdu uyandır.Akşam oldu orman için. Cüceler erkenden kulübede olmalılar."
Yuki, başını hafifçe eğip onayı aldıktan sonra sessizce ortadan kayboldu. Yuno, yalnız kalınca tekrar aynaya döndü. Melodi’nin yorgun ama huzurlu hali, düşüncelerini daha da bulanıklaştırdı. "Neden kalbim bu kadar ağır geliyor?"
Kötü Kraliçe oğlunun bu sıkıntısının cevabını net şekilde açıklamıştı “ Vicdan azabı çekiyorsun çünkü prensesten hoşlanmayı başladın ve bu hoşlantı sevgiye dönüşecek nefretten çok oğlum.”
Yuno bunu kabullenmek istemedi. Düşmanın kızından hoşlanmak masalları karşı gelmek gibidir. Zaten masalına karşı çıkmıştı bunu olmasını izin veremezdi.
Aynada onu izlemek istemek istemediği için ayna odasından çıkıp yatağa gitti.
Melodi, cücelerin yataklarını incelemek için çaba harcadığında, bu devasal mobilyaların birer sır taşıdığını fark etti. Cücelerin boyutlarının masalsı hikâyelerde anlatılanlardan farklı olduğunu anlamıştı. Yataklar ne tam anlamıyla devasa ne de bir cüceye uygun olacak kadar küçüktü—sanki arada kalmış bir büyüklük. Bu, Melodi’nin kafasında bir soru işareti oluşturdu: “Bu cüceler gerçekten bildiğimden daha mı farklı?”
Tek tek yatakları denemekten yorgun düşmüş bir hâlde, sonunda kendisine rahat sayılabilecek bir köşe buldu. Pis kokulu yastıkları bir kenara itti, kolunu yastık gibi kullanarak kıvrıldı ve gözlerini kapadı. Bitkin vücudu, kulübenin garip havasına rağmen kısa süreliğine de olsa dinlenmeyi başardı.
O sırada cüceler, uzaktan bir uluma sesi duyduklarında irkildiler. Bu ses, kulübelerine istenmeyen bir misafir girdiğinin işaretiydi. Çalıştıkları işlerini hemen yarıda bıraktılar; yüzleri, tedirginlikle karışık bir öfke ifadesi aldı. Ama öfke onlara yabancı bir şey değildi.
Kulübelerine dönerken, her biri kendi tarzlarına uyarladıkları bilindik, karanlık bir şarkıyı söylemeye başladılar. Kalın ve yankılı sesleri, ormanın derinliklerinde garip bir melodiye dönüşüyordu:
"Karanlık orman, gözümüz hep üstünde,
Kulübeye yaklaşan asla kaçamaz elinden.
Biz yediyiz, güçlü ve karanlık,
Sesimizi duyan titrer artık."
Cüceler bir ağızdan söylediği bu şarkıyla hem birbirlerini motive ediyor hem de yaklaşan karşılaşmayı, adeta bir savaş marşı gibi ilan ediyorlardı. Ormanın sessizliği, onların ağır ayak sesleriyle titriyor; kulübenin karanlık koruyucuları geri dönüyordu. Melodi’nin huzursuz uykusu sona ermek üzereydi.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |